KORKU, ŞİDDET VE YALAN İMPARATORLUĞU
Öner YAĞCI
21 Ekim 2012
1492; Batılı tarihçilerin yazdığına ve yüzyıllardır insanlığın aldatıldığına göre bir kıta “keşfediliyor”, adına “Amerika” deniyor. Keşfedenler, keşfettikleri “yeni”, geniş toprakların, yüksek dağların, kirletilmemiş göllerin, uzun ırmakların, balta girmemiş ormanların, bin bir çeşit yemişin ve canlının yaşadığı coğrafyayı işgal ediyorlar;
Tanrı ve Kral adına koca kıtaya el koyuyorlar. İşgalciler, “Amerika Kıtası”nın derilerinin rengi kızıl olan, yani “Kızılderili” insanlarını “beyazlaştırmaya” başlıyorlar. Kuşatıyorlar ve “uygar”laştırıyorlar onları. Haçları ve hırslarıyla saldırıyorlar onlara, yeni keşfettikleri barutlu silahları ve teknolojileriyle saldırıyorlar. İlkel, barbar, vahşi dünyanın bu Kızılderili insanlarını “sözde” insanlıkla buluşturuyorlar.
Korkuyla, şiddetle ve yalanla, dünyaya egemen olma politikalarının ilk şiddetlerini, ilk dehşetlerini, ilk şoklarını yaratarak Kızılderilileri soykırıma uğratıyorlar. Topraklarını savunan Kızılderililer, işgalne karşı direniyorlar ve “uygar işgalci”lerin dilinde, gözünde ve tarihinde “vahşi asi”ler oluyorlar. İşgalciler kıtayı, kıtadaki insanların varlıklarını yağmalıyorlar ve orada devletlerini kuruyorlar; adına Amerika Birleşik Devletleri (ABD) diyorlar.
İkinci “şok ve dehşet”lerini gemilerle Afrika’dan taşıdıkları Zencilere yaşatıyorlar, onları köleleştirerek. Soykırım ve köleleştirme üzerine, yağmalama ve korku üzerine, şok ve dehşet üzerine kurdukları imparatorluklarıyla pusuya yatıyorlar; zamana yaydıkları bir pusu. Yüzyıllara yayılan ve kıtadan kıtaya koşan eylemleriyle şoklarını ve dehşetlerini dünya coğrafyasına yayıyorlar. İşgallerini ve şoklarını da götürüyorlar her gittikleri yere; yeni teknolojilerin, bilimin, uygarlığın yardımıyla. Büyüyen imparatorluk dev adımlarıyla yayılmasını sürdürüyor ve tüm kıtaları talan ediyor pervasızca. “En büyük imparatorluk benim!” diyerek “Yeni Dünya Düzeni”ne adımlar atmaya başlıyor. (Amerika kıtasına el koyan emperyalist saldırganlığın Vietnam Savaşı sırasındaki baş aktörü Richard Nixon şöyle söylüyor:
“Düşmanlarımız, emrimizdeki olağanüstü güçle bizim çıldırmış ve ne yapacağı öngörülmez olduğumuzu anlamalılar. Bu durumda korkuyla irademize boyun eğeceklerdir.” Vietnam’daki My Lai katliamını bunun için yapmışlardır; Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombasını bunun için atmışlardır. Ona özenen Hitler’in Nazi rejiminin soykırımlarla, Nazi Kampları vahşetiyle, idamlarla uyguladığı politikalar da, korku ve dehşete dayanan bu tutkunun bir başka yönüdür… Hollywood’un “kovboy” filmleri ve çizgi romanları hep bu politikanın yıllar boyu süren sinsi propaganda araçlarıdır. Vahşi asilerin günümüzde adı değişip “terörist devlet”, “terörist diktatör”e dönüşüyor, yine işgalcinin dilinde, gözünde ve eyleminde. Evet, dünün Kızılderili önderi Geronimo asiydi, bugünün Ortadoğu halklarının önderleri terörist!)
Emperyal amaçlarla insanlığa yaşamı zindan eden bu zorbalığa karşı direnmek, bu zorbalığın işgal ettiği yurdunu savunmaktan daha önemli ne görevi sorumluluğu olabilir bir insanın, bir halkın? Bu sorumluluğu şöyle vurgulamış Bertolt Brecht: “Bize öyle geliyor ki karşı çıkmak en iyisi/ Ve en küçük bir sevinçten bile vazgeçmemek/ Ve kovmak yeryüzünden acıyı yaratanları/ Ve sonunda yaşanır hale getirmek dünyayı.”…
Bir halk ozanının türküsüne giren bir zalim iflah eder mi? Onun zalimliği insanlığın gelecek yüzyıllarına akıp gitmez mi? Âşık Mahzuni’nin 1970’li yıllarda söylediği Amerika katil katil türküsü, bütün insanlığın ortak sesi değil mi? “Ben ulusal kurtuluş savaşını veren, bağımsızlığını kazanan bir ulusun ozanıyım. Bütün ulusların halklarını sevdiğim kadar Amerikan halkını da severim, katil diye vurgulamam o halklara değil, Amerika’nın yöneticilerinedir… Amerika katil deyişimin tabii evrensel boyutu da var. Kore’de, Vietnam’da, Lübnan’da, Angola’da ve benzeri birçok ülkede binlerce insanın öldürülmesine neden olması… bundandır Amerika’ya katil deyişim…” diyen Âşık Mahzuni, türküsünde:
“Defol git benim yurdumdan
Amerika katil katil
Yıllardır bizi bitirdin
Amerika katil katil
Bir gün gramlar bir olur
Kilodan hakkını alır
Zalim olan bela bulur
Amerika katil katil
Durmadan uyutur bizi
Çabuk kandık kuzu kuzu
Dünyanın büyük suçlusu
Amerika katil katil
Devleti devlete çatan
İt gibi pusuda yatan
Kan döktüren silah satan
Amerika katil katil
Mahzuni der Türk milleti
Çıksın gitsin elin iti
Bizim de sonumuz kötü
Amerika katil katil…”
gibi dizelerle sanki Amerikan emperyalizmine dünya halklarının şamarı olur.
Amerikan imparatorluğu dünya halklarının bunca nefretini niçin kazanmıştır sorusunun yanıtı, aslında günümüzü de açıklar ve Amerika’nın “suç listesi”ni çıkardığımızda bu sorunun yanıtı verilmiş olur. İşte Amerika’nın yaptıklarının eksik bir özeti:
1898’de Meksika’yı işgal etti, daha Amerikan birliğinin kuruluşu yıllarında Meksika’nın Teksas, Arizona, New Meksiko, Kaliforniya, Nevada, Utah, Wyoming kentlerini işgal edip topraklarına kattı ve 50 yıl süren katliam sırasında bölgenin tüm yerli uygarlıklarını yok etti. Küba’ya girdi,
1959’daki Batista’nın devrildiği Castro’nun başa geçtiği devrime kadar işgalini kukla diktatörlükler aracılığıyla sürdürdü.
1898-1910 arasında işgal ettiği Filipinler’de 600 bin;
1900’de, Çin’deki ayaklanmanın bastırılmasında 500 bin kişiyi öldürdü.
1903’te Kolombiya-Panama bölgesinde kanal için işgal gerçekleştirdi ve Panama devletini kurdurdu, (Panama’da, 1914’e kadar süren çatışmalarda 28 bin kişi öldü.
1950’te devlet başkanının öldürülmesiyle 1963’e kadar ABD kuklası diktatörler dönemi başladı, 350 bin kişi öldü.)
1915’te Haiti’yi işgal edip Dominik’i kurdu. 1921’de Nikaragua’yı işgal etti (1979’a kadar süren diktatörlük kurdu. Somoza adlı işbirlikçisinin öncülüğünde Ulusal Muhafızlar adlı terör örgütünü kurdu. Antiemperyalist direnişin başını çeken Sandino ve arkadaşlarını katlederek 40 yıldan fazla sürecek bir terör, sabotaj ve suikastlar devrini başlattı.)
1927-1949 arasında, Çin’de Çan Kay Şek diktasını ve onun terörünü, şiddetini destekledi. 1931-1944 arasında, El Salvador’da işgaline karşı yerli ayaklanmasında 15 bin kişiyi; 1914-34 arası Haiti’yi işgalinde 3500 kişiyi öldürdü.
1935’e kadar Bolivya’da kuklası olan hükümetlerin öteki Latin Amerika ülkeleriyle savaşlarında on binlerce kişi öldü.
1945’te Japonya’nın Hiroşima (6 Ağustos) ve Nagazaki (9 Ağustos) kentlerine attığı atom bombasıyla 250 bin kişiyi öldürdü. Çin’i bombaladı.
1947’de Yunanistan’da komünist yönetimi önlemek için yaptığı müdahalenin sonucu 50 bin ölüydü. 1947’de Tayland’da askeri darbe yaptırdı.
1949’da Çin Devriminden sonra Formoza adasında Taivan devletinin kurdurdu. 1950-54 arasında Şangay’ı bombaladı, komünistlerin iktidara gelmesi üzerine Kore’ye müdahale edip yüz binlerce yurtsever Koreliyi, öldürdü, ülkeyi Güney-Kuzey diye ikiye böldü.
1954’te Guatemala’da yaptığı darbe sırasında 100 bin Guetemalalıyı öldürdü. 1955-58 arasında Endonezya, Laos ve Kamboçya’da CIA operasyonları ve bombalamalar düzenledi. 1956-59 arasında Küba’da 60.000 kişiyi, işbirlikçi diktatör Batista’nın ABD’li danışmanların ortak operasyonlarıyla katletti.
1960’ta Guatemala’yı bombaladı. 1961’de Küba’ya karşı Domuzlar Körfezi çıkarmasını örgütledi. 1961-73 arasında Vietnam’ı bombaladı. 1963’te Endonezya’yı parçalayıp Malezya’yı kurdurdu.
1964’te Brezilya, ABD yanlısı darbe sırasında 2 bin kişi öldürüldü; Kongo’da, bağımsızlıkçı Lumumba’nın devrilip öldürülmesini sağladı. 1964-73 arasında Laos’ta sol iktidarın engellenmesi için müdahale etti, 2 milyon ton bomba attı.
1965’te Haiti’de bağımsızlıkçı başkanı askeri darbeyle devirdi; işbirlikçisi Suharto aracılığıyla 1 milyon komünist ve ilerici Endonezyalıyı; indirdiği paraşütçülerle 10 bin Dominikliyi katletti. Filipinler’de Marcos darbesini gerçekleştirdi. Peru’yu bombaladı.
1967’de Yunanistan’da Albaylar cuntasını iktidara getirdi. 1969’a kadar Guatemala’yı bombaladı. 1968-80 arasında, Peru’da kuklası diktatörlüklerle kan kusturdu.
1969-75 arasında, komünistlerin iktidarına geçmesinden sonra Kamboçya’yı bombaladı, 600 bin kişiyi öldürdü. 1970-75 arasında Kamboçya ve Laos’ta 1 milyon insanı katletti.
1971’de Türkiye’deki 12 Mart (ve 1980 12 Eylül) darbelerini örgütledi, 12 Eylül öncesinde ABD’nin körüklediği iç savaş ortamında 6 bin kişi öldü.
1973’te Şili’de General Pinochet aracılığıyla düzenlediği darbe ile başkan Allende’yi ve 30 bin kişiyi katletti; 1973’te Uruguay’da darbe sonrası on binlerce kişi öldü ve göçler yaşandı.
1975’te Vietnam’dan kovulduğunda arkasında milyonlarca kişiyi ölü ve sakat bıraktı. (Vietnam, 4,5 milyon ölü. Vietnam’da halkın üzerine attığı 638 bin ton bomba, II. Dünya Savaşı sırasında Avrupa ve Afrika’ya atılan toplam bombaların yarısıdır. Kişi başına 5 bomba atılmıştır. On binlerce kadının ırzına geçilmiş, yüz binlerce insan sakat bırakılmış, milyonlarca insan işkenceden geçirilmiştir.)
1957-91 arasında Haiti’de işgale karşı direnenlere ölüm saçtı: 26 bin kişi öldü. 1976’da Arjantin’deki faşist generallerle yaptığı darbe ve işbirliği ile 30 bin kişi öldürüldü.
1976-83 arasında Angola’da sosyalist MPLA’ya karşı çıkardığı iç savaşta 300 bin kişi öldü. 1979-1984 arasında El Salvador’u bombaladı, kuklası cunta aracılığıyla 70 bin kişiyi öldürdü.
1980’de Güney Afrika’nın Mozambik’i işgal etmesini sağladı; Jamaika’da, (1976’da iktidara gelen) Küba dostu Manley’i devirdi. 1980-90 arasında Etiyopya’ya karşı Somali’yi destekleyip (2000’lere uzanan) Somali iç savaşını çıkardı.
1981-1999 arasında Libya’ya karşı sayısız hava operasyonları düzenledi. 1983’te 14 bin deniz piyadesiyle Lübnan’a müdahale etti, operasyonlarıyla binlerce ilerici yurtsever Lübnanlı katledildi, 6. Filosuna ait savaş gemileri Lübnan’a günlerce bomba yağdırdı;
Grenada’yı işgal edip yüzlerce ilerici ve yurtseveri katletti. 1983’te Granada’yı bombaladı, 1979’da iktidara gelen sosyalist başkan Bishop’u devirdi ve iki yıl işgal etti. 1984’te Çad’ın Zaire ve Fas tarafından işgal ettirilmesini sağladı.
1986’da Libya’yı bombaladı, bine yakın sivili katletti, ambargo uygulayarak deniz ablukasına başvurdu. 1989’da Panama’ya asker çıkarttı ve 5 bin Panamalıyı öldürdü; Romanya’da ayaklanmayla Çavuşesku’nun devrilmesini sağladı.
1990’da Peru’da Amerikancı Fujimori eliyle on binlerce Kızılderili’yi katletti; Liberya’da 1980’de iktidara gelen ABD karşıtı hükümeti devirdi. 1990’dan sonra; Yugoslavya’yı parçaladı: Slovenya, Hırvatistan, Makedonya, Bosna Hersek’in koptuğu ve 100 binlerce kişinin öldüğü, göçtüğü süreci yaşattı, ada Karadağ ve Kosova gibi devletler yarattı. Irak’ın Kuveyt’e girişini bahane ederek uçaklarıyla Irak halkına karşı bomba yağdırdı, bu vahşeti TV’lerden tüm dünyaya izlettirdi. İç karışıklığı bahane ederek Somali’yi işgale girişti. Sudan’ı bombaladı.
Nikaragua’dan kaçan işkenceci, halk düşmanı Kontraları, Özgürlük Savaşçıları adı altında Honduras’ta üslendirdi ve silahlandırarak Nikaragua halkının üstüne saldırttı. Birçok Latin Amerika ülkesinde Ulusal Muhafızlar adı altında ölüm Mangalarını örgütledi, eğitti, finanse etti, silahlandırdı ve halkın üzerine saldırttı. Afganistan’ı bombaladı: “Sonsuz Adalet” operasyonu…
Bu suçlar yetmedi mi? Dünyanın her yanında uyuşturucu trafiği, beyin göçü ve iç ve dış göçler, İleri karakollar, jandarmalar, barış gönüllüleri, projelerinin dolarlarla desteklenmesiyle güçlendirilen sözde sivil toplum örgütleri (“ngo”lar), kiralık askerler, ajanlar, enerji ajansları, dünya çapındaki finans kurumları ve şirketler… Böyle kısa ve kanlı gıdası savaş (emperyalist savaş, sömürüye dayanan savaş, soğuk savaş, iç savaş…) olan bir tarihte özgürlüğün, demokrasinin, barışın yeri elbette olmaz. İnsana, ülkelere, halklara, insanlığa karşı bunca suç işleyen, “suç dosyası” bunca kabarık olan bir emperyalist güç, elbette, bir avuç işbirlikçi ve hain dışında tüm insanlığın nefretini kazanacaktı, kazandı da…
Korku ve yalan imparatorluğunun saldırganlığının gücünü nereden ve nasıl alıyor. Koca bir kıtaya soykırımlarla el koyup oranın varlıklarını yağmalamasından, Afrikalı zencilerin yıllar boyunca süren köleleştirilmiş emeğinden, kendi yurttaşlarının emekçilerinin emeklerinin sömürülmesinden, işgal ettiği ya da işbirlikçilerini yönetime getirdiği ülkelerin soyulmasından edindiği sermaye birikimi ile güçlenip büyümüştü elbette. Büyüdükçe yayılmış, yayıldıkça büyümüş ve güçlenmişti.
1949’dan beri dünyayı Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlarıyla kendi istek ve çıkarlarına göre yönlendirip sömüren Amerikan emperyalizminin, günümüzdeki Küreselleşme ve Yeni Dünya Düzeni politikasını 1979’da Dış İlişkiler Konseyi (Council on Foreign Relation-CFR) denilen çekirdek yönetici kadrosu belirledi.
Hedef alınan ülkelerde krizler çıkarmak, etnik, dinsel, aşiret ve soy çatışmalarını derinleştirmek; bu ülkelerin yöneticilerini “diktatör, terörist” ilan ederek askeri darbe ya da dış müdahale ile değiştirmek; demokrasi, adalet, özgürlük vaatleriyle direnen ülkelerin yöneticilerine karşı halkı ve dünyayı kışkırtmak gibi politikalarla dünyayı ele geçirme operasyonlarını sürdürdü ve büyük imparatorluğunu kurdu.
İdeolojik gıdasını Yahudi asıllı tarihçilerden (Uygarlıklar Çatışması adlı kitabın yazarı Samuel Hunnigton ve “En büyük hayalimiz başkenti İstanbul olan Büyük Ortadoğu Birleşik Devletleri’ni kurmaktır.” diyen Bernard Lewis)’den alan, “Yenimuhafazakârlar” (“Neoconservative”) denilen ve Amerikan dış politikasını belirleyen İsrail yanlısı “şahinler” lobisi, 11 Eylül’den 15 gün sonra teröre karşı savaşın İsrail’in tüm düşmanlarına yönelmesi gerektiğini söyledi.
Bu lobide, Yahudi asıllı Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz; Dick Cheney; “Roma’nın Kartaca zaferinden bu yana ilk defa bir devlet bu kadar büyük bir güce erişiyor.” diyen, Amerikan imparatorluğu hayalinin vazgeçilmez tutkulusu Bush’a Saddam’ın yok edilmesi için açık mektup yazan “Yeni Amerikan Yüzyılı İçin Proje”nin kurucularından, Cennet ve Güç adlı kitabında “Amerikalılar Mars’tan Avrupalılar Venüs’ten geldi” diye yazan Robert Kagan; ABD Başkan yardımcısı Dick Cheney’in ulusal güvenlik danışmanı, Türkiye’de büyükelçilik yapan Eric Edelman; yükselmesini My Lai katliamını gizleyen raporun altındaki imzaya borçlu olan Vietnam Kasabı Dışişleri bakanı “zenci” Colin Powell ve Amerikan politikasının yarım yüzyıllık demirbaşı, militarist çizginin en bağnaz temsilcisi; deneyimli, 1976’da Savunma Bakanı, İsrail’e silah yığan, “Silahlarımız ikna edicidir.” diyen Donald Rumsfeld… gibi kişiler var.
Beyaz Saray’ın bağnaz dinci, ırkçı ve militarist çizgisinin bileşimi olan hükümet, dünyadaki her operasyonun ardındaki itici güçtür. Kendilerini Tanrı’nın seçtiği insanlar ve “Evrenin efendileri” olarak görürler. Bu ekibin uygulamaya koyduğu dünyanın “Yeniden Yapılanma”sını öngören “Centom Projesi” 2023’e kadar gerçekleşmiş olacaktır.
(Rastlantı mı? Anımsayalım, bizdeki işbirlikçiler de 2023 demiyorlar mı?) Bu projenin Ortadoğu’daki ilk ayağı Irak’a saldırıdır, sonraki adımların nerelere atılacağını da ilan etmişler ve atmaya devam ediyorlar. Hedefleri dünyanın petrol, boraks, krom, toryum, neptünyum ve su kaynaklarına sahip olmak ve egemenliklerini ideolojik, siyasal, ekonomik, askeri mali, kısacası her alanda dayatmak ve pekiştirmektir.
Bu büyük korku ve yalan imparatorluğu Amerika yenilmez mi? Yılladır sürdürülen bir yıldırma ve psikolojik savaş politikasıyla değerli uzmanlar, strateji dehaları, bazı Amerikancı emekli generaller, televizyon yorumcuları, büyük gazetelerin köşe yazarlarının dedikleri ya da yazdıkları gibi gerçekten yenilmez mi? Ona karşı çıkmak delilik mi? Hiç yolu yok mu ona karşı çıkmanın?.. Oysa Amerika’nın tarihi aynı zamanda yenilgilerin de tarihidir. Japonya’yla baş edemeyince Hiroşima ve Nagazaki’ye “atom bombaları” atarak yüz binlerce insanı öldürerek mi yenilmezliği kazandı? Aslında atom bombası atması yenilmesi değil mi? Kore’de Türk Tugayı’nın öne atılmasıyla kurtuldu Koreli yurtseverlerin elinden. 1961 Küba Çıkartması fiyaskoyla sonuçlandı. Vietnam’da napalmlarla, kitle imha silahlarıyla yüz milyarlarca dolar harcamasına karşın defolup çıkmak zorunda kaldı. Tüm bunlar yenilgisi değil mi Amerika’nın?
Ve savaşlar tüm dünyada savunma ve silah harcamalarını artırıyor. Ve ABD’de demokrasi ve özgürlük var; demokratik bir biçimde özgür olarak Amerikalılar bu petrol, savaş, kan, ateş, bomba, füze, katliam, soykırım kokan yöneticileri seçiyorlar!.. Emperyalizm istediği kadar güçlü olsun, en güçlü, en büyük, en korkunç olsun, insanı unutuyor.
Brecht unutulan insanı anlatıyor şu şiirinde; günümüzün Bush’una sesleniyor:
“Tankınız ne güçlü generalim/ Siler süpürür bir ormanı/ Yüz insanı ezer geçer/ Ama bir kusurcuğu var:/ Bir sürücü ister. — Bombardıman uçağınız ne güçlü generalim/ Fırtınadan tez gider, filden zorlu/Ama bir kusurcuğu var:/ Usta ister yapacak. — İnsan dediğin nice işler görür generalim/ Bilir uçmasını, öldürmesini insan dediğin/ Ama bir kusurcuğu var:/ Bilir düşünmesini de.”
Savunulan her yurt, emperyalizmin korku ve yalan imparatorluğunu sarsıp parçalayan bir destandır. İnsana yakışan; köleleştiren “özgürlük” değil, yurt savunması bilinci ve eylemidir. Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk’undaki şu sözünü unutmamalıyız: “Bir millet, varlığını ve bağımsızlığını korumak için düşünülebilecek olan girişimleri ve fedakârlığı yaptıktan sonra başarı elde edebilir. Ya başaramazsa demek, o milletin ölmüş olduğuna karar vermek demektir. Bu nedenle millet yaşadıkça ve girişimlerini fedakârlıkla sürdürdükçe başarısızlık söz konusu olamaz.”
Öner YAĞCI
telgrafhane.org
http://telgrafhane.org/korku-siddet-ve-yalan-imparatorlugu/