Soner Yalçın
syalcin@sozcu.com.tr
10 Ağustos 2014
Sözcü
IŞiD liderinin Türk kökeni
Dünyanın gündeminde IŞİD lideri Ebu Bekir El Bağdadi var. Kelle kesmeleri, kadın, çocuk, sivil demeden herkesi kurşuna dizmeleri; dini sembolleri yerle bir etmeleri; bu cihatçı grubu korku nesnesi haline getirdi. Her gün bir vahşet videosu dünya televizyonlarında yayınlanıyor. Peki kim bu IŞİD lideri. Kökeni Türklere dayanıyor mu? Doğum yeri Samerra’nın tarihi bize nasıl şaşırtıcı bilgiler veriyor…
Adı, İbrahim bin Avad bin İbrahim el Bedri el Radavi el Hüseyni el Samarrai.Kısaca, “Ebu Bekir El Bağdadi” deniliyor.O bir akademisyen.O vaazlarıyla ünlü bir cami imamı.O IŞİD’in lideri…Ve o halife iddiası olan bir “İslam Devleti” lideri…
Sahi kim bu adam?..
Ebu Bekir El Bağdadi, 1971 Samerra doğumlu.Soyunun Hz. Muhammed‘e dayanmasını ve halife olduğu iddiasını doğduğu bu kente dayandırıyor. Medyada okuyorsunuz, duyuyorsunuz “IŞİD Bağdat’a doğru gidiyor” diye! Hayır aslında gittikleri yer Samerra! Çünkü halifelik makamı orada!
Peki…Gerçekten Hz. Muhammed soyundan mı geliyor?
Yoksa soyu Türk mü?
Şaşırdınız mı?
Tarihin sayfalarında karşınıza ne çıkacağını hiçbir zaman kestiremezsiniz.Evet başlayalım…
Annesi Türk’tü
Samerra…
Bağdat‘a yaklaşık olarak 120 km. uzaklıkta bir şehir.Dicle Nehri’nin Doğu yakasında yer alan, çok değerli tarihi eserlerin bulunduğu yerleşim yeri. Önemi…
Sekizinci Abbasi Halifesi Ebu İshak el-Mu’tasım’dan (794-842) geliyor.Şöyle…Ünlü Abbasi halifesi Harun er-Reşid’in (786-809) en küçük oğlu olan Ebu İshak el-Mu’tasım Bağdat‘ta dünyaya geldi.Annesi, Kufe halkından Şebib’in kızı Maride adında Türk idi.
Tarih: 3 Ağustos 833.
Tahta geçti; Allah’ın adını kendi adına ekleyen ilk halife unvanını aldı.Fakat bu kolay olmadı. Çünkü…Arap ve İranlı askerler, Halife el-Mu’tasım’a biat etmekten kaçındı ve ağabeyi Memun’un oğlu Abbas‘ın halife olmasını istedi. Abbas babasının kurmuş olduğu Tyana askeri şehrinden çağrılıp Bağdat’a getirildi ve yeni halifeye biat ettirildi. Askerler de boyun eğdiler.
Halife el-Mu’tasım iktidarını güçlendirmek için; ağabeyi Memun’un yeniden yaptırıp yerleştiği ve başkent yaptığı Tyana şehrini boşalttırdı; şehrin yeni yapılmış tüm surlarını yıktırdı; taşınamayacak her şey yakıldı.Halifelik devlet merkezi yine Bağdat oldu. Ancak bu uzun süreli olmadı…Ve bunun Türkler ile yakından ilgisi vardı!..
Türk askerleri
Emevilerin son dönemlerinden başlamak üzere Abbasiler zamanında, Türklerin gittikçe artan oranda İslam ordularında görev aldıklarını biliyoruz. Fakat… Halife el-Mu’tasım dönemine değin Abbasi ordusunda görev yapan Türk askerlerinin sayısı azdı. Yeni halife ile sayıları hızla çoğaldı; 50 bine ulaştı.Büyük İslam düşünürü ve yazarı el-Cahız, Abbasi halifesinin Türk askerlerine çok güvendiğini ve çok sevdiğini uzun uzun anlatır.
Keza…Abdulaziz ed-Duri ise “Belki de söz konusu halifenin annesinin Türk olması onun bu milleti yakından tanımasına yardım etmiştir” demektedir.Bu durumu kıskananlar vardı. Halifelik tekrar Bağdat’a geldiğinde kente huzurluk doğdu.
İranlı askerler ile Türk askerler arasında çatışma başladı. Bağdat’taki Araplar ise bu çatışmalardan tedirgindi. Gerçi Türk askerlerin kışlaları Bağdat şehir duvarları dışındaydı ama şehre geldiklerinde hızlı at kullanmaları, insanları ezmeleri devamlı şikayet konusuydu.Pers/Fars El-Kazvini, biraz da taraf tutarak Türk askerlerin, insanların namuslarına bile el uzattıklarını ileri sürdü!
Halife el-Mu’tasım sonunda; babasının Rakka’ya ve ağabeyinin Tyana’ya çekilmesi gibi Bağdat’tan uzaklaşmaya karar verdi. Halifeliğin yeni merkezi Samerra olacaktı…
Türk şehri
Yıl, 834.Halife el-Mu’tasım, veziri Ahmed b. Halid’in cebine 5 bin dinar koyarak yeni bir merkez bulmakla görevlendirdi.Vezir harabe halindeki Samerra‘yı beğendi. Şehirde yıkılmak üzere olan, Deyru’t-Tavâvîs, Deyru Mar Mari ve Deyru Ebi’s-Sufre gibi Hıristiyan manastırları vardı.Samerra, stratejik olarak iyi konumdaydı, işgali zordu; tepe üzerindeydi ve çevresinden Dicle geçiyordu.
Halife yeni şehri beğendi ve hemen hummalı çalışmaya başlandı. Saray erkanı ile merkezi yönetimin; vezirlerin ve komutanların oturmalarına uygun; saray, konak ve kışlalardan oluşan büyük bir yerleşim merkezi inşa edildi. Halife ise görkemli el-Cevsaku’l-Hakanî Sarayını yaptırdı.
Samerra‘yı Bağdat’tan ayıran özelliklerin başında, burasının Türk birlikleri için “ordugâh şehri” olarak kurdurulmuş olmasıydı. Türk askerleri için ayrı mahalleler ve kışlalar kuruldu. Savaşçı özelliklerini kaybetmemeleri için başka soydan gelen insanlarla evlenmeleri yasak edildi. Türk askerlerinin kendi ırklarıyla evlenmelerini sağlamak için Türk kızları satın alındı. Bu cariyelere de maaş bağlanarak adları defterlere geçirildi. Bu yüzden Türk askerleri eşlerini boşayamazdı. Ve…
Abbaslı Devleti içinde artık vazgeçilmez bir unsur haline gelen Türk asker ve komutanları, o zamana değin yalnız savaşlarda vazife yaparken Halife el-Mu’tasım emriyle saray divanlarına da alınmaya başladı.Samerra, Türklerin, İslam tarihine damgalarını vurmaya başladıkları ilk yerleşim birimi olması açısından büyük bir değer ifade etmektedir.
Türk iktidarı
Halife el-Mu’tasım ölünce yerine oğlu Vasık 842’te halife oldu. Bu dönemde Türkler konumlarını korudu. Vasık’ın ölümünden sonra Abbasi devleti parçalanma sürecine girdi. Ortadoğu yanıyordu; Filistin’de, Suriye’de savaş vardı; Anadolu gergindi. Kürtler isyan halindeydi. Ne kadar günümüze benziyor değil mi? Bu arada…
Yeni halife Mütevekkil Sünni mezhebi benimsedi. Sinagogları ve kiliseleri yıktırdı. Müslüman olmayanların ayrı bir kıyafet giyme zorunluluğu getirdi. Şii düşmanıydı; Kerbela’daki Hz. Hüseyin türbesini yıktırdı. Sonunda…
Türk komutanlar tarafından öldürüldü! Aynı komutanlar yeni halifeyi seçtiler ve 861’de Muntasır‘ı iktidara getirdiler. Ardından Müntain ve Mu’tazz‘ı da Türkler halife yapınca Araplar ayaklandı! Türk komutanlar ikiye bölündü; bir grubun başında Atamış, diğer grubun başında Küçük Boğa, Vasıf, Baghir vardı.
Bu kargaşılıkta Mu’tazz’ın ölümü üzerine halife olan Muhtedi, şarkı söylemeyi, tütün-içki içmeyi yasakladı. O da Türkler tarafından öldürüldü. Halife Mutemid, Sudanlı siyahilerin ayaklanmasını (Hariciler) fırsat bilip Türk askerlerinin boyunduruğundan kurtulmak için halifeliğin merkezini 892’de tekrar Bağdat’a taşıdı. Türklerin gücü kırıldı!
IŞİD liderinin soyu
Tarih: 29 Haziran 2014.
IŞİD halifeliğin yeniden kurulduğunu ilan etti. Ebu Bekir El Bağdadi kendini halife ilan etti; “Halife İbrahim” adını aldı. Soyunu Kureyş’e dayandırdı.El Bağdadi’ye göre soyu, Samerra’da geniş nüfuzu bulunan “Bu Abbas” aşiretinin, “Bu Bedri” koluna dayanıyordu! Aşiret, İmam Hasan bin Ali’nin soyundan gelmekteydi. Yani, kökü Kureyş’e kadar dayanıyordu! Ki Kureyşi olmak, cihat gruplarında “emir” olmanın ön şartlarından biriydi. Fakat… Bu ne kadar gerçekti. Çünkü…
Peygamber Soyu Doğrulama Vakfı, 2009 yılında yayınladığı belgede “Bu Abbas” aşiret soyağacının ne Muhammed el-Cevad ne de İbn İdris soyuna ulaştığı gözüküyor. Acaba Türk müydü bu aşiretin kökeni? Bilinmiyor.
El Bağdadi ısrarla soy silsilesi yayınlıyor:
Ebu Bekir el Bağdadi oğlu Armuş oğlu Ali oğlu İid oğlu Bedri oğlu Bedruddin oğlu Halil oğlu Huseyin oğlu Abdullah oğlu İbrahim el Evah oğlu Şerif Yahya İzeddin oğlu Şerif Beşir oğlu Macid oğlu Atiyye oğlu Yala oğlu Davud oğlu Macid oğlu Abdurrahman oğlu Kasım oğlu şerif İdris oğlu Cafer ez-Zeki oğlu Ali el-Hadi oğlu Muhammed el-Cavad oğlu Ali er-Rida oğlu Musa el-Kazim oğlu Cafer es-Saadik oğlu Muhammed el-Bakir oğlu Zeynel Abidin oğlu Hüseyin oğlu Ali oğlu Ebu Talip ve Fatıma kızı Muhammed Resulullah.
Burası Ortadoğu…
Seyyidlerden ve şeriflerden geçilmiyor. Her aile Hz Muhammed soyundan geldiğini iddia ediyor.Peki…
Döneminde hayli büyük Türk nüfusunun bulunduğu Samerra’da doğan IŞİD lideri Türk olabilir mi? Türkmen kesen birinin Türk olduğunu düşünmek imkansız. Ama…Burası Ortadoğu, kavimler kapısı; kimin hangi soydan olduğunu bilmek imkansız.
IŞİD, SÜNNİ BİR ÖRGÜT DEĞİLDİR
Ortadoğu’da mezhepler, gnostik inançlar, Selefelilik, İslami hareketler konusunda çalışmalar yapan Prof. Dr. Hilmi Demir, “21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü” dergisi ve internet sitesine IŞİD’in inancıyla ilgili makaleler kaleme aldı.Oldukça emek harcanmış makaleleri buraya sığdırmak mümkün değil.Mini bir özet sunabilirim…
– 12. yüzyıldan sonra İslam dünyasında Şiilik siyasi bir devlet olarak temsil edildiğinden, Sünnilik genelde Şii olmayan toplulukları ifade eden bir kullanıma kavuşmuştur.
– Eş’arilik ve Matüridiliğin olmadığı bir Sünnilik, olsa olsa Selefiliktir.
– 19. yüzyılda Sünnilik içinde siyasi ve itikadi bir bölünme gerçekleşti. Vehhabi İsyanı şeklinde doğan bu kalkışma Sünniliği tasfiye ederek, İslam’ın hicri II. Asrında doğan Selef yöntemini benimsediğini ilan etti. Vehhabilik, İslam’ın ilk döneminde Hz. Ali ile Muaviye arasındaki kavgayı yeniden dirilterek Muaviye’nin Şam Emevi Devleti‘ni diriltmeyi kendine hedef yaptı.
– Vehhabiliğin Selefiliğe evrilmesiyle, 20. yüzyılın başlarından itibaren İslam dünyasında Sünnilik bir orta yol görüşü olmaktan çıktı ve mezhep sistematiği tamamen terk edildi. Buna karşılık İslamcı gruplar ve tasavvufi gruplar, Selefiliğin çevresinde alan kazandı. Dolayısıyla bugün İslam dünyasında ve Türkiye’de Müslümanların zihin dünyasında Sünniliğin ve mezheplerin oldukça dar bir etkisi vardır. İslami amel, pratik ve inanç alanlarını mezhepler değil bunun yerine modern İslamcı gruplar, cemaatler, tarikatlar ve büyük oranda da Selefi düşünce doldurmaktadır.
– Bugün İslam dünyasında bir mezhep savaşından ya da Sünnilik ile Şiilik arasında bir rekabetten bahsetmek büyük yalandır. Peki ama Türkiye’de neden bu yalan tekrar ediliyor? İslam dünyasında bahsettiğimiz anlamıyla mezheplerin işlevini sürdürmediği, onun yerine modern cemaat ve örgütlerin etkili olduğu görülmektedir. Ayrıca Sünniliğin de artık İtikadi ve Kelami mezhepleri içermediği, Hanefilikten oldukça uzaklaştığı ve ameli-fıkhi mezheplerin de Sünnilik içinde çok az bir işlevi olduğu anlaşılmaktadır. Bunun yerine İslam dünyasında iki anlatı hakim ideoloji olarak öne çıkmaktadır:
Şiilik ve Selefilik.
– Aslında Ortadoğu’da da bu iki paradigmanın hakimiyet savaşları yürütülmektedir. Suudi Arabistan, Katar, Bahreyn, İngiltere ve ABD Selefilik bloğunda; Çin, Rusya ve İran Şiilik bloğunda yer almaktadır. Türkiye, bu iki blok arasında savrulmaktadır.
– Buna rağmen neden bir mezhepler savaşı ve Sünni çatışmadan söz edilmektedir?
Kanaatimce bu söylem Selefilik ile Şiilik arasındaki çatışmada, Selefiliğin olumsuz anlamını örtmek için kasıtlı ve bilinçli olarak piyasaya sürülmektedir. Kanaat teknisyenleri aracılığıyla uluslararası çatışmada var olan Selefi-Şii çatışmasının, Sünni-Şii çatışması olarak gösterilmesinin Batı ve İslam dünyasındaki kanaat teknisyenlerini sıralayabilirim:
* Batı dünyasındaki kanaat teknisyenleri açısından İslam medeniyetini toptan suçlu ilan etmek,
* Çatışmayı tüm İslam dünyasına yaymak,
* İslam dünyasındaki kanaat teknisyenleri açısından, Selefiliğe ait olumsuz algıyı Sünnilik gibi olumlu bir tanımlama aracılığıyla bertaraf etmek,
* İslam dünyasındaki Selefi networke güç devşirmek,
* Vehhabi ve Selefiliğin Sünniliği temsil ettiği kanaatini oluşturmak.
http://sozcu.com.tr/2014/yazarlar/soner-yalcin/isid-liderinin-turk-kokeni-574371/