İşte 12 yılda AKP iktidarının yaptıkları
Başbakan Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı’na aday olduğunu açıkladıktan sonra kendini överken “Yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır” demiştir. Bu sözü duyunca “Yandık” demekten kendimi alamadım. Bir anda yaptıkları tek tek düşüncemi doldurmaya başladı. Sizinle paylaşmak, “yandık” demekte haklı olup olmadığımın takdirini size bırakmak istedim. İşte 12 yıllık iktidarı boyunca Başbakan Erdoğan’ın yaptıklarının kimileri:
DOKUNULMAZLIK/YOLSUZLUK
“Dokunulmazlıkları kaldıracağım” diye göreve başladı. Bu konuda Deniz Baykal ile birlikte çıktığı televizyon programında söz de verdi. İktidar olduktan sonra dokunulmazlığa sarıldı. AKP milletvekilleri ve kendisi hakkındaki yüzlerce fezleke TBMM tozlu raflarına terk edildi.Son örneği 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarında yaşandı. “Yolsuzluk ve yoksullukla mücadele edeceğim” diye işbaşına gelenler;
doğrudan Hükümeti ilgilendiren bu soruşturmaların üzerini örtmek için her şeyi yaptılar. Kimi bilgi ve belgeler uydurma bilirkişi raporlarıyla yok edildi; Emniyet görevlileri, savcı ve yargıçlar değiştirildi; fezlekeler milletvekillerinden ve kamuoyundan kaçırıldı. Son olarak TBMM Soruşturma Komisyonu Başkanı, “dizi pusulası yok” sudan bahanesiyle dosyayı savcılığa geri gönderdi. Oysa dizi pusulasının dosyada bulunduğunu Odatv ortaya çıkardı. Zaten dizi pusulasız bir savcılık fezlekesi düşünülemezdi Adalet Bakanlığı da daha önce aynı şeyi yapmış; Meclis’e gelmeden önce fezleke değiştirilmiş, ek klasörlerin sayısı 42’den 14’e düşürülmüştü. Şimdi yine aynı şey mi yaşanacaktı?
Amaç, önce yerel seçimler, sonra Cumhurbaşkanlığı seçimi daha sonra da genel seçimlerde milletin dosya içeriğindeki ayrıntılardan bilgi almasını önlemekti. Bunun için yalan söylemek bile mübahtı. Zaten artık gözümüzün içine baka baka yalan söylemek olağanlaşmıştı. Caminin ahıra çevrilmesi, anayasayı “iki sarhoş”un hazırlaması, camide içki içilmesi,“türbanlı bacı”nın deri eldivenlilerce dövülmesi gibi… “Devlet Gücü”nün tek elde toplanması bu pervasızlığın dayanağıydı. Hesap sorulamıyordu. Tam tersine hesap sorandan, hesap soruluyordu.
Bırakınız milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırmayı kendilerinin bile eleştirdiği kamu görevlilerinin dokunulmazlığını daha da artırdılar. MİT Müsteşarı ve görevlileri yargı karşısında dokunulmaz kılındı. Özel görevli yargıçlar, yaptıkları hukuksuzluklar nedeniyle tazminat ödemekten kurtarıldı. Yeni çıkarılan bir yasayla terör örgütü ile masada müzakereye oturan kamu görevlilerini “hukuken sorumsuz kılacak” bir düzenleme yapmaktan kaçınmadılar.
Yolsuzluk olağan duruma getirildi. “Hırsız var!” diye, kimseyi hedef almadan ortalığa bağıranlar bile gözaltına alındı. “Saat kaç?” diye soranlar hakarete uğradı, işinden edildi.Rant için önce İstanbul, sonra güzel ülkemiz yabancılara ve yandaşlara peşkeş çekildi. Vatan toprağı, varlıkları, kaynakları “babalar gibi” yok pahasına yandaşlara satıldı. Üniversitelerin tıp fakülteleri ödenek verilmeyerek zor duruma düşürüldü, önce Maliye ve Sağlık bakanlıklarına muhtaç edildi; sonra çok değerli taşınmazlarını satmak zorunda bırakıldı.
AKP yandaşı İslami sermaye yaratıldı. Devlet kaynaklarından beslendi, büyütüldü; İstanbul sermayesini gölgede bıraktı. Tüm ihaleler yandaşlara verildi. Hazine arazileri, özel mülkler kamulaştırılarak yandaşlara tahsis edildi. Yaratılan sermaye havuzlar oluşturup siyaseti besledi. Ne demişti maden sahibi Somalı işçilere, “Bu ilçede AKP kazanmazsa madeni kapatırım, işsiz kalırsınız.” Böylece dönüşümlü bir çark kurulmuştu.İslami bankacılık, İslam’a uygun senet ve kredi düzeni kuruldu.
EĞİTİM
Laik eğitimi din ağırlıklı eğitime dönüştürüldü.
Önce Kuran kursları ile işe başlandı. Kaçak kurs açanlar ile burada öğreticilik yapanların cezaları kaldırıldı. Kuran kurslarına katılma yaş sınırlaması kaldırıldı. Okullarda, öğrenci yurtlarında ve kamu kurumlarında kurs açılması sağlandı. Kuran kurslarının denetimine son verildi.
İmam hatip ortaokulları yeniden açıldı. İmam hatip liselerinin sayısı 952’ye, öğrenci sayısı 675 bine ulaştı. Genel/düz liseler kaldırılarak, Anadolu, fen vs gibi liseleri kazanamayan gençlerimizin imam hatip liselerinde okumaları zorunlu duruma getirildi. Başarılı öğrencilerin imam hatiplere yönlendirilmesi için genelgeler gönderildi. Müfredatla oynanarak ve farklı katsayı uygulaması kaldırılarak imam hatip liselerini bitirenlere yükseköğretimin tüm programlarında okuma olanağı sağlandı.
Kuran ve Peygamberin hayatı dersleri konularak ve fiiliyatta zorunlu duruma getirilerek tüm eğitim-öğretim imam hatipleştirildi.Türban ilk, orta ve yüksek öğretim kurumlarında, hukuk ve Anayasa dolanılarak fiilen serbest bırakıldı. Anayasal görevini yerine getiren öğretim elemanları cezalandırıldı.
Zorunlu öğretim 12 yıla çıkarılırken kesintili duruma getirilip açık lise olanağı sunularak, lise çağına gelmiş kız çocuklarının evlerine kapatılmasının önü açıldı. Çocuk gelinlerde patlama yaşandı.
Milli Eğitim Bakanlığı hemen tüm programlarını Diyanet İşleri Başkanlığı ve dinci vakıflarla birlikte yapar oldu. Müfredattan ve kitaplardan Atatürk ilke ve devrimi ile felsefe dersleri; okullardan Atatürk köşeleri kaldırıldı. Öğrenciler topluca Cuma namazına götürülür oldu. Liselerde mescit açılmaya başlandı. Özel okullarda sağlık birimi açılması isteğe bırakılırken ibadethane açılması zorunlu kılındı.
İlahiyat fakültelerinin okul ve öğrenci sayıları inanılmaz ölçüde artırıldı; okul sayısı 42’ye, öğrenci sayısı 9 bine ulaştı. İlahiyat fakülteleri ile yetinilmeyerek İslami ilimler fakülteleri açılmaya başlandı. 8. Avrasya İslam Şurası kararının gereği yerine getirilerek, İstanbul’da Uluslararası İslam Üniversitesi kurulması için yasa tasarısı hazırlandı.
YÖK’e ve üniversite yönetimlerine AKP ölçütlerine uygun kişiler atandı. Türbana selam duran, selam durmayanları cezalandıran, “Siz görevi Atatürk’ten değil, ancak benden alırsınız” ya da “Sıkıysa AKP’li olmayın” diyen rektörler türedi.
Üniversiteler bilim yuvası olmaktan çıkıp medreseye dönüştü. Bunu öneren öğretim üyeleri alkışlandı. Medreseye dönüşü hızlandırmak için dinci vakıfların üniversite kurmasına yeşil ışık yakıldı. Üniversitelerde Said-i Nursi kürsüleri kuruldu. Atatürkçü Düşünce Topluluklarının etkinlikleri engellendi hatta bu Topluluklar dağıtılmaya başlandı. El Ezher gibi şeriat öğretimi yapan üniversitelere denklik verilmeye başlandı. Sosyal tesislere içki yasağı getirildi. Camii ya da mescidi olmayan üniversite neredeyse kalmadı.
Devlet yurt yapmayıp gençlerimizi cemaat-tarikat yurtlarına mahkûm etti. Devlet üniversiteleri bile resmi web sayfalarında öğrencileri tarikat yurtlarına yönlendirmekten çekinmez oldu.
“Kinine sahip dinci” AK gençliğin yetiştirilmesi için bir yandan imam hatip açılmasına hız verilirken, bir yandan da TÜRGEV kuruldu. Başbakan ailesinin yönetiminde olduğu TÜRGEV, “AK gençliği” yetiştirmek için kolları sıvadı. Vakfa yardım yağarken, belediyeler kamu arazilerini tahsis için yarışa girdi. Vakfın çok sayıda okul ve yurt yapması, Cemaatin kendine uygun gençlik yetiştirmek için başlangıçta yaptıklarını anımsattı.
ULUSAL BİRLİK
Türkiye Cumhuriyeti’nin “TC” kısaltması, Atatürk resimleri ve “Ne mutlu Türküm diyene” ulusal birlik çimentosu sözler, kurum adlarından, web sayfalarından, dağlardan taşlardan silindi. Ulusal Ant’ımız kaldırıldı. Sudan nedenlerle ulusal bayramların kutlanması yasaklandı. 19 Mayıs Bayramı’nın stadyumlarda kutlanması uygulamasına son verildi; Devlet törenine tüm Devlet erkânı yerine yalnızca Bakan’ın katılması yeterli görüldü.
Ulusal bayramlarda Atatürk Anıtı’na çelenk konulması yasaklandı. Otomobile bayrak asanlar, Atatürk posteri çıkarması yapıştıranlar cezalandırıldı.Askeri birlik içinde bayrağımızın gönderden indirilmesine, subaylarımızın kafalarına torba geçirilmesine, bir savaş gemimizin batırılmasına, bir terör örgütünün konsolosluk çalışanlarını rehin almasına göz yumuldu.
Yurttaşlarımız Atatürkçü ve laik olanlarla, bunlardan öç alacak kindar ve dinci kesim diye ikiye ayrıldı. Yetmedi Sünni-Alevi ayrışması sağlandı. Yetmedi, Kürt açılımı denilerek PKK ile mücadele yerine “müzakere” dönemine geçildi; “Terör örgütüyle masaya oturduğumuzu söyleyenler şerefsizdir” diyenler, terör örgütü PKK ile masaya oturdu. Güneydoğu bölgemizin fiilen bölünmesine neden olundu; kısa gelecekte hukuken bölünmesi için gerekenin yapılacağı sözü verildi. Bunun için bölgesel Kalkınma Ajansları kuruldu, bütün şehir belediye yasası çıkarıldı.
DEMOKRASİ
Çağdaş demokrasinin kurucu öğeleri erkler ayrılığı, denetim-denge düzeneği, hukuk devleti, laiklik, temel hak ve özgürlükler, özellikle ifade özgürlüğü ve tamamlayıcısı basın özgürlüğü yok edildi.
Yasama, yürütme ve yargı erki tek kişide birleştirildi. Tek adam yönetiminde “parti devleti” kuruldu.
Yasamanın yürütme üzerindeki siyasal dengeleme, Cumhurbaşkanı’nın Hükümet üzerindeki hukuksal dengeleme denetimine son verildi. Yasama işlevi yozlaştırıldı. Anayasal rejimi ilgilendiren çok önemli yasalar bile Meclis’e tasarı değil teklif yöntemiyle getirilir oldu. Yasalar “torbaya” dolduruldu. “Geceyarısı yasası” baskın uygulaması hız kazandı. Temel yasa bahanesiyle yasaların Meclis Genel Kurulu’nda ayrıntılı incelenmesi engellendi. Dolayısıyla yasalar, kabul edilmeden önce kamuoyunun bilgisinden kaçırıldı.
Yetmedi, zaten AKP Genel Başkanı’nda olan yasama yetkisi yürütmeye devredildi. Bakanlar Kurulu’na, kamu kurum ve kuruluşlarının RTE’nin isterleri doğrultusunda, başkanlık rejimine uygun biçimde yeniden yapılandırılması için yasa çıkarma yetkisi verildi. Bu yetki sonuna kadar kullanıldı ve KHK’lerle kamu örgütü yeniden yapılandırıldı. Yapılan atamalarla önce AKP-C memuru, sonra AK memur dönemleri başlatıldı. Kamu kurum ve kuruluşları işgal edildi.
Yetmedi, yasaların soyut, genel ve nesnel olması evrensel ilkesinden vazgeçilerek kişiye özgü yasalar çıkarıldı. AKP’ye gönül verenlerin suçlarının affı için birden fazla af yasası çıkarıldığına tanık olundu. MİT Müsteşarı ile görevlileri, kumpas davalarına bakan özel görevli yargıç ve savcıları, PKK gibi terör örgütleri ile görüşme yapan görevlileri hukuksal sorumluluktan kurtaracak yasalar kabul edildi. Necmettin Erbakan’ın mahkûmiyetini evinde çekmesi için özel yasa çıkarılmasından bile çekinilmedi. Dahası 17 Aralık Yolsuzluk ve rüşvet olayına adı karışan iş adamını cezadan kurtarmak için “altın kaçakçılığına” verilen hapis cezası kaldırıldı, para cezası düşürüldü.
Yetmedi, “yok yasa, yap yasa” faşist modeli yoğun biçimde uygulamaya konuldu. “Sen yap, biz gerekirse yasa çıkarır, seni kurtarırız” dönemi başlatıldı; bu tür talimatlar telefon dinlemelerine takıldı.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin seçkin ve saygın komutanlarına kumpas kuranları yasallaştırmak için Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı kuruldu. İstihbarat hizmetleri TSK’dan, Emniyet’ten ve Jandarma’dan alınarak MİT’e bağlandı. MİT’in başına Başbakan’ın çok güvendiği biri atandı. İlker Başbuğ, “Sağır sultanın bile bildiği” bilgilerin MİT tarafından kendisine verilmediğinden yakındı. Yani istihbarat hizmeti bizden alındı bu duruma düştük demek istedi.
Basın özgürlüğü yok edildi.
Tüm yurttaşların dinlenebilmesi için Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı kuruldu. “Büyük gözaltı” başladı. Tüm telefon görüşmeleri kayıt altına alınmaya başlandı. Yetmedi Twitter ve YouTube yasağı getirildi. Şimdi çıkarılan bir yönetmelikle de, tüm internet kullanımının kayıt altına alınması ve bu kayıtların iki yıl boyunca saklanması yetkisi verildi.
Medya’nın izlenip ceza yöntemiyle susturulması için RTÜK kuruldu ve AKP’li üyelerin çoğunlukta olduğu bir yapıya kavuşturuldu. RTÜK günümüzde, Cumhurbaşkanı adayı Başbakan’a 2 saat, diğer adaylardan birine 3 dakika yayın süresi ayıran, bir diğerinin konuşmasını hiç yayımlamayan TRT’ye, “Başbakan dünya çapında bir lider” gerekçesiyle ceza vermezken; cılız karşıt sesleri de kesmek için Ulusal Kanal’a, Halk TV’ye ceza yağdıran bir merkez durumuna dönüştü.
Medya zaten çoktan RTE cumhuriyetinin yayın organı durumuna getirilmişti. Basın yayın organlarının çoğu, Sermaye Piyasası Kurulu aracılığıyla ya doğrudan AKP’ye bağlanmış ya da AKP’li işadamlarına teslim edilmişti. Bunun için gerektiğinde kredi, gerektiğinde havuz yöntemi uygulanmıştı. Yandaş medya kamu reklamları aracılığıyla ekonomik yönden güçlendirilirken Kalan % 20’lik muhalif gurubun üzerine ise vergi denetimleri, ceza uygulamaları ile gidilerek zor durumda kalmaları sağlandı.
Gizlilik kararları ve tazminat davalarıyla basın susturuldu. Gazeteciler sudan nedenlerle tutuklandı. Basın özgürlüğü en kötü ülkeler listesinde Çin’le yarışır olduk. Pek çok karşıt gazeteci Başbakan’ın talimatıyla işten atıldı. “Sıfırla” diyenler hakkında değil, bunu haberleştirenler hakkında dava açıldı.
Gezi Direnişi’nde demokratik protesto haklarını kullanmak isteyenlere karşı acımasızca saldırıldı. Demokrasi şehitleri verildi. Bu uygulama tüm demokratik protesto haklarını kullanmak isteyen muhaliflere karşı sürdürüldü. Direnişe katılanlar ya da destekleyenler hakkında soruşturmalar yapıldı, davalar açıldı ve bunlar en ağır biçimde cezalandırıldı. Gezi’yi andı diye bir öğrencinin 1.’lik ödülü elinden alındı.
Demokratik yönetimin birincil koşulu olan şeffaflık yok edildi.
Denetim ortadan kaldırıldı. Yasamanın yürütmeyi denetlemesi demek olan siyasal denetim mekanizması, AKP çoğunluğunun elinde oyuncağa dönüştürüldü. Muhalefet yok hükmünde sayıldı. Soru önergelerine bile yanıt verilmedi. Bakanlıkların teftiş birimleri, Maliye Teftiş Kurulu, Hesap Uzmanları Kurulu kapatıldı. Sayıştay denetiminin kısıtlanıp, raporlarının nasıl kuşa çevrildiği, çok kısa geçmişte gazete sayfalarında yer aldı.
YARGI
2010 Anayasa değişikliğiyle yargı ele geçirildi. Önce bu değişikliğe konulan kurallarla Anayasa Mahkemesi ile HSYK’nun defteri dürüldü. Bir ay içinde yapılan atamalarla bu iki yüksek yargı organı AKP’lileştirildi. Sonra Yargıtay ve Danıştay yasalarında yapılan değişiklikler ve yapılan atamalarla, bu yüksek mahkemelerde AKP çoğunluğunun oluşması sağlandı. Daha sonra yeni yapılandırılan HSYK aracılığıyla istenilen yargıcın istenilen yerde görevlendirilmesi; AKP’ye gönül veren yargıç ve savcıların ödüllendirilmesi, görevini Anayasa, yasa ve vicdan üçgeninde yapmayı sürdürenlerin cezalandırılması uygulamasına başlandı. Yine HSYK eliyle istenilen yargıç ve savcı Yargıtay ve Danıştay’a üye yapıldı.
Kısacası önce Cemaat Yargısı oluşturuldu; şimdi de AK Yargı oluşturulmaya çalışılıyor. Bu bağlamda, şaibeli olduğu ÖSYM tarafından bile kabul edilen sınavda kazandırılan avukatlar yargıç olarak atandı.
Anayasa’nın ve TCY’nın açık kurallarına karşın yargı kararları uygulanmadı. MİT Müsteşarı’nın ve 17-25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonlarında AKP’ye gönül verenlerin yargıya ifade vermeleri fiilen önlendi.
Yargının “durdurulsun” kararına karşın, “Gücünüz yetiyorsa gelip durdurun” karşı duruşuyla AK-SARAY’ın ve villaların yapımı tamamlandı.
Özelleştirmeye ilişkin yargı kararlarının uygulanmaması için bir yasayla Bakanlar Kurulu’na yetki verildi. Şimdi de özellikle atamalara ilişkin yönetim aleyhine olan yargı kararlarının 2 yıl süreyle uygulanmaması için yasa çıkarıldı.
Yeni AYM ve yeni Danıştay’ca türbanlı yargıya izin verildi.
Sonraları “Devlet içinde devlet oldular” yakınmasının hedefi özel görevli mahkemeleri kurarak pek çok Atatürkçü aydın yurttaşın, suçsuz olduğu biline biline canının yakılmasına neden olundu. Ergenekon, Balyoz gibi davalarda, bugün Anayasa Mahkemesi’nin de saptadığı pek çok hukuksuzluklar yaşandı.
Ne acıdır ki, o günkü hukuksuzluklara neden olan ve 4 ay önce kaldırılan bir kural yeniden konulmaya çalışılıyor. Savcılığın istemi üzerine yargıç kararıyla, avukatların dosya içeriğine ulaşması yeniden engellenmeye çalışılıyor. Kısaca adil yargılanma hakkı yeniden tırtıklanmaya başlanıyor.
TSK
Türkiye Cumhuriyeti’nin gerici bir rejimle yönetilip, bölünmesi önündeki en büyük engel olan, terörle mücadele eden, ulusal çıkarları savunan TSK’nın kahraman ve seçkin komutanları, düzmece deliller, özel görevli mahkemeler, gizli tanıklar, siyasal davalar, hukuksuzluklar karmaşası içinde tutuklanıp yargılandı ve mahkûm edildi. Önce danışmanı, sonra Başbakan, iş işten geçtikten sonra kurulan kumpası itiraf etmek zorunda kaldı.
Ordu’nun istihbarat gücü elinden alındı. Jandarma Genel Komutanlığı’nın genel müdürlük olarak yeniden düzenlenmesi için çalışma başlatıldı. Genelkurmay’ın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması çalışmaları hep gündemde tutuldu.Yeni Türkiye’de, AK basın, AK yargı, AK eğitimden sonra, yapılan sıra dışı atamalarla AK ordu yaratıldı.
YAŞAM
Çağdaş yaşamdan İslami yaşama geçiş başladı. Toplumsal ve kamusal yaşamın din kurallarıyla yeniden düzenlenmesi dönemine gelindi.Parklarda ve evlerde kızlı oğlanlı oturma yasağı getirildi. Kılık kıyafete karışılmaya başlandı. Gemilerden inenlerin etek boyu eleştirildi. Tesettür otelleri, havuzları ve plajları yapıldı. Helal gıdadan sonra helal hizmet ve helal otel ölçütleri saptandı.
Siyasal söylem ve eylemlerden sonra AYM laikliği yeniden tanımlayıp, dinci eğitimi uygun bulup, türbanlı yargıya izin vererek bu yolda siyasilerin işini kolaylaştırdı.
Sokaklarda, plajlarda şeriat propagandası yapan ve kendilerine “tebliğci” diyenlere göz yumuldu; böylece etkinliklerini artırmaları sağlandı. Osmanlı’nın son Şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi’nin Atatürk’e hakaret içeren bildirileri evlere dağıtılır oldu.
Ramazanda içki içen turistler bile darp edilmeye başlandı. Anadolu’nun neredeyse tüm illerinde, iftardan önce lokantasını açık tutmak cesaret işi oldu. Namaz saatinde cami yanına rahat park edilmesini sağlamak amacıyla yollar kesilmeye başlandı. Neredeyse namaz polisi devreye girecek kaygısı oluştu.
Umre yarışı başladı. Öğrenciler umreyle ödüllendirilir, sosyetik güzeller ve sanatçılar basına poz vererek umreye gider oldu.
Türban bireysel yaşamdan sonra toplumsal ve kamusal alanı da işgal etti. İlk, orta ve yüksek öğretim, kamu kurum ve kuruluşları, Meclis ve yargı türbandandı. Cüppe ve sarıklı kamu görevlileri türedi.
Kaç çocuk yapılacağına ve nasıl doğrulacağına yönetenler karar vermeye başladı.
Devlet’in dini denetlemesi amacıyla 1924’te kurulan, Anayasa’ya göre “laiklik esası çerçevesinde” görev yapmak zorunda olan Diyanet İşleri Başkanlığı ne yazık ki fetva makamı durumuna getirilerek yaşamın her alanına sokuldu. Cumhuriyet’in öğretmenlere verdiği “toplum önderliği” görevi imamlara verildi. Cezaevi ve hastanelerde, “manevi psikolog” adı altında din adamı uygulaması planlandı. Yargı bile karar vermeden önce “ulemaya” sormaya başladı. Meleler din adamı kadrolarına; din adamları başta Milli Eğitim olmak üzere bakanlık kadrolarına atandı.
Tek adamlığa soyunanlar için saraylar yapıldı. Padişah köşkleri ve sarayları oturup çalışsınlar, zevk-ü sefa sürsünler diye milyarlarca lira gider yapılarak onartıldı, yeni eşya ile donatıldı. Manzaralarını kapatan yoksulun evi başına yıkıldı.
İçki yasağı getirildi. Önce kentlerde içki içilebilen kırmızı sokaklar oluşturuldu. Sosyal tesislerde içki yasaklandı. İçki ruhsatı verilmesi güçleştirildi. Satışına zaman sınırı getirildi.
Yüce önderimiz Atatürk’ün, “Beyler siz her şey olabilirsiniz, milletvekili ve hatta cumhurbaşkanı bile olabilirsiniz, ama sanatçı olamazsınız” diye onurlandırdığı sanatçılara “Siz kimsiniz ya” denildi. Sanatın içine tükürüldü, yontular “ucube” yakıştırmasıyla yıkıldı, reklam panoları tesettürlendi.
Cahili ve yoksulu yönetmek kolaydır. Cahil dinle, yoksul parayla kandırıldı. Önce yoksulluk artırıldı, sonra onlara sadaka niteliğinde yardım yapıldı; yardıma alıştırıldı ve “bağlı kul” durumuna getirildi. Yoksulu, “AKP giderse yardım kesilir mi?” korkusu sardı.
DIŞ POLİTİKA
Yüce Atatürk’ün dünyanın esin kaynağını oluşturduğu “Yurtta barış, dünyada barış” sav sözünden vazgeçildi. Yeni Osmanlıcı “Stratejik Derinlik” tezlerine uyularak komşularla “sıfır sorun” politikasından “sıfır komşu” sonucuna ulaşıldı. Dost ülkelerin tümü düşman oldu. Libya Mısır, Suriye, Irak, İran’la sorunlu dönem başladı; sorunlu olmayan komşu ülke kalmadı.
ABD’nin bölgedeki çıkarlarını korumak için BOP projesinde eş başkanlık rütbesi kabul edildi.
Terörist örgütlerin bölgeye yerleşip devlet kurmalarına, yakın gelecekte ülkemizi de tehdit edecekleri düşünülmeyerek yardımcı olundu.
YAPILACAKLAR…
Yine uzun bir yazı oldu; af ola. Atatürk Cumhuriyeti’ni İslami cumhuriyete dönüştürme yolunda atılan adımların bir bölümünü özetlemeye çalıştık. Bu bir bölümü; gerisini siz hesap edin.
İşte geleceğe teminat olan “yapılanların bir bölümü özetle bunlar.
“Yapılacaklar” döneminde ne mi olacak? Yapılanlara bakılarak bizi nasıl bir geleceğin beklediğini kestirmek olanaklı. Cumhurbaşkanı seçiminden sonra “Padişah lezzetinde” fiili bir “RTE türü başkanlık” sistemine geçilecek. (Ne var ki halifelik IŞİD’e kaptırıldı.) Bu anlamda da Anayasa’nın ihlali sürecek.
Sonra böyle bir başkanlık sistemine ve İslami cumhuriyete yasal dayanak oluşturmak için Anayasa değiştirilecek. Laik, demokratik Cumhuriyet sona erecek. Dönüşüm tamamlanacak.
Geçmiş olsun Türkiye!
Bülent Serim
Odatv.com
merhaba
sayfanızdan alıntı yapmak için izin isteyecektim.
Kaynak göstererek alıntı yapabilirsiniz.
iyi çalışmalar