Yalan mı Vijdan *** ‘Görsel Efekt Gazeteciliği’ ve Özkök

18 Şubat 2011
Haber Türk
Umur Talu

Umur Talu da Özkök’e 10 yıl öncesini hatırlattı. Talu’nun 10 yıl öncesini hatırlatması Özkök’ü çok rahatsız edeceğe benziyor. Zira Talu, Özkök için öyle cümleler kurdu ki; Özkök’ün ne omurgası kaldı ne de temiz bir yerini bıraktı. İşte Talu’un bugün ki o köşe yazısının bir bölümü;

Yalan mı Vijdan

“Cesur ve bağımsız” köşe yazarı, “basın rezaletlerinin unutulmaz yönetmeni”; nehir gibi akmış, kenarından üfürmüş.

“10 yıl önceki basın özgürlüğü şampiyonlarını, mangalda kül bırakmayan öfkeli arkadaşları; efelenmeleri, galiz küfürleri, iftiraları, hakaretleri; özgürlük savunur gibi kin kusmaları” hatırlamış.

Çünkü şimdi RTÜK geçerken hepsi suspusmuş. “Nehir kenarı” sandalyesinde doğrulup “haksızlıkların sularda nasıl yıkandığını görerek, bugünkü vicdansızlıklara dayanma gücü” şeytmiş!

Üstüme alındım o basın özgürlüğü beyannamesini! Zaten şahsın bilinçaltı da böyle kıvranıyor.

***

“Arkadaş”; bir kere sen artık yıkanamazsın! Onca şerden sonra çok geç!
Hiçbir nehrin debisi seni temizlemeye yetmez; hiçbir nehir buna tenezzül de etmez! Öyle kenarında oturur, kendini avutursun. Sandalyede doğrulursun belki; omurganı asla doğrultamazsın!

Bir açıdan haklısın; bugünkü RTÜK o günkü gibi yangın yeri olmadı. Bizim de hatamız, eksiğimiz elbet. O kadar yalama yaptınız ki medyayı, artık çivi tutmuyor. Her iktidar yanaktan bir makas alıyor.

Nilgün Cerrahoğlu
nilgun@cumhuriyet.com.tr
12 Ocak 2014 Pazar
Cumhuriyet

‘Görsel Efekt Gazeteciliği’ ve Özkök

AKP liderliğinin kendisini kanıtlaması gereken kritik yıllarında ona bol keseden kredi açanlar, bugün öyle portreler çiziyor ki; insan klinik bir “Dr. Jekyll ve Mister Hyde” profiliyle karşı karşıya olduğunu düşünüyor. Örneğin ilk döneminde “çağdaş demokrasi” adına temayüz eden bir “Dr. Jekyll Erdoğan” varmış da.“Çağdaşlık gömleğini” çıkarıp sonra aniden “Milli Görüş gömleğini” üstüne geçiren bir Hyde’la karşılaşılmış gibisine…

Hürriyet’te Ertuğrul Özkök dün gene böyle bir yazı yazdı…
Özkök’ün yazısı, Türkiye’nin AB kapısına gelip dayandığı günle başlıyor…

“2004 yılı… 16 Aralık’ı 17’ye bağlayan uzun gecenin sabahına doğru… Ben ve eşim Brüksel’den gelen karar üzerine ayağa fırlayıp birbirimize sarılıyoruz. AB, Türkiye ile tam üyelik müzakerelerini başlatma kararı almış. Gülümsün’ün sevinç çığlıklarını işitiyoruz. Türkiye’nin 150 yıllık Batı yürüyüşü, sonunda aydınlık bir yola giriyor.”

Kayınvalide de bu arada sevinç içinde arayıp Özkök’e şunları söylüyor:
“Bu insanlara kızıyordum ama lütfen Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gül’e benim adıma, Türkiye adına teşekkür et…”

“Biz evde birbirimize sarılıyoruz” diye devam ediyor o yılların genel yayın yönetmeni: “Türkiye sımsıkı birbirine sarılıyor.Cumhuriyetin ‘Kaynaşmış, bütünleşmiş milllet’ ideali belki de tarihimizde ilk defa hakikat oluyor.”

Özkök sonra yazıyı, bugün yaşananlara şöyle getiriyor: “Bir başka 17 Aralık, başka bir Türkiye’ye uyanıyoruz. O 9 yılda neler değişmiş? Türkiye… (özetle!) Avrupa şartlarını imzalayıp ‘hukuk devleti’ olma sözü vermişken bir anda özel yetkili mahkemelerin yarattığı engizisyona girmiş, Silivri’de bir 21. yüzyıl Gulag’ı kurulmuş… O çağdaş şahsiyet (Erdoğan!) gitmiş, miladı kendisiyle başlatan, kendi dışında herkesi inkâr eden, dışlayan, horlayan, aşağılayan, herkese yukarıdan bakan bir nefret ve öfke seli, her gün televizyonlardan evlerimize fışkırıyor” vs…

Ne o Erdoğan vardı, ne o AB

Yazıyı okurken şunu düşündüm: 2004’te 10 yaşında olan 20 yaşındaki gençler, tarihin gerçekten böyle gelişmiş olduğunu düşünebilir… Oysa alakası yok!

Ne öyle bir Erdoğan vardı…
Ne Türkiye’ye kapı açan öyle bir Avrupa…

Sorun Erdoğan’ın, bir kişilik bozukluğu olan “Dr. Jekyll ve Mr. Hyde” vakasından kaynaklanmadı.Sorun Ertuğrul Özkök gibi hep konjonktüre göre şerbet veren aydınların görüş bozukluğunda oldu…

Erdoğan başbakan olur olmaz ayağının tozuyla örneğin bir genç meslektaşımızı, “ağzın leş gibi içki kokuyor!” diye herkesin içinde paylamış ve aşağılamıştı. AB’yle masaya otururken daha zinayı yeniden suç yapmayı denemiş, bunun için harekete geçmişti.

Musa Kart’a “kedi karikatürü” nedeniyle dava açılan tarih;

Özkök’ün “milat aldığı” 2004’ün Mayıs ayıydı…
“Tayyipler Âlemi” karikatürü için Penguen dergisine keza, akabinde de Leman dergisine başbakan 2005’te dava açmıştı.“Karikatüre dava açan başbakanla demokrasi nereye kadar?” sorusunu o yıllarda bizler çok sormuştuk ama sesimiz hep boşlukta yankılanmıştı.

Tarih nasıl bu kadar çarpıtılır?
Başbakanın “çağdaşlık abidesi” diye takdim edilen ilk döneminde daha bir çiftçiye “ananı al da git!” fırçası çekmesi, AKP liderinin önüne çıkan herkesi günün birinde “öfke ve nefret seliyle”karşılayabileceğine dair alarm zilleri çalmaya yetmedi…

Özkök ve o yıllarda AKP iktidarına Özkök gibi koltuk çıkanlar; bizim bu gördüklerimizin hiçbirini nedense görmedi.Eski genel yayın yönetmeninin “17 Aralık Bayramı” diye ayrıca yere göğe koyamadığı bir bayram da hiç olmadı.Hani “Kadınlar sevdim hiç yoktular” misali.

Hürriyet yazarının evinde kutladığı bayramın aslı astarı da yoktu.
Erdoğan iktidarıyla sade “göz boyama” amaçlı “açık uçlu” bir “özel statü” anlaşması yapılmış, anlaşma Türkiye’ye dayatılmıştı. Avrupa’nın “bon pour l’orient” Ankara açılımının bu nedenle blöften ibaret olduğunu; sırf dostlar alışverişte görsün diye açılan müzakerelerin yalnız geyik olduğunu o yıllarda biz defalarca söyledik ve yazdık.

Türkiye’nin aslında var olmayan Avrupa bayramının keyfine limon sıktığımız için, ne dinozorluğumuz, ne laik teyzeliğimiz, ne darbeciliğimiz kaldı…

Fol yok yumurta yokken Özkök gibi kendi kendine gelin güvey olanlar “demokrat”, biz “kara gözlüklü gazeteci” olduk… Ne var ki sonunda en “kara gözlüklü senaryolar”
gerçek oldu… AB’nin geyik dahi olamadan rafa kaldırılan müzakerelerinin AKP iktidarına sadece gaz vermek için başlatıldığı; AKP’nin sırf içerdeki askerleri etkisiz kılıp “bildiği kendi ajandasıyla” yola devam etmek için bu işe girdiği anlaşıldı.

Geriye, bağlayıcı olmayan “Avrupa Senedi” anlaşma törenin “görsel etki” yaratan sararmış fotoğrafları kalıyor ki “Jekyll nasıl Hyde oldu?” portresini güçlendirmek için Özkök bunu da kullanmış… Bir tarih nasıl bu kadar çarpıtılır? Pes doğrusu!

Söylenecek daha çok şey var ama burada kesmek zorundayım.Adalar Belediyesi’nin Heybeli’deki “Gazeteciler Günü”ne katılacağım. Bir yüzyıl içinde katledilen 64 gazeteci ile hapisteki meslektaşlarımızı anacağız…

Onlar için denize karanfiller bırakacağız.Ve bu memlekette gazeteciliğin neden bu kadar zor olduğunu, doğruyu yazıp çizen gazetecilerin neden dokuz köyden hep kovulduğunu, sürgün yediğini, işten atıldığını ve dahi öldürüldüğünü konuşacağız.

This entry was posted in MEDYA. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *