Cemaatin kıskacından kurtulan bir genç kızın anlattıkları
Cuma,17 Haziran 2011
SOL Gazetesi
15.06.2011
Cemaatin kiskacında
Lisedeyken Cemaat kıskacına girmiş ve üniversiteye başladığında da çaresizlik nedeniyle cemaat tarafından hapsedilmiş bir gencin yaşadıklarını soL okurları ile paylaşıyoruz. Gencin cemaatten kopuşunu ise yarın yayınlayacağız.
Bir öğrenci… Tek amacı liseyi başarıyla tamamlayıp bir üniversitede okuyabilmek. Ancak henüz lisedeyken Fethullah Gülen Cemaati’nin kıskacına giriyor, sonrasında üniversitenin ilk yıllarında bu kıskaç gittikçe artıyor ve artık cemaate tümüyle bağımlı hâle geliyor. Okuyacağınız röportajın bu ilk bölümünde S.K.’nın cemaatle ilk temasını ve üniversitedeki ilk yıllarını göreceksiniz.
soL: Cemaatle ilk temasınızı anlatır mısınız?
S.K.: İnegöl’de yaşıyordum ben. Lisedeyken arkadaşlarım sürekli ders çalışmak için beni cemaat evine götürüyorlardı. İlk zamanlar pasta, börek ikram ediyorlar, hediyeler veriyorlardı. Bana da öyle hediye falan verince çok hoşuma gitti, sürekli gittim. Lise ikideyken, kapalı, sürekli din konusunu konuşan iki sınıf arkadaşlarım vardı… Cemaat onları rehber olarak seçmiş, onların tabiri ile “kendilerine insan kazandırmak için” çalışıyorlarmış. Tabi o zaman bilmiyordum onların cemaatin görevlendirdiği rehberler olduklarını. Cuma günleri okul çıkışında görüşüyorduk. Sınav dönemi olduğunda kayabiliyordu tabi. İki sene boyunca gittim ben. Hem lise ikide hem de lise üçte gittim. Ailem de muhafazakâr olduğu için oraya gitmeme çok fazla tepki duymuyorlardı. Ben o zamanlar çok benimsemiştim onları. İlk başlarda din konularından bahsetmedikleri için önce onları seviyorsun, sonra kopamıyorsun. Bende de öyle bir şey olmuştu mesela.
Gittiğiniz o mekân nasıl bir yerdi?
Normal bir ev ortamı hazırlamışlar. Bir apartman dairesi aslında. Daha çok bir öğrenci evini andırıyordu. Çok fazla kişi vardı. Ama orada kalan 4-5 kişi vardı. Sürekli öğrenciler geliyordu. Biz gidiyoruz, sonrasında başkaları geliyordu. İlk başlarda hiçbir şey yapmıyordum. Sürekli hediyeler, sürekli muhabbetler… Onun dışında ders çalışıyorduk, sohbet ediyorduk. Öğrencilerin seveceği tarzda şeyler veriyorlardı. Sonra sonra bir şey söylediğimizde “günah”, “Allah böyle buyurmuyor” gibi şeyler söylemeye başladılar. İki senenin sonunda sohbetler daha da yoğunlaştı.
“Kitap okumak zorundaydık. Ama Fethullah Gülen’in kitaplarını ya da Risale’yi okumak zorundaydık.”
Sadece Cuma günleri mi oraya gidiyordunuz?
Hayır. Kamplar vardı mesela. Evlerde kamp yapıyorlardı. Üniversiteye hazırlanırken bir aylık kampa aldılar bizi. Kampta sabah ezanından önce kalkıyorduk, sabah namazını kılıyorduk. Bunları yapmak zorundaydık, benimsesek de benimsemesek de bunu yapmak zorundaydık.Sonrasında “Yasin” okunuyordu. Ardından ders çalışıyorduk. Çok az uyuyorduk. Kitap okumak zorundaydık. Ama Fetullah Gülen’in kitaplarını ya da Risale’yi okumak zorundaydık. Sonrasında yeniden ders çalışıyorduk. Aslında üniversiteye hazırlanmak için yapılan bir kamptı ama içeriği pek öyle değildi tabi.
Kamp sırasında evde mi yatıp kalkıyordunuz?
Evet, orada kalıyorduk. Ben bir ay kalmıştım, ama bir hafta kalan da vardı, on gün kalan da vardı, iki gün kalan da vardı. Bütün masraflar onlara aitti.“Kurban Bayramı öncesi kurban derisi için bir eve 23 kere gittiğimizi hatırlıyorum. Sürekli kovuluyorduk, yine gidiyorduk.”
Tüm bu masrafların kaynağını merak ettiniz mi peki?
Tabi merak ettim. Orası küçük bir yer, çok muhafazakâr var. Ablalar, ablaların üzerindekiler şehre dağılıyorlar ve “mütevelli” dedikleri kişileri bulup onlardan para toplamaya çalışıyorlardı.“Mütevelli”leri “yardımcı anne” gibi düşünün. Mesela gidiyorum ben, bir ihtiyacımı onlardan karşılıyorum. Paranın kaynağı da oradan geliyor.
Kurban Bayramı öncesi kurban derisi için bir eve 23 kere gittiğimizi hatırlıyorum. Sürekli kovuluyorduk, yine gidiyorduk. Sürekli gidiyorduk, sürekli kovuluyorduk. Camilere falan götürüyorladı bizi. Ankara’da da orada da başıma geldi. Ramazan Bayramında ya da Kurban Bayramında “Fakir ailelere yardım edeceğiz, siz biraz destek olur musunuz?” diye bağış topluyorduk. Böyle mescit mescit, cami cami dolaşıyorduk. Ben topladığımız parayı sadece vermekle yükümlüydüm, sonrasında nereye gidiyordu, bilemiyorum.
Üniversiteye hazırlama konusunda cemaatin katkıları oldu mu size?
Ders çalıştırma konusunda olmadı katkıları. Dershaneye de gitmedim. Ama dershanelerinin sınavına girdim ve yüzde 75 indirim kazandım, babam göndermedi. Bir başka dershane daha vardı, o şehir çıkışında olduğu için babam göndermemişti. Babam onların dershanesine kesinlikle göndermek istemedi beni. Babam baktı ki ben sürekli onların peşindeyim, istemedi. Babam ders çalışmamı istiyordu, ama ben amacımdan sapmıştım.
“Yurda başvurdum ama çıkmadı, daha doğrusu yedek konumunda kaldım. ‘Ankara gibi bir yerde başka nerede kalabilirim?’ korkusu oldu bende. Böyle olunca ben onlara gitmek zorunda kaldım.”
Sonra Ankara’da üniversiteyi kazanınca size onlar mı yardımcı oldu?
Aslında ben Ankara’ya geleceğim zaman “Ankara gibi bir yerde bunlar kesinlikle bana zarar getirecek” diye düşündüm. Ailemle de konuştum, onlar da bu konuda benimle aynı fikirdelerdi. Yurda başvurdum ama çıkmadı, daha doğrusu yedek konumunda kaldım. “Ankara gibi bir yerde başka nerede kalabilirim?” korkusu oldu bende. Böyle olunca ben onlara gitmek zorunda kaldım.
“Erkek arkadaşı yok, sigara yok, televizyon yok. Radyo yok…”
Ankara’ya gelişinizi anlatır mısın?
Teyzem kuran kursu öğretmeni olduğu için bu tarz şeyleri çok iyi biliyordu. Ona sordum. “Ankara’da benim tanıdıklarım var, onlarla irtibata geçelim” dedi. Teyzemle cemaatin dershanesine gitmiştik. Onlar beş dakika içinde hallettiler. Doğrudan aradılar Ankara’yı. Sonra Ankara’dan bana döndüler. Bilgilerimi aldılar. Geleceğim zamanı öğrendiler. Teyzemle Ankara’ya gittiğimde bizi AŞTİ’den aldılar. AŞTİ’den sonra İkbal Yurduna gittik. Her şey çok güzeldi. Ev ve yurt olarak iki seçenek sundular. Ben ev istedim. Okuluma yakın bir yer olsun istedim. Onlar da öyle olacağını söylediler. Orada gerekli açıklamaları yaptılar: Erkek arkadaşı yok, sigara yok, televizyon yok. Radyo yok… Sonrasında ben memleketime geri döndüm. Okul açılacağı zaman gelecektim. Sonra Ankara’ya yeniden geldiğimde o yurttaki konforla hiç alakası olmayan bir yere gittik Yenimahalle’de. İnşaat halinde bir evdi. Berbat bir evde kaldım.
Ev için ücret ödediniz mi?
Evet, ödedim. Dört yıl önce 240 TL ödedim. Evde altı kişi kalıyorduk. Ama herkes bu parayı ödemiyordu. 100-150 veren vardı, bazıları hiç vermiyor, bazıları 20 veriyordu. Bu arada sürekli kişisel bilgiler istiyorlardı. Benimle ilgili, babamla ilgili bilgileri hep istediler. Sürekli “görüşme var gelmek zorundasın” diyorlardı, ben gidiyordum, TC kimlik numaramı ve pek çok bilgiyi veriyordum, sonra farklı yüzler görüyordum, onlar da aynı soruları soruyorlardı.
“Biz altı kişi kaldık. Başımızda bir “abla” vardı. Abla temizlik nöbetlerini falan ayarlıyor, namaza kaldırıyordu. Namaz kılmak zorundasın. Çok zorlandım. Önceleri tolerans da gösteriyorlardı, ama zaman geçtikçe göstermediler.”
Evin içindeki yaşantıdan bahsedebilir misiniz?
Bu eve ilk gittiğimde daha önceden de kalan başkaları da oradaydı. Böyle bir “Mor Çatı” gibi düşünün. Herkes orada. Ben Eylül gibi gitmiştim oraya ama Ekim’de herkes kendi evine yerleşmeye başladı. Biz altı kişi kaldık. Başımızda bir “abla” vardı. Abla temizlik nöbetlerini falan ayarlıyor, namaza kaldırıyordu. Namaz kılmak zorundasın. Çok zorlandım. Önceleri tolerans da gösteriyorlardı, ama zaman geçtikçe göstermediler.
Her akşam toplanıp sohbet ediyorduk. Ardından da yarım saat kitap okumamız gerekiyordu. Ama başka kitaplar okumamıza da izin vermiyorlardı. Ya Fetullah Gülen okuyacaksın ya da Risale okuyacaksın. Kitap okuma yarışmaları yapıyorlardı. O yarışmaya girmek zorundasın. Okumasan bile okumuş gibi yapacaksın, o evde boş kalmayacaksın.
“… bana ‘Seni bir devlet yurduna yerleştirelim, sen bize oradan insan çek.’ diye teklif geldi. Kabul etmemiştim bu teklifi.”
O zamanlar bir heyecan da vardı aslında. Sohbet var diyorlardı, hepsine gidiyordum. Çeşitli etkinlikler vardı. Ben etkinliklere katıldıkça onlar üzerime geldiler. Bu arada bana “Seni bir devlet yurduna yerleştirelim, sen bize oradan insan çek.” diye teklif geldi. Kabul etmemiştim bu teklifi. Ben kendi başımı yakmışım bir de onların başını neden yakayım diye düşündüm. Çok fazla baskı kuruyorlardı artık. Bazı şeyleri çok sormaya başlayınca belki üç dört kademe üstü bir abla beni yanına aldı. Aynı evde kalmaya başladık. Para topluyorlardı mesela, beraber sayıyorduk. Yani beni yetiştirmeye başlamışlardı.
“Başörtüsü konusunda sonunda ‘düşünüyorum, ama yapamam, şimdi benim param yok’ diye ertelemek istedim. Ama bu çok yanlış bir sözmüş. Böyle diyince ertesi gün abla geldi ve bana para verdi. Geri ödemem için de bir şey söylemedi. Ben hemen kapandım.”
Giyim kuşam konusunda bir zorlama var mıydı cemaat evinde?
Evde o zaman herkes kapalı değildi, ben de kapalı değildim, o zamanlar. Ancak evin içinde kapanmak zorundaydık. Etek giymek, başörtü takmak zorundaydık, askılı giyemiyorduk. Dışarıya giderken de “Bu olmuş mu?” diye karışıyorlardı hep.
Başörtüsünü takmamı yumuşak biçimde söylüyorlardı. “Sana ne kadar yakışır başörtüsü” diyorlardı. Çok söylediler bunu. “Ben zamanı değil” diye oyalıyordum. “Hayır, kesinlikle istemiyorum” desem onların tepkisini çekerdim. Çünkü birkaç arkadaşım vardı böyle tepki veren. Onlara çok çok kötü davrandılar. Çok karşısında olmamak gerekiyordu. Karşısında olmayınca tolerans gösteriyorlardı. Mesela eve akşam ezanından sonra kesinlikle giremiyorduk. Ama ben sonra da girsem ses çıkmıyordu. Ama tepki veren, karşı çıkan arkadaşlar geç kalırlarsa o arkadaşlarımı almıyorlardı içeriye. Onlara ev içinde de tolerans göstermiyorlardı. Ben öyle değildim, bana biraz tolerans gösteriyorlardı.
Başörtüsü konusunda ben sonunda “düşünüyorum, ama yapamam, şimdi benim param yok” diye ertelemek istedim. Ama bu çok yanlış bir sözmüş. Böyle diyince ertesi gün abla geldi ve bana para verdi. Geri ödemem için de bir şey söylemedi. Ben hemen kapandım. Bir de peruk taktım üstelik!
Bunu onlar mı tavsiye etti?
Evet. “Üniversiteye girerken böyle sürekli başörtüsünü takıp çıkarmaktan bıkarsın, peruk tak” dediler. Üstelik üniversite birinci sınıftaydım o zamanlar!
İlk kapandığınızda neler hissettiniz?
İlk kapandığımda okula gelemiyordum ya. Askılı giymişim gelmişim okula ertesi gün pardösü giymişim. Kendimi çok uç noktada hissettim. Kaldıramadım birden. Sonra okula gelmemeye başladım. Bir de başörtüsünün üzerine peruk taktım. Peruğa bile toka takıyordum ben. O tarzda yani. Berbattı. Bir türlü alışamadım.
Bölüm II
SOL Gazetesi
16.06.2011
Bir gencin Cemaat’ten kopuşu…
Dün ilk bölümünü yayınladığımız röportajın bugün ikinci bölümünü paylaşıyoruz. Bu bölümde genç, Cemaat’ten kopuş sürecini anlatıyor.
soL: Şimdi başınız açık. Başınızı açmanızın nedeni neydi?
S.K.: Bir gün yine böyle başörtülü yolda yürüyordum. Sokakta top oynayan çocuklar “Teyze bir geçsin de öyle oynayalım” dediler. Kendimi berbat hissettim, eve gittim ve “Ben hayatta kapatmam artık, ben başımı kapatmam!” dedim. Sonrasında tekrar tekrar konuştular benimle. Sonunda “Hayatta öyle bir şey yapmam, yeniden başımı kapatmam” dedim.
O zamanlar dayımı ziyarete gitmiştim. Dayım cemaate karşı birisidir. Başımı açıp gitmiştim yanına. Sonrasında peruğumu da görmüş. Bana çok kızmıştı. Onun sayesinde, beni desteklemesi sayesinde, ben başımı açtım. Hatta dayım cemaatin evini de aradı, “Siz n’apıyosunuz?” dedi. Ona çok karşı çıkamadılar. Başımı açınca, bana ters davranmaya başladılar. Bu sefer daha önce bahsettiğim davranışlarla ben karşılaştım, sokakta kaldım. Beni almadılar içeriye. Sonra bir arkadaşımda kalmaya başladım, ailemi aramışlar, beni şikayet etmişler. Önceden böyle bir şey olmazdı. Aileme “Kızınızın nerede olduğunu bilmiyoruz” demişler.
Cemaat içinden ya da dışından erkeklerle görüşür müydünüz?
Cemaat içindeki erkekleri biz hiç görmüyorduk. Mesela evde bir tamir işine ihtiyaç olursa babamız yaşında kimseler gelip tamiri yapıyordu. Evin eksikleri olduğu zaman getiriyorlardı. Erkekleri çok görmezdik. Cemaatten genç insanlarla da hiç karşılaşmadık. Toplantılara yalnızca kadınlar gelirdi. Konuşmayı da kadınlar yapardı. Hepsi kadındı. Haremlik-selamlık bir ortam vardı zaten.
Hiç büyük toplantılar olmuyor muydu?
Genel toplantılar da vardı. Ama onlarda da erkekler yoktu. O büyük toplantılarda herkes toplanır, tiyatro oyunu oynanılır ya da çeşitli gösteriler yapılırdı. Slayt gösterileri falan olurdu. Ama tabi bunların hepsi dine yönelik şeylerdi. Eğlence tarzında her hangi bir aktivite kesinlikle olmazdı.
Ben kalsaydım orada kalsaydım “Seni tanıştırmak istediğimiz bir erkek var” diyeceklerdi. Ablamın başına geldi bu bir kaç kez. Amaçları, bir birliktelik olacaksa, bunun kendi içlerinden insanlar arasında olmasıydı. Tanıştırmak, sonra da evlendirmek istiyorlardı. Cemaat içerisinden birini kabul ettiğin zaman, iş kapısı hemen açılıyordu.
İş konusunda böyle bir olaya hiç tanık oldunuz mu?
Emirtepe’de bir dersaneye bir görüşmeye gitmiştim. Görüştüğüm kişi bana “Sen polis olmak ister misin?” diye sordu. “Yardım ederiz” dedi.
Ne için gitmiştiniz bu dersaneye?
Ben o zaman “Green Card” (Yeşil Kart) başvurusu yapmak istiyordum. Bunun üzerine beni oraya çağırmışlardı. Cemaat bu kartın ayarlanmasını sağlıyordu. Esas amacım buydu.
Dersanenin yöneticilerinden biriyle mi görüşmüştünüz?
Hayır. Oradaki ablalardan biriydi sanırım. Görevini bilemiyorum tam olarak. Oraya gittiğimde “Green Card” başvurusu ile ilgili bir konuşma geçecek aramızda diye bekliyorum, bu amaçla bilgilerim alınacak zannediyorum. Yine TC kimlik numaram istedi bu kişi. Sonra bana nerede çalışmayı düşündüğümü sordu. “Ben dersanede çalışmak istiyorum, özel sektör düşünüyorum” dedim. “Polislik düşünüyorsan, burada kal, biz sana yardımcı oluruz” dedi.
Bahsettiği bir sınav mıydı?
Hayır. Sınavdan bahsetmedi. Mezun olduktan sonra, 6 aylık bir eğitim sürecinden sonra doğrudan doğruya polis olabileceğimi söyledi. “O noktada sana yardımcı oluruz” dedi. Benim bir arkadaşıma “Sınavın sorularını sana önceden veririz” demişler. Her zaman “Polis teşkilatında bizim kendi adamlarımız olsun” diyorlardı zaten.
Peki siz polis olmayı kabul etmeyince ne oldu?
O zaman, bana başka bir teklifte bulundular. Yabancılara Türkçe öğretmek isteyip istemediğimi sordular. Eğer kabul edersem beni Moğolistan’a, Fethullah Gülen’in okullarından birine göndereceklerdi. Ben yine kabul etmedim. Aslında çok değişik iş imkanları sunuyorlardı. Cazip gelebilecek şeyler de söylüyorlardı.
Sizce son yaşanan şifre skandalının cemaatle bir bağlantısı olabilir mi?
Yaşadığım bir olayı örnek vereyim size. Ben cemaatin dersanelerinin birinde çalışıyordum. O sırada, KPSS sorularının çalınması ile ilgiliydi sanırım, yine bir yolsuzluk olayı olmuştu. “Bu işi cemaat mi yaptı” diye konuşurken oradaki bir görevli bize aynen şöyle demişti: “Yok ya, öyle olsa benim haberim olurdu.” Bana sorarsanız, böyle bir bağlantı kesin var.
Sizce tahminen cemaatte kaç kişi vardır?
Tam bir sayı veremem. Ama şöyle bir şey söyleyeyim: Yenimahalle ve çevresinde yaklaşık 1000 evde cemaatin çalışma yürüttüğünü söylemişlerdi. Buna benzer bir sürü yerde böyle evlerin olduğunu biliyorum. Zaten Türkiye’nin her yerine yayılmış durumdalar.
Ama ben o kadar korkmuyorum bu rakamlardan. Birebir yaşadığım için biliyorum. Yüz kişi içinden gerçekten inanmış olanların, bu işe gerçekten gönül verenlerin sayısı iki elin parmaklarını geçmez. Mesela gerçekten parası olmadığı için cemaate yaklaşanlar var. Benim gibi olan insanlar çok. Sigarasını da içiyor, erkek arkadaşı da var. Ne bileyim, yapılanları eleştiren, kabul etmeyen, kafa tutanlar da az değil. Kimsenin “Cemaat daha da büyüsün, daha da güçlensin” diye bir düşüncesi yok. Herkes kendi çıkarını düşünüyor orada.
Bir değer ortaklığı, bir ülkü ortaklığından çok, çıkarlar üzerinden bir ilişki var diyebilir miyiz?
Evet, kesinlikle. Gerçekten cemaati güçlendirmeye çalışanların sayısı çok azdır. 117 ev varsa, bunlardan 17-18’i böyledir. Mesela ben Şentepe tarafında da bulundum. Oradan biliyorum. Çok uzak olduğu için, kimse denetlemeye gelmiyordu zaten. Herkes atını koşturabiliyordu orada.
Nerelerde evleri vardı daha çok?
Ankara’nın her yerinde evleri vardı: Balgat, Bahçelievler… Gölbaşı’nda bile evleri vardı. Evlere farklı isimler veriyorlardı. Mesela, Yenimahalle’de bizim yaşadığımız çevre “Suadiye” olarak geçiyordu. Evlere bile farklı farklı isimler veriliyordu. Deşifre olmamak için… Sözgelimi, “Ayşe” diye bir ev olabilir. “Ben Ayşe’ye gidiyorum” diyorsun, o anlıyor senin nereye gittiğini. Genellikle hep kadın isimleri kullanılıyordu.
Eve gazete girer miydi?
Evet. Zaman gazetesi okunuyordu, dergilerden Sızıntı okunurdu, İngilizce olarak da Fountain gelirdi. Bizi bu yayınları okumaya zorluyorlardı. İnsanları mutlaka abone yapmak zorundasın; dergi olur, gazete olur, fark etmez. Ben dayanamamıştım, teyzemle annemleri abone yapmıştım, öyle kurtulmuştum. Çünkü aslında kurtulamıyorsun, sürekli soruyorlar, “Ne yaptınız?” diye.
Peki abonelik konusunda bir hedef var mıydı?
Evet. Kişi başı üç abone yapma şartı vardı. Bu alt kademedekiler için geçerliydi, ama değişebiliyordu. Üst kademedekiler için bu sayı çok daha fazlaydı. Tiraj bir milyon olsun diye uğraşıyorlardı.Ama bağış konusunda biraz farklıydı işler. Özellikle bayramlarda çalışmamızı isterlerdi. Ben çok fazla çalışmamıştım, ama hatırlıyorum, bir zamanlar kapı kapı dolaşmıştık Kurban Bayramı’nda.
Farklı siyasi görüşlerle ilgili tartışmalar oluyor muydu? Onlara bakış nasıldı?
Bir ev arkadaşım Kemalizmi savunduğunu söylemişti bir keresinde, aslında bence tam olarak onun ne anlama geldiğini kendisi de bilmiyordu. Sadece laf olsun diye söylüyordu. Cemaatte bu konuları konuşmak pek mümkün değildi. Bir şekilde söz açıldığı zaman ne kötülüyorlar, ne övüyorlardı. Belki bir iki olumsuz şey söyleyip geçiyorlardı. Ama bizim de konuşmamıza izin vermiyorlardı orada. Siyasi gündem bizimle konuşulmazdı. Ama üst kademedekiler muhakkak kendi aralarında konuşuyorlardır. Eminim bundan. Oradaki tartışmalardan, fikirlerden haberimiz olmazdı. Bizi “alt tabaka” olarak gördüklerinden, bizimle paylaşmazlardı.
Size “alt tabaka” diye mi hitap ederlerdi?
Yok, hayır. Onlar bize “cemaat” derlerdi. Ben bir ara ablalık yapmıştım. Onu da yaptım! Ama ben sırf meraktan yaptım bunu; orada ne konuşuluyor diye merak ediyordum. O ortamda, bütün ablalar toplanıyorlar ve ne konuşuyorlar, çok merak etmiştim.
Ne konuşuluyordu?
Evle ilgili konular genellikle. Sabah namazlarının düzeni, bulaşıkların yıkanması, ev işlerinin durumu, mali konuların planlanması vb. Her ev rapor veriyordu. Bu meselelerden sonra “gündemler” vardı. Çeşitli görevlendirmeler de oluyordu. Fazla dayanamamıştım ben. Çok fazla görev veriyorlardı.
Siyasi konular pek konuşulmuyordu anlaşılan. Peki, Fethullah Gülen hakkında neler konuşulurdu?
“Fethullah Gülen” de demiyorlardı. “Hoca Efendi” diyorlardı. “Hoca Efendi, işte, şu konuda şöyle buyurdu, bu konuda böyle böyle dedi” derlerdi. Genelde geleceğe yönelik ifadelerdi bunlar. Kendileriyle çelişiyorlardı aslında. Hani geleceği Allah dışında kimse bilemezdi? Fethullah Gülen’in çok ileri görüşlü olduğunu söylerler, onun vaazlarından örnekler verirlerdi. Onun bazı evlerde olup bitenleri bildiğini, gördüğünü söylerlerdi. İşte “Şu evdeki şu olaydan çok rahatsızmış!” Psikolojik baskı uyguluyorlardı.
Evrim teorisi ile ilgili ne söylenirdi örneğin?
Ben maymunlarla aynı atadan türediğimizi Fakülte’de öğrenmiştim. Onlar kesinlikle kabul etmiyorlardı. “Sen maymundan geldiğini kabul edebilirsin, ama ben etmiyorum” diyorlardı. Oysa ben “maymundan geldik” demiyorum ki! Aynı atadan geldik, diyorum. Dönüp dolaşıp sözü “Yaradılış Teorisi”ne getiriyorlardı. Bu konuda yapılmış bazı araştırmalardan bahsediyorlardı.Bize hocalarımızla çok yüz göz olmamamız konusunda uyarıyorlardı. Bazı hocalarımızı “solcu” ya da “komünist” diyerek kötülüyorlardı. Ama “komünist”in ne olduğuna bilmiyorlardı aslında.
AKP ile ilgili ne söylenirdi?
Seçim zamanlarında Ak Parti’nin övgüsünü yaparlardı. Ben tam o dönemlere denk gelmiştim. Seçimler olacaktı, sürekli Ak Parti’yi savunuyorlardı. “Ak Parti’ye oy verelim!” diyorlar ya da “Kime oy vereceksin, senin ailen kime oy veriyor?” diye soruyorlardı.
Ak Parti’nin kongresi ya da buna benzer bir şey olacağı zaman toplanırlardı. Hatırlıyorum, memleketten bile gelmişlerdi. Ak Parti Kadın Kolları’nın ya da Gençlik Kolları’nın toplantıları olurdu. Bizi hep onlara yönlendirirlerdi. Sürekli Ak Parti’nin etkinliklerine katılmamızı sağlamaya çalışırlardı.
Kopuş sürecinize geçelim isterseniz? Anlattıklarınızdan hep bir rahatsızlık duyduğunuz anlaşılıyor.
Bir ev ablam vardı. Sürekli üzerime geliyordu. “Erkek arkadaşın olmayacak” diye baskı yapıyordu. Erkek arkadaşım vardı aslında, ama onlar bilmiyordu. Ev ablasıyla aynı odada kalıyorduk. Bir gün kitaplıktan kitap alırken, bir kaç tanesi yere düştü ve fotoğrafları yere saçıldı. Onun da erkek arkadaşı varmış! Erkek arkadaşıyla çekilmiş fotoğraflarını gördüm. Daha önceden “Kimsenin erkek arkadaşı olmasın, caiz değil” demişti oysa ki. Bu olay üzerine biraz soğumuştum onlardan.
Bir de çarşaflı birisi vardı. Ben aslında onu çok seviyorum, insanı hiç bir yerlere çekmeye çalışmıyordu. Sonrasında bir gün ben Kızılay’a giderken onu gördüm. Aynı otobüse binmiştik. Hiç fark etmedi beni, ben de bu durumu bozmadım, rahatsız etmek istemedim. Kızılay metrosuna kadar geldik. Çok hızlı yürüdüğü için de koşmak zorunda kaldım, yetişemiyordum bir türlü. Birden lavaboya girdi. Ben onu beklemeye başladım çıksın da görüşelim diye. Bir süre sonra çıktı; Çarşafı atmış ve makyaj yapmış…
Yine Şentepe’de kalırken yine ev paraları ablada toplanıyordu. Biz hep makarna yiyorduk. Eve hiçbir şey alınmıyordu. “Bizim verdiğimiz paralar nereye gidiyor?” diye düşünmeye, şüphelenmeye başlamıştık. Sonrasında öğrendik ki ev kirası da yatmamış. Bizim güvendiğimiz, onların güvendiği abla paraları iç ediyormuş. O zamanlar, yeterince iyi beslenmediğimiz için sık sık hasta oluyorduk. Bir sene boyunca hiç yoğurt yediğimi hatırlamıyorum. Hiç bir şey yok, sadece makarna… Sürekli salça, sürekli yumurta… Üstelik de 240 lira da vermeye devam ediyoruz. Abla elektriği de yatırmamış. Elektriğimizi kestiler. Bayağı karanlıkta kalmıştık.
“Bu böyle olmayacak” dedim kendi kendime. Öncesinde de zaten bazı şüphelerim vardı. Dinden, ahlaktan, iyilikten bahsediyorlardı ama davranışlarının bunlarla alakası yoktu. Baktım olacak gibi değil. Oraya 240 veriyordum, ama mesela şimdiki evimde 200 veriyorum. Bunlara bağlı olmak zorunda değilim, diye düşündüm. Ayrılmaya karar verdim. Toplandım, çıktım. Çıkış o çıkış!
Böyle rahatlıkla kopabildiniz mi onlardan?
Sonrasında peşimi bırakmadılar tabi. Sürekli aradılar. “Bir daha konuşalım, son bir kez daha konuşalım” diyorlardı. Ben kimseye haber vermeden çıkmıştım. “Şimdi bu şekilde ayrılış oldu mu?” diye baskı yapıyorlardı. Babama da korkutmak amacıyla haber vermişlerdi, “Kızınız gitti, nerede olduğunu bilmiyoruz” demişlerdi. Bir süre sonra aramayı bıraktılar, ama çok geçmeden yeniden başladı aramalar. Ben de numaramı değiştirdim. Şimdi hâlâ bazılarını görüyorum dışarıda, ama görmezlikten geliyorum. Çünkü birazcık yakınlaşsam, yine aynı muhabbetler içinde bulacağım kendimi. Okulun içerisinde de cemaatten insanlar var. Bazen karşılaşıyorum onlarla, ama yoklarmış gibi davranıyorum.
Bu ayrılma sonrasında hiç “Acaba yanlış mı yaptım?” diye düşündünüz mü?
Hayır, asla. Tam tersine, çok rahatladım. O zamanlar ders çalışamazdım. Gerçi şimdi de bir işte çalıştığım için çalışamıyorum. Ama oradayken sürekli cemaatin amaçları doğrultusunda çalışmak zorundaydım. Enerjimin çoğunu onlara verirdim ve ders çalışamazdım. Onlardan tamamen koptum. Artık hiç bir şekilde ne yardımlarını isterim, ne arkadaşlıklarını!
Teşekkürler söyleşi için…