KARANLIĞIN AYAK SESLERİ *** TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ *** TÜRKİYE’YE İRTİCA GELİR Mİ ? diyenlere * “Cumaya Gittik, Dönücez” * Başımı açarak tekrar kirlenmeyeceğim !!!

Naci Kaptan

KARANLIĞIN AYAK SESLERİ
TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ

YAZIYAyorum

Değerli okur,

Yazı uzundur ve Türkiye’nin içine götürülmeye çalışıldığı İslam Devletine gidişin yakın tarihinden örnekler sunmaktadır.Sabırla okumanızı dilerim.

Geçmişte KARANLIĞIN AYAK SESLERİ başlıklı sür-git yazı dizimde ülkemizde Laik Cumhuriyet ve aydınlanma devrimlerine karşı yürütülen karşı devrimci günlük irticai olayları sizlerle paylaşmıştım.Bu zamanlarda Cumhuriyet Gazetesi de TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ BAŞLIĞINI atarak toplumu uyarmaya çalışıyordu.

Karşı devrimciler amaçlarını gerçekleştirebilmek için AB’ye girmek masalını ortaya attılar. ABD-AB-İsrail ile güç birliğine giderek küreselci baronlara Türkiye’nin bağımsızlığını ve ekonomik kaynaklarını özelleştirme adıyla devretmek anlaşması yaptılar.Bu anlaşma karşılığı yargı ve TSK tasfiye edilecek ,AKP iktidarı tüm devlette kadrolaşarak karşı devrimi güçlendirerek amacına erişecekti.Yargı ve TSK’nın tasfiyesiyle tüm direnç kaleleri teslim alınacaktı.Bu derin tasfiye için küresel düzenin ajanları ve Devletin ,özellikle yargı ve Emniyetin içine sızmış ve “günü gelinceye kadar beklemeleri , damarlara girerek günü geldiğinde sinsice yayılması öğütlenen “cemaat mensupları kullanılacaktı.Ve plan kurgulandığı gibi yürüdü.TSK kendisini koruyamadı.Yüksek Yargı ,yasa düzenlemeleri ve referandumla kökten değiştirilerek iktidara arka bahçe yapıldı.

TÜRKİYE’NİN SON GERÇEK CUMHURİYET BAŞSAVCILARINDAN BİRİSİ

14 Mart 2008’de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı saygın Abdurrahman Yalçınkaya, AKP’nin “laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği” gerekçesiyle, partinin kapatılması ve ilgili Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dahil 71 kişinin 5 yıl süre ile siyasetten uzaklaştırılması istemiyle hazırladığı iddianame Anayasa Mahkemesi’ne sundu.Anayasa Mahkemesi iddianameyi 31 Mart 2008 günü kabul etti. .

Fakat 29 Temmuz gecesi Ankara Çukurbostan semtinde çok önemli ve çok gizli bir toplantı gerçekleşti. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Erdoğan Devlet kültürüne aykırı gizlice başbakanın yakını olan AKP’li bir milletvekilinin evinde buluştular,Bu toplantıya 3. bir kişinin daha katıldığı ve bu kişinin ertesi gün AKP’nin kapatma davasını karara bağlayacak olan Anayasa Mahkemesinin Başkanı olan Haşim Kılıç olduğu idia edildi.Bu gizli görüşmede neler konuşulduğu bilinmiyor ama neler konuşulduğu hakkında tahminler vardır.

Anayasa Mahkemesi kararını 30 Temmuz 2008 tarihinde açıkladı.Partinin temelli kapatılmaması, fakat hazine yardımının belirli bir oranda kesilmesi kararına varıldı.6 üye kapatılması, 5 üye kapatılmaması yönünde oy kullanmışken, hazine yardımının kesilmesi hakkındaki oylamada 11 üyenin 10’u kesilmesi yönünde oy kullanmıştı.Bir hakim daha kapatılma kararına katılsa idi AKP’nin siyasi hayatı sona erecekti.Daha sonraları basında hakimler üzerinde baskı uygulandığı ve bir hakimin bu nedenle kanaatini değiştirdiği iddia edildi.

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

AK Parti’nin kapatılan Refah ve Fazilet partileri ile bağını koparmadığı, AK Partinin nihai hedefinin şeriat düzeni olduğu vurgulandı.“AK Parti’nin eğilimi siyasal İslâmdır. Siyasal İslam’ın temel düsturu şeriattır. AK Parti, şeriatı amaç edindiği için kaynağını şeriattan alan takiyyeyi kullanıyor” denildi.buna rağmen AK Parti’nin kapatılmamasına, ancak laiklik karşıtı eylemlere odak olmaktan, hazine yardımının yarısının kesilmesine karar verildiğini açıklandı.

AKP’nin LAİKLİK KARŞITI EYLEMLERE DEVAM ETME YOLU AÇILDI

Devlet içinde derin ve yoğun kadrolaşma devam etti.İmam Hatip , İlahiyat mezunları – Fetullahi cemaat ve Yüksek yargı ,emniyet , mülki amirler , Devletin tüm yönetici bürokrasi makamları , YÖK ve özellikle eğitim kadroları , öğretmenler de bu derin kadrolaşmada yer aldılar.Din ve ahlak dersi öğretmenleri eğitim ve okul müdürlüklerine atandılar.Bunlar yetmedi , ilkokul mezunu bile olmayan meleler , hatta imam ve hocalar okullarda ders vermekle görevlendirildiler.Diyanetten yaklaşık 5 bin kişi Milli Eğitim kadrolarına atandı.Karşı devrimin karanlık yüzü küçük çocukların beyinleri ele geçirmeye başladı.İnkilap tarihi , Atatürk ve devrimler ders kitaplarından çıkartılmaya başlandı.

30 Mart 2012 tarihinde “Eğitimde Birlik” yasası parçalandı 8 yıllık sürekli ve zorunlu eğitim kaldırıldı.Kız çocuklarını eğitim dışında bırakacak olan bu yasadan sonra ilköğretime din ağırlıklı dersler kondu.Arapça,Peygamberin hayatı,kuran v.b. dersler çağdaş öğretileri içeren bilgi derslerinin yerini aldı.

İzmir Ege Üniversitesinde Prof.Dr.E.Rennan Pekünlü derslerinde Anayasa Mahkemesi ve AİHM’nin türban hakkında verdiği kararları uyguladığı için hakkında dava açıldı ve 2 sene ceza verildi.Böylece kararı veren mahkeme ve yargıtay Anayasa Mahkemesinin ve AİHM’nin türban kararlarını tanımadığını gösterdi.

Türkiye yoz karanlığa ve şeriata yol alan AKP gemisinde tehlikeli yolculuğa baştan kara gidiyordu. Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmelikte değişiklik Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. 08.10.2014 kabul edilen yasayla Kamuda başörtüsü / türban serbest bırakıldı.Bakanlar Kurulu Kararının Bilumum Devlet Memurlarının Kıyafetleri Hakkında Kararnameden de ‘Binalar dahilinde başı açık bulunmak kaidedir’ şeklindeki hüküm kaldırıldı.Tüm kamu kurumlarında ,okullara,üniversitelerde türban ve kara çarşaf serbest bırakıldı.Balıkesir’de bir öğretmen derse kara çarşafla girmeye başladı.

31 Ekim 2013 * AKP’nin dört kadın milletvekili TBMM’ye türbanla girdiler.Milletvekillerin bu eylemi AKP-MHP-DTP tarafından desteklendi.CHP ise siyaseten karşı tavır koymaktan kaçındı.
Kadın vekllerden birisi şöyle dedi ;

“Başımı açarak tekrar kirlenmeyeceğim !!! ”

Ve böylece İslam Devletine giden yolun TBMM kalesi de AKP tarafından istila edildi.

İSLAM DEVLETİNE GİDEN YOLDAN ÖRNEKLEMELER

1985 tarihinde Türkiye’ye gelen bir İran’lı kadın :

‘Ben Türkiye’ye ülkemin kokusunu koklamak için geliyorum. Ama her gelişimde artan camileri, Kuran kurslarını ve türbanlı kadınları görüyorum. Bizler de Şah’a rağmen, sevgili vatanımız İran’a böyle geri bir rejim gelmez, gelemez diye olayları hafife aldık. Bugün Türk kadınları da aynı gaflet içinde…

***

İRAN Bahman Nirumand

Bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç durmadık. “Ufak tefek şeylerin” toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk. Biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları; birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı.Müslüman kadınların yanında orospuların yeri yoktur” denilerek kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi. Özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı.

***

23 Eylül 2007
Soner YALÇIN

İran’a şeriat ’demokrasi’ ve ’özgürlük’ vaatleriyle geldi.
Benim adım Bahman Nirumand. İranlı bir gazeteci-yazarım.

Şah’ın devrilmesinde aktif rol oynayanlardanım.Ve aynı zamanda mollaların, demokrasi ve özgürlük getireceğine inanan milyonlarca solcu, demokrat, liberal ve milliyetçi insandan biriyim.Evet, Humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı. Şah’ı devirdikten sonra mollaların camiye geri döneceklerinden emindik. Devleti yönetecek durumda olduklarına inanmıyorduk.Yanıldık. Kitaplardan ezberlediğimiz cümleleri, içi boş kavramları birbirimize söyleyip duruyorduk.

ÜZERİNDE DURMADIK

Her şey 14 Ocak 1979 tarihinde değişti. Şah, İran’ı terk etti. Ardından İran tarihinin en büyük yürüyüşü Tahran’da yapıldı. Sansür, yasak yoktu, istediğimiz gibi bağırıyorduk.Fakat mitingde ilk dikkatimi çeken, kim liberal Musaddık ya da solcu şehitlerin resimlerini taşıyor ise mollalarca dövülüyordu.Pek üzerinde durmadık bu olayın, “Hele bir kurtlarını döksünler, sonra sakinleşirler” diye düşündük.Ertesi gün gazetede, bir hırsızın genç mollalar tarafından yakalanıp, adına “İslam Mahkemesi” denilen bir mahalli heyet tarafından 35 kamçı cezasına çaptırıldığı haberini okuduk.

Haberi ciddiye almadık; “Üç beş sapsızın işi” dedik.

Bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç durmadık. “Ufak tefek şeylerin” toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk. Biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları; birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı.”Müslüman kadınların yanında orospuların yeri yoktur” denilerek kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi. Özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı.

Bu çatışmalardan rahatsız olduk; kadın sorununun güncelleşip ön plana geçmesini istemiyorduk! “Asıl mücadele, emperyalizme ve kapitalizme karşı verilmelidir” diyorduk. Kadın sorunu bir yan çelişkiydi, ana çelişki sömürüydü. Kadının giyim sorunu, emperyalizme karşı verilen mücadeleyi baltalamamalıydı!

Peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu. Bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu.Biz ise hálá büyük laflar ediyorduk; bu tür olayları devrimin kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk! “İttifak” “Eylem Birliği” gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk.

GEÇİŞ SANCILARI SANDIK

Humeyni, “Bütün sorunlarımızın sebebi,cemiyetimizdeki ahlaksızlıklardır. Bunların kökünü kazımalıyız” diyor; genç mollalar terör estiriyordu. Kitabevleri yağmalanıyor; gazete bayileri ateşe veriliyordu.
Şiraz’da “İslam Mahkemesi” eşcinsel ve fahişe olduğu gerekçesiyle dört kişiyi idam ediyordu. Benzer olay Tahran’da da gerçekleşiyor, üç fahişe ve üç eşcinsel kurşuna diziliyordu.Sesleri ve görüntüleriyle erkekleri tahrik ettikleri için kadın spikerler televizyondan kovuluyor; uyuşturucu olarak görülen müzik yasaklanıyordu. Alkol içen, kırbaç cezasına çaptırılıyordu.Şimdi düşünüyorum da, insan zamanla her türlü aşağılanmaya alışıyor galiba. Hiçbirini görmüyorduk; basmakalıp analizlerimizin doğru olduğuna o kadar inanıyorduk ki!..

Oysa toplum hızla dincileştiriliyordu. Alınan her kararda “Tamam bu sonuncusu” diyorduk. Ama arkası hep geliyordu.Kızların evlenme yaşı 18’den 13’e düşürüldü. Parfüm, ruj, saç boyası, mücevher gibi kadın malzemelerinin yurda girişi yasaklandı. Kadın çamaşırı satan mağazaların vitrinlerine sutyen, kombinezon vs. koymasına bile izin yoktu.Kamu dairelerinde kadın memurlara tesettüre girme emri çıkarıldı.Aslında birçok aydın kadının üye olduğu kadın dernekleri vardı. Onlar kendi küçük çevrelerinde “hamilelik tatilinin uzatılması”, “eşit işe eşit ücret” gibi talepleri tartışıyorlardı.

Biz aydınlar hep aynı düşüncedeydik: Demokrasi ve özgürlüğe geçiş sancılarıydı bu tür vakalar! Abartmaya gerek yoktu.Hepimiz “ana çelişki” üzerinde duruyorduk; öncelikle dışa bağımlılık ve ekonomik krizden kurtulmalıydık.

REFERANDUM OYUNU

Üç ay önce Humeyni, Paris’te komünistler de dahil olmak üzere her görüşün rahatça örgütleneceği bir demokrasiden, özgürlükten bahsederken, şimdi tüm solcu, milliyetçi ve liberalleri İslam düşmanı ilan etmişti.Bu sözler üzerine ilk protestomuzu yaptık. Mitingimize bir milyonu aşkın insan geldi.Mollaların en iyi siyasi stratejileriydi; işlerine gelmediği zaman hemen gündemi değiştiriyorlardı.Referandum meselesini gündeme getirdiler. Halka soracaklardı: “İslam Cumhuriyeti’ni istiyor musunuz, istemiyor musunuz?”

Kuşkusuz bu bir oyundu; halkın yüzde 65’inin okuryazar olmadığı bir ülkede kim ne anlardı cumhuriyetten?

Yapılan propaganda belliydi; dediler ki: “İslam’a evet mi, hayır mı diyorsunuz?”

Biz bu oyunu biliyorduk ama şöyle düşünüyorduk: “Önemli olan cumhuriyettir; serbest seçimlerdir; demokratik haklardır; özgürlüklerdir. İslam Cumhuriyeti bunu sağlayacaksa neden karşı çıkalım?”

Ancak bazı küçük kesimler bu oyuna gelmemek için referandumu boykot ettiler. Sonuçta, “evet” diyen 20 milyon, “hayır” diyen ise sadece 140 bindi.Mollalar bu referandum sonucunu çok iyi kullandılar. Güya tüm ülke yaptıklarını onaylıyordu. Artık televizyondan sonra basın da ellerine geçmişti. Sanki tüm muhaliflerin sayısı 140 bin kişi gibi gösterdiler. Halbuki 20 milyon içinde bizim oyumuz da vardı. Ama artık bizim sesimizin çıkmasına izin verilmiyordu.

HALKI ANLAYAMADIK

Mollalar güçlendikçe saldırganlaştılar

Örneğin, tirajı bir milyon olan liberal “Ayendegan” Gazetesi’ni kapattırdılar. Sıra sonra “Keyhan” Gazetesi’ne geldi; muhalif yazarların işten çıkarılmasını sağladılar.Tüm bu olanları protesto etmek için mitingler düzenlemeye başladık. Ama iş işten geçmişti artık; insanlar yılmıştı, korkuyordu. Özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için ayaklanan halkın, bu kadar kısa sürede değişeceğini düşünememiştik.Sanmıştık ki, mollaların gerici yasalarına/kurallarına halk karşı çıkacak. Halbuki tersi oldu; mollalar yasak, sansür getirdikçe arkalarından gidenlerin sayısı arttı.

Örtünmek moda oldu!

Tüm bunlara “gelip geçici bir fırtına” diye bakmak ne büyük yanılgıydı.Komünistlerden, solculardan, demokratlardan, milliyetçilerden sonra liberal İslamcılar da zamanla mollaların hedefi oldu. Şah döneminden daha çok insan cezaevlerine konuldu; idam edildi.Milyonlarca insan canını kurtarmak için yurtdışına kaçtı.Kaçanlardan biri de bendim.Umarım bizim hatalarımızdan birileri ders çıkarır.

(Not: Bu metin, Bahman Nirumand’ın “İran” kitabından derlenmiştir.)

***

Enis Berberoğlu.
30 Nisan 1997
Hürriyet’ten

28 Şubat sürecinde askerin gazetecilere verdiği brifingin hemen ertesi günü.Enis Berberoğlu
30 Nisan 1997 tarihli yazısında irtica üzerine askerin tahminlerini ve kendi görüşünü yazmış :

** “Siyasi İslam’a inanan cumhuriyet düşmanları biraz farklı.Mesela silahlı isyan ihtimali en azından şimdilik pek yüksek görünmüyor.İrtica, cumhuriyeti içten çürüterek işgali planlıyor.

** Kuran kurslarında, imam hatip okullarında verilen siyasi eğitimle milyonlarca köktendinci seçmen yetiştiriliyor.

Askeri kaynakların hazırladığı “Siyasi İslam’ın Yayılması” başlıklı broşürde cehannem senaryosuna yer veriliyor:

** ‘Mevcut milletvekili seçim yasasında bir değişiklik yapılmadığı takdirde toplam oyların yüzde 28’ini aşan partinin 276 milletvekili çıkararak tek başına iktidara gelebileceği değerlendirilmektedir.

** Mevcut durumun ve anlayışın devam etmesi halinde 2000 yılı milletvekili genel seçimlerinde Milli Görüşçü partilerin din eğitimli seçmeninin etkisi ile toplam oyların yüzde 34’ü ile tek başına iktidara gelerek ülkede dine dayalı devlet düzenini kuracak her türlü değişikliği yapabilecekleri…

** 2005 milletvekili genel seçimlerinde ise yaklaşık 6 milyon 506 bin 479 din eğitimli seçmenin etkisi ile toplam oyların yüzde 66.94’ünü alarak her konuda mutlak çoğunluğu (Anayasayı değiştirecek) elde edebilecekleri değerlendirilmiştir.

***

02 Aralık 2008
Prof. Dr. Aysel Ekşi:

“Türkiye, irtica tehlikesinin farkında değil”

Tek Satır- Bazı ülkelerde kadın olmak zordur. İşte o ülkelerdeki bazı gazete manşetlerinden seçmeler: ‘İran’da kızlar otobüse arka kapıdan biner…’ / ‘İslam’da eğlence yoktur…’ / ‘Kötü örtünme fahişeliktir…’ / ‘Cezayir’de İslami kıyafet giymeyen 15 yaşındaki kızı öldürdüler…’ / ‘Bangladeş’te bir kadını mirasta eşitlik istediği için asmaya kalktılar…’ / ‘Suudi Arabistan’da erkekten yol izni almayan kadın yolculuk yapamaz…’ / ‘Batılıların çoğu Suudi gözüyle fahişedir…’

İslamiyet, dünyanın en yardımsever, ılımlı ve başka dinlere göre daha hoşgörülü olmasıyla anılırken; son yıllarda ‘İslami uyanış’ veya ‘İslami diriliş’ gibi adlarla ortaya çıkan siyasi akımlar bu özelliklerini gölgelemeye başladı. Bu siyasal akımlarda özellikle kadınların yaşam biçimini tümden değiştirme çabası dikkati çekiyor. İslamiyet’in erkek egemenliğine dayalı yönü vurgulanıyor; kadına eşitlik, adalet ve bağımsızlık verilmesini isteyen yönü dikkate bile alınmıyor. Katı ve sofu kurallar ‘İslamiyet’ adına yaşama geçirilmeye çalışılıyor…’

Prof. Dr. Ekşi’nin bu saptamaları ister istemez aklıma şu soruyu getiriyor: Türkiye, İran’da yaşanan gerçeklere rağmen, Humeyni’nin izini mi sürüyor? Bu merakla biz de kendisiyle ‘Türkiye’de türban, laiklik ve din’ konularını konuşuyoruz…Psikiyatrist Prof. Dr. Aysel Ekşi, Türkiye’deki irtica tehlikesini ve bu tehlikenin kadınlar üzerindeki etkilerini Nilgün Güresin’le paylaştı.

TEKSATIR: Sayın Ekşi, ‘türban’ krizine nasıl geldik? Bu süreci siz nasıl yorumlarsınız?

AE: İstanbul Çapa Tıp Fakültesi’nde doktorluk yaptığım yıllardı… Rumeli Caddesindeki muayenehaneme 1985’de gelen bir İran’lı kadın hasta: ‘Ben Türkiye’ye ülkemin kokusunu koklamak için geliyorum. Ama her gelişimde artan camileri, Kuran kurslarını ve türbanlı kadınları görüyorum. Bizler de Şah’a rağmen, sevgili vatanımız İran’a böyle geri bir rejim gelmez, gelemez diye olayları hafife aldık. Bugün Türk kadınları da aynı gaflet içinde…’ demişti. Bu cümleyi duyunca, sanki tokat yemiş gibi kalakaldığımı, tüylerimin diken diken olduğunu hala hatırlıyorum…

Yaşamını artık vatanı İran’ın dışında sürdürmek zorunda olan bu aydın kadın; ülkemizde okula gönderilmeyen kız çocuklarının sayısındaki artışı… Kadınlara yönelik şiddet ve töre cinayetlerinin önlenemeyen yükselişini… İslami eğitimi ve yaşam biçimini öneren dini yayınların ve camilerin akıl almaz ölçülerde artmasını… Tıpkı Humeyni öncesi İran’daki hazırlık dönemine benzetmekte ve bizleri dostça uyarmaktaydı.

Aynı yıllarda, eşim, gazeteci Oktay Ekşi’ye de ‘Siyasal İslam’ konusunda duyarlı olan kadın ve erkeklerden sık sık uyarı telefonları ve mektupları gelmeye başlamıştı. Laikliğin ciddi bir tehlike altında olduğunu anlamaya başlamıştık. Bu duygu ve düşüncelerle; Türkan Saylan, Necla Arat ve Aysel Çelikel ile beraber, 1989’da ‘Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni kurduk. ÇYDD olarak ilk çıkışımız, Türkiye’nin irtica tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu, devletin en üst kademesine büyük bir imza kampanyasıyla duyurmak oldu. Bunu, akademik çevreden iş dünyasına, 10 bin kadar kadının katıldığı İstanbul Okmeydanı’ndaki ‘laiklik yürüyüşü’ izledi. Suna Koç ve Beyhan Eczacıbaşı gibi tanınmış kişiler de yürüyüşe katılarak destek verdiler.

ÇYDD’nin kuruluşunda Başkanlığını ben yaptım, daha sonra görevimi Sayın Türkan Saylan’a devrettim. Dernek, düzenlediği paneller, seminerler ve yayınlarla toplumda irtica tehlikesine karşı bilinç yükseltici çalışmalar yaptı. Önemli ve saygın bir sivil toplum kuruluşu olarak kendisini ispatladı. Ben de hekimliğimin yanı sıra sivil toplum kuruluşlarında aktif rol alarak, özellikle ‘gençliğin sorunları’ üzerine araştırmalar yaptım ve gençlerin ‘Siyasi İslam’ ile ilişkisini anlamaya çalıştım.

***

09/12/2005
ALİ EKBER ŞEN

Milli Eğitim’in tebliği, Mersin’de beş öğretmenin ‘evrim teorisi yüzünden’ sürüldüğünü ortaya koydu. Buna göre asıl suç, ‘bazı öğrencilerin dini inançlarını sarsıcı yönde açıklama ve telkinde bulunmak’mış

MERSİN – Mersin’in merkez Yalınayak Beldesi İlköğretim Okulu’nda görevli biri müdür beş öğretmenin başka okullara atanmasının gerekçeleri arasında, ‘öğrencilerin dini inançlarını sarsıcı açıklama ve telkinde bulundukları’ iddiasının da olduğu ortaya çıktı. Milli Eğitim Müdürlüğü’nün öğretmenlere yaptığı tebligatta, söz konusu iddia yer alırken, vali yaptığı açıklamada, bu gerekçeyi sakladı.

***

Eğitimde irtica var mı?
Oktay EKŞİ
15.04.2006

Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Türkiye’nin Güneydoğusunda yoğunlaşan etnik terör sorunlarına da Bediüzzaman’ın gözüyle yaklaşarak, çözümü “İslam kardeşliğinde” gördüğünü şöyle anlatıyor:

“Doğu meselesinin çözümü de İslam kardeşliğindedir. Ne yazık ki bu işte geç kalınmıştır. Eğer Cumhuriyetin başında Bediüzzaman resmi makamlarca dinlenseydi, bugün ülkenin durumu şüphe yok ki böyle olmazdı” (1.Ekim.2003 Cumhuriyet).

Esasen Hüseyin Çelik’in “Nur tarikatının Yeni Asya koluna bağlı” olduğuna ve “Bu grubun vakfı Med Zehra’nın Başkanı” sıfatı taşıdığına ilişkin Aydınlık isimli derginin bir iddiası var.Nitekim laik bir devlet okulunda Hazreti Muhammed’in doğum günü dolayısıyla “Kutlu Doğum Haftası” konulu yarışmalar düzenleme veya düzenlenmesine izin verme marifeti bu Bakanın işidir.

Lise çağındaki çocuklara “Umre” ödüllü yarışma yaptırma bu bakanın uygulamasıdır. Laik devletin ilköğretim okulunda çocuklara Kuran dağıtma Çelik’in marifetidir.Darwin’in Evrim teorisini anlattığı için öğretmenleri cezalandırmak amacıyla süren bu bakandır.Biz bunu dediğimiz zaman “İslama karşı mısın?” diye ayağa kalkanlara söylüyoruz: Elbet karşı değiliz. Ama onun yeri laik devletin okulu değildir, olamaz da… Bu kadar basit bir ilkeyi sokun artık kafanıza..

***

31.08.2012

Sıbyan medresesi Silivri’de hortladı

İsmailağa Cemaati, Silivri sokaklarını, “4-6 yaş grubu için sıbyan medreseleri açılacaktır” afişleriyle donattı. CHP milletvekili İlhan Cihaner, “Yasaya aykırı eğitim kurumu açmak suç, cezası da belli. İlanlar şaşkınlık verici” dedi.

ERZİNCAN eski Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in başlattığı, Erzurum’un dosyaya el koyup kendisinin tutuklanmasıyla yarım kalan İsmailağa Cemaati soruşturması, Silivri’deki medrese ilanlarıyla yeniden gündeme geldi. Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin TCK 263 maddesi uyarınca “yasadışı eğitim kurumu açmak” suçundan 11 üyesine 5’er ay hapis cezası verdiği İsmailağa Cemaati, Silivri sokaklarını, “4-6 yaş grubu için sıbyan medreseleri açılacaktır” afişleriyle donattı. “Kreş adı altında sıbyan mektepleri” ile ilgili ilk soruşturmayı açan fakat dosyası elinden alınan CHP milletvekili İlhan Cihaner, “Yasa yerinde duruyor, yasaya aykırı eğitim kurumu açmak suç, cezası da belli. İlanlar şaşkınlık verici” dedi. Yasa, 6 aydan 3 yıla kadar hapis ve yasadışı açılan kurumların kapatılmasını öngörüyor. Medrese açtığını ilan eden Furkan Eğitim ve Kültür Derneği’ndan bir hocanın, “İsmailağa cemaatine mensubuz, Mahmut Efendi’nin öğrencileriyiz ve öğretilerini aktarmak için uğraş veriyoruz” sözleri yerel basına yansımıştı.

***

9 Eylül 2013

Okullarda mescit için düzenleme

MEB Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği’nde yaptığı düzenleme ile okullarda ibadethane için oda tahsisine imkan sağlandı.

***

Pazar, 24 Şubat 2013

AKP’nin yeni eğitim sisteminin sonuçları iyiden iyiye görülmeye başlandı. Öğrencilerin Cuma namazına yönlendirildiği okullarda, öğretmen ve öğrenciler derse türbanla giriyor, stajyer öğretmenler Hicret belgeseline yönlendiriliyor

Özellikle büyükşehirlerdeki liselerde öğrenciler okula serbest giysiyle gidiyor. Bazı ilkokullar ve ortaokullarda da öğrenciler, öğretmenler kurulu kararıyla istediğini giyiyor. Bazı yerlerde din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenleri öğrencilere ‘cumaya gidin’ diyor. Öğrenciler öğleden sonra geç geldiklerinde ya da hiç gelmediklerinde yok yazılmıyor. Diğer çocuklar, ‘biz dersteyiz onlar niye yok?’ diye soruyor. Veliler, dinsizlikle suçlanacak, çocuğuna takılacak diye sesini çıkarmıyor. Okullarda büyük bir baskı var, önümüzdeki günlerde mahalle baskısı ile daha da artacak. Derslere türbanla giren öğretmen ve öğrencilerle ilgili olarak ‘kıyafet yönetmeliği değişti mi?, değişmediyse aykırı tutum ve davranışları sergileyenler hakkında işlem yapılmakta mıdır? diye dilekçe veren, şikâyet eden öğretmenler ve okul müdürleri var ama il ya da ilçe eğitim müdürlükleri bunları kapatıyor hatta bu öğretmenlere soruşturma açılıyor.’

***

Pazar, 24 Şubat 2013

Bağcılar’da 30’dan fazla okula türbanlı öğretmen

Bağcılar, eğitimde sistemli gericileşmenin uygulandığı ilçelerin başında. Bağcılar’da, 30’dan fazla okulda öğretmenler sınıfa türbanla giriyor. Bu durum, Bahçelievler, Güngören, Zeytinburnu, Gaziosmanpaşa, Beyoğlu ve Esenler’e de sıçramış durumda. Tüm derslere türbanla giren kız öğrencilerin bulunduğu okullar da var. Esenler Atatürk İlköğretim Okulu bunlardan biri ve hiçbir işlem yapılmıyor.İstanbul 1 Nolu Şube Başkanı Barış Uluocak, ‘’Bağcılar, her açıdan derin muhafazakârlaşma içinde. Türbanla girilmeyen okul yok gibi. Bağcılar ilçe milli eğitim müdürlüğü, bu konudaki şikâyetlerle ilgili işlem yapmayacağını sözlü olarak ifade etti. Stajyer öğretmenleri hicret belgeseline götürüyorlar, cuma günleri, devlet kurumlarında fiili tatil haline gelmiş’’ dedi.

***

05.05.2013

“Cumaya Gittik, Dönücez”

Öğrencilerin derslerinden alınıp Kur’an dinlemeye, cuma namazına götürüldüğü iddia edildi. Birgün Gazatesi’nin haberine göre sempozyum gerekçesiyle 10 liseden belirlenen öğrenciler, MEM personeli, Okul Müdür ve Müdür Yardımcıları, tarih öğretmenleri ve katılmak isteyen öğretmenler cuma ve cenaze namazına götürüldü.Gebze Belediyesi’nin düzenlediği Hünkâr’a Vefa Programı’nda belediyenin Gebze İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nden talebi üzerine belirlenen 10 lisenin öğrencileri dün Cuma namazı ve gıyabi cenaze namazı kılıp, Kuran dinledi, dua etti.Kocaeli Gebze Belediyesi ile Hünkâr Vakfı tarafından Fatih Sultan Mehmet’i anma gerekçesiyle bu sene ilk defa gerçekleşen I. Uluslararası Hünkâr’a Vefâ Sempozyumu’nun son gün programı ‘Hünkâr’a Vefa Gıyabi Cenaze Namazı’ başlığı altında gerçekleşti.Hünkâr’a Vefa Programı‘nın son gününde 10 lisenin son sınıf öğrencileri Gebze İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü‘nün talimatıyla Cuma namazına taşındı. Öğrenciler önce cuma namazını kılıp Kuran dinledi, ardından Fatih Sultan Mehmet’in gıyabında cenaze namazı kıldı.

***

01 Kasım 2013 Cuma
Sinan Tartanoğlu
Cumhuriyet

Öğretmenim başını kapat

Türbana serbestlikte korkulan oldu, başı açık, başı kapalı öğretmen kutuplaşması yaşanmaya başladı.Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi’nin “Eğitim Hakkı Raporu”na göre, demokratikleşme paketi ile birlikte kamu çalışanlarına getirilen türban serbestliği yeni bir boyut daha kazandı. Rapora göre öğrenciler öğretmenlerine “siz ne zaman başınızı örteceksiniz” sorusu yöneltmeye başladı. Rapor, İzmir’de öğrenci velilerinin okul yönetimlerine “Çocuklarımızı türbanlı öğretmenin sınıfında okutmak istiyoruz” dilekçesi verdiklerini ortaya koydu.Kamu görevlilerine getirilen türban serbestliği karşısında geliştirilen kutuplaşma uyarıları gerçek oldu. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi’nin tüm Türkiye’deki okullarda yaşanan eğitim sistemi sorunlarını sıraladığı “Eğitim Hakkı Raporu”nda okullarda yaşanan türban gerginliği gözler önüne serildi.

Öğrenciler de türbanlı

Rapora göre ilkokulların yüzde 35’inde, ortaokulların yüzde 91’inde, liselerin ise yüzde 73’ünde bazı öğretmenler türbanla okula geliyor. Ayrıca kız öğrencilerin de okula türbanlı geldiği okullar bulunuyor. Ancak öğretmenler için düzenleme yapılmış olsa da, mevzuat içerisinde türbana engel olan tek düzenleme olan Milli Eğitim Bakanlığı’na Bağlı Okul Öğrencilerinin Kılık Kıyafetine Dair Yönetmelik’e göre öğrencilerin “okul içinde başlarının açık” olması gerekiyor.

İşte böyle değerli okur.
Fare misali üfleye üfleye kulağını yediler.
Uyanmadın
.

Naci Kaptan
02.11.2013

This entry was posted in EĞİTİM, İrtica, Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *