Ender Helvacıoğlu
Sol – 30 Ağustos 2013
Öyle devirelim ki bunları, sesi taa Şam’dan duyulsun
Tayyip Erdoğan hükümeti en büyük suçunu yeni işlemeye başladı.Bu suç, onların iddianamesinin en başına yazılacak.Bu hükümetin en büyük suçu, ülkemizin aydınlık birikimine savaş açıp, toplumu yeniden Ortaçağ karanlığının kucağına sürüklemesi değil.
Bu hükümetin en büyük suçu, bu ülkenin taşını toprağını, ormanını denizini satması, küresel sermayeye peşkeş çekmesi değil.Bu hükümetin en büyük suçu, ABD ve Cemaat destekli operasyonlarla, uydurma iddianamelerle yurtseverleri, aydınları, devrimcileri zindanlara tıkması değil.
Bu hükümetin en büyük suçu, ABD ve diğer emperyalistlerle gizli pazarlıklar ve gizli anlaşmalar yaparak ülkeyi bir emperyalist üsse dönüştürmesi değil.
Bu hükümetin en büyük suçu, bir polis devleti kurarak, itlerini sokağa salıp, bu halkın güzelim evlatlarını katlettirmesi de değil.
Türkiye halkına karşı en büyük suçlarını yeni işlemeye başladılar.
Şimdiye kadarki suçlar, bu büyük suçun hazırlığıydı ancak.
Bu hükümet kardeş Suriye halkına karşı savaş çığırtkanlığı yaparak, emperyalistlerin paralı askeri olan yılan-çıyan takımını besleyip, örgütleyip kardeş Arap halkının üstüne salarak, emperyalist saldırının taşeronluğunu yaparak Türkiye halkına karşı en büyük suçunu işliyor.Bakın, Suriye halkına karşı demiyorum.
Suriye yönetimi ve halkı vatanını savunmayı bilir.
Asıl suç bize karşı işleniyor.
Hepimizin, Mehmet’imizin Ayşe’mizin, yaşlımızın gencimizin, daha doğmamış çocuğumuzun torunumuzun ellerini kardeş kanına buluyorlar.
İşte bu suçun vebali büyük.
Bakın, Yunanistan halkı, yüz yıl önceki işbirlikçi yöneticilerinin Türkiye halkına karşı işledikleri suçun vebalini hâlâ çekiyor.
Bizim ve Yunan devrimcilerinin bütün çabalarımıza karşın, hâlâ gereğince sağlayamadık Türk-Yunan dostluğunu.
Böyledir bu işler, halka da bulaşan suçlar kolay kolay temizlenemiyor.Kolay mı Türk ve Ermeni, Türk ve Kürt emekçileri arasındaki dostluğu yeniden sağlayabilmek…
Erdoğan’lar, Gül’ler, Davutoğlu’lar, Arınç’lar kalıcı değil.
Geldikleri gibi gidecekler.
Ama elimize bulaşacak kardeş kanını temizlemek kolay değil.Bu suça ortaklığın vebalini ödemek, torunlarımızın torunlarının bile boyunu aşar.Bu nedenle, henüz vakit varken, öyle bir yıkmalıyız ki bunları, öyle bir indirmeliyiz ki tepetaklak, sesi taa Şam’dan duyulmalı.İstanbul’dan, Ankara’dan, İzmir’den, Hatay’dan, Trabzon’dan, Diyarbakır’dan duyulması yetmez; taa Şam’dan duyulmalı…
Şam’daki Arap kardeşim de oh çekmeli.
Yaşasın Türkiye’nin emekçi halkı demeli.
Öyle devirmeliyiz ki bu diktatör bozuntularını…
Çatırtısı taa Washington’dan, Pensilvanya’dan duyulmalı.
Oradaki kan içiciler de ah etmeli, vah etmeli…
Bundan 20 küsur yıl önce Iraklı kardeşlerimize gereğince destek olamadık; gücümüz yetmedi ne yazık ki.
1991 Ocak’ında yüz bin Zonguldaklı madenci Ankara’yı zapt etmek için yollara düştüğünde, temel sloganlardan biri “Bizim savaşımız Irak’la değil Özal’la” idi.
Madenci Metin’le, Osman’la, Ferit Abi’yle en önde yürüyorduk.Yüz bin madencinin gür sesini duyduğumuzda “ne oluyoruz” dedik, “bu, Lenin’in sloganı”!
Emperyalist savaşı iç savaşa çevirmek…
O gün beceremedik.
Bu sloganı sadece Zonguldak’ın değil, İstanbul’un, Ankara’nın,İzmir’in, Adana’nın, Bursa’nın sloganı haline getiremedik.“Zonguldak-Botan el ele” eğilimi güçlenir gibiydi, bunu gerçekleştiremedik.Bu beceriksizliğimizin ve Botan’daki, Dersim’deki arkadaşlarımızın basiretsizliğinin bedelini de ödedik, ödediler ve ödüyoruz hâlâ…
***
Ama bugün durum farklı.
Bugün büyük bir umut var.
Bugün “Bizim savaşımız Suriye’yle değil Tayyip’le” sloganını hayata geçirmenin olanağı var.Mayıs sonundan Temmuz ortalarına dek süren muazzam bir halk hareketi yaşadık.Sonra tatile girildi.Yaralar sarıldı, ciğerler temizlendi, enerji depolandı ve işte Eylül ayı geldi.Taraftar gruplarının yeni başlayan lig maçlarındaki dinamizmi ve öğrenci gençliğin ODTÜ’den başlayan hareketliliği, yeni sezonun nasıl geçeceğinin de ilk işaretleri.
Artık önümüzde yaz yok; önümüz sonbahar, kış, ilkbahar..
.
Öte yandan hem ülkemizin son derece yüklü bir politik gündemi var (yerel seçimler, Kürt açılımı, yeni anayasa, genel seçim sathı mahalli vb) hem de yakın coğrafyamız yangın yerine dönmüş bir halde.Kısacası tehlikelerle ve fırsatlarla dolu tadına doyum olmayacak bir sezonun eşiğindeyiz.
İstim üzerinde kararlı bir halk var ve mücadelenin hedefi net:
AKP iktidarından kurtulmak.
Emekçi halk ve gençlik yapacağını yaptı.
Günler boyunca meydanları işgal etti, barikatlarda savaştı, cesaretle polis terörüne karşı durdu, yaralandı, şehitler verdi…Görülmemiş bir ayaklanma gerçekleştirdi, daha ne yapsın…Aynı şeyi, aynı kararlılıkla yeniden yapacağını da belli ediyor.
Artık top siyasettedir, halkın öncüsü olduğunu iddia edenlerdedir.Siyasi partiler meydanları işgal etmek, barikatlarda savaşmak, polisle dövüşmek için kurulmazlar.Bunlar asıl amaca giden yolda zorunlu olarak yapılması gerekenlerdir ancak.Siyasi partiler siyaset yapmak için, yani iktidar için kurulur.
AKP iktidarını nasıl devireceğiz ve nasıl iktidara geleceğiz; yanıt bekleyen soru budur.Ve eğer siyasetçiysek, bu sorudan kaçış yok.Halkın alternatifini, bu alternatifi sağlayacak politik araçları hızla oluşturmalıyız.
Önümüzdeki can alıcı tartışma budur.
Ok yaydan çıkmıştır bir kere.
İşte en berrak nesnellik.
Ya herro, ya merro!