Ergenekon’dan çıkacağız!

Ergenekon’dan çıkacağız!

Gökçe Fırat

Bir ordu nasıl teslim alınır?

Ergenekon basit bir intikam davası değildi, asıl hedef de TSK değildi. Ergenekon’un tek bir hedefi vardı, Türkiye’de Kürt devleti kurmak.O nedenle Ergenekon, bir davadan öte çok çok kapsamlı bir tertipti.Ve tertibin merkezi kesinlikle Türkiye değildi, Amerika’ydı, Pentagon’du.

Bir ülkenin silahlı kuvvetleri ile savaşmanın birkaç yolu vardır:

1. yol; savaş açarsınız.

2. yol; terör örgütlersiniz.

3. yol; içeriden çökertirsiniz.

Ergenekon, aslında bu üç yolun da denendiği büyük bir savaşın parçasıdır.
1984 yılında PKK terörü Batılı devletler tarafından başlatılmıştır…

2003 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başına Süleymaniye’de çuval geçirilmiş ve Kuzey Irak’tan çıkartılmıştır.Başına çuval geçirdiğiniz bir Ordu’yu artık içeriden çökertebilirdiniz.Mantık basit; özel birliğinin başına çuval geçirten kuvvet kademesi, bir asker gibi değil, bir diplomat gibi düşünmeye başlamış demektir.

Tek görevi savaşmak olan bir birlik, eğer çeşitli politik kaygılarla düşmana sessiz sedasız teslim ediliyorsa…
Üzerine hukuk giysisi geçirilmiş bir davada pekâlâ TSK’nın üst düzey komutanları bile teslim alınırdı.

Nitekim öyle oldu.

Düşman kuvvetler, TSK’nın başında bulunan kuvvet kademesinin mantalitesini iyi çözmüştü: Asker gibi değil hukukçu gibi davranacaklar, adaletin tecellisi için Tanrı’ya dua edeceklerdi.TSK’nın kuvvet kademesi, bu büyük hatayı yaptı ve adım adım, yüzbaşıdan Genel Kurmay Başkanına kadar tüm savaşçılarını teslim etti.

Hiç tepki bile göstermedi.Tepkiyi geçtik, bir eski dost vefasını bile çok gördü.O halde, Ergenekon, tutmuştu.Öncelikle TSK’nın gelecek on yıl için tüm plan, programı çökertilmişti.“Güçlü Türkiye ve Güçlü Ordu”, doğru bir slogandı ama bunun için öncelikle Ordu komutanlarının hapiste olmaması gerekiyordu.

Kaldı ki Ergenekon, içeri aldığı komutanları tasfiye operasyonundan öte, dışarıda bıraktığı komutanları hizaya sokma girişimiydi.

Tuttu mu derseniz, tuttu…

Bakın koskoca komutanlar, sus pus, eski komutanlarının müebbetine bile ses çıkaramıyor.Demek ki neymiş: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin mevcut komuta kademesi, teslim alınmıştır!

O halde, Kürdistan’ın önü açılmış demektir…

Bir Apo kaç komutana bedel?

Tabii ki sadece bir Kürdistan değil amaç, önemli olan Türkiye’nin bölünebileceği kadar fazla parçaya bölünmesi.Bölünecek bir ülkenin, güçsüz bir ordusu olmalı.Kaldı ki bu ordu, geleneksel savaşçı Türk ruhunu temsil etmemeli, politikanın yani hükümetin emrinde bir polis memuru gibi davranmalı.Yani dış düşmana değil kendi halkına doğrultmalı silahını.

“Güçlü Ordu” diye diye bırakın “Güçsüz Ordu”yu “Ordusuz Türkiye”ye geldik!

Ordusuz kalan bir ülke, artık rahat rahat bölünebilir.

Önce Kürt devleti mi kuracaksınız?

Başbakan emreder, ordu birlikleri Güneydoğu’dan çekilir.Tıpkı Süleymaniye’den çekildiği gibi.

Mondros Antlaşması imzalandığında, Sadrazam ve Padişah’ın emriyle, tüm Osmanlı paşaları birer birer silahlarını teslim etmemiş miydi?

Şimdi, Başbakan emreder, PKK’nın oluşturduğu asayiş birimine, silahlarınızı törenle teslim edeceksiniz, der.

Emin olun buna hiçbir komutan ses çıkartmaz!

Sonuçta bunlar değil mi PKK’lı teröristlerin ülkeyi elde silah terk etmesini görmezden gelenler?

Bakın, şimdiden bir rehine takasından bahsediliyor.Apo salınacak, karşılığında Balyoz ve Ergenekon’da tutsak yaklaşık 350 Türk Subayı serbest bırakılacak.

Yani karşılıklı af…

Resmen dalga geçiyorlar, diyorlar ki bir Apo hepinize bedel!
Ve bu iddialara, dışarıda görevde bulunan tek bir komutan çıtını bile çıkartmıyor.Çünkü onlar milletin değil hükümetin ordusu olmayı tercih etmişler.

İçerideki ajan provokatör

Peki içerdekiler?

Kimsenin gururunu incitmek istemeyiz ama…

Şu anda içerideki kuvvet kademesi, geriden gelen bu kadar kötü bir kademe bıraktı ise, burada hata kimin?

Milletin değil her devrin, her iktidarın subayı mı yetiştiriliyor orada?

Demek ki, TSK’da yanlış giden bir şeyler varmış…

Gelelim ikinci büyük yanlışa, asıl kurmay hatasına.

Düşman birliği operasyona başladı, Ergenekon’da bir cephe açtı.Bakıyorsunuz, Ergenekon cephesi savunmaya bile değmeyecek kadar önemsiz.Hepi topu birkaç emekli paşa, bazı mafya ve siyasetçiler.İyi de düşman neden bu cepheyi böylesine önemsesin?

Cevap basitti, Ergenekon asıl taarruz değildi, bir gizleme harekatıydı.
Herkes Ergenekon’la uğraşırken, düşman asıl merkeze indirme harekatına başladı: Balyoz!

Ve Balyoz, Ergenekon’a engel olabilecek, dışarıdaki tüm subayları tek bir hamlede tutuklayıverdi.Düşman, komuta kademesinin yanlış mantalitesini çözmüştü bir kere.Artık her hamlede düşman kazanacak, TSK kaybedecekti.

Ve üçüncü yanlış, içeride daha büyük bir tuzak kurulmuştu.Siz sanıyor musunuz, o kadar komutan hapse atılacak da, içeride kendi başlarına bırakılacak.

Ajansız isyan olmaz.

Bu isyanın ajanı da elbette hapistedir, hatta hepsinden fazla sesi çıkmaktadır.Ajan, elbette siyasetçidir.O bir provokatördür Türkçesiyle kışkırtıcıdır.

Dikkat edin, Ergenekon’u başlatan tüm belgeler aynı yerden çıktı.
Ve bu ajana selam veren, elini sıkan herkes içerde!

Ondan sonra iki yılda Yargıtay aşaması dahil her şeyiyle bitecek bir davayı, sırf ajan provokatör siyasetçinin, kendisine taban oluşturması uğruna uzatma stratejisine kanıldı.Bu uzun sürede ajan etkisini tesis etti.

Sadece ve sadece, uzun savunma taktiği uygulanmasa, bugün İlker Başbuğ müebbet almayacaktı.Çünkü dava, İlker Başbuğ tutuklanmadan önce bitmiş olacaktı.

Ve Balyoz başlamadan önce.

Asker savaşçı olmalı

Demek ki neymiş:

TSK düşmanını tanımıyormuş…

TSK kendini tanımıyormuş…

TSK dostunu tanımıyormuş…

Peki müstehak mı?

Elbette değil!

Sonuçta ordu ona hizmet eden komutanların değil milletin ordusu.Ve orduya milletin ihtiyacı var.Ve millet hiçbir zaman ordusuz kalmaz.
Madem ki Ergenekon’da kıstırıldık, aşacağız!

Ama öncelikle…

Bize Ergenekon boyunca eşlik eden o eski komutan kafasını bırakacağız.
Türk gibi düşüneceğiz, savaşçı gibi davranacağız!
Ahh bir anlasaydınız Mustafa Kemal’in askeri olmak nedir?!

Gerektiğinde isyankar olmak.İdamı umursamamak.Ama asıl önemlisi sana isyan edenleri idam ettirecek kadar gözü pek olmak.

Düşmana verilecek en net mesajı vermek:

Acımam!

Açık konuşalım, bir siyasetçi, bir diplomat böyle düşünmeyebilir, düşünmemesi de gerekir, ama bir asker, acımaya başlamışsa, iş bitmiş, o savaşçılıktan çakmış demektir.

Mustafa Kemal, hayatının hiçbir döneminde bu ruhu kaybetmediği için büyüktü.Çanakkale’de koskoca bir orduyu feda ederken, onlara acımadı.
İç isyanlarda isyancıları yok etme emrini verirken acımadı.

Çünkü düşmana acımak bir kurmay hatasıdır, bedelini kendi ordun ve milletin öder.Kendi ordunu sakınmak yani acımanın başka bir türü ise, ordunu, savaşçını yine bitirir.

Çünkü savaşçı, sadece ve sadece ölmek için tutulur, ölmeye hazırlanan askere “ölme” demek, ona acımak, yine büyük bir kurmay hatasıdır.

Tarihin tüm büyük askeri liderlerine bakın.

Mete’ye!

Attila’ya!

Cengiz Han’a!

Timur’a!

Fatih’e!

Mustafa Kemal’e!

Bunlar, hayatları boyunca tek bir kurmay hatası yapmamışlardır.
Çünkü askeri hayatları boyunca, hep asker kalmışlar ve savaşçı ruhlarını hiç kaybetmemişlerdir.

Ve ne kutlu bir ulusuz ki, bu tür büyük komutanları hep yeniden yeniden çıkartmayı bilmişiz.

Yine olacak.

Dersler alınacak.

Toparlanılacak.

Silah kuşanılacak.

Ve savaşılacak!

Esir komutanları kurtarmak için değil sadece…
Esir edilmek istenen milleti ve vatanı kurtarmak için…

http://www.turksolu.org/413/ergenekon413.htm

This entry was posted in DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER, EMPERYALİZM, ERGENEKON - BALYOZ, HUKUK-YARGI-ADALET, Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *