Cumhuriyet 01.08.2013
Devlet Kendi Katilleriyle Sevişiyor
Mahkemeler sessiz, hâkimler katil adaylarını salıvermek için beklemede. Kameralar yön değiştiriyor birden, kayıtları kendiliğinden siliniyor. Bileği ansızın dönüveriyor kolluk kuvvetlerinin; silahları kendi kendine patlıyor, kayboluveriyor birden bütün caniler, sırra kadem basıyor bütün izler. Ağır bir koku yayılıyor şehrin eteklerinden, adım adım çürüyor bir ülke. Bir devlet kendi katillerini seviyor durmadan…
Yusuf NÂZIM Yazar
Sonunda,o haber geldi.Hiç istenmediği,hiç beklenmediği kadar acı geldi.
Ali İsmail Korkmaz öldü!..
“DirenAli” denmişti ona… “Ali ne olur, diren!” diye yalvarmıştı anası, kardeşleri, sevenleri… “Diren Ali, ne olur diren!”
Ama olmadı! Ali, direnemedi. Ölümün soğuk yüzlü suretine ancak yirmi gün dayanabildi Ali. Onu, karanlık bir sokakta yapayalnız kıstıran soysuz ölüm, yaşamının gencecik baharından koparıp aldı. Çocuk gülüşünü, bir çırpıda soğutuverdi Ali’nin…
Gezi Baharı’nın beşinci ölümüydü Ali. Bu, beşinci fidanıydı Gezi Parkı’nın toprağından sökülen; beşinci gülüydü Gezi’nin dallarından kopartılan.Önce, bütün gülleri anımsamak düşer bizlere:
Abdullah Cömert. Antakyalı. Arkadaşlarının “Abdocan” diye çağırdığı 22 yaşında genç. 3 Haziran’da, Antakya’nın Armutlu Mahallesi’nde Gezi olaylarını protesto ederken gaz bombası fişeğiyle öldürüldü. Elinde, “Her Yer Taksim” yazılı bir dövizle çekilmiş fotoğraftaki gülümsemesi baki kaldı. Faili hâlâ bulunamadı.
Ethem Sarısülük. 26 yaşında, bir çocuk babası işçi. 1 Haziran Ankara Gezi protestoları sırasında polis tarafından başından vurularak öldürüldü. Ölümüne kadar 14 gün komada kaldı. Katil polis serbest bırakıldı. Olaya tanıklık eden iki kişi tutuklandı. Olay anında, Ethem’in vurulduğu sokağa bakan MOBESE kamerasının açısının değiştirildiği görüldü.
Sarısülük’ün Güneydoğu sınırında çalıştığı bir karakol inşaatında çektirdiği fotoğraflar “bir teröristin fotoğrafları” diye basına servis edildiyse de gerçek kısa sürede anlaşıldı.
Mehmet Ayvalıtaş. 19 yaşında işçi. 2 Haziran günü Gezi protestoları sırasında Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi’nde otobanı trafiğe kapatan kalabalıkla beraberdi. Gösteri yapan grubun üzerine sürerek dehşet saçan bir cip tarafından ezilerek öldürüldü.
İrfan Tuna. 47 yaşında Ankaralı temizlik işçisi. Yoğun gaz bombasına maruz kaldı, kendini çalıştığı dershaneden dışarı attı. Gaz bombaları sokakta da peşini bırakmadı. Gaz ve zehir bulutu içerisinde kalp krizi geçirerek öldü.
Ali İsmail Korkmaz. Antakyalı. 19 yaşında üniversite öğrencisi. 3 Haziran günü Eskişehir’deki Gezi protestoları sırasında gaz bombalarından kaçtığı bir sokakta, kimliği belirlenemeyen siviller tarafından sopa ve coplarla dövülerek öldürüldü. 35 gün komada kaldı. Ali’nin dövüldüğü sokağa bakan üç kameranın ikisinde kayıt olmadığı, diğerinin ise hasarlı olduğu anlaşıldı. Eskişehir Valisi olayı “münferit” olarak niteledi.
Evet, kaybedilenlerin kısa hikâyeleri bunlar…
Şimdi, beş ölü yatıyor toprakta; nefes alamadan, hiç kıpırdamadan. Beş oğul eksilmiş yemek sofralarından. Beş ölünün resimleri asılı duruyor evlerin duvarlarından. Sabahları, öğlenleri ve akşamları beş ananın kursağından artık lokmalar geçmiyor. Beş ölünün anası, oğul oğul diye sevemiyor, ay yüzlü çocuklarının saçlarını okşayamıyor. Beş ölünün kirpikleri kapalı, gözlerinde ışık yok; beş ananın, beş yârin gözlerine ışıl ışıl bakamıyor. Beş ateşten genç, beş fidani delikanlı, bakışları gülüş yığınaklı beş çocuk artık yaşamıyor…
Beş evin kapıları aralık, gözü yaşlı beş ana, pencereden bakıyor; şu karşıki yolun köşesinden, işte bu kavşaktan, o yokuşun başından her an görünür diye! Bakışlarında gülüş yığınaklı beş çocuktan biri yürüyüp gelir diye…
Ama olmuyor… Biliyoruz, artık hiç olmayacak… Beş ateş parçası gençten biri, o yolun köşesinden bir daha hiç görünmeyecek. Şu karşıki kavşaktan bir fidani delikanlı dönüp bir daha gelmeyecek. O yokuşun başından beş yağız delikanlıdan biri türküler söyleyerek bir daha hiç yürümeyecek. Beş aralık kapıdan Abdocan gibi beş oğul bir daha hiç girmeyecek…
Oysa ki şimdi, katilleri dolaşıyor beş dalyan oğulun aramızda, elini kolunu sallayarak. Beş soğuk yüzlü ölümün çürümüş kokusu siniyor sokaklara. Bu kokuyu tiksinerek içiyoruz ciğerlerimize sokaklardan. Beş katilin, kanlı ayak izleri seçiliyor yollarda. Ayaklarımız, üstüne basaraktan yürüyor izlerinin; İstanbul’un, Antakya’nın, Eskişehir’in mahallelerinde. Beş ölünün masum ruhu, yana yakıla katillerini arıyor şimdi aramızda!
Karanlık ve ıslak kaldırımlarda beş katilin ayak sesleri yankılanıyor; parmakları tetikte, soğuk nefesleri ensemizde, bir katil sürüsü gibi dolaşıyorlar içimizde. Her an yeni bir fidanı sökmek için hazırlar; her an yeni bir gülü daha koparmaya muktedirler dalından. Her an yeni bir gülüşü daha soldurmak için sanki emir bekliyorlar.
Beş katilin sinsi, karanlık bakışları kesiyor kameraları. Nereye gitseler, nefesleri ölüm soğukluğunda. Yürüdükleri her yol, geçtikleri her cadde, bekledikleri her durak daha çok ölümü hatırlatıyor bize.
Uğradıkları her mekân yağlı bir karanlık içinde, yapış yapış kir. Geçtikleri her yerde gaz ve barut artıkları. Akşamları, kanlı elleriyle okşuyorlar çocuklarının siyah, kumral, sarı saçlarını. Masum ve sıradan insanlar gibi çöküyorlar iftar sofralarına. Okudukları her dua bir parça ölüm kokuyor. Dokundukları her yiyeceğe kan bulaşıyor ellerinden. Dilleri, haram cümlelerle kirlenmiş, yalan besmelelerle açıyorlar oruçlarını.
Yaklaşsan, kin ve nefretle dolu, zehir püskürüyor ciğerleri. Geceleri vıcık vıcık ter, kan kokan etleriyle giriyorlar kadınlarının koyunlarına. Tıpkı bir hayvan gibi doyuruyorlar, ölümden arta kalmış iştahlarını.
Nereye gitsek onlardan bir iz var. Hangi durakta beklesek beş katil sokuluyor ansızın yanımıza. Hangi karanlık sokağa girsek, sivri, ürkünç gölgeleri bekleşiyor onların. Parklarda ve bahçelerde eli satırlı suretleriyle dolaşıyorlar.
Namlularından ölüm püskürüyor silahlarının. Üniformalarında katilleri saklıyor polisler. Saçları jöleli, gömleği kolalı, eli palalı katil adayları bekleşiyor izbe sokaklarda. Sabırsız bir celladı andırıyor yüzleri, sinsi bakışlarıyla kesiyorlar karanlığı. Pervasız bir iştahla, yeni kurbanları için bekleşiyorlar.
Mahkemeler sessiz. Kaçma şüphesi yok hiçbir failin. Hâkimler katil adaylarını salıvermek için beklemede. Nedense kameralar yön değiştiriyor birden. Kayıtları kendiliğinden siliniyor belleklerin. Bileği ansızın dönüveriyor kolluk kuvvetlerinin; silahlar kendi kendine patlıyor, kayboluveriyor birden bütün caniler, sırra kadem basıyor bütün izler.
Ağır bir koku yayılıyor şehrin eteklerinden. Adım adım çürüyor mahalleler. Bir ülke kendini yağmalıyor durmadan. Bir devlet kendi katilleriyle sevişiyor hâlâ…