MARE NOSTRUM * Seneler geçti Onlar unutulmadı * Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan

MARE NOSTRUM

En uzun koşuysa elbet Türkiyede de Devrim,
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak…
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi…
Acıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun…

Can YÜCEL

Cumhuriyet 05.05.2013

Seneler geçti Onlar unutulmadı

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilişlerinin üzerinden tam 41 yıl geçmiş . Türkiye’nin farklı yerlerinde binlerce insan hatırlayacak onları. Ama birkaç yürek var ki onlarda daha ağır hissedilecek bu acı.

ESRA AÇIKGÖZ’ün söyleşisi
05.05.2013 Cumhuriyet Pazar

41 yıl geçti, onlar hiç unutulmadı

Yarın 6 Mayıs. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam edilmelerinin tam 41. yıldönümü yani. Bunca yıla rağmen hiç unutulmadılar. Bora Gezmiş ve İrfan İnan’la kardeşlerini konuştuk.

Deniz Gezmiş

Ayrı şehirlerde doğdular, farklı kültürlerde büyüdüler ama aynı yolda birleşti hayatları, aynı sonda da. Öyle bir yoldu ki bu, onun için hayatlarını verdiler. 68 kuşağının önemli isimlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, tam 41 yıl önce idam edildiler. Yarın her sene olduğu gibi başta Ankara’daki mezarları olmak üzere, Türkiye’nin farklı yerlerinde onlarca anma yapılacak onlar için. Yıllara, onları idam eden zihniyete inat. Binlerce insan isimlerini geçirip bir “ah” çekecek. Ama en derini kardeşlerinin gönlünden gelecek. İdam kelimesini bile kullanmak öyle acı veriyor ki onlara; “şey” demekle yetiniyor Bora Gezmiş. Lafı fazla uzatmadan Deniz’in kardeşi Bora Gezmiş’e ve Hüseyin’in kardeşi İrfan İnan’a vereceğim. Ama önce bir müjde; Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi Sanat Galerisi, Deniz’ler ve 68 kuşağının öyküsünü, bilinmeyen yönleriyle “Bir Avuçtular, Deniz Oldular ” sergisinde gün ışığına çıkarıyor. Merkezin Görsel Sanatlar Yönetmeni Sedef Narçın tarafından hazırlanan geniş kapsamlı bir sergi bu. Gezmiş ve İnan ailesinin özenle sakladığı ve ilk kez bu sergi için çıkardığı özel eşyalardan, Yusuf Aslan’ın ilk kez sergilenecek fotoğraflarına kadar üç fidanın yaşamından pek çok anıya ev sahipliği yapacak sergiyi 10 Haziran’a kadar gezebilirsiniz.

Hüseyin İnan

Söz Bora Gezmiş ve İrfan İnan’da…

– Ev kalabalığını, hane içini sizden dinleyerek başlasak…
Bora Gezmiş: Biz üç kardeşiz; en büyüğü benim, Deniz ikinci, bir de küçük kardeşimiz Hamdi var. Deniz’le aramda üç, Deniz’le Hamdi arasındaysa beş yaş var…

– Hamdi, Deniz’in bilim insanı olmasını vasiyet ettiği kardeşi…

B. Gezmiş: Evet, Deniz’in “şeyinden” sonra doktoraya başladı, ama bir süre sonra hocası “Seni asistan yapamayız” demiş, “MİT’ten baskı var.” O zaman asistan olmayınca doktora yapmanın bir esprisi yoktu. Bıraktı. Çok karışık yıllardı, onu bu kargaşadan uzak tutmak için İngiltere’ye gönderdik… Hamdi, yakın zamanda çıkan son afla yeniden döndü üniversiteye, 60’ından sonra doktor olacak.

İrfan İnan: Biz 10 kardeştik, altı kaldık. Hüseyin abim ikinci çocuktu. Onunla aramda 14 yaş fark var. Abim idam edildiğinde köyde, Kayseri Sarız’daydım. Dokuz yaşımdaydım. İdamından 3-4 sene önce zaten evden ayağını kesti, arama filan olduğunda bizi rahatsız etmesinler diye. Mamak’ta yattığı dönemde bir kere ziyarete gitmiştim. Ama çok fazla şey hatırlamıyorum o zamanlarla, abimle alakalı.

– İkisi de çok farklı şehirlerde, farklı şekillerde büyüyor, ama yolları aynı mücadelede kesişiyor…

İ. İnan: Abim Kayseri’nin Sarız kazasında ilköğretimi okudu. Ortaöğretim olmadığı için dedemlerin yanına gitti, Pınarbaşı’na. Yakalandığı eve yani. Ortaokulu dedemin yanında okudu. Liseyi Kayseri’de, yatılı okudu. Sonra ODTÜ’yü kazandı. Düşünün, köy okulundan ODTÜ’ye… Babam, “Oğlum araştırdım, ODTÜ zormuş, mezun olabilecek misin” diye sormuş abime. O da “Buradan mezun olan bir kişi var mı baba” demiş. “Muhakkak vardır” demiş babam. “O zaman merak etme” demiş abim. Bizim ailede abimden sonra kimse üniversite okuyamadı.

B. Gezmiş: Deniz ortaokulu Sivas’ta bitirdi, babam orada Milli Eğitim Müdür muaviniydi. Deniz’in ortaokulu bitirdiği tarihte İstanbul’a tayini çıktı. Biz tıp okumasını istedik, ama o illa hukuk okuyacağım, dedi. Öğrenci olaylarının içinde olduktan sonra pek görüşemedik. Gerçi İstanbul’da oturduğumuz için arada eve gelirdi. Ama her an tehlikede olduğundan 8-10 kişi gelirlerdi. Akşam yemeğini yer, topluca ayrılırlardı. Her hadisede muhakkak Deniz aranırdı, ortadan kaybolur, arama kalkınca yine gelirdi. 68’den 71’de yakalanana kadar üç senenin en az 1.5-2 senesi ya içerdeydi ya da kaçaktı. Radyodan, üniversite işgal edildi, öğrenciler çatıştı, haberlerini duyunca babamla önce üniversiteyi, sonra yurtları dolanırdık.

– Sol ne zaman giriyor hayatlarına?

B. Gezmiş: 17 yaşında bizden habersiz İşçi Partisi’ne yazılmış. Lisede daha. Öyle başladı herhalde. 66-67 ve 68 tabii en hareketli yıllar. Üniversitede öğrenci olaylarının içinde filan.

İ. İnan: Hüseyin abimin lisede de bir meyli varmış, ama asıl tanışma üniversitede oluyor.

B. Gezmiş: Deniz dik başlı bir çocuktu, sürtüşürdük. Belki de ben abiliğin verdiği hisle otorite kurmaya çalışırdım. O 15’indeyken, ben de 18’mişim, çok da büyük değilmişim aslında. Bir süre sonra aileden koptu.

– Son gelişini hatırlıyor musunuz?

B. Gezmiş: Tam hatırlayamıyorum, ama Yıldız Teknik Üniversitesi’nde bir olay vardı, Battal Mehetoğlu diye bir çocuk öldürülmüş. Deniz de oraya gidiyor. Şükran Soner onu iyi yazar. Müdürün odasında bir antika av tüfeği duruyormuş, Deniz eline almış. Gazeteciler de resmini çekmiş. Sonra Deniz tüfekle yakalandı diye kıyamet koptu. Şükran Hanım olayın şahididir. Hatta Deniz şimdi gazeteciler bunu çekecek, başın derde girer, yapma filan demiş. Tutukladılar Deniz’i. Bursa Cezaevi’ne yolladılar. Ziyarete gittik. Cezaevinden çıktıktan sonra ODTÜ’ye gitti. O tarihten sonra Gemerek’te yakalanıp hapishaneye konulana kadar görmedik Deniz’i.

– Cezaevi ziyaretleriniz ne sıklıktaydı?

İ. İnan: Bir kere gidebildim. Abim cezaevindeyken hâlâ Kayseri’de köyde yaşıyorduk. Sinüzit vardı bende, babam da “Oğlum Ankara’ya birlikte gidelim, hem seni doktora götürürüm, hem de ağabeyini görürsün” dedi. Başta görüşe beni almadılar. Ağlamaya başladım. Bunun üzerine yeniden subaylara sordular. Öyle girebildim. Görüş camı biraz aşağıdaydı diye hatırlıyorum, eğilerek konuşuluyordu. Babamla abimin konuşmasından tek hatırladığım, babamın “Hüseyin seni deden yakalatmış” demesi. Şöyle bir düşündü abim, “Yaktılar beni” dedi. İdamlar filan da konuşuluyordu o dönem. Babam, “Oğlum kin gütme” dedi, “Onlar da çok üzgün, biliyorsun deden seni ne çok seviyor”. Gerçekten de yanında okuduğu için dedem torunları arasında onu ayrı severdi.

B. Gezmiş: Yakalanırsa hiç olmazsa yeri belli olur, diye düşünmüştür. Çünkü teker teker avlıyorlardı insanları. Biz de Deniz yakalandığında hiç olmazsa yerini biliriz dedik, idam hiç aklımıza gelmedi. O dönem 8-10 sene yatanlar aflarla çıktı, ama Deniz’ler…
Ben 8-10 defa hapishane ziyaretine gittim. Ama babam muhakkak her görüşe gitmiştir. Hıdır amcayla giderlerdi. Hıdır amcayı 38. sene mezar ziyaretinde gördüm, “Nedir bu çektiğimiz” dedi “Senelerce cezaevine gittik, mahkemelerde dava gezdik, 38 yıldır da her 6 Mayıs’ta mezarlığa geliyoruz. Herhalde bu çilemiz ölünce bitecek”.

İ. İnan: Bu son ziyaretiydi babamın… Başta Yusuf’un babası Beşir amca da geliyordu.

B. Gezmiş: Maalesef Yusuf’un ailesiyle bağımız kesildi. İki ay önce annesi de ölmüş, gazetede gördük. Üç baba hakkaten çok uğraştı, Meclis’e gittiler, İsmet İnönü’yle konuştular, imza topladılar. Arada söylemler çıkardı, “Pişman olduklarını söyleseler cezaları azaltılabilir” gibi. Bir gün, çok iyi hatırlıyorum, “Baba kulağımıza laflar geliyor, sakın bizim adımıza söz verme, seni babalıktan reddederim” dedi Deniz. Babama saygıda kusur etmezdi, o yüzden bu lafına çok şaşırmıştım.

– Ne konuşurdunuz görüşlerde?

B. Gezmiş: Dışarıda olanları, siyaset… Deniz bunlar bizi “şey” yapacak, kendinizi hazırlayın, derdi. Bunu çok iyi hatırlıyorum. O zaman CHP ikiye bölünmüştü, İnönü, Ecevit çekişmesi vardı. Hâlâ, “Ecevit bir şeyler yapabilecek mi” diye sorardı, ama kendileri için değil genel insanlık adınaydı sorusu.

– 5-6 Mayıs’a dair neler hatırlıyorsunuz?

B. Gezmiş: Hiç unutmuyorum, 5 Mayıs Cuma’ya rastlıyordu. Ziyaret günüydü. Babamlar önden otobüsle gitti. Ben çalıştığım için sonradan uçakla gittim. Altan Öymen’in ajansı vardı Ankara’da, orası irtibat yerimizdi. Ajansa vardığımda babamlar çıkmıştı. Altan Bey, otur burada gelirler, dedi. Geldiler. Ne oldu, dedim. Bugün sayım var, yarın gelin deyip görüştürmemişler. Bizimkiler de inanmış. Aslında o gün hazırlık yapılıyormuş. Son bir kez bize göstermediler. Ankara’da bir otele yerleştik, sabah elleriyle koymuş gibi bizi buldular, öldüklerini bildirdiler. İyi ki dönmemişiz, orada olmasaydık cezaneleri dahi vermeyceklerdi… Babam, hemen diğer babaların haberi var mı, dedi. Var, dediler. Sokağa çıkma yasağı vardı. 3-4 polis arabalarıyla götürdü bizi.

İ. İnan: Babam akrabamızda kalıyordu Ankara’da. Hatta abim ODTÜ’de okurken ara ara onlara gider, kalırdı. Babam da görüşe gittiğinde onlarda kalırdı. Ben köydeydim. Akrabalarla aynı yerde oturuyoruz, bir haber geldi, köy çalkalandı. Ancak ufağız diye bize açıkça bir şey söylemediler. Sonra araba tutup Ankara’ya gittiler. İlkinde değil ama sonraki her yıl gittim abimin mezarına. Bu sene gidemeyeceğim. İzmir’de Bayraklı Belediyesi’nin heykel açılışı var. Orada olacağız.

– Türkiye’nin siyasi tarihiyle yüzleştiği bir dönemden geçtiği söyleniyor, sizce Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un idamları için de yapılabilecek mi bu?

B. Gezmiş: Kimseden bir isteğimiz yok. Siyasi çıkarlar uğruna, özür diledik filan demeleri acımızı hafifletmez. Samimi olmayan yüzleşmeleri de kabul etmeyiz. Zaman zaman gelip iade-i itibarları için dilekçe verelim, diyorlar. İstemiyoruz. Çünkü hiçbir zaman itibarlarının kaybolduğunu düşünmüyoruz. İtibarı gösterecek ölçü, halkın sevgisi. O da her sene artıyor. İlk yıllarda insanlar gelmeye korkardı, ama geceden bırakılmış çiçekler görürdük. Şimdi anmaya binlerce kişi geliyor. Ben daha hiç mezarlarını bakımsız görmedim.

İ. İnan: 6 Mayıs’ta çiçek koyacak yer bulamıyoruz. Sadece mezarlıkta değil, Türkiye’nin her yerinde anmalar yapılıyor.

B. Gezmiş: Birkaç sene önce mezarlıkta bir genç koluna görevli bandı takmış, mezarı da bantla çevirmişler. “Bak amca” deyip bana nereden geçeceğimi anlattı, “fazla kalmayın ama” diye tembihledi. Güldüm, “Bu mezar benim” dedim. Anlamadı. “Oğlum, tapusu bende” dedim. Yine anlamadı. “Ben Deniz’in abisiyim” dedim. O mezarlar artık bizden çıktı. Mahir’in, Hüseyin Cevahir’in, Halit Çelenk’in mezarı da çok yakın Denizlere.

Bir mezar, biraz eşya

– Sergide Deniz ve Hüseyin’den kalan eşyalar da yer alacak. O dönem çok fazla arama olduğu için eşyalarını saklamakta zorlanmışsınızdır.

B. Gezmiş: Bize “şey”den sonra bir çuval içinde kişisel eşyalarını verdiler. İçinde üstündeki giysiler vardı, bazıları kesilerek çıkartılmış mezarlıkta. Botları vardı. Hatta avukatı anlatır, apar topar “şey” yaptıkları için botlarını bağlayamamış bile Deniz. Ayağımdan düşmesin, deyince asker bir düğüm atmış. Bir de cezaevinde kullandığı parkası vardı, kürklü olan değil, o Halit Bey’de. Onun çok emeği vardır o çocuklarda. Bir de çocukluk döneminde çektirdiğimiz fotoğraflarımız kaldı. Üniversite yıllarında beraber olma şansımız yoktu. Beraber resmimiz de yok…

İ. İnan: Bize de bir bavulda kıyafetlerini vermişlerdi. Pantolonları, kazakları, son mektubunda da anlattığı ayakkabısı, bozuk paraları, sigarası, kibriti.

B. Gezmiş: Deniz’in saklayabildiğimiz birkaç kitabı da vardı. Somyasının altı -o zaman kütüphane yoktu- kitap doluydu. İsrail konsolosu Ephraim Elrom’un öldürülmesi dolayısıyla ev aranıyordu. Yaktık. Deniz mektubunda kitaplarımı kardeşime bırakıyorum, dedi, ama kitap kalmamıştı. Ben okul kitaplarını sakladım.

İ. İnan: Bizde sadece iki kitabı kaldı ne yazık ki abimin. Oysa ODTÜ’deki ilk sömestirde eve üç bavul dolusu kitapla geliyor. Kendi adına kaşe yaptırmıştı, bütün kitapları kaşeliydi. Babam İstanbul’da dükkân açmıştı, bizi de taşıyacaktı. Ama daha taşınamadan abimin yakalanma haberi geldi köye. Amcam eve geldi, abimin bütün kitaplarını yaktı, korkudan, yasak yayındır, başımız belaya girer, diye. Hep bilim üzerine kitapları vardı abimin.

B. Gezmiş: Düşünsenize, Filistin’e çarpışmaya bile üç bavul dolusu kitapla gidiyorlar.

This entry was posted in DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK, DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER, EMPERYALİZM, FAŞİZM. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *