Büyük İsrail Projesi ve Yeni Osmanlı

ONE MINUTE’den sonra ;

“İsrail’le ilişkilerin düzelmesi için Türkiye sessiz bir diplomasi yürüttü. Görüntüde işi zamana yaymaya çalıştı. İç kamuoyuna mesaj vermek için İsrail’in önüne kimi şartlar (özür, tazminat ve Gazze ablukasının kaldırılması gibi…) koydu. Bir yandan da ABD’den İsrail’le aramızı bulması için yardım istedi. ABD’de bu amaçla bir lobi şirketi tuttu.”

“Türkiye-İsrail ilişkilerine Ekonomik düzeyde bakıldığında ikili ilişkilerdeki krizin en şiddetli olduğu 2011 yılında İsrail’in Türkiye’ye ihracatı yüzde 42 artarak 1,85 milyar dolara tırmandı.Aynı şekilde Türkiye’den ithalatı da yüzde 20 artış göstererek 2,1 milyar dolar olarak gerçekleşti. İhracat Enstitüsü’nün 2012 yılının ocak ayında yayımladığı istatistiklere İsrail’in Türkiye’ye ihracatı yüzde 58 oranında arttI.”

Büyük İsrail Projesi ve Yeni Osmanlı

BARIŞ DOSTER

İsrail, iktidarın iç ve dış siyasette çok sıkıştığı bir dönemde özür diledi Türkiye’den. ABD Başkanı’nın telkinlerinden çok asıl önemli soru şudur: Özür karşılığında Türkiye İsrail’e ne vermiş, neler vaat etmiştir? Başbakanın Davos Zirvesi’nde “one minute” demesiyle gerilen, İsrail’deki Türk büyükelçisinin davet edilip alçak bir iskemlede oturtulmasıyla dozu yükselen, Mavi Marmara gemisine yapılan baskınla doruğa çıkan gerginliğin düşürülmesi için Türkiye hangi ödünleri vermiştir?

Anımsanacağı üzere, 9 kişinin öldürüldüğü Mavi Marmara baskını sonrasında birbiri peşi sıra iki komisyon kurulmuştu BM bünyesinde. İlk komisyon raporu, göreli olarak gerçekçi, Türkiye’nin tezlerine sıcak bakan bir içerikteydi. Türkiye bu raporla yetinmedi. İkinci bir komisyon kurulup rapor hazırlanmasını talep etti.

Palmer Komisyonu olarak bilinen ikinci komisyon raporu ise birincinin aksine tamamen İsrail yanlısı ifadeler içeriyordu. Adı “akil adamlar” arasında da geçen ve iktidara yakınlığıyla bilinen emekli büyükelçi Özdem Sanberk’in de üyesi olduğu Palmer Komisyonu’nun raporuna hiç tepki göstermedi Türkiye. İsrail’i kollayan ifadeler yazılırken komisyonda bulunan Sanberk’in oradaki varlık nedeni hiç sorgulanmadı. Neden komisyonu terk etmediği, gidişat hakkında kamuoyunu bilgilendirmediği gündeme getirilmedi.

İsrail’le ilişkilerin düzelmesi için Türkiye sessiz bir diplomasi yürüttü. Görüntüde işi zamana yaymaya çalıştı. İç kamuoyuna mesaj vermek için İsrail’in önüne kimi şartlar (özür, tazminat ve Gazze ablukasının kaldırılması gibi…) koydu. Bir yandan da ABD’den İsrail’le aramızı bulması için yardım istedi. ABD’de bir lobi şirketi tuttu bu amaçla.

Başbakan İsrail’e özel temsilci yolladı. Diplomatik ilişkiler alt düzeyde seyrederken, ticari ilişkiler İsrail lehine gelişti. Kısacası Türkiye, Fransa’da Sarkozy hükümeti, sözde soykırım iddialarını inkâr edenlere ceza vermeye yeltendiğinde (neyse ki orada Anayasa Mahkemesi var da yasa mahkemeden döndü) ne yaptıysa, İsrail’e karşı da aynısını yaptı.

Bu süreçte Türk diplomasisi hakkında yabancı muhatapları nezdinde hayli yaygın olan “Türkler konuşur ama tepki vermez, üst perdeden atıp tutar ama gereğini yapıp, adam atmazlar” şeklindeki algı, iyice pekişti ne yazık ki. Süleymaniye’de askerinin başına çuval geçirildiğinde, devleti yönetenler, ABD’ye nota verilip verilmeyeceğiyle ilgili bir soruya “Ne notası, müzik notası mı?” diye karşılık vermişler, “Büyük devletlere nota verilmez” diyerek, dolaylı yoldan ülkemizi küçük devlet olarak nitelemişlerdi. Bunu bilen İsrail, adım atmadı, bekledi.

Ne zaman Kürt açılımında yeni bir aşamaya gelindi, Suriye ve İran konusunda ABD’nin İsrail’in beklentilerine yanıt veremeyeceği anlaşıldı, ABD’li istihbaratçılar “Türk ordusunu kafesleyerek açılımda başarılı olduklarını” söylediler, hem terör örgütü lideri hem de eş başkan Ortadoğu’da emperyalizmin emrinde olduklarını bir kez daha ilan ettiler… İşte o zaman özür diledi İsrail. Mısır ve İsrail’in Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile ilişkilerinin geliştiği, Akdeniz’de birlikte enerji sondajı yaptıkları bir süreçte özür diledi.

Türkiye’nin Suriye, İran ve Irak merkezi hükümetiyle gerginlik yaşadığı, bu gerginliğin enerji konusunda tam anlamıyla bağımlı olduğumuz (Mersin Akkuyu’ya yapılacak nükleer santral ihalesini vererek daha da bağımlı hale geldiğimiz), Rusya’yla ilişkilere de yansıdığı bir süreçte özür diledi. İsrail’i savunmak amacıyla füze kalkanı radarından sonra bir de patriotlara topraklarımızı açtığımız bir dönemde özür diledi. Bundan sonra ne olacağını birlikte göreceğiz.

Ancak şunu da anımsamakta yarar var. Büyük gösteriler eşliğinde İsviçre’de Ermenistan’la imzalanan protokoller, Azerbaycan’la ilişkileri germekten ve Türkiye’nin bu konudaki kurumsallaşmış, gelenekselleşmiş devlet politikasından taviz vereceğini ortaya koymaktan başka bir işe yaramadı. Keza, başbakanın Kıbrıs meselesini kastederek, “Herkesten bir adım önde olacağız” sözleriyle ödün vermeye hazır olduğunu ilan etmesi, KKTC kurucu Cumhurbaşkanı Denktaş’ın TBMM’de konuşmak istemesine “Gitsin kendi meclisinde konuşsun” diye karşı çıkması, Kıbrıs politikasını kamuoyu önünde eleştirmesi de hiçbir kazanım sağlamadı.

Annan Planı’nı kabul etmek başta olmak üzere KKTC konusunda verilen onca ödüne rağmen, Türkiye ve KKTC’ye ABD ve AB tarafından verilen hiçbir söz tutulmadı. Denktaş’ın uyarılarını dikkate almayanlar, onun haklılığı ve isabetli öngörüleri karşısında sustular. Büyük devlet adamının cenaze töreninde timsah gözyaşları döktüler, o kadar.

Ve gelinen noktada H. Barkey’in ifadesiyle “ordusu kafeslenen”, Ege’deki adalarını teker teker Yunanistan’a bırakan, halkı kredi kartı ve TV dizisi bağımlısı yapılan Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ndeki (aynı zamanda Büyük İsrail Projesi demektir) son büyük rolünü oynamasına az kaldı.

Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin bölünmesiyle kurulacak olan Kürdistan, ikinci İsrail olma hevesini dünya aleme ilan etti. İsrail’in, en büyük iki düşmanından, İran ve Suriye’den, kurtulma hesapları kesinleşti. Kuzey Irak’ı Kuzey Suriye üzerinden Akdeniz’e açmak için devreye sokulan ve sadece ülkemizi değil, diğer üç bölge ülkesini de bölmeyi amaçlayan Kürt koridoru olgunlaştı.

Bu yolla emperyalizm bir taşla çok kuş vurmayı amaçlıyor: Kuzey Irak’taki enerji Akdeniz üzerinden dünyaya pazarlanacak. Bölgedeki 4 ülke bölünecek. Kürdistan kurulacak. İsrail rahatlayacak. Doğu Akdeniz ABD, İsrail ve İngiltere’nin denetimine girecek. Rusya’nın Akdeniz’deki gücü budanacak. Çin’in enerji temininde güçlük çekmesi sağlanacak. Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ndeki iki İngiliz üssünü (Agratur ve Dikelya) unutmamak lazım.Türkiye’nin büyük destek verdiği,iktidar partisinin “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye selamladığı Barzani’nin İsrail’le yakın ve derin ilişkileri ise herkesin malumu.

Özetle, Türkiye’nin küçülmesini “büyük devlet oluyoruz”, “stratejik derinlik sahibiyiz”, “küresel oyun kurucuyuz”, “bölgesel aktörüz” gibi sözlerle örtmeye,gizlemeye,perdelemeye çalışanların dilinden düşürmedikleri
“Yeni Osmanlı”, gerçekte bölünmeye götürüyor. Günümüzün yeni Osmanlıları, tarihi, en başta da Osmanlı tarihini bilmediklerinden, Osmanlı’nın hem yükseliş hem de çöküş dönemindeki başarılı diplomasisinden de habersizler.

Güç dengelerini nasıl yönettiğini, Avrupa’nın büyük devletlerinin kendi aralarındaki anlaşmazlıklardan, çıkar çatışmalarından nasıl yararlandığını hiç okumamışlar. Son yüzyılında özellikle İngiltere, Rusya ve Almanya arasındaki çelişkilerden yararlanarak, çöküşünü nasıl da yaklaşık 100 yıl geciktirdiğini hiç anlamamışlar.

Kısacası, Küçük Amerika sürecinden nasıl büyük Türkiye çıkmadıysa, Yeni Osmanlı sürecinden de eski Osmanlı çıkmaz. Tarihçiler boşuna söylememiştir: “Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına üzülmeyenin kalbi, Osmanlı Devleti’ni diriltmeye çalışanın aklı yoktur”…

8 Nisan 2013

http://www.gercekgundem.com/?c=70646

This entry was posted in EMPERYALİZM, ORTADOĞU ÜLKELERİ, Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *