AKP HÜKÜMETİ DEVRİM KANUNLARIYLA KAVGALI * 3 Mart: Cumhuriyetin Laik Niteliklere Kavuşması ve karşı devrim

3 Mart 1924 Devrim Yasaları kabul edildi
3 Mart 2013 İktidar hükümeti AKP Devrim Yasalarını kaldırmaya çalışıyor !!!

“Kıyafet serbestliği sağlanırsa sonucu ne olur ona bakmalı. Mahkemelerde, okullarda yani ne kadar kadın kamu görevlisi varsa başörtüsünü kullanma hakkına sahip olur. Bunların arasında yargıçlar ve savcılar da olacak. Mahkemede hâkim başörtülü olacak. Böyle bir manzara Türkiye’ye yakışır mı?

“Erkekler de her istedikleri kıyafetle dairelerine girecek. Zaten kravat bağladıkları yok. Şalvarla, poturla, kafalarında takkeyle girebilecek”

“Çok partili düzene geçtiğimiz 1950 yılından bugüne, tutucu iktidarlar daima 3 Mart Devrim Yasaları’nı baş hedef almışlardır. Bu yasaları bozmak, tersyüz etmek için gayretler hiç durmamış, giderek yoğunlaşmış, günümüzde de en üst düzeyde amacını sürdürüyor.”

AKP HÜKÜMETİ DEVRİM KANUNLARIYLA KAVGALI

‘Devrim Kanunu’ olarak bilinen düzenlemelerin bugün uygulanmadığını ve ‘saçma’ olduklarını vurgulayan AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik, şunları söyledi:

“Hiçbir kanun kıyamete kadar sürmez.
Zamanın ruhuna uymayan kanunlar değişebilir”

İşte sekiz Devrim Kanunu ;

1924 ila 1934 yılları arasında çıkarılan Devrim Kanunları hakkında anayasaya aykırılık iddia edilemiyor. İşte o kanunlar:

** Tevhid-i Tedrisat Kanunu (1924)

** Şapka İktisasi Kanunu (1925)

** Tekke ve zaviyelerle türbelerin seddine ve türbedarlıklar ile bir takim unvanların men ve ilgasına dair kanun (1925)

** Türk Kanunu Medenisi’yle kabul edilen, evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair medenî nikâh esası ile aynı kanunun 110’uncu maddesi hükmü (1926)

** Beynelmilel erkamin kabülü hakkında kanun (1928)

** Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkında kanun (1928)

** Efendi, bey, paşa gibi lakap ve unvanların kaldırılması hakkında kanun (1934)

** Bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair kanun (1934)

3 Mart: Cumhuriyetin Laik Niteliklere Kavuşması…

Alev COŞKUN

Atatürkçüler, çağdaşlaşmadan yana olanlar, eleştirel aklın önderliğini savunanlar, yurttaş olmamızın en büyük adımı 3 Mart gününü unutmamalıdırlar. Çünkü 3 Mart, Türk aydınlanmasının başlangıç günüdür, yurttaş olmamızın en büyük adımıdır.

Üç buçuk yıl süren anti-emperyalist karakterli bağımsızlık savaşından sonra, 29 Ekim 1923’te devlet şekli olarak “Cumhuriyet Modeli”nin seçilmesi, bunun TBMM tarafından anayasaya konularak ilan edilmesi, yüzyıllar boyunca padişahlıkla yönetilen Türk toplumu için çok ileri bir adımdı.

Cumhuriyetin ilanı bütün dünyada büyük yankı yaptı. Ancak Batı dünyasında, bu konuda kuşkulu sorular da ileri sürülmeye başlandı.

İlan edilen bu cumhuriyet nasıl bir modeldir? İçeriği ve niteliği nedir? Otoriter bir cumhuriyet midir? Demokrasiye açık bir cumhuriyet midir? Yoksa din kurallarını öne çıkaran dine dayalı bir cumhuriyet midir?

Bu soruların yanıtları henüz açık değildi… Batılı yazarlar, siyaset bilimciler ve yabancı devletlerin diplomasi çevreleri, Türkiye’de ilan edilen siyasal rejimin din kurallarına dayalı bir cumhuriyet olacağını varsayıyorlardı. Dayandıkları temel gerekçeler ise bir toplum, 700 yıllık geleneklerini bir anda söküp atamazdı… Türkler, toplum katmanlarının derinlerine kadar inen din kurallarının egemenliğinden kolayca sıyrılıp kurtulamazdı… Öyleyse ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti, ancak din kurallarına dayalı bir “din devleti”, “dinsel bir cumhuriyet” olabilirdi.

Bu düşünce kalıbı, aslında karşı çıkılamayacak sosyolojik temellere dayanıyordu. Şöyle ki 1071 yılından beri Anadolu’da egemen olan devletler; Selçuk devleti, beylik devletleri ve daha sonra 700 yıl süren Osmanlı İmparatorluğu, temelde din kurallarını rehber alan devletlerdi. Bu modelden bir anda kopmak ve ayrılmak olanak dışıydı…İşte, 29 Ekim 1923’ten 4 ay sonra, 3 Mart 1924’te kabul edilen yasalarla yukarıda özetlediğimiz bu düşünce tersyüz edildi.

Devrim yasaları

3 Mart 1924 günü, uzun süren görüşmeler sonunda TBMM, üç temel devrim yasasını kabul etti. Bu yasalar:

1. Halifeliğin İlga Edilmesi (Kaldırılması) Yasası.

2. Şeriye ve Evkaf Bakanlığı’nın Kaldırılması Yasası.

3. “Tevhid-i Tedrisat” (Eğitimin Birleştirilmesi) Yasası.

TBMM tarafından kabul edilen bu üç yasa, nitelikleri ve içerikleri yönünden çok büyük bir devrimdir. Bu üç yasa ile aslında, Osmanlı’dan gelen dine dayalı teokratik devlet yapısı yıkılıyor, laik temellere dayalı cumhuriyet modeli konuluyordu. Bu üç yasanın kabul edilmesiyle, aslında Türk Aydınlanma Devrimi gerçek olarak başlıyordu.

1924 yılı başında Atatürk, Başbakan İnönü’ye gönderdiği bir iletide, halifelikle ilgili olarak “Halifeliğin din ve siyaset açısından hiçbir anlamının kalmadığını, hilafet makamının en nihayet tarihi bir hatıra olmaktan öte fazla bir önemi olmadığını; Türkiye Cumhuriyeti’nin safsatalarla varlığını, bağımsızlığını tehlikeye atamayacağını” belirtmişti.

İşte 3 Mart’ta Atatürk’ün bu düşüncesi eyleme geçiyordu.

Toplumun laikleşmesi

Bu yasalardan “Eğitimin Birleştirilmesi Yasası” ile eğitim şeriat kurallarının etki ve baskısından kurtarılıp çağdaş eğitim modeline yöneliyordu.Dinsel koşulları temel alan eğitim yerine, eleştirel aklı öne çıkaran çağdaş ve evrensel eğitim modeline dönülüyordu

Bu yasalarla devletin ve toplumun laik kurallar çerçevesinde yapılanmasının önü açılıyordu.Daha sonra, toplumsal devrimler adım adım birbirini izledi. Öncelikle hukukun laikleşmesi yönünde adımlar atıldı. Hukuk ve bilim din kurallarının baskı ve egemenliğinden kurtarıldı.

Hilafetin kaldırılışıyla devletin laikleşmesi gerçekleşiyor, çağdaş bir toplum için gerekli olan Yurttaşlık Yasası, Borçlar Yasası, Ticaret ve Ceza yasalarının kabul edilmesiyle hukukun laikleşmesi ve çağdaşlaşması sağlanıyordu.Türbe, tekke ve zaviyelerin kapatılması ve harf devriminin yapılmasıyla kültür ve toplumun laikleşmesi yönünde büyük adımlar atılıyordu.

Tutucu iktidarların politikaları

Çok partili düzene geçtiğimiz 1950 yılından bugüne, tutucu iktidarlar daima 3 Mart Devrim Yasaları’nı baş hedef almışlardır. Bu yasaları bozmak, tersyüz etmek için gayretler hiç durmamış, giderek yoğunlaşmış, günümüzde de en üst düzeyde amacını sürdürüyor.

1955 yılında Menderes’in DP grubuna söylediği “Siz hilafeti bile geri getirebilirsiniz” sözü boşuna değildir. Köy Enstitüleri’nin ve Halkevleri’nin kapatılması, aslında 3 Mart Devrim Yasaları’na karşı duruşun somut göstergeleridir.

Tutucu siyasal iktidarlar, sürekli olarak özellikle “Eğitimin Birleştirilmesi Yasası”na karşı çıkmışlardır.Gereksinme ve gerçek ihtiyaç düzeyine bakılmadan sürekli sayıları artırılan imam-hatip okulları, alabildiğine çoğalan ve yaygınlaşan Kuran kursları, geçen yıl yasalaşan 4+4+4 “ucube modeliyle” eğitimin dinselleştirilmeye yöneltilmesi, kız çocuklarının eğitimden uzaklaştırılıp toplumdan koparılarak erken evliliklere özendirilmesi, hepsi ama hepsi 3 Mart yasalarına karşı gelme amacından kaynaklanıyor.

Atatürkçüler birleşmelidir

Atatürkçüler, çağdaşlaşmadan yana olanlar, eleştirel aklın önderliğini savunanlar, yurttaş olmamızın en büyük adımı 3 Mart gününü unutmamalıdırlar. Çünkü 3 Mart, Türk aydınlanmasının başlangıç günüdür, yurttaş olmamızın en büyük adımıdır.

Çünkü 3 Mart Devrim Yasaları, Ortadoğu’da ve tüm İslam coğrafyasında bir toplumun ortaçağın karanlık dogmalarından ve feodal yapısından kurtarılıp aydınlanma yoluna girişinin en büyük adımıdır.

Türk aydınlanmasının temellerini tersyüz etmek isteyenlere karşı bütün Atatürkçüler, bütün ilerici güçler birleşmelidir.Atatürk devrimcileri, toplumsal gelişmenin geriye götürülemeyeceğini, akan suların tersine döndürülemeyeceğini tarihsel olarak kanıtlamak zorundadırlar.

Cumhuriyet 02.03.2013

Yukarıdaki fotoğraf yabancı bir dergide
Boğaz kıyısında penguenler tümcesiyle yayınlandı

‘Başörtüsü baskı aracı olacak’

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın türbanla ilgili sözlerine hukukçular tepki gösterdi.Başbakan Tayyip Erdoğan’ın türbanla ilgili anayasada yasaklayıcı bir hüküm bulunmadığı, yardımcısı Bekir Bozdağ’ın da türban yasağını öngören anayasal ve yasal düzenleme bulunmadığı, bunların idari tasarruflar olduğu yönündeki değerlendirmeleri tartışma yarattı.

Prof. Dr. Ülkü Azrak, Devlet Memurları Yasası ve ona dayalı kılık kıyafet yönetmeliklerini anımsatarak ;

“Kıyafet serbestliği sağlanırsa sonucu ne olur ona bakmalı. Mahkemelerde, okullarda yani ne kadar kadın kamu görevlisi varsa başörtüsünü kullanma hakkına sahip olur. Bunların arasında yargıçlar ve savcılar da olacak. Mahkemede hâkim başörtülü olacak. Böyle bir manzara Türkiye’ye yakışır mı?

Erkekler de her istedikleri kıyafetle dairelerine girecek. Zaten kravat bağladıkları yok. Şalvarla, poturla, kafalarında takkeyle girebilecek” değerlendirmesini yaptı.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “Başörtülü olanlar başörtüsüz olanlar üzerinde baskı yaratır” kararını anımsatan Azrak ;

“AİHM bunu açıkça söylemiştir. Onun içindir ki aslında özgürlük değil, baskı aracı olabilecek bir düzenleme olur. Yani dini kisveler, kıyafetler aslında bu kıyafeti taşımayanlar arasında fark ve baskı oluşturacaktır” diye konuştu

Türk Hukuk Kurumu Başkanı Sabih Kanadoğlu ise hükümetin Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını yok saydığını vurguladı. Kanadoğlu ;

“Anayasa Mahkemesi kararı yok, AİHM kararı yok, Danıştay kararları yok. Bütün bu yargı kararlarını yok kabul ediyorlarsa Türkiye bir hukuk devleti değil demek mümkün olur” dedi.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ’IN GERÇEKLERİ YOK GÖSTEREN TÜRBAN AÇIKLAMASI’NIN AMACI NEDİR?

Prof. Dr. Kayhan Kantarlı

Laiklik karşıtı çevrelerde, YÖK ve rektörlerin üniversitelerdeki türban yasağını Anayasa ve yargı kararlarını yok sayarak fiilen kaldrmasınn getirdiği bir sükunet /rahatlık yaşanırken, AKP genel başkan yardımcısı M.Ali Şahin’den (*) bir kaç gün sonra bu defa Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’dan gelen türban açıklamasının (**) Mahkemenin Prof. Dr. Rennan Pekünlü hakkındaki 2 yıl 1 aylık mahkumiyet kararını incelemekte olan Yargıtay’ı etkilemekten başka bir amacı olabilirmi?

Bozdağ’ın açııklamasındaki şu sözlere bakarmısınız…

http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=401778&kn=6&ka=4&kb=6

“Başörtüsü yasağını öngören bir anayasal düzenleme yok. Yasal düzenleme de yok.İdari bir takım tasarruflarla ortaya konmuş uygulamalar var. Bunlar kabul edilebilir, doğru şeyler değil. Eşitlik ilkesine, hukuk devletinin gereklerine, demokrasiye, insan haklarına uygun uygulamalar değil”

Laik Türkiye Cımhuriyeti’nin Başbakan Yardımcısı gözümüzün içine baka baka varları yok gösteriyor. Bu sözler gerçekleri yansıtıyorsa, üniversitelerdeki türban yasağ ile ilgili defalarca berilmiş Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararları ve bu kararların titizlikle uygulamansını isteyen YÖK ve Rektörlük talimatları nedir?

Pekünlü davasını anmasa da durduk yerde ve anayasal gerçekleri yok göstererek söylenen bu sözler yüksek yargıya verilmiş bir mesaj değil midir?

Yargı daha nasıl açıkça etkilenmek istenebilir?

Prof. Dr. Rennan Pekünlü suçlandığı eyleminin savunmasını gerçekte olduğu gibi, mevcut ve halen yürürlükte olan Anayasal/yasal düzenlemelere dayandırıyor. Bir hükümet üyesi “böyle bir düzenlenme yoktur!” deyip yargıtayın yegane bozma gerekçesi olabilecek hukuksal dayanakları yok göstermeye çalışıyor. Bundan daha açık bir “yargıyı etkileme girişimi” nasıl olabilir?

Türkiye Gençlik Birliği (TGB) Prof. Pekünlü’nün yargılanmasının aslında Anayasamız’daki laik ilkesinin yargılaması demek olduğunu vurgulayarak yayınladığ bildiride (***), Pekünlü hakkında aynı suçlamayla açılan ikinci bir soruşturmada Ege Üniversitesi (EÜ) Rektörü’nün de yargıyı etkileme girişminde bulunarak, yeni bir dava açma kararı veren Cumhuriyet Savcısını yanlış yönlerdirmek için anayasal -kurumsal gerçekleri kasten yok gösterdiğini belgeleriyle birlikte açıklamamış mıydı?

“Yargıyı etkileme girişimi” TCK’na göre 2 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası gerektiren bir suç değil mi?

Suçsa, o zaman sormak gerekmezmi?

Hangi çağdaş ülkede bakan ve rektörün yargıyı etkileme suçu işleme özgürlüğü var?

Yanıt “hiç bir ülkede” ise eğer o zaman bu tepkisizlik neden?

Cumhuriyet Savcıları başta olmak üzere ilgili makamlar neden gereğini yapmıyor?

Hukuk rejimini savunan öğretim üyeleri, siyasal parti ve demokratik kitle örgütleri antik Roma’daki gladyatör vahşetini seyreden arena seyircileri gibi neden oturmuş hukuksuzluğu seyrediyor?

This entry was posted in ATATURK, DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER, İrtica, Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *