PROF.DR.RENNAN PEKÜNLÜ DE LİNÇ EDİLİYOR
Üniversitede yasaları uygulamaya çalışan Rennan hoca,
savunduğu yasaların üzerine çıkan yargı tarafından hapse mahküm edildi.
Şimdi söylermisiniz ;
Yasaları kim ve neden koruyacak ?
Gün,artık yasaları koruyanların,
egemenlere aykırı olduklarında,
egemenlerin yasalarıyla linç edildiği zamandır.
Artık hukukun üstünlüğü sona erdirilmiş,
seçilenlerin hukuk ve yasaları egemen olmuştur.
Bunun da adı “ileri demokrasidir”
Gobbels’in kulakları çınlasın !!!
Rennan hocanın çığlıklarını kim duyacak ???
***
“Adını yeniden koyalım. Hoca kendini kanun değil, hukuk devletinde yaşıyor saymıştır. Anayasanın değişmez, değiştirilemez hükmündeki “laiklik” ilkesini yurttaşı olduğu memleketin esası sanmıştır.
Üniversitede dinsel inanışını simgeyle açığa vurmayı marifet öğretisi sayan kızlara, işin yasalara ve hukuka uygun olmadığını anlatmaya çalışmıştır. Tabii üstüne vazife olmayacak işlere kalkışanın başına gelen, onun da başına gelmekte gecikmemiştir.
Neredeyse tecavüz etmişcesine şikayete uğramıştır. Üniversitesi, rektörü işin ayrıntısını iyi bilirken gözünü, kulağını kapatıp soruşturma ve yargılanmasına çanaklık yapmıştır. Hoca hala işi kavrayamamıştır. Yargı beraat verecek umudu ile Anayasa mahkemesi kararları dahil savunma yapmıştır.
Sonra yeni hukuk ve şeriat kararını açıklamıştır.“Nühs ile uslanmayanı etmeli tekdir; tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” Falaka cezası falan değil, hoca hapis cezası almıştır.
Hukukun suç dediğini hatırlattığından suçlanmış, yargılanmış ve mahkûm edilmiştir. Bunun adını koymak da bana değil William Lynch’e vacip olmuştur. Linç Hukuku bir kez daha çalıştırılmıştır. ( Linç hukuku’ndan ) ”
Yazının tamamı aşağıdadır .
Naci KAPTAN
***
Linç hukuku…
Nurettin Abacıoğlu
nuriabaci@gmail.com
Perşembe,7 Şubat 2013
Linç lafının kökenine ilişkin söylenceler muhteliftir. Söylence diyerek haksızlık da etmeyeyim. Yazılı çizili kaynak da bir o denli çeşitlidir.
Kimi kaynaklara göre linç eylemi, adını William Lynch’ten alıyor. Zatın ünvanı kaptan. İngilizce yazılışından iki anlam çıkarılabilir. Ya bir denizci ve gemi yöneticisi olarak kaptan sayılmaktadır veya askeri rütbe olarak “yüzbaşı” olması da mukadderdir. Sonrası araştırıldığında “yüzbaşılık” işi zata daha uygun düşüyor.
Başka bir ayrıntıya göre bu zatın, 1712 de William Lynch nutkunu okuyan adaşı ile bir ilgisinin bulunmamasıdır. Zira bizim Lynch, 1742-1820 arası yaşıyor ve “linç hukuku” ve “linç etme” terimlerini ilk telâfuz eden kişi olarak kabul ediliyor. Lynch’in bu vahye nasıl eriştiği de ayrı bir kafa karışıklığı içermektedir.
Zira şerikimiz William, başka bir “Lynch” soyadlı zatın eylemlerini kendine konu alıp, onun yapıp ettiği işlere “Linç Hukuku” yakıştırması yapıyor. William’ın bahsettiği şeriki Charles Lynch’tir. Charles, 1780 lerde Amerikan İç Savaşının aktörlerinden birisi. Kendi tarafı bakımından şüphelendiği yurtseverleri tutukluyor. Yasal olmayan bir halk jürisi önüne çıkarıyor. Suçlamalara neden olan savların savunması adına maktul adayına söz veriyor ve sonra kaçınılmaz sonla onları buluşturuyor. Adı asılarak infaz…
İşte sonraları, James Lynch’in bu yapıp ettiklerine, adaşı William Lynch (belki askeri bir tarih yazıcısıydı) “Linç Hukuku” adını takıyor.
İlgilenenleri, lafın etimolojisine ilişkin daha pek çok kaynak bulabilir ve kökeninin ne denli sisli olduğu görebilir. Ancak kestirmeden olsun, linç lafı o gündür, bu gündür hukuki olmayan yöntemlerle birisini mahkûm ve infaz etmekle eşdeğer olarak anılageliyor.
Ben meramıma dönmeliyim…
Linç işi ne nedenle olursa olsun bir vahşettir; bir katliamdır. Hatta “itlaf” dense söz boşa uçup gitmez. Toplu insan kıyımına katliam sözcüğü yakıştırılırken, hayvan kıyımının payına da itlaf düşmüştür. Ancak insan linçinin gerçekleşmesinin itlafdan farklı rengini araştırmak yersizdir. İtlaf etmeye, edebilmeye denk düşen insan vicdanının, insan katliamına vereceği değer “itlaf”tan daha insani sayılamaz.
Etrafa bakmak yeterlidir. Kimi kez insanın sergilediği acımasızlıklar, hukuka ve punduna uydurulsa bile o denli derindir ki “adını liç koydum” tümcesi hiç de boş düşmez. Hele yaşadığımız geniş coğrafya, hele bu coğrafyaya özgü insan sevmeyen kültürümüz, linç hukukunun ne denli bezeli örneklerini buralarda zenginleştirmiştir.
Binbir örnek var! Kuşkusuz birine değinme ötekini unutma anlamına gelmiyor. Bir dizge de çıkarmak anlam içermediğine göre, bir iki örneğe değinip geçmek uygun olur…
İlk sözüm Pınar için. Pınar Selek adı bilinen bir kimlik olmalı. Google arama motoruna bu ad yazıldığında 0.3 saniyede bir milyon ikiyüzonbin kayıt şerhi ekrana düşüyor. Sosyolog, feminist, sokak çocuklarının kaderi ve benzeri bir yığın ilgi ve eylemci kimliğiyle ilişkili olarak Pınar Selek için “vikipedi” sayfasında şunlar yazılıyor…
“Pınar Selek transseksüeller, sokak çocukları ve seks işçileri gibi ayrımcılığa uğrayan gruplar hakkında yaptığı araştırma ve çalışmalarıyla tanındı. 1998 yılında PKK üzerine yürüttüğü araştırması nedeniyle terör suçu şüphesi altına alındı. Söz konusu dönemde PKK için propaganda yapmak iddiasıyla tutuklandı ve filistin askısı, elektroşok ve kafatasına elektrik verilmek suretiyle ağır işkence gördü. [2]
Berlin’deki Überleben İşkence Kurbanları için Tedavi Merkezi, 2010 yılında, gördüğü işkencenin etkilerini doğrulayan bir rapor hazırladı. [3] İki buçuk yıl sonra salıverilmesinin ardından 2002 ve 2006 yıllarında beraat etti. Mısır Çarşısı’ndaki patlamanın bombadan kaynaklandığı yönünde kesin bilirkişi raporu bulunmamaktadır. [4] [5]
24 Kasım 2010 tarihinde davanın yeniden açılacağı açıklandı.[6][7] Savcının ömür boyu ağırlaştırılmış müebbet istemiyle açtığı davanın 9 Şubat 2011 tarihli ilk celsesi de beraat kararıyla sonuçlandı; ancak yargıtay kararı bozup 24 Ocak 2013’te ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırdı. [8] İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde halen Mısır Çarşısı patlamasıyla ilgili olarak yargılanmaktadır.[9], 24/01/2013 tarihinde 12. Ağır Ceza Mahkemesi, sosyolog Pınar Selek’in ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmasına karar verdi. Selek 25 Ocak 2013 tarihinde Strazburg’da yaptığı basın toplantısıyla mücadelesine devam edeceğini açıkladı.[10]”
Selek ailesini bilirim. Babası Alp Selek hukukçudur, iyi tanışızdır; annesi ise meslektaşımdı.. Alp Selek vaktiyle TİP İstanbul il sekreterliğini yapmıştır. Sonraları Behice Boran’la beraber TKP’ye katılmıştır. Dede Selek ise (İsmail Hakkı Selek) hukukçu ve 1920 lerde komünisttir. 1960 larda ise TİP’li ve Meclis’teki 15 milletvekilinden birisi… Öldüğünde oğlu Alp Selek’e babasına dair taziye ve saygı yazmıştım; sonraları bu sayfada Pınar dahil onları yine anmış ve Mısırçarşısı bombacılığının keenlemyekûn bir balon olduğunu düşündüğüme dair kayıt düşmüştüm.
Netice; evet, netice şu oldu! Pınar, bugüne göre daha normal sayılacak dünün hukuku ile bu dalaveradan üç defa beraat etti ve fakat son linç işinden kurtulamadı. Adına bakarmısıznız; “ağırlaştırılmış müebbet”. Yani eski TCK yürürlükte olsa iş tamam; idamlık… Pınar mücadeleye devam edeceğini söylüyor; kuşkusuz ailenin ve dostlarının yüreği kanıyor. Olur mu öyle şey (?) sözlerini duyar gibiyim. Ne çok evde, hem ne çok farklı ve fakat hem de benzeşen nedenle aynı laf söyleniyor.
Eh kültürümüzde, tarihimizde bir defa işi adabına ve hukukuna uydurarak linç etme geleneği ve genetiği var. Biz taht ve saltanat için “şehzade oğul” katiamını evla gören bir kültür ve ahlak soyundan geliyoruz. O nedenle şimdi de ne bir eksik; ne bir fazla… Pınar’ın halleri tam da bunlardan birisidir…
Unutmadan şerh düşeyim. Yalçın Küçük Silivri damında hem “Pınar” ve hem de “Büşra” için yazdı. Okunası bir yazıdır Merak edenleri “Pınar Selek” yazısının tümünü ve kaynakçasını Vikipedi sayfasından inceleyebilir. Bense alt tarafa Hocanın yazı adresini koyuyorum. İlgileneni bir zahmet bakarsa, hayli esinlenebilir…
İkinci ve son örnek yine Rennan’a dairdir. Yazdım ya; olsun bizim ellerde artık yazı yazmak da suya yazmaktan farksızdır. Kendin yazar, kendin okursun. Hepsi budur. Ucundan kenarından bile olsa okuyanlarından da soluk izlerinin olup, olmadığını bile duyamazsın ve o nedenle söylenecek söz “olsun”dur… Rennan Hoca itlaf edilmektedir. O nedenle birkez daha yazılmalıdır.
Adını yeniden koyalım. Hoca kendini kanun değil, hukuk devletinde yaşıyor saymıştır. Anayasanın değişmez, değiştirilemez hükmündeki “laiklik” ilkesini yurttaşı olduğu memleketin esası sanmıştır. Üniversitede dinsel inanışını simgeyle açığa vurmayı marifet öğretisi sayan kızlara, işin yasalara ve hukuka uygun olmadığını anlatmaya çalışmıştır. Tabii üstüne vazife olmayacak işlere kalkışanın başına gelen, onun da başına gelmekte gecikmemiştir.
Neredeyse tecavüz etmişcesine şikayete uğramıştır. Üniversitesi, rektörü işin ayrıntısını iyi bilirken gözünü, kulağını kapatıp soruşturma ve yargılanmasına çanaklık yapmıştır. Hoca hala işi kavrayamamıştır. Yargı beraat verecek umudu ile Anayasa mahkemesi kararları dahil savunma yapmıştır. Sonra yeni hukuk ve şeriat kararını açıklamıştır.“Nühs ile uslanmayanı etmeli tekdir; tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” Falaka cezası falan değil, hoca hapis cezası almıştır. Hukukun suç dediğini hatırlattığından suçlanmış, yargılanmış ve mahkûm edilmiştir. Bunun adını koymak da bana değil William Lynch’e vacip olmuştur. Linç Hukuku bir kez daha çalıştırılmıştır.
İş temyizdedir. Tam da umut tazelemek sırasıyken, Yargıtayın ilgili savcısı mahkeme kararına uyulmasını istemektedir. Hukuk herkese gerekmektedir.
Dün, bugün, yarın…
Linç hukuku, hukuka dair kocaman bir insanlık ayıbıdır.
Aslında cezalandırılan Rennan değildir; üniversitenin ses tellerine kan veren damarları şimdi kökten kesilmektedir… Böylece bir daha hiç ses çıkarılmaması korkutularak gösterilmektedir.
Ne diyeyim; ne söyleyeyim…
Şiirin sonunu okumaktan başka…
“…Biz ki, ustasıyız / Vatan sevmenin /
Umut, saklımızda ölümsüz bayrak /
Kırmızı-kırmızı / Dalga-dalgadır.”
(A. Arif)
http://haber.sol.org.tr/print/yazarlar/nurettin-abacioglu/linc-hukuku-67693