Türkçe Üzerine Bir Matematik Modelleme
Mathematical Modeling on Turkish
(English Trans. Added)
By Ahmet Okar
Victor Hugo şiirlerini 40.000 kelime ile yazdı. Türkçe’yi en zengin
kullananlardan Yaşar Kemal’in romanları 3.500 kelimeyi geçmez” görüşü çok
yaygındır. Bu görüş haklıdır zira Türkçe’nin Fransızca’ya oranla daha az
sözcük içerdiği doğrudur. İngilizce’ye, Almanca’ya, İspanyolca’ya oranla da
daha az sözcük içeriyor olması gerekir. Ne var ki bu Türkçe’nin daha
yetersiz bir dil olduğu anlamına gelmez! çünkü Türkçe az sözcük ile çok şey
anlatabilen bir dildir ! Daha fazla sözcük içerse bunun kimseye zarar
dokunmaz ancak, gereği yoktur.
Başka bir dilden Türkçe’ye çeviri yapan herkes sözlüğü açtığında,
aralarında minik anlam farkları olan bir çok sözcüğün Türkçe karşılığında
çoğu zaman aynı kelimeyi okur. Bu, ilk bakışta bir eksiklik gibi
görünebilir, oysa öyle değildir. Çünkü yukarıda adı geçen diller kelimelerin
statik olan anlamlarını öğrenmeye, Türkçe ise bu anlamları bulup çıkarmaya,
yani dinamik anlamlandırmaya dayalıdır. Türkçe’de anlamları sözlükteki
tanımlar değil, kelimelerin cümle içindeki konumları belirler. Tam bu
noktada, Türkçe’nin, referans olmak üzere sadece gerektiği kadarı sözlüklere
alınmış, sonsuz sayıda kelime içerdiği bile öne sürülebilir.
İngilizce-Türkçe sözlükte “sick”, “ill” ve “patient”ın karşısında hep
“hasta” yazar. Bu bağlamda İngilizcenin üç kat daha fazla sözcük içerdiği
söylenirse bu doğrudur. Ancak, aradaki farkların Türkçe’de vurgulanamadığı
söylenmeye kalkılırsa bu yanlış olur: “doktor falanca beyin hastası olmak”,
“böbrek hastası olmak”, “internet hastası olmak”, “filanca şarkının hastası
olmak” arasındaki farkı Türkçe konuşan herkes bir çırpıda anlar.
Bunun nasıl olabildiğini görmek zor değildir. Bir kalem alıp, alt alta:
3+5=
12+5=
38+5=
yazmak, sonra da bunları toplamak yeterlidir. Hepsinde aynı “+5″ yazdığı
halde!
Sonuçlar farklı çıkıyorsa, Türkçe’de de hepsinde aynı “hastası olmak”
ifadesi geçtiği halde sonuçlar farklı olacaktır. Türkçe’nin az araç ile çok
iş yapmasının sırrı matematikte yatar. 0′dan 9′a kadar 10 tane rakam, artı,
eksi, çarpı, bölü dört işlem işareti ve bir ondalık ayracı virgül, yani topu
topu 15 simge ile sonsuz sayıda işlem yapılabilir. Türkçe de benzer
özellikler gösterir.
Türkçe matematiğe dayalı olmaktan da öte, neredeyse matematiğin kılık
değiştirmiş halidir.
Türkçe’deki herhangi bir fiilin çekiminin ve kelimelerin nasıl çoğul
yapılacağının öğrenilmiş olması, henüz varlığı bile bilinmeyen, 5 yıl sonra
Türkçe’ye girecek fiillerin nasıl çekileceğinin ve 300 yıl önce unutulmuş
kelimelerin çoğullarının ne olduğunun biliyor olması demektir. Bu tıpkı
birinci dereceden 2 bilinmeyenli bir denklemin nasıl çözüleceği
öğrenildiğinde, sadece “x=6″, “y=23″ olan denklemlerin değil, aynı dereceden
bütün denklemlerin nasıl çözüleceğinin öğrenilmiş olması gibidir.
Oysa sözgelimi ingilizce’de “go”, “went” olurken “do”, “did” olur. Çoğul
ekleri için de durum aynıdır: “foot”, “feet” olurken “boot”, “beet” değil
“boots” olur. Bunun tutarlı bir iç mantığı yoktur, tek çare böyle
olduklarının bellenmesidir.
Türkçe’de ise, statik kelimeleri ezberlemek yerine dinamik kuralları
öğrenmek gerekir. Türkçe’de neredeyse istisna bile yoktur. Olanlar da ses
uyumu gereği “alma” olması gereken meyve isminin “elma” biçimine dönmesi
gibi birkaç minör istisnadır. Kurallar ise neredeyse, bu dili icat edenlerin
Türk olduğuna inanmayı zorlaştıracak kadar güçlü ve kesindir. Bu noktadan
sonra, anlatılanları matematik olarak formüle etmek, aradaki ilişkiyi
somutlaştırabilmek açısından yararlı olacaktır. Bunu yapmanın en kolay yolu
ikili sayı sistemini kullanmak olduğu için de yalnızca 0 ve 1′leri kullanmak
yeterlidir. İzleyen örneklerde [1=var] ve [0=yok] anlamında
kullanılmışlardır.
Kelime kökü çoğul eki matematik ifade:
ev……..ler…….evler
1.0…….0.1……1.1
Türkçe’deki bütün kelimelerin 2 bit olduğu varsayılabilir (ileride bit
sayısı artacak). Tekil olan bütün kelimeler 1.0 (kelime kökü var; çoğul eki
yok), çoğul olanlar ise 1.1′dir (kelime kökü var; çoğul eki var). Bu kural
hiç değişmemek bir yana, öylesine güçlüdür ki Türkçe’de başka hiç bir dilde
yapılamayacak bir şey yapılıp, olmayan bir kelimenin çoğulu dahi
söylenebilir (0.1). Birisi karşısındakine sadece “ler” dediğinde, alacağı
tepki: “anladık ler de, neler?” türünden bir cevap olacaktır. Bir şeylerin
çoğulunun söylendiği bellidir de, neyin çoğulunun kastedildiği açık
değildir.
Vurgulama / sıfat kökü zayıflatma matematik ifade kırmızı
0.1.0
kıp kırmızı
1.1.0
kırmızımsı
0.1.1
kıp kırmızımsı
1.1.1
Türkçe’deki sıfatların anlamını kuvvetlendirmeye veya zayıflatmaya yarayan
bu kural da hiç değişmez. Hatta istenirse bu kurala uyan ama hiçbir sözlükte
bulunmayan, hem kuvvetlendirilmiş hem de zayıflatılmış garip sıfatlar bile
türetilebilir. “Güneş doğmazdan az önce ufuk kıpkırmızımsı (kıp Kırmızı
Tramvay <<http://www.facebook.com/kirmizitramvay?group_id=0%20> http://www.facebook.com/kirmizitramvay?group_id=0 > msı [1.1.1]) bir renk
aldı” dendiğinde, herkes neyin kastedildiğini anlayacaktır. Çünkü ayaküstü
türetilen bu sıfat, hiçbir sözlükte yer almaz ama, Türkçe konuşan herkesin
çok iyi bildiği bu kurala uygundur.
Fiil çekimlerinde de işler farklı değildir. Burada zorunlu olarak kişi için
3, zaman için 2 bitlik gruplar kullanılacak. Çoklu bit grupları şunları
ifade edecek:
011 = ben
010 = sen
000 = o
111 = biz
110 = siz
100 = onlar
00 = geniş zaman
11 = şimdiki zaman
10 = gelecek zaman
01 = geçmiş zaman
kök kişi matematik ifade
yeterlilik……………..Oku (y)abil dim……………..= 1.1.0.01.0.0.011
olumsuz………………Oku (y)a ma z mış sın………= 1.1.100.0.1.010
zaman……………… Gel me (y)ecek ti…………….= 1.0.1.10.1.0.000
zaman……………….Git me di k…………………… = 1.0.1.01.0.0.111
hikaye……………….Şaşır abil ecek ti niz ………..= 1.1.0.10.1.0.110
rivayet……………….Bil (i)yor lar…………………. = 1.0.0.11.0.0.100
kişi tabloda zaman ile ilgili küme 3 bit yapılıp geçmiş zaman “di’li
geçmiş” ve “miş’li geçmiş” olarak ikiye ayrılabilir, soru bileşkeni için
ayrı bir bit eklenebilir, emir ve şart kipleri de işin içine katılabilir
ancak, sonuç değişmezdi.
Cümleleri oluşturan öğelerin (özne, nesne, yüklem, vb…) Sıralaması da
rasgele değildir. Türkçe cümleler bir tür “crescendo” (şiddeti giderek artan
dizi) izlerler. Bütün vurgu en sonda yer alan yüklem (fiil) üzerindedir.
Diğer öğelerin önemi, yükleme olan yakınlık/uzaklık konumları ile
belirlenir. Yükleme yakınlaştıkça önem artar. Gene matematiksel olarak ele
almak gerekirse, cümleyi oluşturan her bir öğenin toplam öğe sayısı kadar
haneden oluşan bir matematik değere sahip olduğu varsayılabilir.
“dün Ahmet camı kırdı” cümlesi 4 öğeden oluşmaktadır; o halde her öğe 4
haneli bir değere sahip olacak, ilk öğe en düşük, son öğe ise en yüksek
değeri taşıyacaktır.
Cümle
matematik değer
0001
matematik değer
0011
matematik değer
0111
matematik değer
1111
1 dün Ahmet camı kırdı.
2 dün camı Ahmet kırdı.
3 Ahmet dün camı kırdı.
4 Ahmet camı dün kırdı.
5 camı dün Ahmet kırdı.
6 camı Ahmet dün kırdı.
Şimdi tablodaki cümleler tek, tek ele alınabilir:
1. Cümle: dün Ahmet bir iş yaptı ve bu camı kırmak oldu.
2. Cümle: dün kırılan camı başkası değil Ahmet kırdı (suçlu Ahmet!).
3. Cümle: Ahmet’in dünkü işi camı kırmak oldu (belki önceki gün kitap
okumuştu).
4. Cümle: Ahmet camı herhangi bir zaman değil, dün kırdı (yarın kırması
gerekiyor olabilirdi).
5. Cümle: cam düne kadar sağlamdı, kırılmasının suçlusu ise Ahmet.
6. Cümle: camı Ahmet zaten kıracaktı, bunu dün yaptı.
Cümleyi oluşturan öğeler kesinlikle aynı kalırken (cam hep ‘i’ haliyle
“camı” olarak kaldı; fiil hep 3. Tekil şahıs, di’li geçmiş zamanda çekildi,
vb.) Sadece yerlerinin değişmesi cümlelerin anlamlarını da değiştirdi.
Her cümlede 0011, 0001′den daha fazla, 0111 bu ikisinden daha fazla, 1111
ise hepsinden daha fazla önem taşıdı. Anlamı belirleyen de zaten her bir
öğenin matematik değeri oldu. Kelimelerin statik anlamlar taşıdıkları
dillerde, zaman belirtecinin (dün) yeri değiştirilerek elde edilebilecek 2
çeşitlemenin dışında diğer anlamları vermek için kip değiştirmek (edilgen
kip – passive mode kullanmak) veya araya açıklayıcı başka kelimeler eklemek
gerekir. Türkçe konuşanlar ise her bir cümlenin diğerinden farkını derhal
anlarlar.
Matematik ile olan alışveriş yalnızca verilen örneklerle sınırlı değildir.
Türkçe’nin ne tarafı ele alınsa bu ilişki ile yüz, yüze gelinir. Türkçe’nin
bu özelliğini “insanlar kendilerine ulaşan mesajları nasıl anlarlar? Bunun
kullanılan dil ile bir ilgisi var mıdır? Bir Fransız, bir İngiliz, bir Türk
aynı mesajı kendi ana dillerinde alsalar, birbirleri ile aynı şekilde mi,
yoksa farklı mı algılarlar? Eğer dilin algılamayla ilgisi varsa, işin içine
bir dil karışmadığı yani sözgelimi bir pantomim gösterisi izlenir veya
üzerinde hiç yazı olmayan bir afişe bakılırken, dil ile ilgili bu
alışkanlıklar nasıl etki ederler?” türünden sorulara yanıt ararken fark
ettim. Bu özellik konuya ilgi ve sabırla yaklaşıp bakmayı bilen herkesin
görebileceği kadar açık. O nedenle, bu güne kadar kesinlikle başkaları
tarafından da görülmüş olmalı. “Türkçe çok lastikli, nereye çeksen oraya
gidiyor” diyenler de aslında, hayal meyal bu özelliği fark eder gibi olup,
ne olduğunu tam adlandıramayanlardır. Türkçe teknik açıdan mükemmel bir
dildir.
Bu mükemmelliğin nedeni matematik ile olan iç içeliktir. Keza, ne yazık ki
Türkçe’nin, bu dili konuşanlara kurduğu tuzak da buradadır. Kentli-köylü,
eğitimli-eğitimsiz, doğulu-batılı, vb. kültür çatışmaları dünyanın her
yerinde vardır. Gene dünyanın her yerinde iyi, kötü işleyen bir
“asimilasyon” ve/veya “adaptasyon! ” süreci bu çatışmayı kendi içinde bir
takım sentezlere götürür. Türkiye bu açıdan dünya genelinin biraz
dışındadır. Bizde “asimilasyon” ve/veya “adaptasyon” süreci ya hiç çalışmaz,
ya da akıl almaz bir yavaşlıkta çalışır. Sorun, başka sebeplerin yanı sıra
kullandığımız dilden de kaynaklanmaktadır. Düşünme, kendi kendine sözsüz
konuşma olarak kabul edilirse (bence öyledir), anadilin kişilerin düşünce
yapısı üzerinde etkili olduğunu da kabul etmek gerekir; insanlar kendi
anadillerinde düşünürler. Türklerin büyük paradoksu işte buradadır. Teknik
açıdan mükemmel bir dil olan Türkçe, kendi dışımızdaki dünyayı kendimizce
değiştirmeden, olduğu gibi algılamaktaki en büyük engelimizi
oluşturmaktadır.
Örneğin, Türkiye dışına yabancı işçi olarak giden ilk nesil gerek
bulundukları ülkenin dilini öğrenme, gerekse oradaki yaşam biçimine ayak
uydurma konusunda muhteşem bir direniş gösterdiler. Bu direnişin boyutları o
denli büyük oldu ki, başka hiç bir diasporada gözlenmeyen gelişmeler
yaşandı. Türk diasporası, gettolaşıp kendi kültürünü gene kendi içine
kapanık bir çevrede yaşayacak yerde, kendi kültür kurumlarını o ülkeye ithal
etti. Asimile olmaya en dirençli kültürlerden biri kabul edilen İspanyollar,
gittikleri yere sadece gazetelerini ve bazen de radyolarını taşımakla
yetinirken; Türklerin bunlara ek olarak (hem de birden çok) televizyon
kanalları ve hatta kendi fast-food’ları (lahmacun, döner, vb.) oldu.
Bunları başaran insanların yeteneksiz olduklarına, dil öğrenmeyi de bu
yeteneksizlikleri yüzünden beceremediklerine hükmetmek en azından adil ve
gerçekçi olamaz. Keza, böylesine önemli bir kültür direnişi gösterenlerin,
orada doğan çocuklarını eğitirlerken, bunca sahip çıktıkları kültürlerini
göz ardı etmiş olmaları da düşünülemez. Ancak gözlemlenen o ki, orada doğan
ikinci nesil, gene sözgelimi İspanyollar arasında hiç görülmediği kadar
hızla asimile oldu. Bunun nedenini evdeki Türkçe’nin yanısıra okulda
öğrenilen ve ev dışında yaşanan, o ülkenin dili faktöründe aramak çok
yanıltıcı olmayacaktır.
Biz Türkler, konuşmayı öğrenirken (tıpkı sick, ill, patient örneğinde olduğu
gibi) farklı durumların farklı kavramlar oluşturduğunu, bu farklı
kavramların da farklı adları olması gerektiğini öğrenmeyiz. Aynı adı taşıyan
farklı kavramları birbirinden ayırmaya yarayacak sezgisel
(sezgisel=doğal=matematiksel) yöntemin kurallarını öğrenmeye başlarız.
Sezgiselliğe şartlanmış beyinler ise dış dünyayı hiçbir değişikliğe
uğratmadan, olduğu gibi algılamayı bilemediklerinden, bildikleri tek yönteme
yani kendilerince anlam çıkarsamaya veya başka bir ifadeyle “sezdikleri gibi
algılamaya” yönelirler.
Algıladıkları kavramların tümü kendi çıkarsamaları doğrultusunda şekillenmiş
olan, kendilerince tanımlanmış bir dünyada yaşayan insanlara ulaşan
mesajlardaki kodlar ne kadar “herkesçe bir örnek” algılanabilir? Üzerinde
emek harcanmaya değer temel sorulardan biri budur. Bu sorunun yanıtı
belirginleştikçe, neden batıdaki sistemlerin bir türlü Türkiye’de
oluşturulamadığı sorusunun yanıtı da belirginlik kazanabilir.
Türkçe’nin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan bu özel durum kuşkusuz tüm
iletişim alanları için geçerlidir. Yunus Emre’nin okuması, yazması olmayan
göçebe Türkmen boyları arasında 700 yıl boyunca bir nesilden diğerine büyük
bir sadakatle, sözlü kültür ürünü olarak aktarılmasının ardında Türkçe’nin
sezgiselliğini sonuna kadar kullanmadaki becerisi vardır. Tanzimat aydınları
ve Cumhuriyet aydınlarının bir türlü geniş kitlelere seslerini
duyuramamalarının nedeni de gene aynı denklemin içinde aranmalıdır. Fransız
gibi, Alman gibi düşünmeyi öğrenenler, meramlarını anlatırken bunu yeni
öğrendikleri düşünce sistematiği içinde yapmaya kalkışmış ve Türk gibi
anlatmayı becerememiş olduklarından başarısız kalmışlardır.
Mesajlar sadece algılanabildikleri kadar etkili olurlar. Mesajları
üretenlerin kendi konularına ne kadar hakim oldukları mesajın bütünlüğü
açısından önemlidir ama, hitap edilen kişilerin kendilerine yönelen
mesajları nasıl algıladıkları her şeyden daha önemlidir.
http://ddi.ce.itu.edu.tr/turkce/turkce-nin-matematigi
AFYONKARAHİSARLILAŞTIRAMADIKLARIMIZDAN MISINIZ?
Çoğunu kullanmadığımız ” saklı bir güç” Türkçe. Kullanıldıkça ortaya çıkan
bir define âdeta. Dilimiz, “saklı güç” ünü, “kinetik bir erke”ye
dönüştürecek kalemler arıyor. Tarihî derinliğine karşılık “kullanım
yoğunluğu”nun sığlığı bir çelişkidir.
Türkçenin gücü, onun doğurgan özelliğidir. Geçenlerde henüz yedi aydır
Türkçe öğrenmekte olan Tanzanyalı bir öğrencim kara tahtanın başına geldi ve
beni şaşırtan şu kelimeyi yazdı:
AFYONKARAHİSARLILAŞTIRAMADIKLARIMIZDANMISINIZ ?
Bu ibare tek kelimeden ibaret bir cümledir. Bir yabancı için çok çok
şaşırtıcı bir faklılıktır bu. Ben ” İngilizcede böyle bir ifade için birkaç
cümle gerekir” deyince Tanzanyalı İsa, “Ne birkaç cümle Hocam birkaç
paragraf gerekir” deyiverdi.
İşte cümlenin anlam oluşturucuları, böyle iç içe geçmiş bir “dil evreni”
dir. Yukarıdaki bir kelimelik Türkçe cümlenin anlam çözümlemesini basit
olarak şöyle yapabiliriz:
1. Bu cümlede Türkiye’nin şehirlerinden biri olan Afyonkarahisar var. Yani
cümlenin anlam tabanı birleşik kelime hâlinde biçimlenen bir şehirdir.
2. Birilerini, bu şehirden olmadıkları hâlde bu şehirden birileri hâline
getirmek isteyen ama bunu birçok kişide denediği halde başaramayan bir(ler)i
var.
3. Afyonkarahisarlı : Nüfus kaydı bu şehre ait insan.
4. Afyonkarahisar+lı+laş-mak: Nüfus kaydı ve yaşadığı yer bu şehir olmadığı
hâlde bu şehirden biri hâline gelmek.
5. Afyonkarahisarlılaş+tır+mak : Bunun, birinin kendi kendine dileği değil
de başkası tarafından (muhtemelen zorlayarak ya da ikna yoluyla) yapılması.
6. Afyonkarahisarlılaştır-ama-mak : Birini Afyonkarahisarlılaştımak
niyetinde olan birinin, buna gücünün yetmemesi (yetersizlik kavramı).
7. Afyonkarahisarlılaştırama+dıklarımız : Böyle bir niyetin başkaları
üzerinde denenmesi.
8. Afyonkarahisarlılaştıramadıklarımız+dan: Bunların içinden birini seçerek
yargının soruya hazırlanması.
9. Afyonkarahisarlılaştıramadıklarımızdan mısınız? bütün bu süreçlerin,
birinin şahsında soru hâline getirilip duyurulması.
Türkçe’nin bu doğurganlık özelliğini onun atomik gücü olarak da görebiliriz.
Türkçede kelime sayısının, az olduğunu söyletip bundan dilimiz aleyhine
sonuç çıkarmak isteyenlerin anlamadıkları şey işte bu “atomik” ve
”saklı:potansiyel” güçtür.__
A Mathematical Modeling on Turkish
Source: visioneurope.com.
“Victor Hugo” wrote his poems by using 40,000 words. Yet, it is a common
view that novels of Yasar Kemal, who uses Turkish profusely, don’t have more
than 3,500 words. This view is correct because it is true that Turkish
contains fewer words than French does. Moreover, it should have fewer words
compared to English, German, or Spanish. However, this doesn’t mean that
Turkish is a poor language because it can tell a lot with fewer words.
Having more words is harmless, but it isn’t necessary.
When those who translate from other languages to Turkish check a dictionary,
they see the same Turkish word for the corresponding foreign words that have
small differences in meaning. At first, this may seem as an inadequacy.
However, it is not, because the languages aforementioned are based on
learning the static meanings of the words, while Turkish is based on finding
out these meanings, that is to say, based on dynamic explanation. In
Turkish, positions of the words in a sentence define the meanings, not their
meanings in a dictionary. At this point, one can even argue that
dictionaries contain only necessary Turkish words as a reference and Turkish
contain countless number of words.
In an English-Turkish dictionary, the word “hasta” corresponds to “sick,”
“ill,” and “patient.” So, it would be correct to say that English contained
thrice more words than Turkish. However, it isn’t correct to say Turkish
cannot emphasize the differences in meaning of these words. Anybody who
speaks Turkish immediately understands the differences between “doktor
falanca beyin hastasi olmak (to be a patient of Dr. so-and-so),” “böbrek
hastasi olmak (to be a kidney patient),” “Internet hastasi olmak (to be
addicted to internet),” and “filanca sarkinin hastasi olmak (to be fond of a
song so-and-so.)” It isn’t that hard to see how this happens. We can write
the following equations and numbers and then, sum them up.
3 + 5 =
12 + 5 =
38 + 5 =
Although all equations contain “+ 5”, the results are different. Then, the
same is true for Turkish as well: Although all sentences mentioned above
contain the verb “hastasi olmak”, the results (i.e., meanings) will be
different. The fact that Turkish does more with less tools lies in
mathematics. In mathematics, you can do infinite number of processes with 15
mathematical symbols: ten digits (0-9), four mathematical operators (plus,
minus, multiply, and divide), and one decimal point. Turkish has the same
characteristics. Turkish is more than a language based on mathematics; it is
almost the mathematics itself in disguise.
When you learn how to make a word plural or how to change the mood/tense of
a verb in Turkish, it means that you will know plural forms of the words
that were forgotten 300 years ago, or moods/tenses of the verbs yet unknown
and that will enter into Turkish language in 5 years. This is the same as
when you learn how to solve an equation with two unknowns: you learn to
solve not only equations where x = 6 and y = 23, but all equations with the
same polynomial degree. However, for example, in English, “do” becomes “did”
whereas “go” changes to “went.” It is the same for the plural suffixes:
“foot” becomes “feet”, “boot” changes to “boots” not to “beet.” There is no
logic or rule behind this; you have to memorize them.
In Turkish, however, you need to learn the dynamic rules instead of
memorizing the static words. There is almost no exception. There are some
minor exceptions such as the fruit name for apple turned to “elma” although
it should have been “alma” because of the vowel harmony rule in Turkish.
Rules are so certain and powerful that it is almost hard to believe that
inventors of Turkish are Turks.
At this point, it will be helpful to formulate aforementioned subject to
concretize the relation between mathematics and Turkish. The easiest way to
do is to use the binary number system, which uses only zeroes and ones to
represent numbers. In the following examples, “1” means “exists” and “0”
means “does not exist.”
Root of Plural Word Suffix Mathematical Expression
Ev 1.0 (House)
Ev -ler 1.1 (Houses)
-ler 0.1 (plural suffix)
Let’s assume that all of the words in Turkish consist of two bits (in the
following examples, number of the bits will increase). All singular words
are represented as 1.0 (i.e., only the root of the word exists), and all
plural words are represented as 1.1 (i.e., both root and plural suffix
exist). In addition to the fact that this rule never changes, it is so
powerful that you can even say plural of a non-existing word (i.e., 0.1),
which you can’t do in another language. When a person says only “-ler” to
another in Turkish, the answer would be something like “OK, I understand
‘-ler’, but what ‘-ler’?” It is obvious that something plural is being said,
but it isn’t clear what word.
EMPHASIS ADJECTIVE ROOT DE-EMPHASIS MATHEMATICAL EXPRESSION
kirmizi 0.1.0 (red)
kip kirmizi 1.1.0 (very red)
kirmizi msi 0.1.1 (reddish)
kip kirmizi msi 1.1.1 (very reddish)
The rule, which helps emphasize or de-emphasize the meaning of the
adjectives, also never changes in Turkish. Furthermore, you can generate
both emphasized and de-emphasized odd adjectives that complies with this
rule, but don’t exist in the dictionary. For instance, “Günes
dogma[z]dan[sic] önce ufuk kipkirmizimsi (kip+kirmizi+msi [1.1.1]) bir renk
aldi (The horizon changed to a very reddish color before the sunrise).”
Everybody will understand what that adjective means, because this
adjective-generated-on-the-go complies with this rule that everybody knows
very well although it doesn’t exist in the dictionary.
This situation isn’t so different in verb moods as well. We are constrained
to use groups of 3 bits for moods and groups of 2 bits for tenses. Multi-bit
groups will express the following:
011 = I
010 = you
000 = s/he, it
111 = we
110 = you
100 = them
————-
00 = present tense
11 = present continuous tense
10 = future tense
01 = past tense
ROOT ABILITY NEGATIVE TENSE PAST INFERENTIAL PERSON MATHEMATICAL EXP.
oku (y)abil di m 1.1.0.01.0.0.011
oku (y)a ma z mis sin 1.1.1.00.0.1.010
gel me (y)ecek ti 1.0.1.10.1.0.000
git me di k 1.0.1.01.0.0.111
sasir abil ecek ti niz 1.1.0.10.1.0.110
bil (i)yor lar 1.0.0.11.0.0.100
In the above table, the set related to the tense could be made 3 bits and
past tense could be categorized “simple past tense (-di)” and “inferential
past tense (-mis),” or you could add another bit for interrogative suffix,
or you could also add imperative and conditional moods into this
combination, but the result would be the same.
The order of the elements (object, subject, verb, etc.) in a sentence is
also not random. The order in Turkish sentences gradually increases. The
entire emphasis is on the verb, which is the last element in a sentence. The
importance of other elements is based on the distance of these elements to
the verb. The closer the element is to the verb, the more important it is
(i.e., emphasized). From the mathematical perspective, every element in the
sentence has a mathematical value made of as many digit as the number of the
elements in the sentence. The sentence “Dün Ahmet cami kirdi (Yesterday,
Ahmet broke the window).” has 4 elements. Therefore, every element will have
a 4-digit value; the first element will have the lowest value and the last
element will have the highest value.
SENTENCE MATHEMATICAL EXPRESSION MATHEMATICAL EXPRESSION MATHEMATICAL
EXPRESSION MATHEMATICAL EXPRESSION
0001 0011 0111 1111
1 Dün Ahmet cami kirdi.
2 Dün cami Ahmet kirdi.
3 Ahmet dün cami kirdi.
4 Ahmet cami dün kirdi.
5 Cami dün Ahmet kirdi.
6 Cami Ahmet dün kirdi.
Now, let’s examine every sentence in the table above:
1st sentence: Yesterday, Ahmet did something and that something was his
breaking the window.
2nd sentence: The person who broke the window yesterday was Ahmet (guilty
party is Ahmet!)
3rd sentence: The thing that Ahmet did yesterday was breaking the window
(perhaps he had read a book the other day.)
4th sentence: Ahmet broke the window yesterday, not some other time (maybe
he would break it tomorrow.)
5th sentence: The window was fine until yesterday, it is broken because of
Ahmet.
6th sentence: Ahmet would probably break the window anyway. However, he did
it “yesterday.”
While the elements in the sentence didn’t change (‘cam’ was always ‘cami’,
i.e., with its direct object and definite case suffix -i; the verb was
always in third person, and in simple past tense (-di), etc.), the change in
their position changed the meaning of the corresponding sentences. In every
sentence, 0011 had more importance than 0001, 0111 had more importance than
those two, and 1111 had more importance than all of others. What determined
the meaning was the mathematical value of each element.
In languages where the words have static meaning, you need to change the
mood (passive mode) or put other clarifying words to give meanings other
than the two variations that can be obtained only by changing the position
of the adverb (dün = yesterday). Those who speak Turkish will immediately
understand the differences between sentences.
This exchange with mathematics isn’t limited to the examples given above.
One can encounter this relation anywhere in Turkish.
I realized this characteristic of Turkish when I was seeking answers for
questions such as “How do people understand the messages conveyed to them?”;
“Is this related to the spoken language?”; “If a French person, an English
person, and a Turkish person receive the same message in their own
languages, do they perceive it differently or in the same way?”; and “If the
language is related to perception and when you exclude the language, for
example when one watches a pantomime show or when one looks a poster with
nothing written on it, how do these habits affect the language?” This
characteristic is very clear when one approaches to the subject with
patience and interest. Other people must have seen these characteristics as
well. Actually, those who say, “Turkish is very elastic language; it
stretches to wherever you pull” vaguely realize it, but couldn’t completely
name it.
Turkish is an excellent language from the technical perspective, because it
is blended with mathematics. Unfortunately, this is also where Turkish sets
a trap for its speakers.
Cultural clashes such as “city-dweller vs. villager,” “educated vs.
uneducated,” and “eastern vs. western,” can occur anywhere in the world.
Also, a process of “assimilation” and/or “adaptation”, which generally works
everywhere in the world, synthesizes these clashes within. Turkey is a
little bit out of this generalization. This process either doesn’t work for
us or works unbelievably slow. The problem arises from the language we speak
as well as other reasons. If one accepts the thinking as
“talking-to-oneself-without-words,” (to which I agree myself) one can argue
that native language affects how people think; people think in their native
language. This is the biggest paradox for Turkish people. Turkish, which is
an excellent language from the technical perspective, is the biggest
obstacle for us to perceive the outside world as is.
For instance, the first generation of workers from Turkey to foreign
countries showed exemplary resistance to learning the new language or
adapting the way of life in those countries. This resistance was so powerful
that there were developments that you could never see in any other Diaspora.
Turkish Diaspora exported its own cultural establishments to that country
instead of getting ghettoized and being stuck in their own circle. While
Spaniards, who are the most resisting culture for assimilation, only brought
their newspapers or radios to the country they migrated, Turks had all these
things plus their own TV channels and their own fast food (lahmacun, döner,
etc.) It isn’t fair and realistic to conclude that those people who achieved
these things were incompetent and couldn’t achieve the adaptation because of
incompetence. Furthermore, it is almost impossible to think that those who
showed this much cultural resistance will ignore their own culture, which
they deeply protect, when they educate their children who were born in that
country. However, it is also observed that the second generation Turks, who
were born abroad, assimilated more rapidly than Spaniards. It wouldn’t be
misleading to think that one of the factors behind this assimilation is the
language of that country, which is taught in schools and spoken outside of
the house, as well as the Turkish language spoken at home.
When we, Turks, learn to how talk, we don’t learn that different
circumstances create different concepts (like in the example of “sick, ill,
and patient”) and that different concepts should have different names. We
start learning the rules of intuitional methods (intuitional => natural =>
mathematical) that help distinguishing different concepts having the same
name. Brains conditioned to be intuitional are inclined to choose one
method: inferring it in their own way; in other words, “perceiving as they
intuit,” for they don’t know how to perceive the outside world as is.
How can the codes in the messages conveyed to people, whose perceptions have
been formed based on their own inference and who live in their own
subjectively defined world, be perceived by everybody in the same way? This
is one of the basic questions worth finding an answer. As the answer to this
question becomes more prominent, it can also be explained why western
systems couldn’t find roots in Turkey.
This special situation, which is the result of Turkish’s own dynamics, is
surely valid for all verbal communication areas. Turkish is very successful
in using intuitionalism to its fullest. It is this skillfulness that was
behind to the devoted narration of “Yunus Emre” as a product of oral
literature among illiterate nomad Turkic tribes from one generation to
another for 700 years. We should also seek answers for why the intellectuals
of Tanzimat and First Republic periods in Turkey couldn’t reach to larger
masses. Those who learn to think like a German or French person fail,
because they try to express themselves in this new way of thinking, and they
can’t explain things like a Turkish person will do.
Messages are as effective as they are perceived. From the perspective of
message’s integrity, it is important how much those who produce messages
know their subject. However, it is more important how people being addressed
perceive the messages conveyed to them.
Translated By Pelin Bali.