DÜDÜK ÇALDI ; KAYBETTİN USTA!…MAÇ BİTTİ!..

Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci – DENİZLİ
mehmethalilarik@gmail.com
31 Ekim 2012

DÜDÜK ÇALDI;
KAYBETTİN USTA!…
MAÇ BİTTİ!..

Uzatma. Kaybettin usta…

Yıl 2012, Ekim 29, Günlerden Pazartesi…
Terk etme günü-saati dakikası geldi..
89 Yıl önce bu gün; birileri daha kaybetmişti…
Neylersin; tarih tekerrürde!..

Düdük çaldı işte!..

Kurdurduğun barikatlar da yıkıldı…
Yıkılan bir barikat zafere delil olmaz deme… Aldanırsın.
Bilmelisin ki, bu; barikat yıkılmasından öte, halkın vazgeçilmez değerlerine sahip çıkma iradesinin göstergesidir. “Azim ve kakarlılığının” süregelen aşamasının yeniden dirençle yaşama taşınmasıdır.. .

Çevren de boşalmakta… “Kardeşimiz” namıyla takdim edip, pür hiddet isteklisi olduğun makamı, hibe etmekten çekinmediğin biraderin bile, artık emirlerin üzerine emirler koyar olmuş!.. Yarın hiç kimse kalmayacak çevrende…

Göbekten bağlıların, bağları kesilince, birey oluverirler, tebaa’lıktan kurtulup…

Gönüllü gidecek tek kulu bile kalmaz çevresinde, en yüce padişahların… düşerken!..

Örneği çok meraklısına tarih sayfalarında.. Örneğin biri bizden olsun hadi…

28 günlük bir süre geçmişti henüz; %94 oyla, Bayan Çavuşesku’nun tekrar first lady oluşunun üzerinden; kendisini kurşuna dizen askerlere “ben sizin ana’nızım” diyerek dile geldiğinde.

Ve milyonlarca oy verenlerinden bir tek kişi bile yoktu çevresinde, Baba ve Ana Çavuşesku’ların o trajik anlarında..

Acımasız tarih; bir “yazık” bile yazmadı mezar taşlarına…

“İyi görmeli insan sonun başlangıcını… At gözlüğü gibidir ihtiras. Perdeler, görünmez eder çevreyi…”

Özü iyi kavranmalı bu veciz sözün.

İşte bu ihtiras perdesi,“görmez” etti seni… Göremedin gerçekleri..
Hep kazandın sandın..

Oysa kazançta değildin. Hep kayıptı seninkisi..

Kaybede kaybede geldin bu noktaya…

Ülkenin değerlerini kaybettin… Kurumlarını… Komşularını… Dostluklarını… ve anayasalarla dokunulmaz kılınan değerlerini..
Kaybederken de, kaybettirdin hep!..

*En önemlisi; ülkede “biz” olmayı kaybettirdin!..

Devletin valileri, valin, bakanları bakanın, Genel Kurmay Başkanı bile, senin başkanın oldu… MİT’de senin, emniyet de… Muhtarlara kadar indi bu aidiyet..

Hukuku bile kendinin kıldın… Hukuka talimat verdiğini itiraf ederken bile neleri kaybettiğini ve kaybettirdiğini dikkate almadın…

Çevren aldattı seni. Tıpkı sen kendini aldattığın gibi.. Aldanmaya hazırdın çünkü!..

Bir tac yetti sana!.. Çoğunluğu, çoğulculuğa tercih ettin!..

Sana göre; senin olmayan senden değildi…

Öyle büyüktü ki başına konan zaferin tacı; fark edemedin; tacın gözlerini kör edecek kadar kapattığını…

Ayrıca, tacının, sana çok yakıştığına inandırdı çevren de seni..

Karizmatik koydu adını…

Tatlıydı çünkü tacın ve tahtın sağladığı olanaklar… itibar, yücelik duygusu… erk!..

Hele ki parasal olanaklar… Soranı olmadı, erzak torbalarının bile hesabını…

Sordurtmadın… Sorgulatmadın. Hadi sorgulamayan, ya cahildir ya korkak da… sorgulatmayanın sıfatı nedir!?.. Sen üşünmedin bile…
Ama bizler biliyorduk o sıfatın ne olduğunu.

*Cep fenerlerinin ışığı yetmiyordu aydınlatılmaya, deniz fenerlerinin karanlıklarını…

Diz büken, gerdan kıran, çıkar uman ya da korkan… kurum, kişi, cemaat, vakıf, dernek, amir, memur, bürokrat ve bilcümle toplumsal eleman, sayıca arttıkça, bir basamak… bir basamak daha yüceldiğini-yükseldiğini sandın…

Erkine yeni erkler, çevrene yeni halkalar, oğula yeni arılar eklendiğini sandın!..

Bilemedin; arıların kuru dallara, yapay çiçeklere üşüşmeyeceğini.. Ya dallar kurursa, ya çiçekler bir gün solarsa demedin..

Kadim dost bildin onları… hep yanında olacaklarını sandın..

Anladıklarında, uzun süre dizinin dibinde kalmayacaklarını, gemilerini kurtarmak adına yeni limanlar arayacaklarını.. Düşünemedin.

Trenden atma tehditlerinin bile günün birinde işe yaramayacağını hesap edemedin…

İşte sönmeye başladı mumlar… Dağılmaya başladı arılar… Yapay güllerin, çiçeklerin farkına vardılar.. Ya da devamında, ikbal ve istikbal tehlikesi görmeye başladılar..

Köşelerindeki “dünkü” ve “bugünkü” ahkamlarını kıyaslayın yeter; yağmurda beraber ıslanıp, aynı sudan içtiklerinizin aynı yoldan beraber geçtiklerinizin… Göreceksin farkı…

Gelmeye başladı her yerden düdük sesleri… Kaybettin usta!…

*Şöyle bir göz ucuyla saydır, “ağlama-bağlama bakanına “yetmez ama evet’çilerden” bile kaç fire verdiğini…

“Çok ayıbımız var” diye başlıyor söze, mesela, içlerinden biri.. “Ayıp …Cumhuriyet Bayramı törenlerinin iktidar tarafından yasaklanmış olması” diye devam ediyor.. (H.Cemal)

Bakmayın “çok ayıbımız var diye sahiplenmişlik nezaketine.. o nazikçe(!) beklide korkudan söylenmiş ifadeyi “çok ayıbınız var” şeklinde algılayın. Cuk oturur cümle yerine.

Bir diğeri; bir başka açıdan yükleniyor… “Vicdansız sıfatıyla tarihe kaydolmayı hiç kimse istemez…Üstelik bugünkü yöneticilerin bu sıfatı asla hak etmemeleri gerekir.” (C.Çandar) diyerek, eksikliği duyulan kavramın gözüne gözüne vuruyor köşesinden…

*Anayasal haktır…Kimin neyi nerede kutlayacağı izinle ve yasakla belirlenmez diyor A.Altan.

“Demek ki; Vali’nin inisiyatifini kullanması ve yürüyüşün başladığında yasakların kaldırılması doğru olurdu” diyor, ders verir gibi Cumhuriyet yürüyüşünden bahisle M.Barlas.

Hele birisi daha var ki; tüm biat ve sadakat bağlarından kurtulmuş da; sanki, meydan okurcasına-ders verme faslına ermiş. M.Baransu)

“İktidarın surunda da delik açılmış durumda. Bu iktidar için büyük bir tehlike. Bir yıl önce bu noktaya geleceği tahmin edilmeyen iktidar ve seçmen, iki yıl sonra çok farklı bir tablo önümüze koyabilir.” “İktidar hatalarını bu süreçte görebilir mi bilemiyorum. Bundan emin de değilim. Sıkışmışlıktan kurtulması imkânsıza yakın gibi…”

Uyarı mı; tehdit mi… öngörü mü!?..“ayağını denk al” mahiyetinde bir yandaş tavsiyesi mi!?.. Kopmuşluk” mu!?..

*Sende mi Brütüs diyeceğin o kadar çokları türedi ki!..

Kaybetmişliğini burdan anla!..

Bir-iki değil ki; her köşeden geliyor artık, düdük sesleri…
İşte bir diğeri..

“Bazı suçlamaların, iftiraların, yaftaların miadı doldu.Ergenekon, türban mağduriyeti, cezaevi mağduriyeti, ulusalcı aşağılaması, darbeci yaftası.. ileri demokrasi… artık tutmuyor. Seçilmişler vesayetinin atanmışlar vesayeti kadar kötü olabileceğini gördük” diyor E.Özkök

Yeterli mi örnekler bilmem..

Hadi birini daha verelim de daha sırada çoklarının varlığına kanıt olsun..
Önder Aytaç’ın sesinden dinle…Hem de tıpkı aktarımla…
“‘…Hükümet, adalet ve asayiş demektir. Bunların bulunmadığı bir yerde hükümetin varlığından söz edilemez.” Devam ediyor; Önder Aytaç..

“Hükümet bir değirmene benzetilecek olursa, çıkardığı un, nizam, huzur ve emniyettir. Bunları çıkarmayan bir değirmen ise, kuru bir gürültüden
ibarettir ve hep hava üretir …”

“Hükümet çıkardığı ve çıkaracağı yeni yargı paketleri ile maalesef ki sadece kendi topuğuna sıkmamakta, bütün Anadolu’nun da geleceğini sanki karartmakta mıdır? Ve hatta bazen çok endişe duyuyorum.
Bu ülke… parçalanılmak mı istenmektedir?”

Parçalanmanın kimin eliyle gerçekleşeceği endişesinden de söz ediliyor yazıda ayrıca!.

*Bilemedin… Zafer sarhoşluğu alkolden beterdir!..

Ülke nüfusunun tamamını kucaklamaktan söz ederdin fırsat buldukça. Bilemedi halk bu kucaklamanın, devleti devlet yapan, yönetimi demokratik kılan kurumların, yetkileriyle birlikte tek kucakta toplama arzusunun histeri çığlığı olduğunu…Ama bildi şimdi.. Bilince gücü yeter halkın…düdük çalmaya da; barikatları yıkmaya da..İşte çaldı!..

Bayramına sahip çıkmak adına sokaklara dökülen milyonları terörist ilan ettiğin an; düşüşün; yumuşak iniş olmaktan çıkıp; kapaklanmaya dönüştü!..

Zafer sarhoşluğuyla fes kapmak isteyenlerin dolduruşuna geldin usta!..

En yanlış adımlarını bile övgüye değer bulmaktaydı, fes kapmacılar!.. İnandın…

Ve bu inancı iman itaat, biat sandın.

Ve bu gün her günkinden daha öfkelisin; çünkü farkına varmaktasın çok şeylerin…

Öfken, yanlışın hazmedilemeyişinden,!..
Öfkeyle hep kazandığını sanırken…
Demokrasiye çok şeyler kaybettirdin,

Öfkeyi hitabete sanat kılarken de öyle… İnadına, kanunlar, kararnameler üretirken de… Özgürlük adına, öfkeye kapılıp; özgürlüklerin önünü keserken de…

Olmayanı bile “ileri” ambalajıyla halka pazarlarken neleri kaybettirdiğinin farkında değildin!..
Belki de farkındaydın da görevin bunu gerektirmekteydi!..
Her sözünle her eyleminle kaybettirmektesin usta!…

Gönüller umutlarla birlikte kırıldı. Sadece gönüller değildi kırılan…Onurlarda aldı nasibini!..
Her kırılandan muhalefeti sorumlu tuttun… çevrendeki “fesçi” takımın desteğiyle…
Biraz da böyledir bizim toplumumuz… Kaynanaya kızamayınca geline yüklenir suç!
Seni suçlayamayanların muhalefete yönelmeleri de bundandır. Etik mi sence?…

Menfaatleri makam yaptın. Onu yüksekte tutanlar yükseldiklerini sandılar seninle beraber..
Oysa asıl yücelenler, çıkarları ayaklar altına alabilenlerdi..
Bunu göremedin yada görmezlikten geldin..
Göremedikçe de kaybettin!..

Kazançlarını; kaybettirme üzerine kurup planlamıştın..
Oysa her kaybettirdiğin değer bir bedelle kazanılmıştı…
Kazanırken ödenen bedel ise kandı, candı ve en çok da emekti!..

Her kazancın kayıp demekti… halk için!..
Birlikten, dirlikten, kardeşlikten ödün vermek demekti!..
Kaybettirdin hep. Galibiyetini kaybettirebildiklerin üzerine kurdun.
Kazanmadın; kazandırmadın… Geçmişini harcadın devraldığın mirasın.

Erzak torbalarını kazanç sandı halk…
Takiyyeleri dindarlık sandığı gibi; %50’nin.
Kaybettirenin kazandırmışlığı olur mu hiç!?..
Olmadı da!..

Aldanmışlığı kazanç saydın hep!..
Aldatmayı başarı saydığın gibi…

Hep kaybedenlerin, kazanacakları olabilir mi sen kaldıkça?..
Bak!… köşesinden çoook uzaklarda tutuluyor olsa da; nasıl koymuş teşhisi.. yazar:

“… parti kin gütmüyor; ama.. kin; partiyi güdüyor!..
Böyle bir partinin de düşmana ihtiyacı yoktur!” diyor.

This entry was posted in EMPERYALİZM, Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *