ARŞİV SANDIĞINDAN * Yakın siyasi gündem *** AKP rejimi tarikat- cemaat biçiminde kamufüle edilen bir çeteler cephesidir.

Aşağıdaki yazı, Entegrasyon Komitesi İsviçre-Vevey adına sayın Bedri Engin tarafından gönderilmiştir.

AKP rejimi tarikat- cemaat biçiminde kamufüle edilen bir çeteler cephesidir.

Türkiye’ de İktidar erkinin yeni ortakları olan tarikatlar, çete kültürünün en üst biçimini temsil ediyorlar. Türkiye çetelerden arınma değil, onların en gelişmiş biçimince yönetiliyor.

AKP rejiminin temel direklerini oluşturan Nakşibendiciler- Nurcular-Fetullahçılar- Süleymancılar ve 12 Eylül cuntacıları Türk İslam sentezinin etrafında kenetlenerek kadrolaşmalarını tamamladılar. Tarikatlar koalisyonundan başka bir şey olmayan AKP’ de hangi bakanın hangi tarikata mensup olması gerektiği, önce dergahlarda konuşulur. Kabinenin yüzde 64′ü, Nakşibendi tarikatının sertlik-yayılmacı yanlıları diye adlandırılan Dergâhları’na mensup. Tayyip Erdoğan da aynı dergâha bağlı. Yüzde 11′sı Nurcu.

AKP rejimi tarikat- cemaat biçiminde kamufüle edilen bir çeteler cephesidir. Fethullahçılardan, Milli Görüş’e, Menzil grubundan Nakşibendilere, Türk Ocakları kökenlilerden Akıncılara, Ülkü Ocakları kökenlilerden Nizam-ı Alemcilere ve daha sayamadığımız bir sürü tarikat, tekke, ocak mensuplarına kadar ortak paydaları, milliyetçi-ırkçı, Türk-İslam sentezidir.

Mücahit Akıncıların pan-türkizm temelinde Libya ve şimdi de Suriye topraklarında aktif savaşa katılmaları, Fethullahçıların ve Nakşicilerin Müslüman kardeşler örgütleri ile birleşerek “dünyaya hakim olma” adına Arap rejimlerini kontrol yarışında illerleme göstermeleri, paramiliter İslamist örgütlenmelerin hızla artan faaliyetleri, Erdoğan’ın ve diğer tarikatların “ırkçı, milliyetçi, dinsel gericiliği” birleşince tehlike çanları daha da hızlı çalıyor.

Üst rutbeli subayların çark etmeleri, Türbanlı hatunların önünde süklüm büklüm olmaları tasadüfi değildir. 12 Eylül generallerinin ahlaksızca uydurduğu ve bugün tuhaf biçimde kendisini her alanda ifade eden sözde “ılımlı dindar Atatürk milliyetçiliği” aslında buz gibi ırksal ve dinsel bir omurga üzerinde duruyor: Türklük ve Sünni İslam!

1981 yılında askeri hükümetin Başbakanı Bülent Ulusu’nun Taif’deki İslam zirvesine katılarak, koruyucu İslam kuşağı oluşturulması amacıyla Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan ve Sudan ile kurulan sıcak ilişkiler ve hemen sonrasında A. Gül’ in Arap bankalarının başına getirilmesi bu sürecin hızlandırlmasına takabül eder. İslamiyet, devletin 12 Eylül temelinde gelişen ve dış dinamik tarafından kollanan ihtiyaçları doğrultusunda yeni bir politik içerikle ele alınıyordu.

Öncelikle körfezdeki petrol çıkarlarını düşünen ABD, Suudi Arabistan, Pakistan gibi otoriter rejimlerle yönetilen ancak “kanun dairesinde” hükmünü icra eden İslamcı devletleri destekliyordu. Bu çerçevede “Kanun Dairesinde İslam” Türkiye’de devlet politikası haline gelirken, 12 Eylül sonrası askeri iktidar tarafından yaygınlaştırılan, Rabıta, her köye bir cami, her Türk’ e bir imam, zorunlu din dersleri uygulamalarıyla, bütün güç tarikat ve kahraman mehmetçik ortaklığına veriliyordu.

12 Eylül’ de özellikle baskıcı tarikatlar-cemaatler darbeyi coşkuyla karşılıyorlardı. Askeri kanat tarafından korunan Fethullah Gülen’in ismi o zaman yeni duyulmuşken darbeyi desteklemek için bir sakınca olmadığının fetvasını veriyordu. Şimdiki cumhurbaşkanı A. Gül Hizbullah örgütüne bağlı olarak faaliyet gösteriyor ve 1982 lerde Askeriyenin çekirdek kadroları ile ilişkiye geçiyordu. Daha sonraları ise, cumhurbaşkanlığı ufukta görününce, ilkin Kenan Evren’ i ziyaret ediyordu.

Abdullah Gül, Nakşibendi şeyhi Seyyid Abdülhakim dergâhının uzantısı olarak tarikat-cemaat ilişkilerine katılmış ve generallerin adamı olarak Arap petrol dolarlarının transaksiyonlarını gözetleme fonksiyonunu da üstlenmişti. Gerek Millî Görüş hareketinde, gerekse Askeriye, MHP ve uluslararası Müslüman örgütlerle iyi ilişkileri olan bu şahsiyete mazbata verilmesi, örgütlü, planlı bir sürecin parçasıdır. Erdoğan’ın yerine Gül’ ün tercih edilmesinde, Gül’ ün Arap bankaları yoluyla, üst derece Türk general ve devlet yöneticilerinin, MİT ve ordu’nun Rabıta örgütü atrafından finanse edilmesinde de kilit rol oynamasıydı.

A. Gül, burada, yalnızca ABD ve Suudiler değil aynı zamanda çete kültürüne sahip Askeriyenin de güvenini alıyordu. Darbeden sonra Fethullah Gülen cemaatine bağlı Sızıntı Dergisi’nin başyazısında, “Ümidimizin tükendiği yerde Hızır gibi imdadımıza koşan Mehmeçik’e bir daha selam duruyoruz” demekle darbecilere selam durmuşlar. Böylece Türkiye’ nin dini çeteleri olan tarikatları darbeyi desteklemekle, hızla gelişme ve büyüme göstermişlerdir. 12 Eylül’ün en önemli ürünlerinden biri işte bu Türk İslam sentezidir.

Darbe sonrası siyasetten kültüre, eğitimden idari yapıya kadar her şey, her alan bu ideolojinin ekseninde biçimlendirilmiştir. AKP- Kemalist ordu ittifakı ile, Osmanlı Devleti’nin İslam ümmetçiliğine dayanan fetih ideolojisi yeniden diriltilmektedir. Bu nedenle AKP, ABD’nin desteğiyle içeride ve dışarıda İslam’ı ve Osmanlı mirasını sahiplenerek Sünni İslam ümmetçiliğin bölgede sözcülüğünü üstlenmiştir…

AKP iktidarının 3. döneminde Yeni Osmancılık siyasal ve toplumsal hayatın her alanında egemen olmaya başlamıştır. Artık Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş yıldönümleri kutlanmakta, Osmanlı’dan kalan etnik, kültürel ve dinsel gelenekler kutsanmaktadır. AKP kongrelerinde “Biz Osmanlıyız” marşları söylenmekte, Osmanlıca Arapça’nın yanında okullarda seçmeli ders olarak okutulmakta, İslam’ı ve Osmanlı’yı yücelten filmler, diziler, oyunlar, müzikler TRT ekranlarında boy göstermekte, otomobillerin camlarına, gümüş takılara, işyerlerinin duvarlarına kadar her yere Osmanlı tuğrası resmedilmektedir.

12 Eylül’den sonra Kemalizm yerine Türk-İslam Sentezi’nin resmi ideoloji haline gelmesi “yeni Osmanlıcılık” akımının yolunu açtı. Türk-İslam Sentezi’nin ana çerçevesi, Türklerin öncülüğünde “İslam birliğini kurmak, geliştirmek ve Osmanlı’dan miras olarak bu işlevi devir ve teslim almak, ahlak ve kültür öğelerini, uzun vadeli bir plan içinde din temeline dayalı” olarak biçimlendirilmişti.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden beri Türk-İslam sentezi ve bunun içerisinde de İslam’ın sadece bir kolu Hanefi mezhebi… Onun dışındakileri yok saymış ve insanlara ‘ancak benim size önereceğim din dindir’ baskısı yapmıştır.

Günümüzde hem dini hem de ırki düşünsel sentezin oluşturduğu Türk-İslam ideolojisinin Neo-Osmanlıcı zihniyetin örneğini, Türkiye’de 10 yıldan fazladır iktidar olan AKP hükümeti oluşturmaktadır. TC’nin kuruluşundan 2002′ye kadar sadece etnik Türkçülük ağırlıklı ırkçı bir hegemonya gerçekliği söz konusuydu. Bu hegemonik sürecin soykırım uygulamalarına en fazla maruz kalan bütün Anadolu halklarıdır.

Asker-polis sopasına dayalı jakoben rejimi, şimdi yerini Türk-İslam sentezinden oluşan Yeşilci Irkçılığa bıraktı. Yani AKP şahsında hegemonik sistem kendisini yenileyerek çağın koşullarına göre uyarladı. AKP, Türk devletinin kuruluş felsefesinin gereklerinden olan Anadolu ve Trakyada ki etnik temizlik sürecini yeniden canlandırıp sonuca götürme projesini yüklediği misyonla hareket ediyor.

Yeşil Türkçülük ideolojisi, Türkiye’de Türk-İslam sentezi biçiminde kendisini bir formasyona kavuşturdu. Bu örgütleme hızla 60′lı yıllardan sonra kendisini Türkiye’ye taşırarak modernizme karşı mücadele dernekleri biçiminde devlet destekli bir örgütlülüğe kavuşturdu. Gülen cemaatinin liderinin bu derneklerden birinin başı olduğu birçok kesim tarafından da biliniyor. Aynı zamanda bugün TC Başbakanı olan Tayyip Erdoğan’ın aynı anlayışı temsil eden Türk Milli Talebe Birliği geleneğinden geldiği de diğer önemli bir ayrıntıdır. 12 Eylül askeri cuntası da en çok bu Yeşil Türkçü ırkçı ideolojiye yaradı. Bu cemaat tipi örgütlemenin güçlenmesi için devletin tüm imkanları cunta lideri Evren tarafından seferber edildi

AKP, Türk-İslam Sentezini seçerken, bu sentezin Avrupa’ da varolan yöneticilerin zaaflarından en iyi faydalanma olanaklarını sağladığını, kendilerini temiz dindarlar olarak lanse eden onbinlerce tarikatçı kadronun, Avrupa kanunlarının en zayıf noktalarına dayanarak kendilerine güç sağlayacağını, Avrupa’nın şimdiki zayıf yöneticilerini din-iman-hümanizma adına ekarte edeceğini, aynen 1300-1450 yıllarındaki katolik ve ortodoks yöneticilerinin durumuna benzer bir duruma yol açacağını iyi biliyorlar.

Yığınlarla akın eden müslüman göçmenlerin taşıdıkları yıkıcı fonksiyon ‘din işleri’, insan hakları adı altında kamüfüle edilirerek, ümmet bilinci bu defa da orta Avrupa’ da yayılmanın temel aracı haline getiriliyor. Ms. 1300 yıllarında Katolikler kendi gemileri ile Rumelin’ ne göçmen Müslümanları taşıyorlardı, çünkü o zaman en büyükü rakipleri olan Ortodoksları zayıflatmak istiyorlardı. Vatikan, Osmanlı’ nın Avrupa’ya ayak basmasını sağlayan ilk güç idi. Şimdilerde ise çoğu Avrupa partileri aynen o zamanın Katolikleri gibi, uygarlığı yıkmak için Müslüman göçmenlerin yıkıcı fonksiyonlarından meddet ummaya başladılar.

‘ 2071 yılı yeni hedefimizdir’ diye bas bas bağıran Recep Erdoğan’ ın, bununlan neyi kastettiği çoğu kişinin gözünden kaçtı.
1071 Anadolu, 2071 Avrupa!

Erdoğan’ın 2071”nin ruhunu anlamak için, Avrupa’lıların fazla kafa yormalarına gerek kalmıyor. Osmanlı’dan neo-Osmanlı’ya, Türkçüsüyle İslâmcısıyla Türk-İslâm sentezi tam tekmil. Ordusuyla, tarikatlarıyla, cemaatleriyle…, liberalleriyle her şey ortada. Her fatih gibi AKP de fütuhatını komuta ettiği kalabalık orduya borçlu. O halde, “komuta”nın nasıl işlediğinin yanısıra, o “kalabalık ordu”nun yapısına ve maddî-manevî teçhizatına yakından bakalım. Elbette vurucu gücünden, akıncılardan başlayarak. Öyle olunca da gelsin hak gaspları, peşkeş, alicengiz ve rant,kara para zaten hep orada. “Her köye cami” kampanyası, ilahiyat seferberliği de bonusu. “Anavatan”da ne yapılıyorsa “gurbet vatan”da da yapılıyor.

Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca Sünni Türkler dışında kalan hiçbir unsur için hiçbir zaman güven içerisinde ve kimliğiyle gurur duyacağı bir yurt olamadı. Ama daha da kötüsü; bu sözde tekleştirilmiş yurt, egemenliği başkalarıyla paylaşmama andını her Allah’ın günü tekrar etmenin yenmeye yetmediği bir korku nedeniyle hiçbir zaman gerçek anlamda Türk’ün de yurdu olamadı.

Türkiye halkına ne yapılıyorsa Avrupa halkına da o yapılıcaktır. Giriş, gelişme, sonuç: Fetih, işgal, ilhak…

Tıpkı 1950’lerde Menderes’li Demokrat Parti’nin icad ettiği, sonrasında Millî Görüş’ün devraldığı, şimdi de AKP’nin sahip çıktığı yüz kızartıcı kılıç-kalkan-cihad teorileri neo-Osmanlıya doğru iman köprüsü kuruyor. Avrupa’ya –ve temsil ettiği mihraklara– da âdet olduğu üzere “kahpe” rolü düşüyor. Bütün bunlar olurken “ecdadımız”dan tevarüs ettiğimiz bilinçdışı “sır”lar da ifşa oluyor.

AKP VE AVRUPA FLÖRTÜ

Sokaktaki hızla artan başörtüsü ve islam okulları, kuran kursları, yüksek minareler, politik islam tarafından yönlendirilen kitleye göre, Avrupa kentlerinin sembolik bir işgalidir.

Avrupa şartlarında entegrasyon, her tarafa cami kurmak, kuran kursu açmak, imam göndermek, kadınlara türban-çarşaf giydirmekle olamaz. Avrupa’da din -kültür eğitimi adına tarikatların denetiminde cahil kitleleri kışkırtıp, onları beraber yaşadıkları toplumlara düşman etmek entegrasyon değildir. Bulunduğu, yaşadığı yere ne kadar ters, yabancı, uyumsuz adet ve görenekler varsa, onları oranın halkına karşı birer provakasyon aracı olarak kullanmakla entegre olunamaz. Milyonlarca başörtü ve islam okulları, kuran kursları ve onbinlerce dini militanın oluşturduğu tarikatlar, minareli camiler, neyi amaçlıyor ? Bu, Avrupa insanı için bu bir provakasyondan başka bir şey değildir.

Aile birleşimi, Avrupa açısından bir felaket dalgası olmuştur. Bu yeni göç sosyal anlamda, kadınların birer kağıt parçası olarak kullanılıp, ilkel anlamda, adına evlilik denilerek, kabile dönemine takabül eden aile zorlamaları ve parayla satın alınan kadınların üzerinden yapılan, milyonlarca insanın Avrupa’ ya sokulmasını hedefleyen, iş migrasyonu ile ilişkisi olmayan bir katastrofdan başka bir şey değildir. Bu yeni fenomenle ikinci kuşak veya parazit damatlar sınıfı denilen dejenere tabakanın da Avrupa’da ortaya çıkması bir realite olmuştur.

Bundan sonra göçmenlerin entegrasyon meselesi tam bir felaket halini alacaktır. Bir yandan süren göç ve uyumsuz kuşaklar sorunu, diğer yandan da artan işsizlik, Müslüman ülkelerin de bu insanları kendi çıkarları için birer işgalci olarak örgütleme çabaları, yeni bir felaketin ortaya çıkmasına yol açacaktır.

Bu dönemde, Avrupa görünmez mekânlara çekilmiş olan mescitlerin mekân değiştirmesine ve yeni camilerin yapılmasına sahne oluyor. Damatlar kuşağı, Avrupa! da var olan bütün haklara bedavadan konmuş, hiç bir şekilde, hiç bir hak ve hukuk için bir nebze olsa da çaba göstermemiştir, kandınlar kandırılıp oturumlar alınmış ve sonra da bu kadınlar sokağa atılmıştır. Bugün Berlin şehrinde Türkler arasında ki boşanma sayısının Alman toplumundan daha yüksek oluşu bunun kısa bir özetidir.

Tarikatlarca örgütlenen uyumsuz kitle, hemen kendi kültürünü yaşatmak adına camiler ve Kur’an kurslarının açılmasına başlamış ve kendilerini birer kolonist olarak görmüşlerdir.

Sosyal anlamda geri kalan kitlenin kendilerinin de tam anlamadıkları ‘kimliklerini’ vurgulamaları, minareli cami ve başörtüsü gibi sembollerle görünür hale gelmeleri entegrasyona karşı bir direnişi ve toplumdan yalıtlanmayı ifade etmektedir. Yalıtlanmışlık ve uyumsuzluk göstergesi olan bu semboller, hoşgörü sınırlarını da zorlamaktadır. Bedavadan, akın akın Avrupa ya akan Müslümanlar, Avrupa ülkelerinde kendilerini artık birer kolonist olarak görüyor ve doğal olarak da sosyo-kültürel uyumu red etmektedirler.

ENTEGRASYON MU, YIKIM MI?
Türkiye’nin Avrupa’ya entegrasyonu için, AB‘ne üyeliği için, ilk etapta Avrupa ülkelerinde 30-40 yıldan beri yaşayanların entegrasyonu zorunlu bir koşuldur. Tersi mümkün değildir. Yani Avrupa içinde bağımsız adacıklar yaratarak, kapalı alanlarla, uzaktan da iyice palazlanan dinci bir rejimi davet etmek, entegrasyon değil, yıkım sürecine girmektir.

Entegrasyon uluslararası ilişkilerde aralarında karşılıklı bağımlılık bulnan birimlerin ayrıyken sahip olamadıkları özellikleri biraraya gelip elde etme girişimidir, entegrasyonun amaçları,barışı korumak, daha büyük kapasitelere ulaşamak, belli spesifik görevler üstlenmek-ve yeni bir kimlik kazanmaktır. Ama şimdi olan bunun tam tersidir. Eğitimsiz cahil kesimlerinin Avrupa’ya sokularak, Avrupa’ da yabani-ilkel bir imajın yaratılması, Türkiye’nin AB’ ye üyeliğinin önünden en büyük engellerden biri haline gelmiştir.

Türkiye’nin AB’ ne katılımının önünden en büyük engel, sadece Türkiye’de ki AKP rejimi ve askeri kanatların takip ettikleri anti-Avrupai politika değil, aynı zamanda onların uzantısı olarak örgütlenen tarikatlar tarafından kontrol edilen göçmenlerin yarattığı ortamdır. Avrupa’nın muhtelif kentlerindeki ortaya çıkan görüntü ve oluşum tam manasıyla bir rezalettir…Aşiret -kabile aşamasına saplanıp kalmış milyonlarca insan zihinsel gettolaşmanın bir sonucu olarak Avrupa’daki hiç bir toplumla kaynaşamıyor.

Gece gündüz Türküm- Müslümanım demekten başka bir şey bilmeyen kör cahiller, gelişen ve değişen şartlara uyum gösterememe ve fikri olarak gelişip değişememeye bağlı devam eden bu sorun olarak büyüyorlar. Tarikatlar tarafından kışkırtılan cahil yığınlar sosyal ve siyasal gelişimini bir adım bile ileri götürememiş ve gettolaşmayı bir norm haline getirmişlerdir. Mahalleler, kahvehaneler,dinci-ırki cami-dernek-vakıf ve cemiyetler Müslüman ülkelerden aldıkları desteklerle bu zihinsel gettolaşmayı gerçekleştirmektedirler.

İsviçre’nin Basel kentini alırsak, burada tam 26 İslamci ırkçı tarikat faaliyet gösteriyor. Bunlar buraya tesadüfen gelmiş her insanın başına çullanıp onu kafa kola almaya çalışıyor, kısacası onun İsviçre hakkında tarafsız bilgi ve algılama olanaklarını tamamıyla sıfıra indiriyorlar. Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde bu tür ilkel göçmenlerin tavırları ve bunun entegrasyon sürecindeki rolü tamamıyla fataldır.

Dünyanın en geri tarikatlarının destekçisi olan hükümetler ise, Turkiye’nin AB’ne uye olabilmesi icin gerekli bir dizi siyasi, ekonomik ve kulturel reformlar yapma yerine, cahil kitlelerden umut beklermişçesine, bunların hiçbirini gercekleştirememiş, aksine zaman kazanarak Avrupanın iyi olan adet ve örflerini de yok etmeye çalışmaktadırlar.

Turgut Özal 1980 lerde: ‘Biz Avrupadaki nüfusumuza güveniyoruz, diğer şeyler bizim için arka planda gelir….’, diyordu

Erbakan ise: ‘ Avrupayı içerden Müslüman ve Türkleştireceğiz…’

Erdoğan ise: ‘.. Minareler gelecekte Avrupa’nın her sokağını süsleyecektir…’ Aynı Erdoğan: …’ ..minareler bizim füzelerimizdir demekten de geri kalmadı.

Bu kafalarca Avrupaya sürülen milyonlarca Türkün Avrupa’daki varlığı da bu anlamda yeni bir boyut kazanmaktadır. Osmanlıcı AKP – Milli görüş- Nurcu- Süleymancı- Nakşibendici- Fetullahçı örgütlerin kontrolundaki yığınların Avrupa’ya entegrasyonu değil, tehlike halini almış varlıkları somut bir problem halini almıştır. AKP’ nin asker sivil diktası, gelinen noktada artık yeni planlarla meşgul. Dejenere olmuş kriminal, kimliksiz kara cahil kitlenin Avrupa topraklarına nasıl sokulacağının planları AKP için artık tek opsiyon. Kanuni’den beri gerçekleşememiş hayaller şimdi gerçekleşebilir!

İslamist AKP çeteleri bar bar bağırıyor: ”….Avrupa nüfüsu giderek hızla azalıyor, bunun karşısında müslüman nüfüsu ile hazır duruma geçmeli ve ‘allah,’allah’ diye bağırarak AB’ ye girmeliyiz!. Osmanlı padişahlığının modern bir şekli olması düşünülen başkanlık sistemine özenen Erdoğan ise kadınlara en az 5 çocuk yapın demeye hazırlanıyor.!

Sevgi ve Saygılarla

Bedri Engin
Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

http://www.facebook.com/entegrasyon.komitesi

This entry was posted in ARŞİV SANDIĞI, İrtica, Politika ve Gundem, SİYASİ PARTİLER, SİYASİ TARİH. Bookmark the permalink.

One Response to ARŞİV SANDIĞINDAN * Yakın siyasi gündem *** AKP rejimi tarikat- cemaat biçiminde kamufüle edilen bir çeteler cephesidir.

  1. bedri says:

    AVRUPA VE ENTEGRASYON
     
    Avrupa kapıları açılınca, Anadolu’da, boy-aşiret-kabile sosyo-kültürel aşamasını aşamamış milyonlarca insan direkmen Avrupa’ya yöneldi. Büyük kitleler, Türkiye’ de yükselmeye başlayan ırkçı – dinci ideolojilerin yörüngesinde, bir yerleri talan ve yağmaya gidiyormuş gibi, hiç bir kural ve kaide tanımadan Avrupa’ ya akın etmeye başladılar. Orada yüzyıllar boyunca nice emek ve alın terleri ile kazanılmış haklara tepeden konan ve aynı zamanda da bu hakların yokedilmesinde yeni bir dönemin açılmasına yol açan bu kitleler, kanunlardaki açıklardan yararlanarak, soy-soplarını son ferdine kadar beraberlerinde sürükleyerek, 1000 yıl önce Anadolu’ya akın eden atalarının yaptıklarına benzer bir durumun ortaya çıkmasını sağladılar.
    Anadolu’yu Müslümanlaştıran çöl ve step kabilelerinin sosyo-piskolojik yapısının nüveleri burada kendisini yeniden gösteriyordu. Aile kurma veya birleşimi adına soy sop evliliği yapılıyor, bebekler daha ana karnında iken kuzen ve yeğenlerle ‘evlendiriliyordu’, azami bir kitleyi sürüklemek için insanlar tekrar tekrar evlendirilip, boşandırılıyor, kadınlar oturum almak için, birer kağıt parçası olarak kullanıldıktan sonra, ödenek, din vatan uğruna fedekarlık adına susturulup sokağa atılıyordu. Ama tam hızlada her sene bir çocuk yapılıyor ve bunlar tarikat ve cemaatlere birer hediye olarak teslim ediliyordu. Tarihteki aşiret- klan- boy yapılanmasının Anadolu’dan alınıp, Avrupa’nın göbeğine yerleştirilmesi işte böylece bir gerçek oluyordu.
    Kan bağlarının temel rol oynadığı kapalı sülale evlilikleri ile çoğalan bu kitle içerisinde görülen olağanüstü derecedeki uyumsuzluk, şizofrenik hastalıklar, doğan çocuklarda ki aşırı agresyon, biyolojik çarpıklıklar, zeka derecesindeki feci düşüşün temellerinde, yalnızca dış faktör değil, aynı zamanda, aile zorlamaları ile gerçekleşen bu yakın kan eviliklerinin yol açtığı genetik deformasyon da önemli bir faktör olarak kendini gösteriyordu. Böylesine bir temel üzerinde yükselen bir kitle, yalnızca Avrupalılarla değil, Çin’liler, Avrupa’ ya gelmiş İranlılar, Kore’liler veya şili’ lerle de entegrasyon problemi yaşıyor!!…

    Bu kitlenin sosyo-piskolojik yapısı 1400 yıl evelki Arap aşiretlerinin durumundan hiçte ileri değil:
    Halife Ömer peygamber Muhamet’in kızının kızını alarak, hem de 60 yaşında ve 12-13 yaşında bir kızı alarak o dönemin aşiret kültürüne uyuyordu. Ebebekir’in kızı Muhammed’e, Muhammed’in kızı Osman’a, Ömer’in kızı Muhammed’e, Muhammed’in kızı Ali’ye, Ali’nin kızı Ömer’e vs. vs. İşte bu cümbüş yapı Anadolu’ dan Avrupaya hala akın etmeye devam eden, aynı yolda ilerleyen kitlenin de esas karakteristiğidir. Muhamet döneminde Arap aşiretleri bu taktikle ultim bir nüfus patlaması yaparak 22 yıl içerisinde 30 dan fazla ülkeyi ele geçirdiler. Bu taktik Orta Asya siteplerinden akıp gelen Müslümanlaşmış boyların, Anadolu topraklarını ele geçirmeleri sürecinde de temel bir rol oynadı.
    R. T. Erdoğan, şimdiki hedefimiz 2071 şifresi ile, Avrupa göbeğinde betonlaşmış, aynı ideolojik- politik yapıya sahip tarikat ve tekkelerin denetimindeki klan-soy-sop topluluklarının önüne, bilinen hedefi yeniden koyuyordu.
    Kendilerini kıskaç altında tutan, onların potansiyellerini negatif yönde değerlendiren örgütlenmelerden kurtulamayan insanların baş sorunu kuşkusuz işte kendilerinin yarattığı bu uyum(entegrasyon)sorunudur. Bu sorunun içinde, davranış kalıplarındaki anormallikler, sosyalleşme sorunları, duygusal savrulmalar, yalnızlık ve itilmişlik duygusuna kapılma, ebeveyinlerden devralınan kabile-aşiret kültürel varlığının parçalandığını düşünme önemli içsel sorunlardır. Kısacası uyum sorunu içseldir.
    Yağmacı talancı Osmanlı güruhu bu aşiret klan boylarını gurbet denilen alanda da yakaladı…Askerlik parası, vize parası, ayakbastı parası ve dini hizmetler adına bilinen haraçlar konuldu. Göçmen işçi kitlesine Avrupa’ da doğan erkek çocukları için askerlik parası adı altında binlerce Mark ödeme zorunluluğu getirildi. Dini hizmetler adına bilinçsiz kitle kandırılıyor, imamların 2. maaşları bile bunlara ödetiriliyor, Tekke ve cemaatler devlet desteğinde Avrupa’da cirit atıyor, memleketini terkedenleri geldikleri yerde de rahat bırakmıyorlar. Kapalı kafes toplumu hallerinde, çanak antenlerle önlerine konulanların dışına çıkmayan kitle, 2 vatan oyunu oynuyor, ama bunların hiçbirinde yaşamıyor. Mekke’ ye Hac hizmeti adına Suudi Arabistan’ ı kendi vatanı olarak görüyor ve kişi başına en az 15 000 Dollar ayırıyor. Geldikleri Türkiye veya bir Arap ülkesini de kendi vatanları olarak görüyor ve oraya da askerlik görevi, vatan görevi adına, her genç başına 10 000 Euro ayırıyor. işin garibi ise gövdelerinin durduğu yere vatan değil, kafir’in gurbeti’ diyorlar. Avrupa’ da yaşayan bu Müslüman nüfusun %97 si yaşadıkları, oturdukları yere ‘vatanım’ demiyor. Avrupa’ da oturan ama ruhen başka yerlerde olan bu ucube insan tipi tarihte üniktir. “Ecdadımız” deyip, sadece kafa kesip fetih yapmış bir padişah tasavvuruna sahip cahil kitle, o padişahların kafa/kol kesen Ortaçağını yansıtan filmler dışında hiç bir kültür ve yaşam biçimine yanaşmıyor…
    Herkesi Müslüman ve Türk yapmayı ana hedef seçen binlerce organizasyon Özal_Evren Türk İslam sentezi çizgisine bağlı olarak uluslararası örgütlerle beraber hakimiyet altına alıyor ve onları uyumsuzluğa sürükleyerek kendi amaçları doğrultusunda kullanılıyordu…Din kardeşiyiz’ kandırmacasıyla insanların dini hassasiyetlerini sömürüp,dini bütün bir yaşam tarzına sahip Irkçı bir İslam dairesinin dışına çıkmayacak kitlenin çoğaltılması, başta Türk İslam kavramı olmak üzere, ırkçılığı veya kavmiyetçiliğin, göçenlerin doğal kültürünün önüne geçirilmesinin amacı budur işte. 

    Avrupa’ nın hemen hmen her şehri çanak Televizyon antenleri ile donatılıp, cahil kitlenin saçma sapan mafya dizileri ve sahte medyanın dezenformasyonu dışında herhangi bir bilgi kaynağına ulaşmasının önüne geçiliyordu… Yeni doğan çocuğa türbanı hazır tutuluyor, bebeklere ilk öğretilen kelime ‘ pis gavur’, düşman ‘ kafir’ oluyordu…Eğitimsiz cahil kitle, kendisi ahırda ki hayvan muamelesi ile yetiştirildiğinden dolayı, kendi çocuğunu da aynı hayvan muamelesi ile yetiştiriyordu. Günde bir kaç defa ‘ sıpa’ ve diğer hayvan adlarını duyan çocuklar bu kadar kötü bir eğitim ve terbiyenin etkisinde, Avrupa hapishanelerinin sabit birer müşterisi olamaktan öteye gidemiyorlardı. Bu dönemde suç nisbetinde ve çeşitlerinde değişiklik ve artma başladı. Avrupa hapşshaneleri Türk Müslüman gençlerle dolmaya başladı. O zamana kadar ekseri adam öldürme, dövme ve hakaret gibi ihtiras suçlarına rastlanırken, bu defa namus cinayetleri, hırsızlık, gasp, eşkıyalık, kalpazanlık suçları ekseriyet kazandı. Politik İslam, herzamanki gibi, şimdide suç işlemeye yatkın kitleyle başarıya ulaşacağını iyi biliyor ve kriminal unsurlardan binlerce kişiyi etrafına topluyordu.
    Şimdilerde anti Avrupai, dinci ırkçı bir yapının altyapısınin başarılı bir şekilde inşa edildiğini görüyoruz. Tarikatların cirosu milyarlarla ölçülüyor. Her tarafa büyük camiler kurulmuş, militan kadrolar her kuruma sızarak büyük güç toplamış, gövdesi Avrupa’da, aklı ruhu Türkiye, Pakistan veya Arap çöllerinde olan 50 milyonun üzerinde Müslüman bir kitle bir araya getirilerek, entegrasyon değil, dezentegrasyonun hızı artırılmıştır.
    Din, iman katarak iyice zehirlenmiş bir Arapçı, Türk ırkçılığını yaymakla Avrupa Birliğine entegre olunamaz. Bunlar ancak, ondan ne kadar uzaklaşabileceğinin ispatları olabilirler.! Benzerliklerini, ortaklıklarını değil de, misafir olunan yerde yaşayan insanları korkutan ucube, tehlike olmanın yollarını aramakla oraya entegre olunamaz.
    Devlet politikalarından hedeflenen, yağma talancı hükümetlerin siyaset edindikleri “kolonileşme”, yi teşvik eden, “Avrupa İslamı, Türklüğü”ne oynayan, her türlü toplumsal gelişmeyi köstekleyen ve post modern sultanlığa oynayan, hırs şöhret peşindeki yeni din mafyasının güvenlik siyasetine hizmet eden bu imamlar ordusu- Diyanetin 90 000 civarındaki devasa kadrosu ve de gönüllüce cemaat ve tarikatlara katılan yüzbinlerce militan-, esasında Türkiyenin kuyusunu kazan, onun AB üyeliğini tümden dinamitleyen en büyük faktördür. Müslümanların kanserleşmiş ebedi yayılma ihtiyacını karşılamaktan başka bir şey yapmayan bu imamlar ordusu, entegrasyon değil, yakıp yıkma ve yağmalamanın peşindedir.
     
    Sevgi ve Saygılarla
    Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

    Esin Duran, N. Gök,
    Sezer Aşkın,
    Melahat Baykara,
    Uğur Demir
    Bedri Engin,
    Selma Altuntaş,
    Filiz Serin,
    Vedat Koçak,
    Salih Birdal,
    Mustafa Gur,
    Hasan Zafer
    Bahar Ünsal
    Osman Bahar
    Ayse bahar
    Metin Maslak
    H. Maslak
    Dilek Solak
    zeynep içkaya
    Sevda maslak
    Sercan Gezmiş
    İpek Doğan
    Nazım Doğan
    Murat Doğan
    esin erkan
    Beyhan erdem
    n. erdem
    İsmail Deniz
    Ayten BARAK
    Ugur Birdal
    Ahmet Tan
    Yıldırım Kongar
    Selma Kongar
    Birol Aytekin
    Hatice Gül
    Ibrahim Erkin
    Kemal erdem
    Rıza Akdemir
    Mehmet Coskun
    Hüseyin demir
    fethi killi
    Yeliz Ender
    Mustafa Ender
    Ugur Basak
    Kemal Dektaş
    Ayten Ilkdal
    Nuri Aktanır
    Metin Koc
    Sevgi Ender
    Burhan Kulakçı
    Oğuz Duran
    Burcu Kanter
    Aysel kanter
    Erol kanter
    Layla SOLGUN
    Orkun Keskin
    T. Vural
    Oğuz şen
    Nur Şen
    Ismail çaykara
    Burhan Orkal
    D. Kahan
    Seher Yıldız
    Esra akkaya
    Mehmet Uzan
    Yeliz IŞIK
    Seyhan İlknur
    Osman Çekiç
    esma yıldız
    Murat Çetindal
    Ali OkyarMusa Tekin
    Aslı Birdal
    Nazmi Doğan
    İnci Gür
    Mürsel Bozkır
    Zeynep Şengül
    Gülcan Iğsız

    http://www.facebook.com/entegrasyon.komitesi

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *