CFR haber veriyor:
Amerika ile yeni bir gizli ittifak
ÖN BİLGİ ;
CFR “Council of Foreign Relations”NEDİR ?
CFR’nin açık okunuşu “Council of Foreign Relations” yani “Dış İlişkiler Komitesi”dir. Gizli Dünya Devleti’nin en önemli organlarından biridir ve Yuvarlak Masa teorisine göre şekillendirilmiş organizasyonların eskilerindendir. Yuvarlak Masa teorisi ise Illuminati şebekesinin dünyayı tek merkezden yönetmek amacıyla geliştirdiği bir teoridir.
***
Deniz Hakan
Aydınlık, 22 Haziran 2012
Türkiye’nin kendisini, eteğinin dibinden ayrılamayacak denli Amerika’ya ve NATO’ya bağlamasının öyküsü eskilere dayanıyor.
Bedelinin büyük olduğunu biliyoruz. Kore Savaşı’nı ve Truman Amerikası’na yanaşabilmek için Türkiye’de komünizm tehlikesinin büyük olduğu masalının uydurulmasını, DTCF tasfiyelerini ve Türkiye’nin tarihindeki en büyük komünist tutuklamasını, 51 Tevkifatı’nı hatırlıyoruz, başlangıç oldu. Türkiye’nin en önemli dönüm noktalarından biri, o güne dek görülmemiş bir sömürüye ve İslam’a açılan kapı, Türkiye tarihine Amerikanca yazıldı: “Our boys have done it”. Amerika’ya bağlılık Türkiye’yi hep küçülttü; aydınlarımızı ve gençlerimizi, aklımızı ve ufkumuzu, estetiğimizi ve onurumuzu kurban verdik. Ancak tarihte ve kavgada diyalektik var. Gene en güzel aydınlarımız ve gençlerimiz bu ülkenin emekçileri uğruna verdikleri bu akıl ve onur savaşında yetişti.
Küçüldükçe övülen ülke
Türkiye küçüldükçe övüldü; bunda şaşılacak bir yan yok. Ne kadar küçülürse, Amerika ile Türkiye içindeki hayranlarının o denli övüleceğini çoktan öğrenmiş olmamız gerekiyor. Sürekli bir aşağılanma durumu içindeyken, bu boş sözlere kanmanın ne denli büyük bir sığlık gerektirdiğini söylemeye gerek yok; küçülmenin olmazsa olmaz parçasıdır ve her gün yeniden, her gün daha derinden üretilebilmesi için, büyük medyanın köşe yazarlarından imam hatiplere, magazinden sözde muhalefet partilerine sığlık fabrikaları dört bir yanda çalışmaktadır.
Amerika yolu hep küçülttü, küçüldükçe övüldük. Şimdi en çok övüldüğümüz dönemi yaşıyoruz. Büyük aktörüz, stratejik ortağız, bölgesel gücüz. Son iki günde, İsrail’deki yeni koalisyon hükümetinin ortağı Kadima partisinin liderinden “süpergüç” olduğumuzu duyduk; medyamız Erdoğan’ın Obama ve Putin’e ekonomi dersi vereceğini yazdı.
İsrail merkezli Osmanlılaştırma
Daha önce de yazdık, büyük aktör, küçük Türkiye’dir.
Amerika’nın yeni Ortadoğu projesi, bölgeyi, tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi, sınırları net olmayan, etnik ve dini cemaatlere, vilayetlere bölünmesinden geçiyor ve bu etnik ve dini vilayetlerin bağlı olacağı merkezin İsrail olması hedefleniyor.
Türkiye, Amerika açısından, kendi bindiği dalı kesmek anlamına da gelen bu projede görebileceği işlev açısından önem taşıyor.
Dış İlişkiler Konseyi’nden brit çağrısı
Geçtiğimiz ay içinde Amerika’nın en güçlü think-tanklerinden biri olan Council of Foreign Relations, Dış İlişkiler Konseyi, çok sayıda neo-con “ağır topun” katıldığı bir grupla Türkiye üzerine önemli bir rapor hazırladı.
Aydınlık’ta belli açılardan incelendi.
Ancak Obama ile Erdoğan arasındaki “kişisel” ilişkinin ve Obama’nın Türkiye övgülerinin ön plana çıktığı bugünlerde, hem Amerika’nın, hem de Erdoğan’ın sıkışmışlığını ortaya koyması açısından yeniden ele alınmayı hak ediyor.
Daha ilginci, rapor, çalkalanan Ortadoğu’da gittikçe yalnızlaşan ve ayak sürümeye başlayan Amerika’nın, Türkiye’yi artık, büyük değil ama Amerika açısından daha güvenilir ve daha az meseleyi eline yüzüne bulaştıran bir aktör olarak görme ihtiyacını tanıdığını gösteriyor.
Bu ihtiyaç, 1996’da İsrail ile Türkiye arasında imzalanan brit’e, gizli ittifaka benzer bir anlaşma arayışını beraberinde getiriyor.
CFR’nin Amerikan yönetimine önerdiği budur.
Denize düşen Türkiye’ye sarılır
Amerika’nın Suriye konusunda sıkışmış olduğu artık ortada.
Rusya ve Çin engelini aşamıyor.
Ancak bununla da kalmıyor; Libya müdahalesinde pek yardımcı olmuş Sarkozy artık yok.
Avrupa Birliği ise kendi derdinde görünüyor.
Nitekim Obama, Meksika’daki g-20 toplantısında Putin ile yaptığı ortak açıklamada, Suriye meselesinde, “BM, Kofi Annan ve diğer uluslararası aktörlerle yan yana” hareket edileceğini dile getirmek zorunda kaldı.
Açık bir geri adımdır; ancak, Obama’nın Ortadoğu’daki sıkışmışlığını anlamak açısından, bundan daha büyük tabloya bakmak gerekiyor ve bunun için, Barış Zeren’in, dünkü Aydınlık yazısının okunmasını öneriyorum.
Barış, Obama’nın içeride Pentagon ile birlikte Clinton ile İsrail lobisinin saldırganlığını dizginlemeye çalıştığını aktarırken, bunun nedenlerinden biri olarak, “Rusya ile Çin’in giderek büyüyen ortaklaşması sonucu, Amerika egemenlerinin” büyük bir “sınırlanma ve yalıtılma” korkusuna kapılmasını gösteriyordu.
Bu korku, yeni bir cepheyi beraberinde getiriyor ve adına Pasifik cephesi diyoruz.
Amerika’nın Ortadoğu’ya, istediği ağırlığı vermesi gittikçe güçleşiyor.
Amerika’nın Ortadoğu’daki elinin zayıfladığı tartışmasızdır.
Artık şahın olmadığı, Mübarek’in olmadığı, Suriye ile kavgalı olduğu bir dünyada kendi içinde bölünmüş ve yalnızdır.
Denize düşmüştür ve sarılacak yılan aramaktadır.
Türkiye’ye sarılabilir mi?
CFR “ağır toplarının” önerisinin, Türkiye ile ilişkilerin yeni bir boyuta taşınması olduğunu görüyoruz.
Amerikan kongresi ile yönetiminiyse buna ikna etmek o kadar kolay değil, bilinmektedir.
Medyamızın bize anlattığı masallar bir yana, bırakalım Kongre’yi, Obama ile ilişkilerimiz dahi, Temmuz 2010’a gelindiğinde son derece kötü durumdaydı.
Washington Post’tan The Economist’e önemli yayınlar, o dönemde Obama’nın Erdoğan’a Toronto zirvesinde yaptığı “straightforward”, “dobra” konuşmadan bahsediyordu; bugün artık kimse o kadar kibar olma gereksinmesi duymuyor ve en son Hürriyet Daily News’dan Barış Yinanç Toronto’da Obama’nın Erdoğan’a, ya artık nerede durduğuna net karar verirsin ya da biz de seni ona göre değerlendiririz, dediğini aktarıyor.
Ya kendine gelirsin, ya da biz seni kendine getirmeyi biliriz, şeklinde okuyabiliyoruz.
Erdoğan da böyle okumuş olmalı ki, çok geçmeden füze kalkanı projesiyle ilgili ilk olumlu görüş geldi.
Daha önce de yazdık, Erdoğan’ın Obama’yı bunca kızdırmasında etkili olan, Amerika’dan bağımsız adımlar atma sevdası değil, Amerika’nın Barzanistan’ı düşman bir Ortadoğu ortasında bırakmamak ve bölgede İran’ın etkisini azaltmak için başta Suriye olmak üzere bölge ülkelerini Batı eksenine çekme çabasında Türkiye’nin kendisine kaldıramayacağı oranda büyük rol biçmesiydi.
Ancak, hevesle atladığı arabuluculuk görevlerinden hiçbir sonuç alamaması bir yana, İran’la uranyum takası anlaşmalarında özellikle fazla ileri gitti.
Amerika’nın bunu, AKP’nin, içinde yaşadığı dünyayı anlamamasının ve beceriksizliğinin bir sonucu olarak görmesine şaşmamak gerekiyor.
CFR’nin Amerikan yönetimini ikna çabası
Öte yandan, kendine söylenen masallara inanmayı pek seven Erdoğan’ın, füze kalkanı, Libya ve Suriye konularında dize getirilebilmesi, bölünmüş ve çaresiz Amerika’da bir kesimde bir umut uyandırıyor.
Bu, Amerika’ya yalnızca gerektikçe Toronto’da yaptığı gibi “dobra” konuşularak hizaya çekilen Erdoğan’la ve her daim hevesli Davutoğlu’yla kurulanın ötesinde, her düzeyde daha derinden bir ilişki ve kontrolle, Türkiye’nin, merkezi İsrail olacak Osmanlılaşmış bir Ortadoğu uğruna küçülme yolunda, daha az beceriksiz ve daha kullanışlı bir aktör aparatçik haline getirebileceği umududur.
Çaresiz Amerika, Türkiye ile bir gizli ittifak arıyor. Rapor ve ayrıntılarıysa Salı’ya kalıyor.
Lügatçe
1996 İsrail-Türkiye Brit’i: Türkiye ile İsrail arasında 1996 yılında imzalanan gizli antlaşmadır. Ağustos ayında imzalandığı söylenmektedir. İki ülke arasındaki, doksanlı yıllardan beri süre gelen büyük yakınlaşmanın son noktasıdır. İki taraflı önemli ve üst düzeyli ziyaretlerin ardından imzalanmıştır. 1993 yılında Dışişleri Bakanı sıfatıyla Hikmet Çetin, 1994 yılında Tansu Çiller, 1996’da da Süleyman Demirel İsrail’i; yine aynı dönemlerde Dışişleri Bakanı olarak Şimon Peres, İsrail Cumhurbaşkanı Ezer Wiezman ve çeşitli üst düzey İsrailli diplomatlar da Türkiye’yi ziyaret etmişlerdi.
Benzer biçimde bu dönem iki ülke arasında çeşitli anlaşmalara da sahne oluyordu. 1996 yılının Şubat ayında Orgeneral Çevik Bir ile İsrail Savunma Bakanı Yardımcısı David Ivry tarafından Askeri Eğitim ve İşbirliği Anlaşması imzalanmış, bunu aynı yılın Mart ayında Dışişleri Bakanı Emre Gönensay ile İsrail Dışişleri Bakanı Ehud Barak’ın imzaladığı Serbest Ticaret Alanı Anlaşması takip etmişti.
Gizli 1996 Brit’i bu gelişmelerin ardından gündeme geliyor ve Türkiye’yi İsrail’e bağlıyordu. Türkiye tarafında bu anlaşmanın mimarları İsmail Hakkı Karadayı, Çevik Bir ve Refah Partisi Devlet Bakanı A. Gül’dü. Nitekim A. Gül, Erbakan’ı ikna etmek amacıyla, Mısır’da yayımlanan El-Ahram gazetesine, “Amerikalılar bizi İsrail ile anlaşmaya zorladılar” açıklamasını yapıyor ve anlaşmayı asıl olarak Amerikalılar’ın istediğini ileri sürüyordu. Sonuçta Brit, Erbakan tarafından da imzalanıyor ve yürürlüğe giriyordu. Hala gizlidir ve yürürlüktedir.
1951 Tevkifatı: Menderes iktidarı döneminde, 1951 yılı Ekimi’nde başlatılan, Türkiye Komünist Partisi’ne yönelik tutuklama kampanyasının adıdır. Bu kampanyayla Şefik Hüsnü, Behice Boran, Mihri Belli, Enver Gökçe, Arif Damar, Ruhi Su, Ahmed Arif, Zeki Baştımar gibi tanınmış isimler Ankara Askeri Mahkemesi’nde yargılanmış ya da tutuklanmışlardır. Yargılamaların neticesinde sırada zaten güçsüz bulunan sol daha da fazla dağılıyor, 1960’ların başına dek tüm politik gücünü yitiriyordu.
1948 DTCF Tasfiyesi: Demokrat Parti dışındaki muhalefete yönelik sert saldırıların olduğu 40’ların ikinci yarısına denk gelmektedir. 1945 yılında başlayan, Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi öğretim üyeleri Pertev Nail Boratav, Niyazi Berkes, Behice Boran’ın “komünistlik” suçlamasıyla aktif görevden el çektirilerek bakanlık emrine alınmaları, ardından da üniversite ile ilişiklerinin kesilmesiyle sonuçlanan tasfiyelerdir.
1945 yılındaki Tan olayları ile sonrasındaki gerilimli siyasal sürecin bir evresidir. Her üç öğretim üyesinin de, Danıştay’ın “göreve iade edilmeleri” ve Yargıtay’ın “görevlerini kötüye kullandıkları tespit edilememiştir” yollu hükümlerine rağmen, 1948 yılında üniversiteden, kadroları kaldırılarak uzaklaştırılmalarıyla son bulmuştur.
CFR haber veriyor: ,
Amerika ile yeni bir gizli ittifak II
Deniz Hakan
Aydınlık, 26 Haziran 2012
Amerika, hiç kuşkusuz, AKP hükümetini en çok isteyenlerden biriydi.
Türkiye, sanayisinden aydınlarına, kendi geleceğini heba etme pahasına Amerika’nın peşinde koştuğu onca yıla rağmen, Amerika’ya bu denli bağımlı başka hiçbir hükümet görmedi.
AKP döneminde Türkiye’nin Türkiye’den başka düşmana ihtiyacı olmadı; tarih, kendi ordusunu cezaevlerine hapseden ve doğusunu her fırsatta Amerika’nın kucağına iten bir ülke olabilir mi sorusunun yanıtını verdi.
AKP Türkiyesi, öğretmenine hayran vasatın altı bir öğrenci gibi her fırsatta atılıp ateş altındaki Ortadoğu’da kendine durumdan vazife çıkarmaya çalışırken, üzerine aldığı görevleri sıkça eline yüzüne bulaştırdı; gene sıkça, kendini abartarak “haddini aştı”.
Şimdi, Ortadoğu’da gittikçe sıkışan ve yalnızlaşan Amerika’nın Türkiye’yi kendine daha fazla bağlama ihtiyacı duyduğunu görüyoruz.
Amerikan siyasetini etkileyebilecek ölçüde güçlü think-tanklerden Council of Foreign Relations, Dış İlişkiler Konseyi, Amerikan yönetimine Türkiye ile ilişkilerinde yeni bir dönem önermektedir; önerisi, Türkiye’yi Amerika’nın gözünde daha az beceriksiz ve daha kullanışlı bir aparatçik’e, bir vassala dönüştürülmesidir.
Ölçüsüz övgüler ve gerçeklik
Överler, Amerikalılar’ın Türkiye makaleleri ve raporlarında ölçüsüz övgülerle karşılaşmak işten değildir, ciddiye almamak gerekiyor.
CIA Eski Ortadoğu Şefi Graham Fuller’in Türkiye’nin artık Amerika’ya ihtiyaç duymadığına ve Ortadoğu’daki güç dengesinin kurucularından biri olacağına ilişkin yazılarını hatırlıyoruz; Türkiye’nin en Amerikancı döneminin gelişini haber vermek üzere kullandığı sözler bunlardı.
Bu görüşlerini topladığı kitabı şimdi “Mesnevi Terapi” kitapları basan, cemaate yakın Timaş yayınlarının seçkin çevirileri arasındadır.
Time’ın Erdoğan kapaklı sayısını yere göğe koyamamıştık.
Arap baharı isyancılarını Made in US, ılımlı İslam çizgisine yaklaştırır umuduyla, kendisini Erdoğan’ın Mısır’da bir “rock-star” gibi karşılandığını yazmak zorunda hissediyor ve ardından, okuyanlara artık “devlet adamı” olmaktan çok uzak, kendisini abartan, duygularına hakim olamayan, eleştiriler karşısında zayıf bir “adam” çıkarıyordu.
Time dergisinin internet sitesinde, Arap baharına “model” olarak göstermek istedikleri Türkiye’nin ekonomisinin de övüldüğü aynı yazının tam ortasında hâlâ, Türkiye’de evsizlerin fotoğraflarına bağlanan bir link bulunuyor; övgülerin ciddiyeti bu kadardır.
Uçtukça yükselenler, yükseldiğini yazdıkça uçanlar
CFR raporunun ise, bu açıdan ve en nazik ifadeyle, çocukça olduğunu söyleyebiliyoruz.
Çaresizlikleri büyüktür; raporu hazırlayanlar Amerikan kongresini ve yönetimini, Türkiye ile çok daha yakın ilişki kurmaya değer olduğu fikrine ikna etmeye çalışıyorlar.
CFR uzmanlarının her sayfasında Türkiye “çok önemli” ve “rising power”, “yükselen güç”; Amerikan Yahudi lobisinin beyaz adamları rüya görmek istiyor, diyebiliyoruz.
AKP Türkiyesi’nin neresi “güç” ve neresi “yükseliyor”; Erdoğan, Davutoğlu ve Gül çok uçağa bindikçe mi yükseliyor, Avrupa Birliği’ne mi alındı, yeni ittifaklar mı yaptı, Amerikan rüyası diyoruz.
Petrolü yok; ödemeler dengesi de ithalat-ihracat dengesi de acınası durumda; Babacan dahi kazandığından fazla harcıyor diyor; bütün komşuları nefret ediyor; İsrail’e onca bağırıyor, bir ambargo dahi uygulayamıyor; cezaevleri dolu; tiyatrolarını cami yapma yolunda; Le Monde’un deyişiyle “vajina bekçiliğiyle” uğraşıyor.
“CFR boys”, “CFR çocukları” gerçek yükselen güçler olarak kabul edilen Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika tarafından dışlanıldığını aktardıkları Türkiye’yi övebilmeyi o denli çok istiyorlar ki, AKP Türkiyesi’nin, Türk ordusunu, aydınlarını ve öğrencilerini cezaevlerine hapsederek gerçekleştirdiği şanlı demokratikleşme hamlesi çerçevesinde ölüm cezasını kaldırdığını söyleyecek denli ileri gidebiliyorlar.
Ölüm cezasını AKP kaldırmışmış; cehalet, çocukluk ve çaresizlik birbirine karışıyor.
TSK’nın günahları
Kuşkusuz AKP, en büyük övgüyü, bir zamanlar Kemalizm’in nihai savunucusu kurumlar olarak görülen, ordunun ve yargının tasfiyesi girişimiyle alıyor.
CFR raporcuları, eski genelkurmay başkanı terörist olmakla suçlanan, kozmik odalarına girilmiş, “sivil” yargıya teslim edilmiş, Harp okullarında Erdoğan ve orduevlerinde türban ağırlayan bir TSK görmekten memnun.
CFR raporcuları memnun, “With the armed forces less of a factor in Turkish politics, a major obstacle to a political solution for the Kurdish problem has been removed”, malumu ilam ediyorlar: Silahlı Kuvvetler’in artık Türkiye siyasetindeki gücünün azaltılmasıyla, Kürt sorununun Amerikancı çözümü önündeki çok önemli bir engeli ortadan kalkmıştır, söylenen budur.
Türk ordusu Barzanistan’ı tanımıştır.
Ancak, sonradan tanısa da, İlker Başbuğ’un, zamanında, asıl tehlike Barzani’dir, yollu açıklamasını hatırlıyoruz.
Amerika’nın ve İsrail’in gözünde, Kuzey Irak’ta İsrail karakolu olarak işlev görecek bir Kürt devletinin buradaki Kürtler için de bir cazibe merkezi olacağını söylemenin günahı, herhalde, büyüktür ve şimdi Başbuğ “Silivri karargâhındadır”.
Geriye dönüş korkusu
CFR raporcuları, ordunun düşürülmüş olduğu durumdan memnun; ancak, AKP Türkiyesi’ne ne denli büyük övgüler düzerlerse düzsünler, ne AKP’ye, ne Türkiye’nin gelecekte izleyeceği yola güvenebiliyorlar.
Bunda, AKP’nin yeni Ortadoğu düzeninde içinde bulunduğu siyasal konjonktürü anlamadaki beceriksizliğinin etkisi var.
Ancak, bundan daha önemli kaygılar da var.
CFR’nin en önde gelen Türkiye uzmanı Steven Cook’un kaygılarını bir başka yazımızda aktarmıştık; AKP’yi 28 Şubat operasyonlarıyla fazla ileri gitmiş olabilecekleri konusunda uyarıyordu.
Ordunun düşürülmesi konusunda, şimdiye dek alınan mesafenin yerinde olduğunu, bu noktadan sonra fevri operasyonların huzursuzluğu artan “daha genç subayları” daha da huzursuz hale getirebileceğini söylüyordu.
Cook’un kaygılarıyla bağlantılı görmemiz kaçınılmaz, CFR ne kadar övmek istese de, Erdoğan’ı “otoriterlik eğilimine” sahip olmakla eleştirenler olduğunu ve eleştiri sahiplerinin sonu gelmeyen davalar ve “indictments that appear to be based on innuendo and gossip”, iftiralara dayanan yorumlar ve dedikoduları temel alıyormuş görünen iddianameler yoluyla susturmaya başladığını belirtmeden edemiyor.
“Bu demokratik düzenden geri dönüş yaşanabileceğine ilişkin yeni kaygılar ışığında” CFR’nin önerisi, altına CHP’nin de onay damgasını vuracağı yeni anayasanın gelmesi, bu arada Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi ile Cook’un da vurgulayarak önerdiği gibi TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinin değiştirilmesidir.
Yeni bir ortaklık yeni bir gizli anlaşma
Ortadoğu’da kendini yeterince köşeye sıkışmış hisseden Amerika’nın Türkiye’yi kendisine daha fazla bağlamak istemesi normaldir, ihtiyaç duyuyorlar.
Başta Erdoğan olmak üzere, AKP Türkiyesi’nin, istenmeyen ve aşırı adımlarını kontrol altına alabilmek üzere CFR raporcuları “a stronger infrastructure of bilateral cooperation”, ikili ilişkilerde daha güçlü bir enfrastrüktür inşa etmeyi öneriyor.
Enfrastrüktür, bir siyasal yapının iç yönetim mekanizması anlamına geliyor.
Amaç hem dış, hem de iç siyasette atılacak adımların koordine edilmesidir.
İlişkilerde kurumsallaşma
Rapor devam ediyor: “For that reason, the American and Turkish governments must deepen the process of consultation that President Obama and Prime Minister Erdogan established and institutionalize it across both governments from the highest levels down.” İstenen, Amerikan ve Türk hükümetleri Obama ile Erdoğan arasındaki istişare uygulamasının derinleştirilmesi ve ilişkilerin, her iki hükümetin de en üst seviyesinden alt seviyelerine kurumsallaştırılmasıdır.
CFR’nin, Amerikan Kongresi ve yönetimine, İsrail’le kurulmuş olan stratejik düzeyde istişare ilişkisini model alan, “a cabinet-level engagement”, bakanlar kurulu düzeyinde bir karşılıklı ilişkiyi içeren, bununla kalmayıp daha alt düzeylerde de işleyen bir işbirliği önerdiğini okuyoruz.
“In addition, intensive interaction and cooperation between the two countries in the field and between their respective diplomats, military personnel, and intelligence officers is critical.” İki ülke arasında, sahada, ve onların diplomatları, askeri personeli ve istihbarat görevlileri arasında yoğun bir karşılıklı ilişki ve işbirliği can alıcı önemde görülüyor.
Böyle bir ilişkide, Erdoğan, gerekirse, gözden çıkarılabilirdir.
Bölgesel ortak pazar
CFR’nin önerileri arasında, ek olarak, Amerika ile Türkiye’nin, uzun süredir sözü edilen ama pek yanaşılmayan Serbest Ticaret Anlaşması’nı imzalanması ve “bölgesel bir ortak pazar” kurulması da bulunuyor.
Amerika’nın buradan ihracatını arttırmasına yöneliktir.
İsrail briti, Ortadoğu’da İsrail’le işbirliği
Türkiye, bu düzeyde bir anlaşmayı daha önce de yaptı.
1996 yılının Şubat ayında Orgeneral Çevik Bir ile İsrail Savunma Bakanı Yardımcısı David Levy tarafından Askeri Eğitim ve İşbirliği Anlaşması imzalanmış, bunu aynı yılın Mart ayında Dışişleri Bakanı Emre Gönensay ile İsrail Dışişleri Bakanı Ehud Barak’ın imzaladığı Serbest Ticaret Alanı Anlaşması takip etmişti.
İsrailliler “brit” diyor, bizde “ahit” karşılığıdır.
1993’te İsrail ziyaretinden dönen, dönemin Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, “Türkiye-İsrail ilişkilerinin her alanda geliştirileceğini ve iki devletin “Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmada” işbirliği içinde olacağını söylüyordu.
Mısırlılaştırma ve Diyarbakır’ı kaybetme
İsrail’in “Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmadan” ne anladığını artık biliyoruz.
Yazının ilk bölümünde, Chomsky’nin adlandırmasıyla, Osmanlılaştırma’yla andık.
Ortadoğu’nun sınırları net olmayan, etnik ve dini cemaatlere, vilayetlere bölünmesi ve bu etnik ve dini vilayetlerin merkez olarak İsrail’e bağlı olması demektir.
Yalçın Küçük, daha sonra, “egyptization”, Mısırlılaştırma dedi.
Mısır Osmanlı mülküydü, ancak resmi olarak Osmanlı’ya bağlı olması, Büyük Britanya tarafından yönetilmesine engel teşkil etmiyordu.
Bugün AKP Türkiyesi’nin kendisinden başka düşmana ihtiyacı yoktur; doğusunu Amerika ve İsrail yönetimine vermeye çalışıyor.
Resmi açıdan kimin sınırları içinde kaldığı, bu düzende önemli değildir.
Amerika ve İsrail’in Ortadoğu düzeninde, Türkiye’nin küçülmesi esastır.
Çevik Bir, İsrail, Sincan
“Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmada” işbirliğinin ve ahit’in en önemli savunucularından biri Çevik Bir oldu; 2002’de neo-con Middle East Quarterly dergisinde yayınlanan ve Martin Sherman ile birlikte kaleme aldığı yazısında şöyle diyordu: “Turkish-Israeli alignment creates, for the first time, the possibility of developing an alliance of pro-American democracies, such as exists in Europe.” Türk-İsrail işbirliği, ilk kez, Avrupa’da varolanlara benzer, Amerika yanlısı demokrasiler arasında bir ittifak geliştirme olanağı sunmaktadır.
Çevik Bir, Amerikan yanlısı Türkiye’nin İsrail’le işbirliği içinde Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmak istiyordu.
Şimdi yolunu açtığı İsrail Ortadoğusu’nun Amerika yanlısı AKP Türkiyesi’nde, “karargâhı” Sincan’dır.
Silivri ve Hasdal, Sincan Amerikancı ve İsrailci yolun kaçınılmaz durakları oldular.
Barzanistan’a ve Diyarbakır’ın İsrail ile Amerika’ya verilmesine açılan kapı olarak tasarlandıklarını artık biliyoruz.
Tarihin cilvesi, şimdi bu yolun reddini örmeye adaydırlar.