Naci KAPTAN
POLİSİYE BİR ÖYKÜ :
BUZ DOLABINA MÜHİMMATLARI KİM KOYDU ?
Bölüm IV
Değerli okur bu yazı dizininin III. bölümü şöyle bitmişti ;
“Kamu kurumlarındaki F Cemaat kadrolaşması Türkiye’nin yaşamakta olduğu zorlu günlerin nedenidir.
Bu nedenle kısa da olsa bu bilgileri anımsamakta yarar vardır.
Yarbay Mustafa Dönmez ise hatırımızdadır.”
Bilirim ki sizler Mühimmatlara da sıra gelsin diye bekliyorsunuz.
Bulunmuş gibi yapılan mühimmat konusu ise yarbay Mustafa Dönmez ile ilgilidir.
Aslında kanıtlarda yapılan sahteciliğin de örneklemesi ZIR VADİSİNDE bulunduğu iddia edilen çakma mühimmatlardır. Gömenler tarafından bulunduğu kanıtlarla belirlenen mühimmatları gömenlerin geçmişlerini ve ayak izlerini sürmek gerektiğinden tozlu arşivleri karıştırmak gerektir.
Rahmetli Necip Hablemitoğlu Köstebek kitabında şöyle yazdı ;
“Fethullahçıların yargıdaki en önemli stratejik hedefi, “hasım”larını susturmada, caydırmada, maddi anlamda korkutup köşeye sıkıştırmada, çok yönlü etkisizleştirmede kilit olarak değerlendirdikleri ve bu anlamda en çok işlerinin düştüğü Yargıtay 4. Hukuk Dairesi olmuştur. Gerek 4. Hukuk Dairesi’nde ve gerekse Hukuk Genel Kurulu’nda yer alan üyelerin laik hukuk sisteminden yana çoğunluğu oluşturmaları, fethullahçılar için bir talihsizlik olduğu kadar, Cumhuriyet rejimi açısından da bir şans olarak nitelendirilmelidir. Normali de budur. Zira, hiçbir onurlu hakim ve savcı, fethullahçılarla, fethullahçılara karşı mücadele verenler arasında “tarafsız” konumunda yer alamaz. Nedenine gelince, hakim ve savcılar, laik hukuk sisteminden, kamu düzeninin korunmasından, Atatürk ilke ve devrimlerinin sürekliliğinden taraftır.”
Fetullah Gülen de şöyle dedi ;
* “Adliye’de,Mülkiye’de mevcut olanlar mevcudiyetlerini korumazlarsa,
arkadan gelenlerin mevcudiyetini koruyamayız.”
***
İki deyişi birleştirdiğimizde sonuç ;
Ne yazık ki Gülen’in sözleri gerçekleşmiştir.
Fetullahi cemaat Adliye’de,Mülkiye’de mevcut olanların varlığını korumakla kalmamış,
Daha çok kadrolaşmış,mavcutlar üst makamlara gelmiştir.
Emniyet içinde de en etkin müdürlüklerinde kadrolaşarak varlığını güçlendirmiştir.
Bunların kimlikleri zaman zaman gazetelerde ve kitaplarda yazılmaktadır.
Hakim ve savcıların bazılarının,
laik hukuk sisteminden, kamu düzeninin korunmasından,
Atatürk ilke ve devrimlerinin sürekliliğinden vazgeçmiş olduğu işaretleri vardır.
Basına yansıyan haberlerden ve Ergenekon ile Balyoz davalarının yargı şeklinden,
en azılı katillerin hapishaneden çıkartılırken,
ülke aydınlarının ve Ordumuzun seçkin askerlerinin
5 senedir tutuklu olmasından bellidir.
Sevr kalıntıları ve laik Cumhuriyetle kavgalı olanlar,
Emperyalizmin desteğini alan tarikat / cemaatler ve Hilafeti isteyenler.
Laik Cumhuriyetin Kemalist koruyucularıyla savaş halindedir.
Ergenekon ve Balyoz davalarının temel nedeni de budur.
Onun bir adım ötesi de tarikat ve cemaatler ile hilafetçileri kullanan
Emperyalizmin Türkiye’ye tam gemen olarak kontrol etmek isteğidir.
***
Necip HABLEMİTOĞLU ;
“Atatürk’ün Cumhuriyet Savcısı olma onurunu üzerinde taşımak, günümüzde çok yönlü saldırı ve iftiraya maruz kalma riskini de beraberinde getirmektedir. Örneğin, Yargıtay’ın son iki dönemdeki Cumhuriyet Başsavcıları Vural Savaş ve Sabih Kanadoğlu, özellikle şeriatçı, ikinci cumhuriyetçi ve bölücü odakların boy hedefi olma onurunu ve kaderini paylaşmışlardır. Aynı şekilde, Adli yılın açılışı sırasında, “Bugün bir tarikat lideri, hayali ihracatçılar, banka soyguncuları gibi Amerika’da yaşıyor. Bu, geçmişte Humeyni olayında görüldüğü gibi, ABD’nin çıkarları doğrultusunda yönlendirilip Türkiye’ye gönderilirse bunun hesabını kim verecek? Bunun Humeyni gibi geri gönderilmeyeceğini kim kestirebilir? Bir tarikat lideri için bu bir açılımdır, diyerek hoşgörüye sığınılmasından endişe ediyorum” diyen Zonguldak Cumhuriyet Başsavcısı Hayati Önder, dünyanın hemen her yerine dağılmış örgütlü fethullahçı müritlerin çirkin protestolarına maruz kalmıştır. ”
“Cumhuriyet Tarihimizde, hırsızların, hortumcuların, rüşvetçilerin, bölücülerin, Batı destekli terör örgütlerinin, işbirlikçi politikacıların ama en çok da fethullahçıların hedefi konumundaki isim, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı Nuh Mete Yüksel olmuştur. Yüksel, özellikle son dönemde, halk deyimi ile “kifayetsiz-muhteris” kimi siyasilerin marifetiyle Adalet Bakanlığı’nca en çok soruşturma açtırılan, şeriatçı basında adından en çok bahsedilen Cumhuriyet Savcısı olmuştur. Atatürk’ün Cumhuriyet Savcısı olmanın çok zor olduğu, zaten bilenlerce takdir edilmektedir. Nuh Mete Yüksel aleyhine yürütülen kampanyalar, O’nun mesleki gurur ve onuruna, kişilik haklarına, hatta ailesine yönelmiştir. Bu kampanyalara, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk de, dolaylı destek verme konumuna düşürülmüştür. Nasıl mı? İşte, bu konuda kanaat oluşturmaya yetecek sadece bir tek örnek!.. ”
“Aynı zamanda Ankara 2 Nolu DGM’de görülen Fethullah Gülen davasının da savcılığını yürüten Nuh Mete Yüksel’i korkutma ve yıldırma girişimlerinin sonuç vermemesi üzerine, fethullahçı istihbaratçılar, Cumhuriyet Tarihimizde ilk defa bir hukuk adamına yönelik planlı operasyon gerçekleştirmişlerdir. ”
“Bu operasyonun ilk adımında, Yeni Şafak gazetesinde, Nuh Mete Yüksel’e ait olduğu iddia edilen meçhul bir kasetten söz edilmiştir. Ardından, aynı gazetenin yazarlarından Fehmi Koru, sakil bir pişkinlikle, “Böyle bir kargaşada DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’in örgüte –fethullahçılara (N.H.)- hiç bulaşmadığına inanmak çok güç; hem de malûm, yarın öbürgün , biri çıkar da, ‘Nuh Mete de…’ derse, inanın hiç şaşırmayacağım” mesajını vermiştir (135). Daha sonra da, bu kaset. Nuh Mete Yüksel’e kargo yoluyla gönderilerek, telefonla da şantaj girişiminde bulunulmuştur.”
“Şantaj haberi, ilk kez Star gazetesinde, Saygı Öztürk tarafından köşeyazısında -isim vermeksizin- kamuoyuna duyurulmuştur. İşte, malûm kasedin, kimi polis memurları tarafından Çağdaş Eğitim Vakfı’nın kasasından “elleriyle koymuş gibi” bulunuvermesiyle, şantaj aşamasından, “tasfiye” aşamasına geçilmiştir. “Tasfiye” aşamasında devreye dolaylı sokulan, yönlendirilen isim, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk olmuştur. Türkiye’de “şartlı salıverme” kapsamında onbinlerce kaatilin, gaspçının, saldırganın, tecavüzcünün, sahtekârın aramızda ellerini kollarını sallayarak dolaşmasının siyasal ve bürokratik müsebbiblerinden biri olan Adalet Bakanı, suçlulara gösterdiği “hamilik” yaklaşımını, Nuh Mete Yüksel için göstermekten kesin bir biçimde kaçınmıştır. ”
***
Dikkatli okurlar önemli bir konuyu gözden kaçırmamıştır.
Ben de hatırlatmak isterim ;
22 Temmuz 2002 tarihli belge söz konusudur..
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar Şube Müdürü Adil Serdar Saçan ile
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin arasındaki yazışmayı hatırlatmak isterim ;
“Fethullahçı grubun ileri gelenlerinin, örgüt lideri Fethullah Gülen`in talimatıyla almış oldukları karar gereği önümüzdeki günlerde, bu grubun emniyet içerisindeki işbirlikçileri ile birlikte eski Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş, eski 2. Ordu Komutanı Orgeneral Kemal Yavuz, Genelkurmay Adli Müşaviri Tümgeneral Erdal Şenel, Askeri Yargıtay Üyesi Tanju Güvendiren, Ankara 2`Nolu DGM Başkanı Hüseyin Eken, Ankara 2`nolu DGM Üyesi Yunus Kayrabıyıkoğlu ve Ankara DGM C. Başsavcısı Nuh Mete Yüksel`e karşı devletin karşı makamlarıyla, basın ve yayın organlarına isimsiz ve asılsız ihbar mektupları gönderecekleri, ayrıca şantaj amaçlı olarak hazırlanmış montaj kasetleri televizyon ve basın kurumlarına gönderilerek ….
Rahmetli Hablemitoğlu’nun Köstebek kitabında yazdığı olayların kurgusu daha önceden yapılmış olup Cumhuriyet savcılığı ile polis arasında yazışmada olduğu gibi Ankara DGM C. Başsavcısı Nuh Mete Yüksel`e karşı şantaj olayı gerçekleşmiştir !!!
***
Ergenekon ve Balyoz davalarının uyduruk CD’lerinin,çakma krokilerin,3-5 sene sonraki olayları bile anlatan darbe planlarının , kulağı üfürülmüş gizli tanıkların tarihi 2002 senesine uzanmıştır.
Devamı sonra …
Naci KAPTAN
20 Eylül 2012