Naci KAPTAN
POLİSİYE BİR ÖYKÜ :
BUZ DOLABINA MÜHİMMATLARI KİM KOYDU ?
Bölüm III
Necip Hablemitoglu’nun KÖSTEBEK kitabı sayfa 134
Fetullah Gülen der ki ;
“… Belki bizim aczimiz bu yani orada icabında Mahkemenin altını üstüne getireceksin, avucuna alacaksın, arkadaşlara diyorum ki ben bin döktürecektim, belki geriye biri dönecek. Bu dershaneleri üstad destekleriz yani, bir milyar vereceksiniz, 10 milyon tazminat davası alacaksınız. Önemli olan mahkûm ettirmektir yani, Avukat da kiralayacaksınız, HÂKİM DE KİRALAYACAKSINIZ..”
Sorudur ;
Kiralamalar gerçekleşmiş midir ?
***
Değerli okur,
Yazının ana konusu Hukuksuz davalar ve yargılamalardır.
Bu yargılamaların içine sızmış olan iftiracılar,haysiyet cellatları ve sahteciliklerdir.
Bu sahteciliklerin yargıçlar ve savcılar tarafından kabul edilmesi durumudur !!!…
Türk’lük ve Ulus kavramlarının törpülenmesi için
Türk aydınlarını ve TSK’nın seçkin mensuplarını hedef alan,
Ergenekon ve Balyoz adı verilen davaları gerçekliği artık her yerde tartışılmaktadır.
Bu davalara tutsak edilenlerin çalınan hayatları,kırılan onurları ,ölümler vardır.
Davalara bakan savcı ve yargıçların,
evrensel hukuk ilkelerini görmezden geldikleri bir hukuk dramı yaşanmaktadır.
AKP’in iktidara gelmesi ve 3 genel seçimi şaibeli de olsa peş peşe kazanmış olması ile tek partinin 10 senelik yönetimi sonucunda Ülkemizde var olması gerekenler nedir ?
* Öncelikle toplumsal huzur ve barıştır.
* Ekonomik gelişmedir.
* Ekonomik gelişmenin ve kazancın toplumun tüm katmanlarına eşit ve adil olarak
yayılmasıdır.
* İnsan haklarının evrensel demokrasiye uygun olarak gelişmesidir.
* Komşu Ülkelerle iyi ilişkilerdir.
Peki böyle mi olmuştur ???
Kocaman bir HAYIR demek gereklidir …
Her şey aslında tersine doğru gelişmiştir ;
* AKP’nin iktidara gelişiyle biirlikte var olan toplumsal barış kaybolmuştur.Türkiye, her bir güne şehit,çatışma,infilak,ölüm haberleriyle uyanmaktadır.Haber bültenlerinde 10 senedir mutlu eden haberler ve olaylarla karşılaşmak adeta mucizedir.AKP’nin politikalarıyla Türkiye karanlık bir tünel içine girmiştir.Bu karamsarlık ülkemizi her gün biraz daha sarmaktadır.
* Toplumsal barışın kaybolmasıyla Türk Ulusunu meydana getiren etnik katmanlar AKP’nin bölücü ve kışkırtıcı politikalarıyla birbirine düşman kılınmıştır.Kışkırtılan bölücülük,verilen tavizler nedeniyle terör git gide artmış ve artmaktadır.
* İktidar tarafından dini söylemler üzerinden politika yapılmış ve inanç-mezhep farklılığı yine iktidar siyasetçileri tarafından toplumsal bütünlük ve huzuru bölecek şekilde kullanılmıştır.Din siyasete basamak yapılmıştır.
* Türkiye ekonomik olarak zayıflamış ve altından kalkamayacağı dış borç altına sokulmuştur.
* AKP’nin dışa bağımlı ve yönlendirilebilir tutumuyla ABD ve AB ülkeleri Türkiye üzerinde baskın ve etkin politikalar uygulama imkanı bulmuşlardır.
* Türkiye’yi yönetenler Batı çıkarlarını gözeten politikalar izlediğinden ve Başbakan Erdoğan’ın BOP/GOP’un şark cephesi Uç beyi olması görevinden dolayı Ülkemiz tüm komşularıyla sorunlu duruma gelmiştir.Bu günlerde ise Başbakan Erdoğan Suriye’ye savaş açma çabası içindedir.
* AKP kuruluş felsefesi nedeniyle Laik Cumhuriyetle ve Atatürk ile barışık değildir.Bu nedenle Cumhuriyet rejimi,Atatürk ve felsefesiyle kavgalı olup Cumhuriyet rejimini değiştirmek çabası içindedir.Amacına ulaşabilmek için Emperyalizmle,tarikat ve cemaatlerle işbirliği yapmaktadır.Bu işbirliği sonucu tarikat ve cemaatlerle birlikte ABD ve AB ülkeleri Türkiye’nin yönetiminde etkin duruma gelmişlerdir.
Sonuç olarak ;
* Türkiye emperyalizmin gizli işgaline açılmıştır.
* Emperyalizmin dış uzantısı olan yabancı istihbarat kurumları ve ajanlara
Türkiye’nin her köşesinde etkin çalışma olanağı doğmuştur.
* Türkiye’de rejim değiştirilmeye başlanmıştır.
* Türkiye’nin bağımsızlığı sorgulanır durumdadır.
* Ulusal ekonominin kontrol ve denetimi elden çıkmıştır.
* Devlet kurumları ,TSK’nın üst yönetimi ve Yüksek yargı siyasallaştırılmıştır.
Emperyalizmin Türkiye’yi daha kolay işgal edebilmesi ve Laik Cumhuriyet rejiminin daha rahat yok edilebilmesi için Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Kemalist,Bağımsızlıkçı Cumhuriyet subaylarına karşı saç ayağı eylemleri başlatılmıştır.Emekli/tutuklu komutanların deyişiyle TSK’ya karşı asimetrik birsavaş başlatılmıştır.
Cephenin bir tarafında TSK ve ülkemizin değerli gerçek aydınları vardır.
Diğer tarafında ise Emperyalist baronlar – İşbirlikçi siyasetçiler – F tipi cemaat mensuplarınınkamu kurumlarında ve medyada mevzilenmiş olanları vardır.
Yazımızın düğüm noktası işte burasıdır;
ANIMSAYALIM ;
Birgün gazetesi haberine göre ;
Dönemin İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin Emniyete gönderdiği mektupta şöyle yazmıştı ;
“Fethullahçı grubun ileri gelenlerinin, örgüt lideri Fethullah Gülen`in talimatıyla almış oldukları karar gereği önümüzdeki günlerde, bu grubun emniyet içerisindeki işbirlikçileri ile birlikte eski Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş, eski 2. Ordu Komutanı Orgeneral Kemal Yavuz, Genelkurmay Adli Müşaviri Tümgeneral Erdal Şenel, Askeri Yargıtay Üyesi Tanju Güvendiren, Ankara 2`Nolu DGM Başkanı Hüseyin Eken, Ankara 2`nolu DGM Üyesi Yunus Kayrabıyıkoğlu ve Ankara DGM C. Başsavcısı Nuh Mete Yüksel`e karşı devletin karşı makamlarıyla, basın ve yayın organlarına isimsiz ve asılsız ihbar mektupları gönderecekleri, ayrıca şantaj amaçlı olarak hazırlanmış montaj kasetleri televizyon ve basın kurumlarına gönderilerek yukarıda adı geçen devlet görevlilerinin karalanması, sindirilmesi yoluyla görevlerinden uzaklaştırılmaya çalıştıkları, X şahıs ile yapılan görüşme sonucu tespit edilmiştir. Bilginize arz ederim.`
OLAYLAR NASIL GELİŞTİ
Değerli okur,
Bilindiği gibi Ergenekon ve Balyoz davalarına esas alınan kanıtların gerçekliği hergün biraza daha azalmaktadır.Farklı üniversitelerde ve Amerika ile Almanya’daki kriminal araştırma şirketlerinde yapılmış olan kanıtların gerçekliği sorgulamalarında kanıtların tamamına yakınının sahte olduğu belirtilmiştir.
Mahkemelerde yargıçlar bilirkişilerce sahteliği belirlenmiş olan kanıtları ve bilirkişi raporlarını görmezden gelmektedirler.Yargıçların neden böyle davranıyor olduğu ise düşündürücü ve sorgulamaya açıktır.En kanlı cinayetleri işleyenler,domuz bağıyla can alanlar,PKK teröristleri, tutuksuz yargılama için bırakılırken ,can pahasına güneydoğuda dağlarda çarpışanlar ,Devletin üst kademelerinde hizmet yapmış olanlar,dünyada saygın yeri olanlar 5 seneye yakındır hapiste tutulmaktadır !!!
Bu kararı veren yargıçlar neden böyle yapmaktadırlar. ?
SORUDUR , AŞAĞIDAKİ CÜMLELERİ KİM SÖYLEMİŞTİR ;
* Bir taraftan o kanun ve kuralları,diğer taraftan da kanun ve kural adamı olma imajını kullanmalıyız.Yani sizi gören,‘Bunlar kurallara harfiyen riayet ediyorlar’ demeli.”
* “Adliye’de,Mülkiye’de mevcut olanlar mevcudiyetlerini korumazlarsa,
arkadan gelenlerin mevcudiyetini koruyamayız.”
* “Cepheleri öğrenmeleri lazım arkadaşlarımızın.
Hukuk sistemini didik didik etmeliler.
Sistemin püf noktalarını bilmeleri lazım.
Biz de çalışıp onları istifade edecekleri mevkilere getirmeliyiz.”
*Dikkatli olmalıyız.
Erken harekete geçersek, tepemize binerler.
Zamanı gelince, uygun boşluk bulunca maratona geçeriz.”
Taa ilerilere gitmeli, can damarları içinde dolaşmalıyız.
Durumun şifreleri;
Dönemin İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin’in resmi yazısına göre ve Fetullah Gülen’in müridlerine verdiği yukarıdaki öğütlerine göre ;
F Cemaat hem emniyet hem de yargı içinde köşe tutmuştur.
(Bakınız Zübeyir Kındıra’nın FETULLAH’IN COPLARI (Su yayınları)
* Fethullahçı Polisler Listeleri’nden flaş adlar…
* Işık Evleri’nden kaçanlar Emniyet’ten nasıl atıldı?
* Nasıl yetiştirildiler? Kritik birimlere nasıl atandılar?’
* Gülen’in polise emirleri nelerdi?’
* Polisi ele geçirme planı nasıl yapıldı?’
* Polisteki uzantıları kimler?’
* Neden polislere çiçeğe besleme çektirdiler?’
* Polis Koleji’nde 5 puanlık Fethullah duası…’
* İğneyle uyanmak… Karantinayı cinler mi bastı?
* Portakal da sigara içer mi?’
* Sahte peygamber ders verdi…’
* Polis Koleji’nin %50’si ellerinde….’
* Tehlikeli demokrat polisler dinlendi…’
* Ve müfettişlerin “içimizdeler” raporu…’
* “Bu kadarı da olmaz” dedirten bütün gerçekler, belgeleriyle birlikte…’
NOT : Bu kitabın yazarı, Zübeyir Kındıra, Polis Akademisi’nden, “Cumhuriyet Gazetesi okuduğu” ve “Zülfü Livaneli’nin Ada kasetini dinlediği” gerekçesiyle, sicili bozularak; ilişiği kesilen eski bir polistir..
Değerli okur,
Kamu kurumlarındaki F Cemaat kadrolaşması Türkiye’nin yaşamakta olduğu zorlu günlerin nedenidir.Bu nedenle kısa da olsa bu bilgileri anımsamakta yarar vardır.
Yarbay Mustafa Dönmez ise hatırımızdadır.
Naci KAPTAN
15.09.2012
Devam edecek
AKP rejimi tarikat- cemaat biçiminde kamufüle edilen bir çeteler cephesidir.
http://www.facebook.com/entegrasyon.komitesi
Türkiye’ de İktidar erkinin yeni ortakları olan tarikatlar, çete kültürünün en üst biçimini temsil ediyorlar. Türkiye çetelerden arınma değil, onların en gelişmiş biçimince yönetiliyor.
AKP rejiminin temel direklerini oluşturan Nakşibendiciler- Nurcular-Fetullahçılar- Süleymancılar ve 12 Eylül cuntacıları Türk İslam sentezinin etrafında kenetlenerek kadrolaşmalarını tamamladılar. Tarikatlar koalisyonundan başka bir şey olmayan AKP’ de hangi bakanın hangi tarikata mensup olması gerektiği, önce dergahlarda konuşulur. Kabinenin yüzde 64′ü, Nakşibendi tarikatının sertlik-yayılmacı yanlıları diye adlandırılan Dergâhları’na mensup. Tayyip Erdoğan da aynı dergâha bağlı. Yüzde 11′sı Nurcu.
AKP rejimi tarikat- cemaat biçiminde kamufüle edilen bir çeteler cephesidir. Fethullahçılardan, Milli Görüş’e, Menzil grubundan Nakşibendilere, Türk Ocakları kökenlilerden Akıncılara, Ülkü Ocakları kökenlilerden Nizam-ı Alemcilere ve daha sayamadığımız bir sürü tarikat, tekke, ocak mensuplarına kadar ortak paydaları, milliyetçi-ırkçı, Türk-İslam sentezidir. Mücahit Akıncıların pan-türkizm temelinde Libya ve şimdi de Suriye topraklarında aktif savaşa katılmaları, Fethullahçıların ve Nakşicilerin Müslüman kardeşler örgütleri ile birleşerek “dünyaya hakim olma” adına Arap rejimlerini kontrol yarışında illerleme göstermeleri, paramiliter İslamist örgütlenmelerin hızla artan faaliyetleri, Erdoğan’ın ve diğer tarikatların “ırkçı, milliyetçi, dinsel gericiliği” birleşince tehlike çanları daha da hızlı çalıyor.
Üst rutbeli subayların çark etmeleri, Türbanlı hatunların önünde süklüm büklüm olmaları tasadüfi değildir. 12 Eylül generallerinin ahlaksızca uydurduğu ve bugün tuhaf biçimde kendisini her alanda ifade eden sözde “ılımlı dindar Atatürk milliyetçiliği” aslında buz gibi ırksal ve dinsel bir omurga üzerinde duruyor: Türklük ve Sünni İslam!
1981 yılında askeri hükümetin Başbakanı Bülent Ulusu’nun Taif’deki İslam zirvesine katılarak, koruyucu İslam kuşağı oluşturulması amacıyla Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan ve Sudan ile kurulan sıcak ilişkiler ve hemen sonrasında A. Gül’ in Arap bankalarının başına getirilmesi bu sürecin hızlandırlmasına takabül eder. İslamiyet, devletin 12 Eylül temelinde gelişen ve dış dinamik tarafından kollanan ihtiyaçları doğrultusunda yeni bir politik içerikle ele alınıyordu. Öncelikle körfezdeki petrol çıkarlarını düşünen ABD, Suudi Arabistan, Pakistan gibi otoriter rejimlerle yönetilen ancak “kanun dairesinde” hükmünü icra eden İslamcı devletleri destekliyordu. Bu çerçevede “Kanun Dairesinde İslam” Türkiye’de devlet politikası haline gelirken, 12 Eylül sonrası askeri iktidar tarafından yaygınlaştırılan, Rabıta, her köye bir cami, her Türk’ e bir imam, zorunlu din dersleri uygulamalarıyla, bütün güç tarikat ve kahraman mehmetçik ortaklığına veriliyordu.
12 Eylül’ de özellikle baskıcı tarikatlar-cemaatler darbeyi coşkuyla karşılıyorlardı. Askeri kanat tarafından korunan Fethullah Gülen’in ismi o zaman yeni duyulmuşken darbeyi desteklemek için bir sakınca olmadığının fetvasını veriyordu. Şimdiki cumhurbaşkanı A. Gül Hizbullah örgütüne bağlı olarak faaliyet gösteriyor ve 1982 lerde Askeriyenin çekirdek kadroları ile ilişkiye geçiyordu. Daha sonraları ise, cumhurbaşkanlığı ufukta görününce, ilkin Kenan Evren’ i ziyaret ediyordu. Abdullah Gül, Nakşibendi şeyhi Seyyid Abdülhakim dergâhının uzantısı olarak tarikat-cemaat ilişkilerine katılmış ve generallerin adamı olarak Arap petrol dolarlarının transaksiyonlarını gözetleme fonksiyonunu da üstlenmişti. Gerek Millî Görüş hareketinde, gerekse Askeriye, MHP ve uluslararası Müslüman örgütlerle iyi ilişkileri olan bu şahsiyete mazbata verilmesi, örgütlü, planlı bir sürecin parçasıdır. Erdoğan’ın yerine Gül’ ün tercih edilmesinde, Gül’ ün Arap bankaları yoluyla, üst derece Türk general ve devlet yöneticilerinin, MİT ve ordu’nun Rabıta örgütü atrafından finanse edilmesinde de kilit rol oynamasıydı. A. Gül, burada, yalnızca ABD ve Suudiler değil aynı zamanda çete kültürüne sahip Askeriyenin de güvenini alıyordu. Darbeden sonra Fethullah Gülen cemaatine bağlı Sızıntı Dergisi’nin başyazısında, “Ümidimizin tükendiği yerde Hızır gibi imdadımıza koşan Mehmeçik’e bir daha selam duruyoruz” demekle darbecilere selam durmuşlar. Böylece Türkiye’ nin dini çeteleri olan tarikatları darbeyi desteklemekle, hızla gelişme ve büyüme göstermişlerdir. 12 Eylül’ün en önemli ürünlerinden biri işte bu Türk İslam sentezidir. Darbe sonrası siyasetten kültüre, eğitimden idari yapıya kadar her şey, her alan bu ideolojinin ekseninde biçimlendirilmiştir. AKP- Kemalist ordu ittifakı ile, Osmanlı Devleti’nin İslam ümmetçiliğine dayanan fetih ideolojisi yeniden diriltilmektedir. Bu nedenle AKP, ABD’nin desteğiyle içeride ve dışarıda İslam’ı ve Osmanlı mirasını sahiplenerek Sünni İslam ümmetçiliğin bölgede sözcülüğünü üstlenmiştir… AKP iktidarının 3. döneminde Yeni Osmancılık siyasal ve toplumsal hayatın her alanında egemen olmaya başlamıştır. Artık Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş yıldönümleri kutlanmakta, Osmanlı’dan kalan etnik, kültürel ve dinsel gelenekler kutsanmaktadır. AKP kongrelerinde “Biz Osmanlıyız” marşları söylenmekte, Osmanlıca Arapça’nın yanında okullarda seçmeli ders olarak okutulmakta, İslam’ı ve Osmanlı’yı yücelten filmler, diziler, oyunlar, müzikler TRT ekranlarında boy göstermekte, otomobillerin camlarına, gümüş takılara, işyerlerinin duvarlarına kadar her yere Osmanlı tuğrası resmedilmektedir.
12 Eylül’den sonra Kemalizm yerine Türk-İslam Sentezi’nin resmi ideoloji haline gelmesi “yeni Osmanlıcılık” akımının yolunu açtı. Türk-İslam Sentezi’nin ana çerçevesi, Türklerin öncülüğünde “İslam birliğini kurmak, geliştirmek ve Osmanlı’dan miras olarak bu işlevi devir ve teslim almak, ahlak ve kültür öğelerini, uzun vadeli bir plan içinde din temeline dayalı” olarak biçimlendirilmişti.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden beri Türk-İslam sentezi ve bunun içerisinde de İslam’ın sadece bir kolu Hanefi mezhebi… Onun dışındakileri yok saymış ve insanlara ‘ancak benim size önereceğim din dindir’ baskısı yapmıştır.
Günümüzde hem dini hem de ırki düşünsel sentezin oluşturduğu Türk-İslam ideolojisinin Neo-Osmanlıcı zihniyetin örneğini, Türkiye’de 10 yıldan fazladır iktidar olan AKP hükümeti oluşturmaktadır. TC’nin kuruluşundan 2002′ye kadar sadece etnik Türkçülük ağırlıklı ırkçı bir hegemonya gerçekliği söz konusuydu. Bu hegemonik sürecin soykırım uygulamalarına en fazla maruz kalan bütün Anadolu halklarıdır. Asker-polis sopasına dayalı jakoben rejimi, şimdi yerini Türk-İslam sentezinden oluşan Yeşilci Irkçılığa bıraktı. Yani AKP şahsında hegemonik sistem kendisini yenileyerek çağın koşullarına göre uyarladı. AKP, Türk devletinin kuruluş felsefesinin gereklerinden olan Anadolu ve Trakyada ki etnik temizlik sürecini yeniden canlandırıp sonuca götürme projesini yüklediği misyonla hareket ediyor.
Yeşil Türkçülük ideolojisi, Türkiye’de Türk-İslam sentezi biçiminde kendisini bir formasyona kavuşturdu. Bu örgütleme hızla 60′lı yıllardan sonra kendisini Türkiye’ye taşırarak modernizme karşı mücadele dernekleri biçiminde devlet destekli bir örgütlülüğe kavuşturdu. Gülen cemaatinin liderinin bu derneklerden birinin başı olduğu birçok kesim tarafından da biliniyor. Aynı zamanda bugün TC Başbakanı olan Tayyip Erdoğan’ın aynı anlayışı temsil eden Türk Milli Talebe Birliği geleneğinden geldiği de diğer önemli bir ayrıntıdır. 12 Eylül askeri cuntası da en çok bu Yeşil Türkçü ırkçı ideolojiye yaradı. Bu cemaat tipi örgütlemenin güçlenmesi için devletin tüm imkanları cunta lideri Evren tarafından seferber edildi
AKP, Türk-İslam Sentezini seçerken, bu sentezin Avrupa’ da varolan yöneticilerin zaaflarından en iyi faydalanma olanaklarını sağladığını, kendilerini temiz dindarlar olarak lanse eden onbinlerce tarikatçı kadronun, Avrupa kanunlarının en zayıf noktalarına dayanarak kendilerine güç sağlayacağını, Avrupa’nın şimdiki zayıf yöneticilerini din-iman-hümanizma adına ekarte edeceğini, aynen 1300-1450 yıllarındaki katolik ve ortodoks yöneticilerinin durumuna benzer bir duruma yol açacağını iyi biliyorlar. Yığınlarla akın eden müslüman göçmenlerin taşıdıkları yıkıcı fonksiyon ‘din işleri’, insan hakları adı altında kamüfüle edilirerek, ümmet bilinci bu defa da orta Avrupa’ da yayılmanın temel aracı haline getiriliyor. Ms. 1300 yıllarında Katolikler kendi gemileri ile Rumelin’ ne göçmen Müslümanları taşıyorlardı, çünkü o zaman en büyükü rakipleri olan Ortodoksları zayıflatmak istiyorlardı. Vatikan, Osmanlı’ nın Avrupa’ya ayak basmasını sağlayan ilk güç idi. Şimdilerde ise çoğu Avrupa partileri aynen o zamanın Katolikleri gibi, uygarlığı yıkmak için Müslüman göçmenlerin yıkıcı fonksiyonlarından meddet ummaya başladılar.
‘ 2071 yılı yeni hedefimizdir’ diye bas bas bağıran Recep Erdoğan’ ın, bununlan neyi kastettiği çoğu kişinin gözünden kaçtı.
1071 Anadolu, 2071 Avrupa!
Erdoğan’ın 2071”nin ruhunu anlamak için, Avrupa’lıların fazla kafa yormalarına gerek kalmıyor. Osmanlı’dan neo-Osmanlı’ya, Türkçüsüyle İslâmcısıyla Türk-İslâm sentezi tam tekmil. Ordusuyla, tarikatlarıyla, cemaatleriyle…, liberalleriyle her şey ortada. Her fatih gibi AKP de fütuhatını komuta ettiği kalabalık orduya borçlu. O halde, “komuta”nın nasıl işlediğinin yanısıra, o “kalabalık ordu”nun yapısına ve maddî-manevî teçhizatına yakından bakalım. Elbette vurucu gücünden, akıncılardan başlayarak. Öyle olunca da gelsin hak gaspları, peşkeş, alicengiz ve rant,kara para zaten hep orada. “Her köye cami” kampanyası, ilahiyat seferberliği de bonusu. “Anavatan”da ne yapılıyorsa “gurbet vatan”da da yapılıyor. Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca Sünni Türkler dışında kalan hiçbir unsur için hiçbir zaman güven içerisinde ve kimliğiyle gurur duyacağı bir yurt olamadı. Ama daha da kötüsü; bu sözde tekleştirilmiş yurt, egemenliği başkalarıyla paylaşmama andını her Allah’ın günü tekrar etmenin yenmeye yetmediği bir korku nedeniyle hiçbir zaman gerçek anlamda Türk’ün de yurdu olamadı.
Türkiye halkına ne yapılıyorsa Avrupa halkına da o yapılıcaktır. Giriş, gelişme, sonuç: Fetih, işgal, ilhak…
Tıpkı 1950’lerde Menderes’li Demokrat Parti’nin icad ettiği, sonrasında Millî Görüş’ün devraldığı, şimdi de AKP’nin sahip çıktığı yüz kızartıcı kılıç-kalkan-cihad teorileri neo-Osmanlıya doğru iman köprüsü kuruyor. Avrupa’ya –ve temsil ettiği mihraklara– da âdet olduğu üzere “kahpe” rolü düşüyor. Bütün bunlar olurken “ecdadımız”dan tevarüs ettiğimiz bilinçdışı “sır”lar da ifşa oluyor.
AKP VE AVRUPA FLÖRTÜ
Sokaktaki hızla artan başörtüsü ve islam okulları, kuran kursları, yüksek minareler, politik islam tarafından yönlendirilen kitleye göre, Avrupa kentlerinin sembolik bir işgalidir.
Avrupa şartlarında entegrasyon, her tarafa cami kurmak, kuran kursu açmak, imam göndermek, kadınlara türban-çarşaf giydirmekle olamaz. Avrupa’da din -kültür eğitimi adına tarikatların denetiminde cahil kitleleri kışkırtıp, onları beraber yaşadıkları toplumlara düşman etmek entegrasyon değildir. Bulunduğu, yaşadığı yere ne kadar ters, yabancı, uyumsuz adet ve görenekler varsa, onları oranın halkına karşı birer provakasyon aracı olarak kullanmakla entegre olunamaz. Milyonlarca başörtü ve islam okulları, kuran kursları ve onbinlerce dini militanın oluşturduğu tarikatlar, minareli camiler, neyi amaçlıyor ? Bu, Avrupa insanı için bu bir provakasyondan başka bir şey değildir.
Aile birleşimi, Avrupa açısından bir felaket dalgası olmuştur. Bu yeni göç sosyal anlamda, kadınların birer kağıt parçası olarak kullanılıp, ilkel anlamda, adına evlilik denilerek, kabile dönemine takabül eden aile zorlamaları ve parayla satın alınan kadınların üzerinden yapılan, milyonlarca insanın Avrupa’ ya sokulmasını hedefleyen, iş migrasyonu ile ilişkisi olmayan bir katastrofdan başka bir şey değildir. Bu yeni fenomenle ikinci kuşak veya parazit damatlar sınıfı denilen dejenere tabakanın da Avrupa’da ortaya çıkması bir realite olmuştur. Bundan sonra göçmenlerin entegrasyon meselesi tam bir felaket halini alacaktır. Bir yandan süren göç ve uyumsuz kuşaklar sorunu, diğer yandan da artan işsizlik, Müslüman ülkelerin de bu insanları kendi çıkarları için birer işgalci olarak örgütleme çabaları, yeni bir felaketin ortaya çıkmasına yol açacaktır.
Bu dönemde, Avrupa görünmez mekânlara çekilmiş olan mescitlerin mekân değiştirmesine ve yeni camilerin yapılmasına sahne oluyor. Damatlar kuşağı, Avrupa! da var olan bütün haklara bedavadan konmuş, hiç bir şekilde, hiç bir hak ve hukuk için bir nebze olsa da çaba göstermemiştir, kandınlar kandırılıp oturumlar alınmış ve sonra da bu kadınlar sokağa atılmıştır. Bugün Berlin şehrinde Türkler arasında ki boşanma sayısının Alman toplumundan daha yüksek oluşu bunun kısa bir özetidir.
Tarikatlarca örgütlenen uyumsuz kitle, hemen kendi kültürünü yaşatmak adına camiler ve Kur’an kurslarının açılmasına başlamış ve kendilerini birer kolonist olarak görmüşlerdir.
Sosyal anlamda geri kalan kitlenin kendilerinin de tam anlamadıkları ‘kimliklerini’ vurgulamaları, minareli cami ve başörtüsü gibi sembollerle görünür hale gelmeleri entegrasyona karşı bir direnişi ve toplumdan yalıtlanmayı ifade etmektedir. Yalıtlanmışlık ve uyumsuzluk göstergesi olan bu semboller, hoşgörü sınırlarını da zorlamaktadır. Bedavadan, akın akın Avrupa ya akan Müslümanlar, Avrupa ülkelerinde kendilerini artık birer kolonist olarak görüyor ve doğal olarak da sosyo-kültürel uyumu red etmektedirler.
ENTEGRASYON MU, YIKIM MI?
Türkiye’nin Avrupa’ya entegrasyonu için, AB‘ne üyeliği için, ilk etapta Avrupa ülkelerinde 30-40 yıldan beri yaşayanların entegrasyonu zorunlu bir koşuldur. Tersi mümkün değildir. Yani Avrupa içinde bağımsız adacıklar yaratarak, kapalı alanlarla, uzaktan da iyice palazlanan dinci bir rejimi davet etmek, entegrasyon değil, yıkım sürecine girmektir.
Entegrasyon uluslararası ilişkilerde aralarında karşılıklı bağımlılık bulnan birimlerin ayrıyken sahip olamadıkları özellikleri biraraya gelip elde etme girişimidir, entegrasyonun amaçları,barışı korumak, daha büyük kapasitelere ulaşamak, belli spesifik görevler üstlenmek-ve yeni bir kimlik kazanmaktır. Ama şimdi olan bunun tam tersidir. Eğitimsiz cahil kesimlerinin Avrupa’ya sokularak, Avrupa’ da yabani-ilkel bir imajın yaratılması, Türkiye’nin AB’ ye üyeliğinin önünden en büyük engellerden biri haline gelmiştir.
Türkiye’nin AB’ ne katılımının önünden en büyük engel, sadece Türkiye’de ki AKP rejimi ve askeri kanatların takip ettikleri anti-Avrupai politika değil, aynı zamanda onların uzantısı olarak örgütlenen tarikatlar tarafından kontrol edilen göçmenlerin yarattığı ortamdır. Avrupa’nın muhtelif kentlerindeki ortaya çıkan görüntü ve oluşum tam manasıyla bir rezalettir…Aşiret -kabile aşamasına saplanıp kalmış milyonlarca insan zihinsel gettolaşmanın bir sonucu olarak Avrupa’daki hiç bir toplumla kaynaşamıyor. Gece gündüz Türküm- Müslümanım demekten başka bir şey bilmeyen kör cahiller, gelişen ve değişen şartlara uyum gösterememe ve fikri olarak gelişip değişememeye bağlı devam eden bu sorun olarak büyüyorlar. Tarikatlar tarafından kışkırtılan cahil yığınlar sosyal ve siyasal gelişimini bir adım bile ileri götürememiş ve gettolaşmayı bir norm haline getirmişlerdir. Mahalleler, kahvehaneler,dinci-ırki cami-dernek-vakıf ve cemiyetler Müslüman ülkelerden aldıkları desteklerle bu zihinsel gettolaşmayı gerçekleştirmektedirler. İsviçre’nin Basel kentini alırsak, burada tam 26 İslamci ırkçı tarikat faaliyet gösteriyor. Bunlar buraya tesadüfen gelmiş her insanın başına çullanıp onu kafa kola almaya çalışıyor, kısacası onun İsviçre hakkında tarafsız bilgi ve algılama olanaklarını tamamıyla sıfıra indiriyorlar. Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde bu tür ilkel göçmenlerin tavırları ve bunun entegrasyon sürecindeki rolü tamamıyla fataldır.
Dünyanın en geri tarikatlarının destekçisi olan hükümetler ise, Turkiye’nin AB’ne uye olabilmesi icin gerekli bir dizi siyasi, ekonomik ve kulturel reformlar yapma yerine, cahil kitlelerden umut beklermişçesine, bunların hiçbirini gercekleştirememiş, aksine zaman kazanarak Avrupanın iyi olan adet ve örflerini de yok etmeye çalışmaktadırlar.
Turgut Özal 1980 lerde: ‘Biz Avrupadaki nüfusumuza güveniyoruz, diğer şeyler bizim için arka planda gelir….’, diyordu
Erbakan ise: ‘ Avrupayı içerden Müslüman ve Türkleştireceğiz…’
Erdoğan ise: ‘.. Minareler gelecekte Avrupa’nın her sokağını süsleyecektir…’ Aynı Erdoğan: …’ ..minareler bizim füzelerimizdir demekten de geri kalmadı.
Bu kafalarca Avrupaya sürülen milyonlarca Türkün Avrupa’daki varlığı da bu anlamda yeni bir boyut kazanmaktadır. Osmanlıcı AKP – Milli görüş- Nurcu- Süleymancı- Nakşibendici- Fetullahçı örgütlerin kontrolundaki yığınların Avrupa’ya entegrasyonu değil, tehlike halini almış varlıkları somut bir problem halini almıştır. AKP’ nin asker sivil diktası, gelinen noktada artık yeni planlarla meşgul. Dejenere olmuş kriminal, kimliksiz kara cahil kitlenin Avrupa topraklarına nasıl sokulacağının planları AKP için artık tek opsiyon. Kanuni’den beri gerçekleşememiş hayaller şimdi gerçekleşebilir! İslamist AKP çeteleri bar bar bağırıyor: ”….Avrupa nüfüsu giderek hızla azalıyor, bunun karşısında müslüman nüfüsu ile hazır duruma geçmeli ve ‘allah,’allah’ diye bağırarak AB’ ye girmeliyiz!. Osmanlı padişahlığının modern bir şekli olması düşünülen başkanlık sistemine özenen Erdoğan ise kadınlara en az 5 çocuk yapın demeye hazırlanıyor.!
Sevgi ve Saygılarla
Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey
Esin Duran, N. Gök,
Sezer Aşkın,
Melahat Baykara,
Uğur Demir
Bedri Engin,
Selma Altuntaş,
Filiz Serin,
Vedat Koçak,
Salih Birdal,
Mustafa Gur,
Hasan Zafer
Bahar Ünsal
Osman Bahar
Ayse bahar
Metin Maslak
H. Maslak
Dilek Solak
zeynep içkaya
Sevda maslak
Sercan Gezmiş
İpek Doğan
Nazım Doğan
Murat Doğan
esin erkan
Beyhan erdem
n. erdem
İsmail Deniz
Ayten BARAK
Ugur Birdal
Ahmet Tan
Yıldırım Kongar
Selma Kongar
Birol Aytekin
Hatice Gül
Ibrahim Erkin
Kemal erdem
Rıza Akdemir
Mehmet Coskun
Hüseyin demir
fethi killi
Yeliz Ender
Mustafa Ender
Ugur Basak
Kemal Dektaş
Ayten Ilkdal
Nuri Aktanır
Metin Koc
Sevgi Ender
Burcu Kanter
Aysel kanter
Erol kanter
Layla SOLGUN
Orkun Keskin
T. Vural
Oğuz şen
Nur Şen
Ismail çaykara
Burhan Orkal
D. Kahan
Seher Yıldız
Esra akkaya
Mehmet Uzan
Yeliz IŞIK
Seyhan İlknur
Osman Çekiç
http://www.facebook.com/entegrasyon.komitesi
Pingback: AKP rejimi tarikat- cemaat biçiminde kamufüle edilen bir çeteler cephesidir. | Cumhuriyetimiz İçin