ENKAZ DEVRALMAK CIA Tarihi * Bölüm 7 (Legacy of Ashes – The History of CIA) Tim Weiner

ENKAZ DEVRALMAK CIA Tarihi * Bölüm 7
(Legacy of Ashes – The History of CIA) Tim Weiner


Naci KAPTAN / Güncellendi 30 Mayıs 2021

İlk Bölümler
BÖLÜM 1   https://nacikaptan.com/?p=1242
BÖLÜM 2   https://nacikaptan.com/?p=1261
BÖLÜM 3   https://nacikaptan.com/?p=1284
BÖLÜM 4   https://nacikaptan.com/?p=1307
BÖLÜM 5   https://nacikaptan.com/?p=1413
“Bizim Yolumuz Yöntemimiz Farklı”
“CIA’nın kimsenin erişemeyeceği ustalıkla kullandığı bir silâh varsa o da nakit paradır. Teşkilât yabancı politikacıları satın alma konusunda tam bir uzmandır. Gelecekte dünyanın önde gelen güçlerinden birinin lideri olacak şahsiyeti saflarına kattığı ilk ülke Japonya oldu.ABD’nin istihdam ettiği ajanların en önemlilerinden ikisiII. Dünya Savaşı sonrasında ABD işgali altındaki Japonya’da vatana ihanet suçuyla hapiste yatmaktaydı. 1948 yılı sonlarında koğuş arkadaşlarından bir çoğunun hapishanenin idam sehpasını boylamasından bir gün önce CIA’nın yardımıyla tahliye oldular.”
“Bunlardan Nobusuke Kishi teşkilâtın desteğiyle başbakanlığa kadar yükseldi. Yoshio Kodama ise Amerikan ajanlarına yaptığı hizmetler sayesinde ülkenin bir numaralı gangsteri haline geldi. Bu iki adam faşizme karşı savaş sürecinde Amerika’nın nefret ettiği tüm olumsuzlukların canlı temsilcileri idiler. Komünizme karşı savaş sürecinde ise Amerika’nın en çok ihtiyaç duyduğu tiplere dönüştüler. İkili savaş sonrası Japon siyasi yaşamını şekillendirecekti.”

Japon Liberal Partisi ile CIA arasındaki en hayatî işbirliği para karşılığı istihbarat değişimi alanında gerçekleşiyordu. Paralar, bir zamanlar İtalya’da yapıldığı gibi siyah torbalar içinde el değiştirmiyor,CIA tarafından güvenilen Amerikalı iş adamları vasıtasıyla ödeniyordu. Bunların arasında, o sıralar U-2 uçaklarını üretmekle meşgul olan ve Kishi’nin kurmayı hedeflediği Japon savunma kuvvetlerine savaş uçağı satmaya çalışan Lockheed’in yöneticileri de vardı.
1955 yılının Kasım ayında Kishi, Japonya’daki muhafazakâr kesimi, Liberal Demokrat Parti çatısı altında birleştirmeyi başardı. Bir yandan sağlam adımlarla iktidara yürüyor, bir yandan da CIA ile, Japonya ve Amerika arasında gerçekleştirilecek yeni bir savunma işbirliği anlaşması üzerinde çalışıyordu. Parlamentodaki solcu partiler ise anlaşmaya şiddetle muhalefet etmekteydiler.
1957 yılının Şubat ayında, Kishi’nin Başbakan ilân edileceği gün, meclis gündemindeki maddelerden biri de Savunma Anlaşması idi. CIA ajanı Clyde McAvoy ile birlikte çalışıldı, anlaşmanın lehine oy verecek parlamenterler belirlendi, ayarlandı. Buna rağmen çıkacak bazı çatlak sesler nedeniyle anlaşmanın geçmeyeceğinden endişe ediliyordu. Meclis geleneği doğrultusunda 10.30 – 11.00 saatleri arasında verilmesi mutad olan mola sırasında, solcu parlamenterler koridorlara dağılmışken, toplantı salonunu terk etmeyen vekiller sayesinde oturum oldu bittiye getirildi ve katılanların oy çokluğu ile anlaşma meclisten geçirildi.
Aynı yılın Haziran ayında Kishi, ABD’ne bir zafer ziyaretinde bulundu ve tahmin edilebileceği gibi çok iyi karşılandı. Bu ziyaret sırasında CIA’dan aldığı maddi desteğin arada bir değil, düzenli ve sürekli olmasını talep etti.Eisenhower, Liberal Demokrat Partinin önde gelen parlamenterlerine sürekli ve düzenli ödeme yapılmasını onayladı. Ödemelerde CIA’nın parmağı olduğunu bilmeyen politikacılara da kaynağın, Amerikan iş dünyası olduğu söylendi. Bu para akışı, dört ABD Başkanının onayıyla en az on beş sene sürdü ve soğuk savaş süreci boyunca Japonya’daki tek parti yönetiminin çimentosu oldu.
Okinori Kaya
Kishi’den sonra gelen politikacılar da onun yolundan yürüdüler. Bunlardan, 1958 yılında CIA kadrolarına katılan ve on yıl boyunca teşkilâta hizmet veren Okinori Kaya en çok Başbakan Eisaku Sato’nun baş danışmanlığını yaptığı 1968 yılında zorlandı. O yılın en önemli iç siyaset konusu Okinawa Adalarındaki muazzam ABD askerî üsleri idi. Burası Vietnam’ı bombalamaya giden uçakların konuşlandığı üs olarak kullanıldığı gibi Amerika’nın nükleer silâh deposu olarak da kullanılıyordu. Ada, ABD’nin kontrolündeydi ama muhalefet adalardaki özerkliğin sonlandırılarak yönetimin Japonya’ya iadesi konusunda bastırıyordu. Bu durumun siyaseten devam edebilmesi için CIA’nın yaptığı bir çok gizli faaliyetin başrol oyuncusu Okinori Kaya idi. Yapılan tüm manipülasyonlara rağmen Okinawa’nın yönetimi 1972 yerel referandum sonucunda halkın kıl payı bir tercihiyle de olsa Japonya’ya devredildi. Buna rağmen adadaki Amerikan askerî varlığı günümüzde de sürmektedir.
Japonlar, CIA desteğiyle yaratılan siyasi sistemin adını kozo oshoku koydular, yâni; “Yapısal Yolsuzluk”. CIA’nın rüşvetleri 1970 yılına kadar devam etti ancak Japon siyasi yaşamındaki yapısal yolsuzluklar daha uzun yıllar devam edecekti.CIA’nın Tokyo İstasyon Şefi Horace Feldman, “İşgal yıllarında Japonya’yı biz yönettik, işgali takip eden yıllarda ise farklı biçimde yönettik. General MacArthur’un kendine özgü yöntemleri vardı, bizim de kendimize göre farklı yöntemlerimiz…” diye konuşmuştu çok sonraları.
“İyimserlik Körlüğü”
Allen Dulles, gizli operasyonlara olan tutkusu nedeniyle, Başkan’a istihbarat sağlamak olan esas işini ihmal eder olmuştu. Dulles ve yardımcısı Wisner, 5 yıl boyunca yurt dışında iki yüzden fazla gizli operasyona imza atmış,Fransa’nın, Almanya’nın, İtalya’nın, Yunanistan’ın, Mısır’ın, Pakistan’ın, Japonya’nın, Tayland’ın, Filipinler’in ve Vietnam’ın iç işlerine müdahale maksadıyla Amerikan vergi mükellefinin parasını bu ülkelere akıtıp durmuştu.
Teşkilât, ülkelerde darbelere düzenliyor, buralarda başkanlar ve başbakanlar ortaya çıkarabiliyor veya çöpe gönderebiliyordu ama esas düşmanı bir türlü ele geçiremiyordu.Gizli operasyonların Kremlin’i sarsamadığını gören Eisenhower, 1955 yılı sonlarında CIA’nın hedefini şu şekilde değiştirdi: “Uluslararası komünizmi gözden düşürmek için sorun yaratmak, mevcut sorunları istismar etmek,komünist yönetimlere ilgi ve sıcaklık duyan tüm kişi ve partilerle mücadeleye girişmek, bu yolla özgür dünya halklarının ABD ile olan bağlarını güçlendirmek”. Bunlar iddialı hedeflerdi ama Dulles ve Wisner’in amaçlarına oranla mütevazi kalmaktaydılar.
Teşkilâta bu yeni ayarın verilmesinden bir kaç hafta sonra Nikita Khrushchev, Komünist Parti Kongresinde öyle bir konuşma yaptı ki, CIA istese komünist dünyayı bu denli sarsacak bir tezgâh kuramazdı. Khrushchev’e göre üç yıl önce ölen Stalin, kendi gücü ve ikbali için herkesi ve her şeyi feda edebilecek sadist ve süper bencil biriydi.CIA, konuşmayla ilgili duyumu bir ay sonra aldı ve tam metnini ele geçirip propaganda malzemesi olarak kullanmak istedi. Teşkilât, şimdi olduğu gibi o zaman da yabancı istihbarat teşkilâtlarına fazlasıyla bağımlı idi.İstediği konuşmanın metnini İsrailli ajanlar vasıtasıyla elde etti. CIA, İsrail istihbaratına olan ve halen süren bu bağımlılığı yüzünden, Orta Doğu’da olup bitenlere hep Yahudi gözlüğüyle bakmıştır.Bundan sonra CIA içinde bir tartışma başladı. Konuşma içeriği usul usul bazı komünist partilere sızdırılarak kale içeriden mi sarsılmalıydı, yoksa büyük bir kampanya ile tüm dünyaya mı duyurulmalıydı? Uzun tartışmalardan sonra ikinci yol tercih edildi ve bu karar CIA’nın hayal bile edemeyeceği bir dizi olaya yol açtı.
Polonya Gdansk Tersanelerinde işçi grevi 1980
Kararın ardından, konuşma metni aylar boyunca CIA’nın, uğruna yüz milyonlarca dolar harcadığı “Özgür Avrupa” radyo antenlerinden demir perde ülkelerine yayınlandı durdu. Sonuçlar kısa süre içinde görülmeye başlandı. Polonya’da işçiler komünist yönetime karşı şiddetli nümayişler başlattı ama Sovyetlerden çok sert karşılık gördü. Başkan Yardımcısı Nixon, uydu ülkelerden birinin daha Ruslarca hırpalanmasının karşı propaganda amaçlı olarak Amerikan amaçlarına hizmet edeceğini savunuyor, Sovyetleri tahrike devam edilmesini istiyordu. Ona göre Polonya’dan sonra Ruslara hırpalattırılacak ülke Macaristan olabilirdi.
Propaganda tüm hızıyla sürdürüldü.
Dikkatler bu propaganda zaferi üzerine yoğunlaşmışken dünyada çok önemli iki gelişme yaşanıyordu ki bunlardan ne Dulles’in, ne de yardımcısı Wisner’in haberi vardı. Londra ve Paris’te savaş hazırlıkları yapılmakta,Macaristan’da ise bir halk ihtilâli tezgâhlanmaktaydı. Dulles, bu olayların iki haftalık çok hassas gelişme süreçleri boyunca Başkanına bilerek ya da bilmeyerek yanlış yorumladığı bilgileri aktardı.
Sir Patrick Dean (solda) – Security Council Fails to Adopt Norwegian Proposal on Malaysian Complaint Against Indonesia – Discussing a document (l. to r.) are: Sir Patrick Dean (United Kingdom), Mr. Sivert A. Nielsen (Norway), and Mr. Adlai E. Stevenson (United States). – Behind them (l. to r.): Mr. Francis T. Underhill (United States), Mr. Donald R. Toussaint (United States), and Mr. Charles Woodruff Yost (United States). 17 September 1964 – United Nations, New York
Wisner
O günlerde Wisner, İngiliz meslektaşı Sir Patrick Dean ile Mısır lideri Nasır’ı devirme plânlarını konuşmak için Londra’ya gitti. CIA başlangıçta, üç yıl önce bir darbe ile iktidarı ele geçiren Nasır’ı destekliyordu. Ancak sonraları Nasır, CIA’dan beklediği askerî yardımların gelmediğini gerekçe göstererek Mısır pamuğu karşılığında Rus silâhları almaya kalkıştı ve işin rengi değişti. Nasır’ın 1956 yılında bir İngiliz – Fransız ortaklığı olan Süveyş Kanalı Şirketini millileştirmesi, bu ülkeleri tarif edilemeyecek derecede öfkelendirdi. İngilizler Nasır’ı öldürmeyi öneriyor, Eisenhower buna karşı çıkıyor ve işin yıkıcı faaliyetlerle usul usul istenilen yöne çekilmesini savunuyordu.
Cemal Abdülnassır
İşte Wisner ve Sir P. Dean bunları konuşacaktı ama İngiliz istihbaratçı randevusuna gelmedi çünkü o sırada Paris’teki toplantıda Fransa ve İsrail ile birlikte İngiltere’nin Mısır’a yapacağı saldırı plânlarına son şekil verilmekteydi. CIA’nın bunların hiç birinden haberi yoktu. Dulles yönetimine, İsrail, İngiltere ve Fransa’nın müştereken Mısır’a saldıracağı yolundaki bilgilerin saçmalıktan ibaret olduğu bilgisini vermekteydi çünkü İsrail istihbaratı onu yanlış yönlendiriyordu. Orta Doğu’daki esas tehlike başka yerdeydi; Ürdün Kralına suikast düzenlenmişti ve Mısır kısa süre içinde Irak’a saldıracaktı! Bunun üzerine Eisenhower, 26 Ekim’deki Güvenlik Konseyi toplantısında Orta Doğu ile ilgili raporları bir kenara itti ve önceliğin Macaristan olayları olduğunu söyledi.
Budapeşte’de komünist hükümete karşı büyük ayaklanmalar yaşanmaktaydı. 27 Ekim ’de, Kızıl Ordu tankları şehre girdi. Çatışmalarda yüzden fazla insan öldü. CIA’nın sekiz yıldan beri beklediği an gelmişti. Komünizme karşı yapılan ayaklanmalara her türlü destek verilecek, Katolik Kilisesi, köylü birlikleri, sürgün edilmişler,öğrenciler, kısacası tüm kesimler harekete geçirilecekti.
Talimatı alan Wisner hemen çalışmalara başladı ama tam anlamıyla çuvalladı. Avusturya’ya sürgüne gönderilmiş olanlar, Macaristan’a dönerlerken tutuklandılar, içeride örgütlediğini sandığı muhbirler, hırsız ve yalancı çıktı,böyle durumlar için ülkenin ıssız yerlerine gömdürüp sakladığı silâhlar bulunamadı. Teşkilâtın Macaristan konusundaki örtülü faaliyetlerinin ne denli gerçekçilikten uzak olduğu gizli bir CIA belgesinde şöyle dile getirilmişti: “Hep görmek istediklerini gördüler, görmek istemedikleri için ise iyimserliğin körlüğünü seçtiler”.
Rus tankı Budapeşte’de
RUSYA NEDEN MACARİSTAN’A GİRDİ ?
İki dünya savaşı arasında Macaristan ideolojik ve ekonomik yönden Hitler Almanyası’na yaklaştı ve Antikomintem pakta katıldı. 1941’de Almanya ile berâber Rusya’ya karşı İkinci Dünyâ Savaşına girdi. Ancak 1944’te Almanya ile arası açılınca Hitler Macaristan’ı işgâl ettirdi. Amiral Horty’nin Macaristan’da yirmi dört yıllık idâresi sona erip, yerine Szalas getirildi.
Szalas’ın kurduğu terör rejimine karşı başlayan muhâlefet, komünistlerin güçlenmesine ve Rusların Macaristan’ı işgâline yol açtı. 4 Şubat’ta cumhûriyet îlân edildi ve aynı sene mâdenler, ağır sanâyi tesisleri, bankalar devletleştirildi. Üç milyon hektar arâzi, sâhiplerinden zorla alındı. Macaristan İşçi Partisi öncülüğünde kilisenin mallarına el konuldu ve kilise aleyhtarlığı kampanyası başlatıldı. Ancak başgösteren tepkiler sonucu 1953’te ülkede mevcut bulunan Sovyet askerleri İmre Nagy’ı başa getirerek yumuşama politikası tâkip etmeye başladılar. İmre Nagy’ın reformlarına tahammül edemeyip, 1955’te görevden alınınca Macaristan’da muhâlefet çok büyük oldu. 1956’da tekrar hükûmetin başına getirilen İmre Nagy, Macarların Sovyet işgal güçleri aleyhine “artık yoldaş değiliz” diye başlattıkları ihtilal hareketi sırasında Macaristan’ın Varşova Paktından çekilip, tarafsız kaldığını, 2 Kasım 1956’da Birleşmiş Milletlere, 3 Kasımda da Sovyet Büyükelçisi Yuri Andropov’a bildirdi. “Eskunzuk, eskunzuk hogy tovabb nem leszunk!” (Yemin ediyoruz, artık köle olmayacağız!) diyen Macar halkının hürriyet mücâdelesi, 4 Kasım’da Budapeşte’ye giren yüzlerce Sovyet tankı tarafından kanla bastırıldı. Binlerce Macar, komünizmden kurtulmak için seyirci durumda kalan Batı’ya ilticâ ettiler. İmre Nagy de yakalanarak 1958’de îdâm edildi. 1989’da komünist parti feshedildi. 1990 seçimleri çok partili oldu ve merkez sağ partiler iktidâra geçtiler.
Szalas’ın kurduğu terör rejimine karşı başlayan muhalefet, komünistlerin güçlenmesine ve Rusların Macaristan’ı işgaline yol açtı.
“23 Ekim 1956’da, Budapeşte’de 155,000 insan “Polonyalılarla dayanışma” mitingi yaptı. Radyo istasyonuna doğru ilerlerlerken, önlerine çıkan dev Stalin heykelini yıkmak istediler ancak heykel yere çok sağlam monte edilmişti. AVO, nefret edilen gizli polis birlikleri istasyonu kordon altına almışlardı. Hiç uyarısız barışçıl göstericilerin üzerine makineli tüfek ateşi açtılar.
Böylece Macar isyanı başlamıştı. O gece bir silah fabrikasından şehre kamyonlar dolusu silah getirildi. Binlerce insan sokaklardaydı. Polis ve askerler silahlarını sivil halka dağıtıyordu. Sabah saatlerinde şehrin ana caddeleri işçi ve öğrencilerin elindeydi. Budapeşte’de bir devrim Konseyi oluşturuldu. Genel grev tüm ülkeye kısa zamanda yayıldı.
Tehdit altında bulunan hükümete yardım amacıyla şehre giren Rus tankları sert bir direnişle karşılaştılar. Binlerce insan hafif silahlarla ve molotof kokteylleriyle tanklara karşı mücadele veriyordu. Üç gün içinde, 30 Rus tankı imha edilmiş, bazı Rus askerlerinin bile ayaklananların yanında yer aldıkları görülmeye başlamıştı.
Ülkenin tümünde, fabrikalarda, demir çelik tesislerinde, enerji santrallerinde, tren garlarında ve madenlerde işçi konseyleri kurulmaya başlandı. Kırsal kesimdekiler de kendi konseylerini kurarak toprağı yeniden paylaşıp kasabalara yiyecek göndermeye başladılar. Kurtarılan radyo istasyonları, ülke geneline haber yayınlarına başladılar.
Genel grevin tüm ülkeye yayılmasından sonra, konsey federasyona dönüşerek bir hafta içinde Konsey Cumhuriyeti’ni kurdu. Artık hükümet devre dışıydı. İşçi Konseyi bir ultimatom yayınlayarak grevin tüm Rus birlikleri ülkeyi terk edene kadar süreceğini belirtti. 30 Ekim’de Kızıl Ordu tankları Macaristan’dan çıktı. Halkta sanki bir zafer kazanmış görüntüsü vardı.
Ancak 4 Kasım günü tanklar geri geldi. Sınır ötesinde toplanan 6,000 Rus tankı Macar halkının üstüne yürüdü. Tüm büyük şehirler topçu ateşine tutuldu. Budapeşte’nin işçi bölgesi en ağır hasar alan bölge oldu. Macarlar ellerinden geldiğince karşı koydular ancak Budapeşte harabe haline gelene kadar tam dört gün hiç durmaksızın top ateşine tutuldu. 10 gün süren çatışma sonucu binlerce insan ölüp, yaralandıktan sonra halk çaresizce teslim oldu.” Clifford Harper, “Anarşi, Grafik Bir Rehber” isimli kitabında Macar ihtilalini böyle anlatıyordu…
Direnişin büyümesi üzerine Kruşçev’in Kızıl Ordu’ya Macar direnişçileri katletme emri vermesi ve Budapeşte sokaklarında oluk oluk kan akması, acı ve gözyaşının zirveye ulaşması hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Ellerindeki basit silahlarla modern bir orduya karşı mücadele eden gençler kendilerini ayaklanmaya çağıran ABD ve Avrupa’dan yardım bekliyor, “Avrupa ve ABD ne zaman bize yardım edecek, bizi ne zaman kurtaracaklar?” diye feryat ediyordu.
Ama Batı bu çığlıklara kulaklarını tıkadı. Çünkü onlar için o anda önemli olan şey; Süveyş’i millileştirdiğini açıklayan Nasır’a müdahale ve çatışmaların sonucuydu. …Ve Batı, hep birlikte bu insanlık dramını, tarihin karanlık sayfalarına geçecek bu vahşeti görmezden geldi. Peki, ABD ve Avrupalı müttefiklerinin bu tutumlarında Macarların Anglo-Sakson olmamalarının rolü var mıydı?
Macaristan’ın Varşova Paktı’ndan çekilip, tarafsız kaldığını, 2 Kasım 1956’da Birleşmiş Milletlere, 3 Kasımda da Sovyet Büyükelçisi Yuri Andropov’a bildirdi. Ve 4 Kasım’da Budapeşte’ye giren yüzlerce Sovyet tankı tarafından isyan kanla bastırıldı. Binlerce Macar, komünizmden kurtulmak için seyirci durumda kalan Batı’ya iltica etti. İmre Nagy de yakalanarak 1958’de idam edildi.
İmre Nagy
CIA’nın Özgür Avrupa radyosu, Macar halkını Sovyet hedeflerine karşı sabotajlar düzenlemeye, tanklara karşı Molotof kokteylleriyle saldırıda bulunmaya teşvik ediyor, “Ya özgürlük, ya ölüm” sloganları atıyordu. O gece, bir zamanlar Macaristan’da başbakanlık yapmış ama sonradan yeteri kadar inançlı olmadığı gerekçesiyle komünistler tarafından görevden uzaklaştırılmış olan İmre Nagy radyoda bir konuşma yaptı. On seneden beri ülkede yapılan yanlışlıklar ve işlenen suçlardan bahsetti, halkın gücüne dayalı yeni bir koalisyon kurulacağından,Moskova ile bağların koparılacağından, tarafsız bir ülke olunacağından, yardım için Birleşmiş Milletler ve ABD’ye başvurulacağından söz etti. Ne var ki, Nagy parlamentodaki kontrolü ele geçirip Sovyetlere olan bağımlılığı gevşetmeye yönelik adımlar atmaya başladığında engellendi. Dulles onun bir hain olduğunu ve Sovyetlere ülkeye gelmesi için esas kendisinin davetiye çıkardığını, iş başına Tanrının da gücünü arkasına alan Vatikan’ın adamı Kardinal Mindszenty’nin getirilmesi gerektiğini düşünüyor ve Eisenhower’a bu şekilde tavsiyelerde bulunuyordu. CIA’nın Özgür Avrupa radyosu da Nagy hakkında yalan yanlış yayınlar yapıyor, “Tanrı tarafından gönderilen liderle yeni Macaristan’ın buluşmasını” kutsuyordu. Radyo aynı zamanda, halk ayaklanmasının giderek güç kazandığını, Rusların idam sehpalarına gönderileceği günün yaklaştığını pompalayıp durmaktaydı.
Dulles fena halde yanılıyordu.
Sovyetler büyük bir güçle ülkeyi işgal etti. Ayaklanma dört gün içinde ölçüsüz bir şiddetle bastırıldı. On binlerce kişi öldü, binlerce Macar Sibirya esir kamplarına gönderildi. Amerika’dan yardım geleceğine inandırılmış halkın umutları boşa çıkmıştı. Yaşanan trajediden sonra Dulles, Eisenhower’a CIA’nın hiç bir zaman Macar halkını ayaklanmaya kışkırtacak yayınlar yapmadığını söyledi. Başkan bu yalana inandı ama gerçek kırk yıl sonra, o yayınların deşifresi ortaya çıkınca anlaşılacaktı.

Bölüm 7 sonu / Devam edecek
Naci Kaptan / 29.09.2012 /Güncellendi 30 Mayıs 2021
This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, Dizi Yazilari, İSTİHBARAT KURUMLARI. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *