1- ULUS DEVLET PROJESİ OLARAK ATATÜRKÇÜLÜK‏

Gökçe Fırat
Atatürkçü İdeoloji

1- ULUS DEVLET PROJESİ OLARAK ATATÜRKÇÜLÜK

Atatürkçülüğü Hurafelerden Kurtarmak

Atatürkçülüğün ne olduğu ya da ne olmadığı üzerine uzun yıllardır önemli tartışmalar yürütülmektedir. Bununla birlikte Atatürkçülüğün ne olduğunu anlamak için izlenen yöntem oldukça “dinsel”dir. Deyim yerindeyse, Atatürkçülük üzerine incelemeler, Atatürk’ün sözlerini tefsir eden bir yöntem içerisinde sıkışıp kalmıştır. Bu nedenle de Atatürkçü olduğu bilinenler dahil, hatta bu işin bilimi ile uğraşanlar dahil, çoğu fikir insanı bilimle değil, daha ziyade hurafelerle uğraşan mollalar görünümündedirler.

O halde Atatürkçülüğü anlama ve izah etme çabasının öncelikle bu bilim dışı yöntemden kurtarılması gerekmektedir. Bunun için ise, Atatürk’ün eylemleri yani yaptıkları ile, kendi programı yani 6 Ok’u içiçe, birarada incelemek gerekmektedir.

Fakat biz yine biliyoruz ki, özellikle 6 Ok, nedense derinliğine incelenmemiş bir konudur, akademik anlamda ise burası boş bir alandır. Oysa Atatürk’ü anlamak ve Atatürkçülüğü yerli yerine oturtmak için başlangıç noktası 6 Ok olmalıdır.

Fakat, gerek liberal çevreler, gerekse Marksist çevreler, Atatürkçülüğü kendi programı olan 6 Ok’tan yola çıkarak değil, kendi ideolojik referanslarından yola çıkarak incelerler. Böyle olduğu için de 6 Ok, kendi iç tutarlılığı ve bütünlüğü olan bir ideolojik kaynak olmaktan çıkar. Oysa Atatürkçü ideolojinin temeli 6 Ok’tur.

Mustafa Kemal’den Atatürk’e

Atatürk, ismi üzerinde Türklerin atasıdır. Bu soyadı bile önemli bir gerçeği yansıtmaktadır. Atatürk’ten önce de elbette Türk vardı ama gerek Osmanlı İmparatorluğu’nun İslamcı-kozmopolit yapılanması içerisinde, gerek Batı sömürgeciliğinin saldırısı karşısında, Türklük neredeyse yok edilmişti.

Atatürk’ün daha Kurtuluş Savaşı’nın başlarındaki iddiası ise, Anadolu çölünden kimsenin göremediği bu Türk milletini çıkartmaktı. Kurtuluş Savaşı bu anlamı ile, Türk’ün yeniden tarih sahnesinde yerini almasıdır. Türk’ü yeniden tarih sahnesine çıkartan Mustafa Kemal’in, kendisine soyadı olarak Aktatürk’ü seçmesi bu bakımdan son derece anlamlıdır.

Atatürk’ün soyadı ile birlikte ortaya çıkışı, Kurtuluş Savaşı’nın başarı ile kazanılmasından ve Devrimlerin başarılmasından sonradır. Türk’ü Anadolu’dan atmak iseteyen Batı emperyalizmi Kurtuluş Savaşı ile yurttan atıldıktan ve yine Türk’ü devlet yapısı içinde yok eden ve yok sayan Osmanlı saltanatı ve hilafeti yıkıldıktan sonra, Atatürk ortaya çıkmıştır.

O zamana kadar Atatürk değil Mustafa Kemal vardır. Mustafa Kemal ise, Türkiye’yi varetmeye çalışan, bu yolda emperyalistlerle, saltanatla, hilafetle ve bir kısm muhalefetle mücadele eden bir devrimcidir.

Yani daha o zaman tüm Türklerin üzerinde anlaştığı Atatürk değildir. Böyle olduğu için de Mustafa Kemal’in karşıtları ile mücadelesi ve bu mücadeleye yol gösteren fikirleri, Atatürkçülüğün anlaşılmasının başlangıç noktası olacaktır.

Atatürkçü Siyasal Harekete Neden Karşılar?

Eğer, sonuç noktasından yani Atatürk’ten başlarsak, Atatürkçülük, herkesin kabul etmek zorunda kaldığı bir “gerçeklik” halinde ele alınır, ancak Mustafa Kemal’den Atatürk’e giden süreç içerisinde ele alınırsa, Atatürkçülük bir ideoloji, bir eylem kılavuzu ve yol gösterici bir yöntem olur. Bu ise, Atatürkçülüğü kendine has ideoloji haline getirir. Kendine has bir ideoloji ise, bir halk hereketine, siyasal harekete işaret eder.

Ancak Atatürkçülüğün bir ideolojik ve siyasal hareket olarak ortaya çıkmasından rahatsız olan kesimler, ısrarla Atatürkçülüğün bir ideoloji, hele hele siyasi bir hareket olmadığını, onun herkesin “malı” olduğunu, kimsenin O’nu tekeline almaması gerektiğini, ısrarla söyler dururlar.

İşte işin püf noktası da budur. Atatürk’ü kimse tekeline almasın diyen tüm kesimlerin ortak kimliği Atatürkçü olmamalarıdır. Zaten bunu saklamazlar da! Atatürkçü olmadıklarını övüne övüne söylerler.

Ama nedense birilerinin ‘ben Atatürkçüyüm ve bunun siyasal mücadelesini vereceğim’ demesi işlerine gelmez. Çünkü Atatürk adı, tüm Türklerin üzerinde anlaştığı tek isimdir. Böyle bir ismi karşılarına siyasi bir rakip olarak alırlarsa kazanamayacaklarını, halkla karşı karşıya kalacaklarını bildiklerinden, Atatürkçülüğün bir siyasal akım haline gelmemesi için çalışıp dururlar.

Atatürk’ün Rakipleri

Bu çabaların bir geçmişi de vardır. Atatürk Kurtuluş Savaşı’nı verirken O’nun milletvekili olmasına karşı çıkanlar, O’nun Başkomutan olmasına karşı çıkanlar, O’nun Cumhurbaşkanı olmasına karşı çıkanlar vardı. Hatta karşıtları Lozan’dan sonra artık O’nun bir çiftliğe çekilmesi ve kendi hayatını yaşaması gerektiğini açık açık ifade ediyorlardı.

Fakat Atatürk gerek Kurtuluş Savaşı sırasında kendisini safdışı etmek isteyen rakipleri ile, gerekse Kurtuluş Savaşı başarıldıktan sonra kendisini saf dışı etmek isteyen rakipleri ile bizzat mücadele etti.

Sivas Kongresi’nden itibaren Atatürk’ün sürekli rakipleri vardı, O da bu rakipler ile mücadele etti. Bu mücadele içinde tanımlanacak Atatürk, Atatürkçülüğün anlaşılması için de başlangıç noktası olacaktır.

O halde Atatürk’ün, ya da o zamanki adıyla Mustafa Kemal’in, rakiplerini ortaya koymak, aynı zamanda Atatürk’ün ne olduğunu ortaya koymak olacaktır.

İlk Özellik: Bağımsızlıkçılık

Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da İstanbul’dan Anadolu’ya geçtiği zaman, karşısındaki esas düşman, İtilaf Devletleri idi. İtilaf Devletleri içinde ise özellikle başı çeken İngiltere vardı.

Bu devletlerin ortak amacı, Türkleri Anadolu’dan atmaktı. Mustafa Kemal’in mücadelesi ise, Anadolu’da Türklerin bağımsızlığının sağlanması idi. Bağımsız bir devlet olarak ayakta kalmak ilk amaçtı.

Dolayısı ile Atatürk’ün ilk başta gelen özelliği, O’nun bağımsızlıkçılığıdır. Bunu, Ulusal Kurtuluşçuluk olarak da ele alabiliriz. Nitekim Türk İstiklal Harbi, ilk elde, düşmandan kurtuluş savaşıdır.

Ancak biz bugün, Ulusal Kurtuluş’un da, bağımsızlığın da daha geniş anlamı olduğunu biliyoruz. Atatürk’ün ulusal kurtuluşçuluğu basit bir işgal karşıtlığı değildi. Mustafa Kemal, işgalci güçlerin kimliğini açık bir şekilde ve her vesile ile belirtmişti: Emperyalistler.

O halde işgalci gücün emperyalist olarak tanımlanması, buna karşı kurtuluş savaşının niteliğini de belirler; emperyalizme karşı kurtuluş savaşı bir ulusal kurtuluş mücadelesidir.

Ulus, burada devreye girmektedir. Çünkü emperyalizmin karşıtı burada artık Osmanlı değil Türk ulusudur. Zaten Osmanlı’nın emperyalist ülkelere boyun eğdiğini, teslim olduğunu, esir olduğunu da ortaya koyduğumuz zaman, ulus, tek başına emperyalizmin karşısında kalmaktadır.

Bu noktada “ulusun kaderini yine ulusun kendi azmi ve kararlılığının kurtaracağı” muhakkaktır. Atatürk’ün, Anadolu’ya ayak basar basmaz söylediği şey de zaten budur.

Kemalist Hareket

Bu konu üzerinde biraz daha durmakta yarar var. Dönemin emperyalist güçleri Mustafa Kemal tarafından net bir şekilde emperyalist olarak adlandırılmaktaydı. Peki emperyalistler Mustafa Kemal’e nasıl bakıyorlardı?

İngiliz emperyalizminin gözünde Mustafa Kemal bir asi, bir eşkıyaydı. Daha doğrusu temel propagandaları bu idi, çünkü Türk ulusunun onun peşinden getmesine engel olmak için böyle bir propagandaya ihtiyaçları vardı.

Ancak İngilizlerin gözünde bir Mustafa Kemal gerçeği de vardı. Ona Kemalist Hareket diyorlardı. Yani bizzat Mustafa Kemal’in adı, bir hareketin adı idi. Bu adın sonuna eklenen izm eki, onun aynı zamanda idolojik ve siyasal bir içeriğinin de olduğu anlamına geliyordu.

Mesela, İngilizlerin dilinde bir saltanatizm ve hilafetizm yoktu. Çünkü saltanat ve hilafet, farklı bir yol tutmamıştı. Saltanat ve hilafet yanlılarının emperyalizme karşı bir çıkışı yoktu. Saltanat ve hilafet emperyalizmin yandaşı ancak Mustafa Kemal ve onun geliştirdiği Kemalist hareket karşıtı idi.

Antiemperyalıst Milliyetçilik

Fakat Kemalistlerin niteliğini belirlerken de bir tanım yapıyorlardı: Milliciler! Ya da Milli Hareket! Dikkat edersek bu tanımın sadece İngilizlere ait olmadığını da görürüz, tüm emperyalist ülkeler, ama aynı zaman da bu savaşın tümüyle dışında kalan tüm dünya da Kemalistleri Milli Hareket olarak görüyordu. Bugün dahi, dünya bilim literatüründe bu hareketin adı, Milliyetçi harekettir.

Zaten Türk tarafı, yani Mustafa Kemal ve yandaşları da kendilerini böyle tanımlıyorlardı. Mücadele, Milli Mücadele idi. Hareketin adı Kuvayı Milliye idi. Hükümet Milli Hükümet idi. Meclis Büyük Millet Meclisi idi.

Dolayısıyla Atatürkçülüğü vareden ön koşul, emperyalizm ile, yok edilmek istenen bir ezilen millet arasındaki mücadeledir. Bu mücadelenin asli unsuru ise anti emperyalist bir milliyetçiliktir.

Milliyetçiliğin antiemperyalist niteliğinin özellikle üzerinde durulması gerekiyor. Çünkü, antiemperyalist olmayan başka tür bir “milliyetçilik” de vardı: Turancılık. Mustafa Kemal bu tür hayali bir anlayışa çok sert karşı çıkıyordu.

Ve yine İslamcı bir “milliyetçilik” de vardı. Bu ise milli mücadelenin temelini İslamcı bir kurtuluş hareketi olarak ele alıyordu. Mustafa Kemal, bu türden bir İslamcı politikaya da tümüyle karşıydı.

Bu gerçeklik Mustafa Kemal’in milliyetçi hareketinin temellerini ortaya koyar:

1-Antiemperyalizm

2-Irkçı-Turancı olmayan bir milliyetçilik

3-Dinsel olmayan bir milliyetçilik.

Bu tür bir milliyetçilik anlayışı, Mustafa Kemal hareketinin ve ideolojisinin başlangıç noktasıdır. Hareket ve ideoloji bu temel üzerinde gelişecek ve diğer özelliklerini yaratacaktır.

Çağın Gerçeği: Emperyalizm ve Ulus Devlet

Mustafa Kemal’in milliyetçi hareketinin bu şekilde ortaya çıkması, aslında bir tarihsel zorunluluğun da sonucu idi. Osmanlı’nın son dönemlerinde kurtuluş çaresi olarak ortaya çıkan, Osmanlıcı, Turancı ve İslamcı hareketler başarısız olmuştu.

Bu dönemi bizzat yaşayan Mustafa Kemal, yanlışları görebiliyordu. Gerek Turancılığın, gerek İslamcılığın çözümsüzlüğü onların hayalciliği ile açıklanıyordu. Ancak bu hayalcilik, saf bir hayalcilik değil, ulusa çok şeylere malolan zararlı bir hayalcilikti. Bu tür hayalciliklerden uzak durmak, Mustafa Kemal’in düsturu olmuştu.

Fakat Mustafa Kemal gerçekçiliğinin esas ayırdedici özelliği, O’nun düşmanını tanımlamasında görülmektedir. Düşman, ilk kez emperyalizm olarak O’nun tarafından ortaya konulmuştur. Oysa daha önceki her tür siyasal hareket, emperyalizm denilen gerçeği görememişti. Daha önce gerek Batıcılık, gerekse Doğuculuk olarak ortaya çıkan çözüm önerilerine karşı, O zemini doğru noktaya çekmiştir: Antiemperyalizm.

Emperyalizm çağın olgusudur. Emperyalizm varsa, ulus vardır. Oysa hayali düşmanlar varsa ortada ulus da yoktur. O nedenle tek gerçekçi ulus tanımı Mustafa Kemal tarafından yapıldığı gibi, tek bilimsel tanım da yine O’nun tarafından yapılmıştır.

Bu nedenle Mustafa Kemal milliyetçiliği bilimsel ve gerçekçi, antiemperyalist milliyetçiliktir. Bu durumda, Kemalist hareket, çağın gerçekliğini tespit eden ve yine o tespit içinde doğru noktada mevzilenen harekettir: Milli Mücadele.

Bu bakımdan nasıl ki İngiltere emperyalizmin sembolü olarak ortaya çıkmışsa, Mustafa Kemal de, ulusal kurtuluşçuluğun ve ulus devletin sembolü olarak ortaya çıkmıştır. Bu, çağın çelişkisidir: Emperyalizm de ulus devlet de çağın gerçekleridir. Bu iki zıt hareket, aynı gerçekliğin iki kutbunu oluşturur. Çağdaş mücadele, emperyalizmle ulus devlet arasındaki mücadeledir.

Atatürkçülük: İlk Ulus Devlet Projesi

Gerçi ilk başta ulus devlet bir kavram olarak ortada yoktur. Ancak işin ruhu, ulus devlet olgusunu ortaya koyar.

Mustafa Kemal, emperyalizme karşı başkaldırırken, tam bağımsızlık istemektedir. Ancak bu bağımsızlık mücadelesinin yolu ve yöntemi çok net ortaya konulmuştur

1-Ulusu, ulusun azim ve kararı kurtaracaktır.

2-Hakimiyet kayıtsız şartsız ulusundur.

3-Ulus, kendi kaderini kendi meclisi ve hükümeti eli ile belirler.

Bu formülasyon, çağdaş ulus devletin ilk taslağı, ilk anayasasıdır.

Ulus devlet ancak, ulusun mücadelesi ile krulacaktır; yani ulusal kurtuluş savaşı ile.

Ulus, savaşarak elde ettiği hakimiyetini kimse ile paylaşmayacaktır; yani ulusun üzerinde bir hakim güç olamaz. Bu ise, zaten hakimiyeti yok edilmiş emperyalizmden sonra, böyle bir hakimiyet iddiasını ortaya atacak kesime baştan uyarıdır: Saltanat ve hilafet, ulusal hakimiyete kayıt koyar, oysa ulusal hakimiyete kayıt kabul edilemez.

Bu bile yine net bir şekilde açıklanılır: Hakimiyet, Milli Meclis ve Hükümet eli ile kullanılacaktır.

Bu, çağdaş bir ulus devlet tanımının ve amacının daha ilk adımda ortaya konulduğunu gösterir. Bunun Mustafa Kemal terminolojisindeki karşılığı Cumhuriyet idaresidir. Atatürkçü milliyetçi hareketin amacı Cumhuriyettir.

Buradan Atatürkçülüğün ilk iki oku ortaya çıkmaktadır. Ancak bu okların içinde bulunduğu geniş kavramsal soyutlamayı gözden kaçırmamak gerekir: Cumhuriyetçilik de, milliyetçilik de emperyalizm çağında ulus devlet konseptinin bileşenleri ve oluşturucularıdır.

II-ATATÜRKÇÜLÜK NASIL TAHRİF EDİLDİ?

Fransız Devrimi ve Türk Devrimi

Atatürkçülüğün, bir ulus devlet projesi olarak tespit edilmesi, işin düğüm noktasıdır. 6 Ok’un da ancak bu çerçevede özgün bir anlamı bulunmaktadır.

Atatürk devrimciliğini tanımlama çabalarının iki ayağı bulunmaktadır, bir kısım insan Atatürkçülüğü, Fransız Devrimi’nin bir tekrarı olarak ortaya koyar, bir kısmı ise Rus Devrimi’nin.

Bilindiği gibi Fransız Devrimi, bir anlamda Burjuva Devrimlerinin sembolüdür. Atatürkçülüğün, cumhuriyetçi ve laik yönelimi, genellikle Fransız Devrimi’nin bir Anadolu uyarlanması olarak değerlendirilir. Bu nedenle Atatürkçülüğe Anadolu Aydınlanması dahi denilir.

Burada vurgu, saltanat ve hilafete ya da yanlış bir şekilde teokrasi olarak adlandırılan Şeriatçı devlet modeline karşı laik Cumhuriyet’in Fransız Modeli içinde değerlendirilmesinedir.

Oysa Fransız Devrimi’nin esas belirleyici yanı, ne laikliği, ne cumhuriyetçiliği ne de “eşitlik-özgürlük-kardeşlik” sloganındaki “sosyalizan” yanıdır. Esas olan, bir burjuva devletinin, yani kapitalist devletin kurulmasıdır.

Fransa’da kapitalist devletin karşısında bulunan iki güç krallık ve kilise idi. Bunlara karşı mücadelenin ise cumhuriyetçilik ve laiklik olarak ortaya çıkması doğaldı. Ancak hedef, kapitalizmin önündeki engellerin temizlenmesiydi.

Bu açıdan değerlendirdiğimizde, Türk Devrimi’nin karşısındaki engel, dışta emperyalizm, içte ise saltanat-hilafet birlikteliğidir. Emperyalizm zaten kapitalisttir. İçerdeki saltanat-hilafet rejimi ise, liberal bir iktisadın temsilcisi olmakla kalmamakta, aynı zamanda komprador kapitalizmin (kapütülasyonlar ve Düyun-u Umumiye) de temsilciliğini yapmaktadır.

O halde, Türk Devrimi, önündeki engelleri yıkarken, her ne kadar cumhuriyetçi ve laik bir idare kursa bile, aslında uluslararası ve “ulusal” kapitalizmin temeline darbe indirmektedir.

Yani Fransız Devrimi şablonu, Türkiye gerçeğini açıklayamamaktadır. Birinde kapitalizmi kurmak için krallık ve kilise yıkılırken, diğerinde saltanat ve hilafet yıkılırken, aynı anda kapitalizm de yıkılmaktadır.

O halde Türk cumhuriyetçiliğinin ve laikliğinin kapsamı, Fransız Devrimi’ninkinden çok daha farklıdır.

Rus Devrimi ve Türk Devrimi

İkinci bir kesim ise sesi biraz daha cılız çıksa da, Türk Devrimi’nin, Rus Devrimi’nin ulusal bir tekrarı olduğunu önerir.

Bu akım ise, Türk devletçiliğinin ve halkçılığının Sovyet sisteminden uyarlama olduğunu ortaya koyar. Türk halkçılığının köklerini Rus Narodnizmine dayandırırken, devletçiliği ise sosyalizme geçişin bir aşaması olarak görür.

Böyle bir değerlendirme de şablonculuğun nasıl yanlış sonuçlara vardığının göstergesidir.

Çünkü Türk halkçılığı, Rus halkçılığından bambaşka bir çerçevede gelişir; Rus halkçılığı Çarlık rejimine tarşı bir köylü hareketi olmasına karşın, Türk halkçılığı ilk elde emperyalizme ve onun esiri olan saltanata karşı, halkın iradesine dayanmanın ve bu iradeyi halk hakimiyeti haline getirmenin yoludur.

Ve yine Türk devletçiliği, sosyalist Sovyet modelinden alınmamıştır, tümüyle Osmanlı’nın sömürge, liberal ekonomisinin antitezi olarak gelişmiştir.

Nitekim Türkiye Sovyet Rusya’yla yanyana olduğu, hatta kimi zaman emperyalizme karşı omuz olmuza mücadele verdiği halde, Bolşevizmden özellikle uzak durmuştur.

Bir kısım insan ise Türk Devrimi’ni, Fransız ve Rus Devrimleri’nin bir sentezi ya da kırması olarak görür. Burada ise Kemalist 6 Ok’un üçünün Fransız Devrimi’nden üçününse Rus Devrimi’nden alındığı iddia edilir.

Bu tür bir açıklama ise, iki şablonu biraraya getirerek, ikisinin de yanlış yanlarını atmak için yola çıkmakta, fakat sonuçta ikisinin de yanlışlarını biraraya getirmektedir. Sonuçta, yanlış bir Atatürkçülük tarifi devam etmektedir.

O halde Atatürkçlüğün ve elbet bu ideoljinin 6 Ok anlayışının şoblanlardan uzak, gerçekçi bir değerlendirmesinin yapılması gerekmektedir.

Atatürkçülük Eskı Çağ İdeolojisi Değildir

1789 Fransız Devrimi ile 1917 Rus Bolşevik Devrimi, biri burjuva devrimi diğeri proletarya devrimi olarak, örnek iki devrimdir. Ancak bu iki devrim de, burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki uzlaşmaz çelişkinin çözümü olarak ortaya çıkan devrimlerdir. Biri burjuvazinin diğeri işçi sınıfının iktidarına yol açsa da, aynı sınıf mücadelesi zemininin eseridir.

Bu bakımdan Türk Devrimi, her iki devrime de benzemez, hatta Kemalist Devrim’in tüm önderleri ve fikir adamları tarafından da ortaya konulduğu üzere, Türk Devrimi Fransız Devrimi ve Rus Devrimi’ne cevaptır.

Fransız ve Rus Devrimlerinde devrimin zemini sınıf mücadelesi iken, Türk devriminde zemin emperyalizm ile ulus arasındaki, daha geniş bir ifade ile ezen uluslarla ezilen arasındaki mücadeledir. Bu, yeni çağda, yeni çelişkinin, ezilen ulus tarafından çözüm tarzıdır.

Bu bakımdan Türk Devrimi, ister burjuva ister Marksist olsun, eski çağ ideolojilerinden değildir, o yeni çağın ideolojisidir. Bu bakımdan, yeni çağ devrimlerinin, yani ulusal kurtuluş devrimlerinin de öncüsüdür.

Bu bakımdan bir kaç ayırdedici niteliğini şu şekilde ortaya koyabiliriz:

1-Atatürkçülük, ezen ve ezilen milletler arasındaki mücadelede, ezilen milletlerin, burjuva liberal ve Marksist-Bolşevik yöntem dışındaki, özgün yolunun ideolojisidir.

2-Fransız Devrimi türü burjuva devrimlerinin yöntemi olan teokratik dinsel devlet yapısından laik ulus devlet yapısına geçişin bir tekrarı değildir. Tam tersine, mazlum milletin sömürgeden ulus devlete geçişinin yoludur.

3-Ne kapitalist devlete, ne de işçi sınıfı devletine geçiş yoludur. Emperyalist kapitalizme karşı, sömürge ve sınıfsız yapıda, ayakta duracak bir devletçi-halkçı modeldir.

4-Geç uluslaşma ya da Şeriata karşı uluslaşma modeli değil, emperyalizme karşı uluslaşmanın yöntemidir.

Kısacası Atatürkçülük, taklit bir ideoloji değildir. Atatürkçülüğün referansı eski çağın ideoloji ve uygulamaları değil modern çağın kendisidir. Bu nedenle de Atatürkçülük, eski çağ kalıp ve modelleri içine sığdırılamaz ve hapsedilemez.

Atatürkçülüğe Karşı Lıberal ve Marksist İttifak

Atatürkçülük yeni çağın ideolojisdir dedik. Ancak eski çağ idelojileri olan liberalizm ve Marksizm, Atatürkçü ideolojiyi, kendi görüşlerine göre çarpıtmaya devam etmektedir.

Yıllardır devlet kademelerinde çizilen “sağcı-devlet adamı Atatürkçülük” anlayışı ile, burjuva devrimcisi Atatürkçülük fikirleri hâlâ etkinliğini sürdürmektedir. İşin ilginci, devlet kademelerine en büyük desteğin, akademik çevrede yuvalanmış bağnaz ve yobaz Marksistlerden gelmesidir.

Bunun en özlü ifadelerinden birini 6 Ok üzerine incelemesinin sonuç bölümünde Tanıl Bora şöyle vermektedir: “Kemalizmin liberallere ve solculara bırakmış olabileceği hiçbir kavramkavramsal, düşünsel miras olamaz.”

Bu ifadeler, solcu olduğunu iddia eden bir yazara aittir. Ancak ne hikmetse solcu yazarımız sadece solcular adına değil aynı zamanda kendisinin tam karşıt kutbu olması gerekenler yani liberaller adına da konuşmaktadır.

Yazarın buradaki hedefi, Kemalizme karşı düşman yaratmaktır ama istemeden de olsa iyi birşey yapmaktadır: Atatürkçülük, hem liberalizme, hem de (Marksist anlamdaki) solculara hiçbir miras bırakmamıştır. Hatta Atatürkçülük bunlarla mücadelenin ideolojisidir.

Hem sağda liberal kesimlerde, hem de “solda” Marksist kesimlerdeki 6 Ok değerlendirmeleri bu açıdan incelenmelidir.

1- Atatürk Milliyetçiliği

Milliyetçilik, Marksist kesimler tarafından zaten kabul edilebilecek bir ilke değildir. Onlara göre milliyetçilik burjuva ideolojisidir. Bu nedenle Atatürk’ün milliyetçiliğini, O’nun solcu olmadığının en büyük kanıtı olarak görürler.

Fakat ne hikmetse, aynı argüman liberal kesimler tarafından da sahiplenilmektedir. Liberallerin ideolojisi ise, kozmopolitizmdir. Bu nedenle Atatürk’ün ulus devlet modelinin temeli olan milliyetçiliğine karşı çıkarlar.

Sonuçta Marksist enternasyonalizm ile liberal kozmopolitizm, milliyetçiliğe karşı olmak noktasında birleşirler. Bunun böyle olması çok doğaldır, çünkü Marks, enternasyonal görüşünü burjuva sosyolojisinden almıştır.

Ve yine, enternasyonalizm ya da kozmopolitizm şeklinde ortaya çıkan, ulus devlet karşıtı ideolojiler, kendilerine temel rakip olarak milliyetçi devrimleri belirlerler. Bizim ülkemizde, en büyük “Kızıl Elma İtttifakı” da bu milliyetçilik karşıtı ittifaktır.

Mesela son dönemde Türkiyelilik kavramı üzerine başlatılan tartışmalarda, hem liberal kesimler hem de Marksist kesimler aynı safta buluşmuşlardır.

Atatürk Milliyetçiliğinin Kaynağı

Burada Atatürkçü milliyetçilik, öncelikle burjuva liberal kozmopolitizminin zıddıdır, çünkü Osmanlı zaten bu kozmopolit fikir tarafından yönetilen bir ülke idi. Özellikle devlet kademesinin bulunduğu İstanbul, levanten bir şehirdi. Levanten İstanbul, mütareke İstanbuludur. Atatürk’ün Ankara tercihi, milliyetçilerin levanten kozmopolitizme tepkisinin en özlü göstergelerinden biridir.

Atatürk milliyetçiliğinin aynı zamanda tepki duyduğu şey yabancı egemenliğidir. Yani ekonomisi ve siyaseti ile emperyalizmdir. Milli Mücadele, sadece işgalci kuvvetlere karşı verilmemiştir. Çünkü bizzat Atatürk tarafından da ifade edildiği üzere, siyasi, iktisadi, kültürel tüm alanlarda yabancı egemenliğinden kurtulma savaşıdır.

O halde, Atatürk milliyetçiliğinin kaynağı, Türk milletini kendi yurdunda esir eden emperyalizm ile bunun acenteliğini üstlenen levanten saltanat-hilafet yapısınadır. Bu yapıya karşı, Türk milletinin ulusal isyanıdır.

Milliyetçilik Burjuvazıye Tepkının Ürünü

Görüldüğü gibi Atatürkçü milliyetçilik burjuvaziye bir tepkinin ürünüdür. Ve bu milliyetçilik cephesini daima Batıya dönmüştür. Çünkü Türk milletine tehdit Batıdan gelmektedir. Dolayısıyla Atatürk milliyetçiliği, sosyalizme değil, liberalizme karşı bir ilke olarak ortaya çıkmıştır.

Bununla birlikte, Türkiye’deki Milli Mücadele’nin, Bolşevik enternasyonalizminin çekim alanına kapılmasına da karşı çıkmıştır. Çünkü mücadele, zaten Türk’ün ölüm kalım savaşıdır. Hiçbir ulus, milli mücadelesini enternasyonal bir anlayışla veremez.

Kaldı ki Atatürk’ün Bolşevik enternasyonalizmine karşı çıkarken dayandığı gerçek, çağın ulus devletler çağı olmasıdır. Nitekim Sovyetler Birliği’nin önünde sonunda yıkılacağını da çok çok önceden söylemiştir.

Çünkü Sovyetler millet mefhumunu ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Bunun ise imkanı yoktur, milletin kendisi ile mücadeleye girişen anlayış, çağın gerçekliği karşısında dağılıp gidecektir.

2- Atatürkçü halkçılık

Milliyetçilik üzerindeki çarpıtmaların benzeri yine halkçılık konusunda da yapılmaktadır.

Liberal kesimler açısından halkçılık, popülizmdir. Bireyin yerine halkın konulması, ister istemez bir dayanışma ruhu yaratır ki, bu liberalizmin savaşçı ve serbest rekabetçi yapısı ile uyuşamaz.

Bu bakımdan halkçı tüm uygulama ve girişimler liberallerin şiddetli popülizm eleştirisine muhatap olur.

Benzer bir itiraz, yine Marksist kesimden de gelir. Onlara göre ise halkçılık, sınıf mücadelesinden uzak tutmak için halkı uyutmanın ideolojisidir. Burjuva politikasıdır. Hatta, faşizmin ideolojisidir.

Böylece liberallerin popülist/faşist suçlaması ile Marksistlerin kapitalist/faşist suçlaması aynı noktada buluşur.

Halkçilik Kapıtalıst Bıreycılığe Tepkı

Bunda bir doğruluk payı da vardır, Atatürk’ün halkçılık yolu ne kapitalistlerin bireyci yoluna benzer, ne de Marksistlerin proletarya diktatörlüğü yoluna. Bu bakımlardan halkçı rejim, ulus devletin ekonomik-toplumsal yönünü ortaya koyar.

Fakat bundan da önce halkçılık, Milli Mücadele’nin temel niteliğini de ortaya koyar. Bilindiği üzere daha Kurtuluş Savaşı yıllarında, mücadeleyi yürüten ve Mustafa Kemal’in de başında bulunduğu örgütün adı Halk Fırkasıdır. Temel programı ise Halkçılık Programıdır.

Bunun nedeni ise, Kurtuluş Savaşı’nın aynı zamanda, esir devlet tarafından değil, halk tarafından, halkçılık programı ve silahlı halk savaşı ile verilmesidir. Bu, Milli Mücadele’nin, bir savaş olmasına rağmen, sivil, halktan gelen yanını ortaya koyar.

Emperyalist işgalin karşısında devlet değil halk vardır, halk, halk savaşı vermektedir, ancak program olarak da, mevcut devletin yerine halk devleti kuracaktır. Bu nedenle de programı Halkçılık Programı, örgütü de Halk Partisidir.

Sinif İdeolojısının Temelı Yok

Ve yine halkçılık, Mustafa Kemal’in burjuva devrimcisinden başka birşey olduğunun da göstergesidir. Mustafa Kemal, liberal burjuva toplam modeline ve bu toplum modelinin Osmanlı’ya yansıyan bağımlı yapısına karşı, halkçı bir rejim önermektedir.

Bu önerinin, sınıf devletine varmaması da çok doğaldır. Çünkü, Osmanlı’da henüz Batı toplumu tipi sınıflar belirginleşmemiştir. Böyle bir sosyo ekonomik yapıda ise sınıf politikasının maddi zemini yoktur.

Bu bakımdan, Mustafa Kemal, sınıf ideolojisine karşı olduğu için değil, sınıf ideolojisinin temeli Türkiye’de olmadığı için Halkçılık Programını savunur. Nitekim Batı ülkelerinde sınıf esasına dayanan partilerin varlığını doğal karşılar.

3- Atatürkçü devletçilik

Benzer bir tartışma ve saflaşma devletçilik konusunda da yaşanır. Liberal kesimlere göre Atatürk’ün devletçi bir politika izlemesi, O’nun kapitalizme karşı olduğu anlamına gelmez, sadece Buhran’ın etkisi ile mecburen devletçilik yoluna gitmiştir.

Benzer tezi aynen Marksistler de sahiplenir. Onlara göre de devletçilik, Buhran’ın etkisiyle ve sosyalizme karşı bir model olarak ortaya konmuştur. Temel gerekçesi ise, kapitalizmin gelişmesini sağlamaktır.

Bu noktada da liberal ve Marksist kesimlerin örtüşmesi çok doğaldır. Atatürk’ün devletçilik programı, aslında halkçılık programının ruhunda bulunmaktadır. Nitekim kurulacak devlet de bir halk devleti olacaktır.

Ancak bu devletçilik, liberallerin hiç hoşuna gitmez. Çünkü, normal bir burjuva devriminin temel belirtisi, serbest piyasa ve devlet teşviki ile özel girişimci kesimin yaratılması iken, Atatürk devriminde tam tersi bir yol izlenmektedir.

Fakat liberaller, burada Atatürk’ün devletçiliğine karşı cepheden mücadele etmek yerine onu dejenere etmeye çalışırlar. Nitekim onların devletçilik tarifi düpedüz bir karma ekonomi halini alır. Halbuki Atatürk tarafından karma ekonomik sistem değil, devletçi ekonomik yapı savunulmuştur.

Marksistlere gelince, onlar devletçi bir ülkeye bile karşı çıkarak, çok açıktan halkçı rejime karşı konumlanır ve onunla mücadele ederler. Bu ise liberalizmin tabanını güçlendirmekle kalmaz, liberalizmin ekonomik zeminini de güçlendirir.

Bir diğer bakış açısı ise Atatürk devletçiliğinin, kmprador kapitalizme karşı, ulusal, temiz kapitalizmin yolu olarak savunulmasıdır.

Özellikle Milli Demokratik Devrim yandaşı Marksistlerin bu tezi, sözde Atatürkçülüğün ulusal kapitalizmden sosyalizme geçişin aşaması olarak ortaya konulmasıdır. Ancak ulusal bile olsa kapitalizmin içinde gösterilen Atatürkçülük, sosyalizme geçişin değil, kapitalizmde duruşun dayanağı hale gelir. Bu nedenle devletçi zemin bile, kapitalizme terkedilmiş olur.

Burjuvazıyı Ulusal Kalkinma İçın Kullanmak

Burada Atatürk’ün sınıf devletine karşı çıkması belirleyicidir. Marksistler, devletçilik değil, kolektivizm istemektedir, Atatürk ise, serbest girişimçiyi de, ulusal devletçi kalkınmada değerlendirmekten yanadır. Bu bakımdan Lenin’in Yeni Ekonomik Politikası ile benzer bir politika izlemektedir. Fakat nedense Marksistler bundan çok rahatsız olurlar.

Gerçi Marksistlerin rahatsızlığının çok önemi yoktur, çünkü ülkede işçi sınıfı gelişmediği için Marksistlerin bir gücü yoktur.

Ancak liberaller için devletçi uygulama son derece rahatsız edicidir. Çünkü bu uygulama onların gelişmesine engel olmakta, hatta burjuvaziyi ulusal ekonominin, ulusal kalkınmanın destekçisi olmak zorunda bırakmaktadır. Bu, liberallerin deyimiyle güdümlü bir ekonomidir ve zaten Atatürk de bu devletçiliği güdümlü iktisat olarak adlandırır.

Burada, burjuvazi, halkçı-devletçi kalkınmada, devletin yedek kuvveti olarak çalıştırılmaktadır. Bunun ayırdında olan liberallerin temel mücadele tezi de, serbest iktisat olacaktır.

Atatürk’ü Tahrıfat ve Sağin Güçlenmesı

Atatürkçülük üzerinde oynanan bu tahrifatın sonucu ne olmaktadır?

Liberaller, halkçı-devletçi-milliyetçi Atatürkçülüğü, tümüyle tersine çevirirler. Böylece çok açık bir şekilde Ulusal Sol’un teorisini ortaya koyan ve uygulamasına girişen Atatürk, sağcı-liberal bir devlet adamı haline getirilir.

Bu tahrifata en büyük destek Marksistlerden gelir. Onlar da Ulusal Sol’a karşı çıkmak adına, kapitalistlerin yaratmak istedikleri Atatürkçülüğe hizmet ederler.

Liberaller, karşılarına rakip olarak çıkacak Atatürkçülüğü tahrif ederek, onu kendileri sahiplenirler. Böylece rakip etkisiz hale getirilmiş olur.

Marksistler ise rakipten kurtulmak için onu kapitalist yaparlar. Böylece Ulusal Sol rakip ortadan kalkar ama kapitalist cephe güçlenir. Küçük taktik, tüm toplumsal stratejinin canına okur.

Böylece Atatürk’ün ölümünden bu yana gittikçe güçlenen sağcılığın nedeni de anlaşılmış olur. Türkiye’nin kurtuluş reçetesi olan Atatürkçülük, kapitalistler tarafından kendilerini benzetilmeye çalışılırken, Marksistler de Atatürkçülüğü kapitalizme doğru iterler. Sonuç, Türkiye’nin Atatürkçü toplumsal zemininin, yani Ulusal Sol’un yıkıma uğratılmasıdır.

Bunun böyle yapılması da çok olağandır. Çünkü kapitalistler doğrudan Atatürkçülüğe karşı mücadele ederek böyle bir sonuca ulaşamazlardı. Atatürkçülüğe karşı mücadele Marksist sola havale edilince, liberallere Atatürkçülüğü tahrif ederek zararsız hale getirmek düştü.

Bugün gelinen noktada ise, kimse Atatürkçü siyaset yapmasın, Atatürk tüm ülkenin değeri lakırdılarını söylemeleri bundandır. Atatürk artık kapitalistler için zararsız hale getirilmiştir.

İnönü Atatürkçülüğü’ne Dönüş!

Türkiye’de sağın güçlenmesinde, yine Atatürkçülük üzerindeki bir tahrifat önemli rol oynamıştır.

Bilindiği üzere Atatürk milliyetçiliği ilk aşamada emperyalizme karşı bağımsız bir ulus varlığının teminatıdır. Laiklik ise, ülke içi bir tedbir değil, bağımsızlık için bir tedbirdir. Çünkü, saltanat-hilafet, yani Şeriat rejimi, Batı emperyalizminin ajanı konumundadır. Hilafetin ortadan kaldırılması, Batı emperyalizminin en önemli ajanının safdışı edilmesi anlamı taşır. O nedenle laiklik bağımsızlığın teminatı ve tamamlayıcısı olarak ortaya çıkmıştır.

Fakat özellikle son dönemde, kimi Atatürkçüler, Şeriatçıların ve faşistlerin emperyalizme karşı olduğunu düşünmeye başlamışlardır. Böyle olduğu için de, Şeriatçılarla ve faşistlerle yanyana gelmenin “Atatürkçü” bir açıklaması yapılmaya çalışılır.

Bu ise, Atatürkçülerin dinsel zeminde politikanın içine çekilmesidir. Atatürk laikliğinin türbana karşı olmadığı, laikliğin zaten Atatürk’ün ölümüne yakın Anayasa’ya girdiği tezleri ile, Atatürk’ün neredeyse iyi bir “dinci” olduğu öne sürülerek, Atatürkçülük Şeriatçı ve faşist tabana beğendirilmeye çalışılır.

Bu politikanın sonucu, toplumun AKP tipi Atatürkçülüğüne itilmesidir. Laiklik diye bir derdi kalmayan Atatürkçülük, ancak sağ güçlerin egemenliğine yol açar. Şeriatçı ve faşist tabanı kazanmak için oynanan bu politika, laik ve solcu Atatürkçü tabanı da, Şeriatçılığa doğru iter. Son dönem Atatarkçülüğün kalesi olan bölgelerde dahi Şeriatçı akımın güçlenmiş olması bu nedenledir.

Özellikle İnönü döneminde başlayan dinsel zeminde politikanın, dini de kullanma politikasının, günümüzde üstelik İnönü Atatürkçülüğü’ne karşı mücadele edenlerce savunulması, tarihin garip cilvesi, ömrü İnönü Atatürkçülüğüne karşı mücadele ile geçen kişileri, İnönü Atatürkçüsü haline getirmiştir!..

1I1-ATATÜRKÇÜ İDEOLOJİ: 6 OK

6 Ok’un Ortaya Çikişi

Bu noktada Kemalist Altı Ok’un değerlendirilmesine geri dönebiliriz. Bilindiği üzere 6 Ok, Cumhuriyet Halk Partisi’nin programının esaslarıdır. Aynı zamanda Atatürk döneminde Anayasa maddeleri haline getirilmiştir.

Ve yine gerek Atatürk tarafından, gerek CHP’nin önderleri tarafından her bir ok ayrıntılı bir şekilde açıklanmış, ortaya konulmuştur. Tüm bu açıklamalara sadık kalmak ve bu açıklamalardan yola çıkarak değerlendirme yapmak en doğru yöntemdir.

6 Ok’un ortaya çıkışı ve gelişimi, Türk Devrimi’nin hem dış düşmanlarla savaşımının içinde, hem de yurt içindeki çeşitli siyasal mücadeleler içinde gelişmiştir.

Bu bakımdan önceden tespit edilmiş maddeler değildir, ancak bunun böyle olması, bu maddelerin, pragmatik bir şekilde tespit edildiği anlamına da gelmez. Tersine, her bir madde belli siyasal mücadelelerin ve güç dengelerinin sonucu olarak, gerektiği zamanda ortaya konulmuştur.

6 Ok’u bu nedenle, madde madde açıklamaktan ziyade süreç ve gelişimi içinde açıklamak daha doğru bir yöntem olacaktır.

Milli Meclis, Milli Hükümet, Milli Ordu

Mustafa Kemal, Milli Mücadele’ye başladığı zaman, temel hedef, ülkenin işgalden kurtarılması idi. Ancak bu hedefe ulaşmak için bile izlenecek yol, uzun vadeli Atatürkçü programın esaslarını ortaya çıkarıyordu.

Mustafa Kemal’in giriştiği yol, emperyalizme karşı bir milli savaş vermekti. Oysa o günlerde, böyle bir milli mücadeleyi öneren bir başka kişi ya da grup neredeyse yoktu.

Kaldı ki bu Milli Mücadele’nin veriliş yöntemi olarak, Milli Meclis, Milli Hükümet ve en nihayetinde de Milli Ordu’nun oluşturulması, basit bir savaş zorunluluğunu değil, uzun vadeli bir devlet projesini işaret ediyordu.

Nitekim, ortada henüz Cumhuriyet tartışmaları bile yokken, gerek Mustafa Kemal’in rakibi olarak ortaya çıkacak kimi Osmanlı paşaları, gerekse yabancı devlet temsilcileri, bu girişimi Cumhuriyet’in kuruluşu olarak adlandırmışlardır. Onların ifadesi ile çocuk çoktan doğmuştu, ama adı bir türlü konmuyordu.

Dolayısıyla Milli Mücadele, aynı zamanda yeni türde bir devletin de kuruluşuydu. Bu devlet, saltanat ya da hilafet değil, doğrudan halk egemenliğine dayanan bir Cumhuriyet olacaktı.

Ancak, Mustafa Kemal’in “ulusal sır” dediği bu Cumhuriyet’in ilan edilmesi için daha dört yıllın geçmesi gerekecekti. Fakat bu dört yıl içinde, yeni devletin esasları üzerinde büyük bir mücadele veriliyordu.

Milli Mücadale’de İki Grup

Mustafa Kemal, bugün, Milli Mücadele’nin tartışmasız lideri olarak görülür. Hatta öyle ki, O’nun tüm farklı görüşleri biraraya getiren ve birarada tutan, ittifakçı ve uzlaştırıcı bir lider olduğu da söylenilir.

Oysa Milli Mücadele’nin gerçeği bambaşkadır. Daha Erzurum ve Sivas Kongresi’nden başlanarak, Milli Mücadele’nin içinde iki grup vardır. Birinci Grup, Mustafa Kemal’i destekleyen ama zaman zaman azınlıkta kalan milletvekilleridir. İkinci Grup ise, özellikle dinsel politika yürüten ve Hocalar deniler kesimdir.

Milli Mücadele ve Milli Meclis’in tüm çalışması, bu iki grup arasındaki yoğun mücadele ile geçer. Türk devletinin ilk Anayasası olan 1921 Anayasası tartışmalarında bu ikinci grup, Cumhuriyet’e gidildiğini anladığı için hilafete ve saltanata bağlılık maddesi eklemeye çalışır ama başarılı olamazlar.

Bunu özellikle hatırlatmakta büyük yarar var, çünkü Mustafa Kemal, daha Milli Mücadele’nin en başında bile, ne saltanatla, ne hilafetle, ne de dinci takımla uzlaşmamıştır. 1921 Anayasası’nın tartışması 8 ay sürmüş ve ondan sonra kabul edilmiştir. Ancak o Anayasa, bugün bile Cumhuriyet’in ve laikliğin temeli olan “Halk hakimiyeti” maddesini taşımaktadır.

O gün için hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir demek, yeni bir rejimin ilk adımı idi. Nitekim 1921 Anayasası’nın kabulü ile birlikte Atatürkçü akım ile, karşıtları arasındaki ayrım iyice belirginleşti. Atatürk karşıtları’nın o dönem giriştiği üç hain plan vardır, birincisi Mustafa Kemal’in milletvekili seçilmesine engel olmak, ikincisi Mustafa Kemal’in Başkomutan olmasına engel olmak, üçüncüsü Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanı olmasına engel olmak.

Lozan görüşmeleri başladığı, yeni devlet savaşı neredeyse tümüyle kazandığı zaman bile, bu iki grupluluk ortadan kalkmamıştır. O nedenle Mustafa Kemal, Meclisi yeniden seçime götürme yoluna gitmiştir. Henüz Cumhuriyet ilan edilmeden, kendi partisini kurma yoluna gitmiştir. Parti’nin adı bizzat Mustafa Kemal tarafından Halk Fırkası olarak belirlenmiştir.

Halk Fırkası’nın Kuruluşu

Halk Fırkası, bugün tek parti sisteminin adı olarak hatırlansa bile, aslında iki gruptan ya da iki cepheden birinin adıdır. Dolayısıyla o günlerde aslında bir tek parti sisteminden değil iki partili sistemden söz etmek gerekecektir.

İki parti arasındaki cepheleşmede, Halk Fırkası’nın adı ve programı onun ayırdedici özelliklerini ortaya koyar, bir yanda egemenliğin halka verilmesini isteyen, bugünkü tabirle “demokrat” bir parti vardır, diğer yanda egmenliğin saltanat ve hilafete teslim edilmesini isteyen, bugünkü ifade ile diktatörlük yanlısı bir parti vardır.

Mustafa Kemal halkçılığı, bu nedenle Şeriatçılığın, istibdadın, diktatörlüğün, her türlü baskı rejiminin karşıtı olarak, Milli Meclisli, halkın partileştiği bir rejimin adıdır.

Halk Fırkası’nın 1923 Kuruluş beyannamesinin ilk maddesi Halk Fırkası’nın siyasi bir cemiyet olduğunu söyler. Yani Halk Fırkası tüm devletin değil, bir siyasi cemiyetin partisidir. Bu bakımdan da bir siyasal mücadele ve ayrışmayı işaret eder. Yine devamla hedefini, milli hakimiyetin halk tarafından ve halk için icrasına rehberlik etmek olarak belirler.

Milli Egemenlik Rejimi

İşte Mustafa Kemal’in 6 Ok’unun ve ideolojisinin esası budur. Milli hakimiyet emperyalist güçlere bırakılmadığı gibi, yalnızca halka aittir. Bu halkçılık tanımı, içinde Cumhuriyetçiliği de, laikliği de öz olarak taşımaktadır.

Ne 1923 programında, ne 1927 programında, laiklik bir ilke olarak ortada yoktur. Ancak milli egemenlik rejimi, zaten laikliği de kapsamaktadır. O bakımdan Atatürkçülüğün laikliğinin son dönemde çıkmış bir fikir olduğu tezi temelsizdir.

Bununla birlikte, daha 1923 Progaramı’nda cumhuriyetçiliğin bile olmadığı görülmelidir, hatta Halk Fırkası’na cumhuriyetçilik vasfı da sonradan eklenecektir. Ancak bunun olmaması rejimin cumhuriyetçi olmadığını göstermemektedir. Program, ancak yürüyüş halinde tamamlanmaktadır.

1923 ve 1927 programlarında daha ziyade milli hakimiyet olarak ortaya konulan devlet anlayışı, 1931 parti programında kapsamlı bir ideolojik program olarak tanımlanmaya başlanacaktır.

1931 programının birinci maddesinin dört alt maddesi vardır:

1-Vatan,

2-Millet,

3-Devlet,

4-Kamu Hukuku.

Ulus Devlet Kuramı

Aynı tür bir ayrım 1935 programında da devam ettirilecektir. Bu sınıflandırma Atatürkçü 6 Ok’un temel ayaklarına işaret eder. Bugün 6 Ok’u faşist tek parti diktatörlüğü olarak tanımlayanlar çoğalsa da, Atatürkçülük, vatan, millet ve devlet ayakları üzerinde yükselmektedir.

İlk maddenin vatan olması son derece anlamlıdır. Vatanın tanımı şu şekilde yapılır: Vatan, Türk milletinin eski ve yüksek tarihi ve topraklarının derinliklerinde mevcudiyetlerini muhafaza eden eserleri ile yaşadığı bugünkü siyasi sınırlarımız içindeki yurttur. Vatan, hiçbir kayıt ve şart altında ayrılık kabul etmez bir küldür.

Görüldüğü gibi Atatürkçülüğün esası böyle bir vatan tanımıdır. Bu vatan tanımının böylece ayrıntılı tarifi ulus devlet modeli için kaçınılmaz bir tariftir. Korunacak vatanın sınırları belirlendiği gibi, maceracı, hayalci ve fetihçi anlayışların da önüne geçilmektedir.

İkinci unsur millettir, millet de şu şekilde tarif edilir: “Millet, dil, kültür ve mefkure birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği siyasi ve içtimai heyettir”

Görüldüğü gibi millet tanımı da, ulus devletin içeriğine uygun bir vatandaşlık bağını içermektedir. Irki değil, vatana bağlı siyasi ve içtimai bağdır. Bugünün Türkiyelilik tartışmaları ışığında baktığımızda, oldukça anlamlıdır.

Devlet tanımı ise ulus develetin devlet kuramını ortaya koyar. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir dedikten sonra bu hakkın Meclis yolu ile kullanıldığı belirtilir. Ancak yönetim şekli kuvvetler birliği olarak belirlenir.

6 Ok’un Açıklaması

Devletin temel nitelikleri olarak 6 ok ancak 1931 programında belirtilecektir. Programın ikinci kısmının birinci maddesi Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ana vasıfları başlığı altında A-Cumhuriyetçi, B-Milliyetçi, C-Halkçı, D-Devletçi, E-Layık, F-İnkılapçı maddeleri sıralanır.

1931 Kurultayı’da Parti Genel Sekreteri Recep Peker, program açıklamasını yapar. Bu açıklama, 6 Ok’un CHF tarafından, dolayısıyla Parti’nin lideri Atatürk tarafından da kabul edilen açıklaması olduğu için önem taşımaktadır. Daha sonra daha ihtiyaca uygun açıklamalar da yapılmakla birlikte, bu ilk açıklamanın içeriği değişmeden varlığını korumuştur. O nedenle bu açıklamadan, her bir okun anlamını buraya alarak işe başlayabiliriz.

A- Cumhuriyetçilik:

Teşkilatı Esasiye kanunu Cumhuriyet şeklinin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından dahi değiştirilmesi hakkını tanımamış ve hatta bunun teklif ve müzakeresi imkanını ortadan kaldırmıştır.

Fırkamız, cumhuriyetin, milli hakimiyet mefhumunun en iyi ve en emin surette temsil ve tatbik eder devlet şekli olduğuna kanidir.

B-Milliyetçilik:

CHF, Türkiye’nin yaşaması, ilerlemesi ve bakası için milliyet vasfında en büyük kuvveti görmektedir. Fırka programımız millet ve milliyet tabirlerini bazen çekip uzatan, bazen sıkıp darlaştıran; fakat her iki halde de memleket için büyük zararlar getirn ölçüsüz mahiyetten kurtarmıştır.

Fırka esaslarına göre (Millet; dil, kültür ve mefkure birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyasi ve içtimai heyettir.)

Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine kürtlük, çerkezlik ve hata lazlık ve pomaklık gibi fikirler telkin edilmiş olan vatandaşlarımızı kendimizden sayarız. Mazinin karanlık istibdat devirlerinden kalma bir miras olan ve uzun tarihi tekallübatın mahsulü bulunan bu yanlış telakkileri hulusla ve samimiyetle düzeltmek vazifedir.

3-Halkçılık:

Biz memleketin saadetini, vatandaşların birinin menfaati ötekini selbeden sınıf zihniyetinin hakimiyeti altında yaşamamasında görüyoruz. Millet ve milliyet mefhumlarını anlamış vatandaşların kütleleşmesi ancak bu mefhumların halkçılık zihniyeti ile incelmesi ve saflaşması sayesinde mümkün olur.

Programımızda (kanunların önünde mutlak bir müsavat kabul eden ve hiçbir ferde, hiç bir aileye, hiç bir sınıfa, hiç bir cemaate imtiyaz tanımayan fertleri halktan ve halkçı olarak kabul ederiz.) hükmü vardır.

Fırkamız kendi hüviyetini tarif eden halkçılık vasfında demokratlık manasını da görmektedir.

D-Devletçilik:

Vazifesi, dahilde emniyet ve asayişi temin ve ecnebi devletlerle münasebetleri tanzim etmekten nihayet vatan müdafasını hazırlamaktan ibaret olan basit devlet telakkisi çoktan tarie karışmıştır.

Fertleri veyahut şirketleri bu muğlak ve teferruatlı çalışmanın yegane unsuru olarak görmek, bu işlerde devlete faaliyet hissesi ayırmamak ve hatta icabında devletin tanzim ve müdahale hakkını tanımamak liberal mesleğin artık dünyanın her tarafında hatırası kitaplarda kalan prensiplerinden ibarettir.

E- Lâyıklık:

Din telakkilerinin memleket işlerinin tanziminde tesiri haiz olması yüzünden birçok devletler gibi Türkiye de uzun asırlar pek çok zararlar görmüştür. Bu sebeple vatanımızın maziden kalmma dertleri tedavi olunurken ilk alınan inkılap tedbirleri arasında din ve dünya işlerini birbirinden ayırmağa Fırkamız büyük ehemmiyet vermiştir. Bugün Türkiye’de din telakkisi her vatandaşın kendine ait vicdani ve şahsi bir mesele halindedir.

F-İnkılâpçılık:

Vatanın bugünkü tam kurtuluşunu ve milletin şerefli bir içtimai heyet olarak istikbale gidişini inkılap semerelerine medyunuz. İstila ordularının memleketten kovulmasına hatta muahadelerle kazanılan istiklalin mahfuz kalmasına rağmen inkılabı tahakkuk ettirilmemiş Türkiyenin yaşaması ve kurtulması mümkün olmazdı.

Fırkamız milletimizin birçok fedakarlıklarla yaptığı bütün bu inkılaplardan doğan ve inkişaf eden prensiplere sadık kalmağı ve onları müdafa etmeği esas tutar.

1V-ATÜTÜRK’ÜN ULUSAL SOL PROGRAMI OLARAK 6 OK

Devrimci Atatürk, Muhafazakar Muhalefet

Atatürkçü ideolojinin esasları olan 6 Ok’un CHF içindeki tanımlanışını gördükten sonra, bu 6 Ok’un siyasal yelpaze içerisinde yerleştirilmesine geçebiliriz.

Bilindiği gibi Türk Devrimi kendisini Burjuva ve Bolşevik devrimlerinden başka bir yol olarak tanımlamış ve halkçılığı da temel ideolojik esas olarak belirlemiştir. Ancak halkçı bir ideolojinin siyasal sistemdeki yeri de tartışma konusudur.

Liberaller halkçılığı solculukla suçlarken, Marksistler onu sağcılıkla, hatta faşistlikle suçlarlar.

Ancak Atatürk’ün bulunduğu yer yine bizzat Atatürk tarafından açıkça ortaya konulmuştur. Atatürk’ün yazdırdığı (büyük kısmı bizzat kendisi tarafından kaleme alınan) Lise Tarih kitaplarında siyasal rejim tartışması kapsamlı bir şekilde sürdürülmektedir.

O tartışma içinde Meclis içindeki saflaşma şu şekilde açıklanılır:

Birinci Büyük Millet Meclisi’nde Atatürk’e göre iki cereyan vardır, bunlardan birincisi muhafazakâr cereyandır, ikincisi ise devrimci cereyan. Birinci cereyan hilafet yanlılarından oluşurken, ikinci cereyan halkçı programı sahiplenenlerdir.

Dolayısı ile ilk bölünme muhafazakârlarla devrimciler arasındadır. Mustafa Kemal’in yeri ise muhafazakârlara karşı devrimci cephedir.

Solcu Atatürk, Sağcı Muhalefet

Fakat tanımlama bununla da sınırlı değildir:

“Meclis üyelerinin çeşitli gruplara bölünüşü görünürde ve şekilsel bir bölünmeydi; Meclis üyeleri gerçekte üç, dört cereyana bölünmüştü; en sağ cenahta çoğunluğu hocalardan meydana gelmek üzere İslamcı muhafazakârlar, sağ cenahta daha ılımlı muhafazakârlar; sol cenahta ise bol miktarda demokratlar, yani Mustafa Kemal’in fikirlerini bütün sonuçları ile kabul ederek, İstanbul müesseselerini kaldırıp, halkın hakimiyetine dayalı yeni bir Türk Devletinin pürüzsüz kurulmasına taraftar olanlar ve nihayet bunların daha solunda komünist etkilere azçok kapılanlar vardı. Çoğu mebuslar meclisinde olduğu gibi, bazen sağ cenahla en sol cenahın uyuştukları da görülüyordu. Fakat genellikle bu tür cereyanlara tabi olanların çoğu maksatlarını ve gayelerini iyice anlayıp muhakeme ederek, bilinçli hareket etmek kudretine sahip değildiler; çünkü siyasi bilgi ve hazırlıkları noksandı. Fikirleri işlenmiş ve açıklık kazanmış ancak iki cereyan vardı: Birisi Mustafa Kemal’in devrimci halkçılığı, diğeri Hocaların bağnaz dinciliği.”

Bu açıklamalardan görüldüğü üzere, Atatürk taraftarları, daha o zaman, yani parti haline gelmeden bile, solda bir ideoloji idi. Bu ideolojnin adı devrimci halkçılıktı.

Komünistlerle bağnaz dinciler, yani aşırı solcularla sağcılar ise bazen birarada hareket ediyorlardı. Bu bile, liberal sağ ile Marksist sol arasındaki ittifakın temelini gösterir. Atatürk’ün Ulusal Sol hareketinin karşısında, hem Marksist komünistler, hem de ılımlı muhafazakârından aşırı dincisine sağcılar vardı.

İttihatçılar ve İtilafçılar Mustafa Kemale Karşı Birleşiyor

Atatürk, kendi yerini solda tanımlamıştı gerçi ama bu solculuğun neden ulusal bir solculuk olduğu, ancak 6 Ok’un ayrıntılı incelemesinde ortaya çıkar.

Burada yine önemli bir siyasal mücadeleden örnekle yola çıkabiliriz. Halk Fırkası’na karşı, Meclis’teki muhalefet bir süre sonra partileşti ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adını aldı. Fırka’nın kurucuları, Milli Mücadele’nin önderi olmakla birlikte, Cumhuriyet’e açıktan muhalefet eden paşalardı.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, programında aynen şu geçmekteydi: “Parti liberalizm ve demokrasi esaslarını kabul etmiştir”

Partiyi oluşturanların içinde eski İttihatçılar ve Meşrutiyet Komitacılarının da yer aldığı yine Atatürk tarafından özellikle belirtilmektedir.

O halde buradan bir sonuç çıkartmamız gerekir: Atatürk’ün karşısında, en hilafetçi olanlardan, en liberallere, kimisi “millici” olarak adlandırılan İttihatçılara ve hatta “Hüriyetçi” Meşrutiyetçi Komitacılara kadar bir cephe vardı. Bu cephe aslında, Hürriyet ve İtilaf ile İttihat ve Terakki’nin, Mustafa Kemal’in karşısında birleştiğini göstermektedir.

Bu, bizim açımızdan son derece önemli bir olgudur, çünkü Kemalizmin İttihatçılığın bir devamı olduğu, Mustafa Kemal’in de aslında İttihatçı olduğunu savunan pek çok bilim adamımız bulunmaktadır. Ancak gerçek, İttihatçılığın Mustafa Kemal’in karşısında, can düşmanı İtilafçılarla birleşmesidir.

Bu bile, dinciliğin ve işbirlikçiliğin, yani teslimiyetçilik ve mandacılığın, Mustafa Kemal’in tam bağımsızlıkçılığı karşısında nasıl birleştiğini göstermektedir. Mustafa Kemal’in yolu bunlardan tümüyle farklı ve bunlara karşıdır.

Yine Meşrutiyet komitacılarının da Mustafa Kemal’in karşısında dikilmesi, Atatürk’ün 1908 Devrimi’nin bir devamcısı olmadığını gösterir. Nitekim Atatürk de kendi devriminin 1908 Devrimi (Meşrutiyet) ile karıştırılmaması gerektiğini ısrarla vurgulamaktadır. Çünkü Atatürk’ün Cumhuriyet’i sadece saltanatın değil, aynı zamanda Meşrutiyet’in de tasfiyesidir.

Atatürk Liberalizme Karşı Çıkıyor

O halde Mustafa Kemal hareketinin Osmanlı’dan kalma eski siyasal partilerin bir devamı olmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır. Ama zaten Mustafa Kemal’in, gerek saltanat ve hilafete, gerekse Turancılığa karşı çıkışı, kendisinin yolunun bunlardan tümüyle farklı olduğunu göstermekteydi.

Bununla birlikte, Terakkiperver Fırka’nın liberalizm ve demokrasi tabiri, Cumhuriyet dönemindeki temel cepheleşmeyi ortaya koymaktadır. Mustafa Kemal’in muhalifleri, liberallerdir!

Bu, Mustafa Kemal halkçılığnın ve devletçiliğinin tümüyle liberalizme karşı bir yol olduğunu bir kez daha ispatlamaktadır. Atatürk’ü tahrif edenler, devletçiliği ne kadar karma ekonomiye çevirmeye çalışsa bile, Atatürk liberal değil devletçiydi.

Ancak Atatürk devletçiliğini de basit bir kalkınma programı olarak ele almamak gerekir. Çünkü Atatürk, liberalizmin fertçi bir ideoloji olduğunu, bu nedenle ona karşı çıktığını ve yine bu nedenle halkçı olduğunu açıkça belirtmektedir. Demek ki Atatürk, sadece liberalizme değil, bunun temelinde yatan bireyciliğe de karşıdır.

Ulusal Sol’un Temeli: Halkçılık ve Devletçilik

Liberalizmin ve bireyciliğin zıddı olarak, halkçılık ve devletçilik ortaya çıkmaktadır ki, bunlar da düpedüz Ulusal Sol’un kavramlarıdır. Burjuva bireyciliği ve liberalizmin Marksist antitezi sınıf dayanışması ve komünizm iken, Ulusal Solcu antitezi halkçılık ve devletçiliktir.

Bu, Mustafa Kemal solculuğunun, hem liberalizme hem de Bolşevizme karşı yeni bir tez olduğunu ortaya koyar. Ancak burada Ulusal Sol’un, liberalizmin antitezi olarak ortaya çıktığının özellikle vurğulanması gerekir, çünkü Atatürk komünizme antitez olarak ortaya çıkmamıştır. O sadece Bolşeviklerin dümen suyuna gitmemiştir. Ama bununla birlikte, solculuktan da taviz vermemiştir.

Burada yeniden Terakkiperver Fırka’ya dönersek Mustafa Kemal’in bu partiye özellikle bir açıdan karşı çıktığını görürüz. Bu parti Cumpuriyetçi olmadığı halde Cumhuriyet adını almıştır hem de bununla yetinmemiş terakkiperver yani ilerici sıfatını da sahiplenmiştir.

Mustafa Kemal, bu girişimi yapanlar muhafazakâr olarak ortaya çıksalar belki anlaşılabilirdi ama ilerici olarak ortaya çıkmaları kabul edilemez demektedir.

Gerçekten de ilerici cephenin temsilcisi Mustafa Kemal’dir. Muhaliflerin ortak kimliği ise, muhafazakârlıktır. Muhafazakâr partilerin ortak niteliğinin ise tüm dünyada sağcılık olduğu bilimsel bir gerçekliktir.

Atatürk’ün Devletçiliği

Burada Mustafa Kemal’in ulus devlet yönetim biçimi üzerinde de durmak şarttır. Bilindiği üzere Terakkiperver Fırka da, daha sonra kurulacak Serbest Fırka da demokrasi sloganı ile ortaya çıkmışlardı. Temel tezleri ise, ferdin devlet karşısında özgür olmadığı idi.

Yukarıda Mustafa Kemal’in fertçiliğe karşı olduğunu görmüştük. Ancak burjuvazinin isteği, ferde özgürlüktü, onlar “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” düsturunun demokrasi adına Türkiye’de de uygulanmasını talep ediyorlardı.

Fakat burada Mustafa Kemal’in çözümü başkaydı. Birincisi Mustafa Kemal, devletçiliği savunurken, “bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” felsefesine karşı çıkıyordu. Liberalizmin, bir çözüm yolu olmadığının artık ortaya çıktığını, insanlığı buhrana götürdüğünü, yeni çağda liberalizmin yeri olmadığını açıktan savunuyordu.

Bununla da yetinmiyor, devletçiliğin sıradan bir ekonomik ilke değil, toplumsal bir ilke olduğunu vurguluyordu. Devletçiliğin sınırının, bugünkü gibi, fertlerin uğraşamayacağı işlerle sınırlanmasına karşıydı. Devlet, istediği her alana istediği şekilde müdahale edebilirdi.

Devletçiliğin, serbest girişime bütünüyle karşı çıkmaması, onun liberal olduğunun değil, olmadığının göstergesidir. Çünkü liberalizm, serbest girişimin hiçbir şekilde engellenmemesidir. Devletin ekonomik alandan elini çekmesidir. Oysa Mustafa Kemal devletçiliği, devleti tümüyle ekonomik alana, hem de kurucu ve yapıcı temel unsur olarak sokmuştur.

Bu bakımdan liberalizm karşıtı Atatürk devletçiliği, Ulusal Sol’un ekonomik programını oluşturur.

Atatürk Parlamenter Demokrasıye Karşiydi

Burada Atatürk’ün halkçı ve Cumhuriyetçi rejimi ile demokrasi kavramı arasındaki ilişkinin de açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

Atatürk, hiçbir zaman demokrasiyi temel ilke haline getirmedi. Onun demokrasiden anladığı halkın hakimiyetiydi ve bu anlamıyla demokrattı da.

Ancak siyasal planda demokrasinin, liberal toplumun devlet yönetim biçimi olduğunu biliyordu. Bu nedenle de bu tür bir demokrasiden yana değildi. Bu tür bir demokrasinin ön koşulu olan parlamentarizm ve kuvvetler ayrılığına da açıkça karşıydı.

O’nun siyasal rejimi, Milli Meclis ve Milli Hükümetin birlikteliğiydi. Batı parlamentarizminin Meclis çalışmalarını kilitlediğini, bu nedenle Türkiye’de bu tür parlamentarizmden farklı bir yol izleneceğini belirtiyordu.

Bu nedenle Kuvvetler Birliği ile birlikte, çok partili rejimden değil tek partili halkçı bir rejimden yanaydı.

Bu noktada, Atatürk’ün tek parti rejiminden çok partili rejime geçmeye çalıştığı iddialarının çürütülmesi gerekir.

Atatürk’ten önce Osmanlı’da çok partili bir sistem vardı. Hatta Milli Mücadele sırasında bile Meclis’te farklı gruplar vardı. Terakkiperver Fırka, izinsiz kuruldu. Yani Mustafa Kemal’in çok partiye geçiş denemesi değildi. O günkü mevzuat partilerin kurulmasına müsaade ediyordu. Çok partinin önünde engel yoktu. Bu nedenle muhalefet de kendi partisini kurdu. Fakat bu partiden sonra gelişen gericilik ve Kürtçülük akımları nedeniyle tek partili sisteme geçildi.

Görüldüğü gibi Atatürk Batılı bir sistem olarak demokrasiden ve onun kurumu olan parlamantarizmden yana değildi.

Ama burada çok daha ilginç bir açıklamayı da yine CHF yapmaktadır. CHF Genel Sekreteri Recep Peker, partinin, ilke olarak başka siyasal partilerin kurulmasına karşı olmadığı, bununla beraber parlamenter bir sistemin emperyalizmin ve gericiliğin yuvalanmasına yol açacağı görülürse, buna müsaade edilmeyeceğini söylemektedir.

Demokrat Partı ve Çok Partılı Rejım

Atatürk’ün yaşamındaki iki parti kuruluşu da böyle sonuçlanmış ve Atatürk de bu nedenle bir daha parti kurulmasına izin vermemiştir. Muhakkak ki, Demokrat Parti, Atatürk döneminde kurulsa, tıpkı Terakkiperver Fırka ve Serbest Fırka gibi kapatılacaktı.

Zaten Demokrat Parti’nin kurucularının, Terakkiperver Fırka ve Serbest Fırka’yı kuranlar olması da bunun en güzel göstergesidir. Demokrat Parti ile açılan dönem, çok partili sistem değil, Terakkiperver Fırka’nın “hain kafalarının ürünü olan pragnramının” Atatürk Cumhuriyeti’ne ve CHP’ye galip gelmesidir.

Demokrat Parti’nin de kuruluş ilkeleri, tıpkı Terakkiperver Fırka ve Serbest Fırka gibi “liberalizm ve demokrasi” dir. Bu parti de gericiliğin ve Kürtçülüğün karargâhı haline gelmiştir.

Atatürk ve Ordu

Tam bu noktada Ordu tartışmasına da girebiliriz. Bilindiği gibi Mustafa Kemal’in ya da Atatürkçülüğün damokrat olmadığının kanıtı olarak Ordu’nun siyasetteki ağırlığı ortaya konulmaktadır.

Türk Ordusu, Milli Meclis, Milli Hükümet gibi, Cumhuriyet rejiminin vazgeçilmez unsuru ve güvencesidir. Bu bakımdan Atatürkçü ideolojide Ordu, önemli bir yer tutmaktadır.

Fakat son dönemlerde, Atatürkçülük adına Atatürk’ün aslında sivil siyasetten yana olduğu, Ordu’nun politikanın dışında olması gerektiğini düşündüğü fikirleri savunulmaktadır. Bu, süreç ve ideolojiyi birbirinden koparan bir anlayışın ürünüdür.

Meşrutiyet dönemi Ordu tümüyle siyasetin içindedir. Mustafa Kemal de bundan rahatsızdır. Çünkü böyle olduğu için asker askerliğini yapamamaktadır. Halbuki ülke dağılırken esas olan vatan savunmasıdır. O, herkesin kendi vazifesini yapmasından yanadır.

Cumhuriyet’in ilanından sonra da, Ordu mensuplarının milletvekilliği yapmalarına karşı çıkmıştır. Ama bunun gerekçesi bambaşkadır. Çünkü Mustafa Kemal’i Cumhurbaşkanı yapmak istemeyenler hem Ordu’da önemli mevkidedirler hem de Meclis’te güçleri vardır.

Mustafa Kemal rakiplerini güçsüz düşürmek için onlara ikisinden birini tercih etmelerini söyler. Karşıtlarının milletvekilliğini tercih edeceğini bilmektedir. Böyle bir taktikle, Ordu’yu kendi karşıtlarından temizler, Meclis’te ise onları alt etmeyi başarır.

Görüldüğü gibi Atatürk’ün sivilliği denilen şey, Ordu’ya yönelik ince bir politikadır. Bu politika başarılı olduktan sonra da O, Ordu’nun günlük politikanın dışında kalmasını ister.

Fakat bu asla, Ordu’nun Cumhuriyet ve devrimler konusunda, tarafsızlığı anlamına gelmez. Nitekim Cumhuriyet’i Atatürk gençlerle birlikte Ordu’ya emanet eder. Ordu, günlük politikanın aracı olmayacaktır ama, genel ideolojinin ve devletin geleceğinin koruyucusu olacaktır.

Atatürk’ün halk rejiminin üç unsuru vardır: Milli Meclis, Milli Hükümet ve Milli Ordu. Milli Ordu olmadan, Milli devlet de olamaz. Bugün sivillik adına Ordu’ya karşı çıkanlar, olsa olsa düzenli ordunun kurulmasına karşı çıkan Çerkes Ethem kadar sivildirler!

Toprak Reformuna Gıderken

Mustafa Kemal’in halkçılığı, yukarıda da açıkladığımız gibi, liberalizme karşı bir programdı. Halk Fırkası, işçi sınıfı partisi değildi, sınıfsız bir ulus partisi idi. Ama bununla birlikte Halk Fırkası, işçi ve köylüden yana bir parti idi.

Mustafa Kemal, bilindiği gibi köylüyü milletin efendisi olarak tanımlıyordu. Aynı şekilde, işçilerin de hakkını savunuyordu. Bu noktada sınıfsızlık siyaseti, işçi sınıfının değil burjuvazinin önüne dikilen bir engeldi.

Köylü toprak ağalarının, işçi ise burjuvazinin karşısında güçsüz idi. Sınıfsız bir rejim iddiası, köylülerin toprak ağalarından, işçilerinse burjuvaziden kurtulmasını sağlayacak programdı. Çünkü, devlet, köyde de şehirde de, sermaye kesimi ile emek kesimi arasına girecekti. Bu, işçi ve köylünün hakkının, sermaye kesimine karşı devlet tarafından güvence altına alınması anlamına geliyordu.

Günümüzde bazı Marksistler, devletin sınıfsızlık prensibini, sermaye yanlısı bir seçim olarak ortaya koyarlar. Halbuki, Cumhuriyet’ten önce zaten her alanda sermaye egemenliği vardı. Sınıfsızlık prensibi, ilk elde emekçi kesimlerin korunmaya alınması idi.

Bu noktada aşar vergisinin kaldırılması, köylü yanlısı politikanın önemli bir açılımıdır. Ancak köylünün esas talebi olan toprak reformu, Meclis içindeki gerici güçler tarafından engellenmiştir. Mustafa Kemal’in toprak reformundan yana olduğu bilinmektedir. Hatta toprak reformu tasarısı CHF tarafından birkaç kez gündeme getirilmiş, ama daha sonra Demokrat Parti’yi kuracak milletvekilleri tarafından engellenmiştir.

1923’te başlayan devrimci atılım, 1938’de Atatürk’ün ölümü ile kesilmese, muhakkak toprak reformu da başarılacaktı. Atatürk, devrimleri zamana yaymış, aşamalara bölmüştü. Laiklik prensibi Anayasa’ya ancak Cumhuriyet’in ilanının 14. yılında girebilmişti. Ancak gayet iyi biliyoruz ki Atatürk’ün laiklik anlayışı daha başlangıçta mevcuttu.

Burada Atatürk’ün işçiden yana tavrını da ortaya koymak gerekir. Son milletvekili seçimlerinde, Meclis’te işçilerin de seçilmesi için özel tedbir getirmiş, işçilere kontenjan ayırmıştır. Böylece Millet Meclisi’nin gerçekten emekçi Türk halkını temsil etmesi yolunda adımlar atmıştır.

Atatürk sonrası çok partili rejimde bir daha asla Meclis’te işçi olmayacaktır. Ama Atatürk’ün halkçı ve tek partili sisteminde, Meclis’te işçi sınıfı temsil edilmektedir.

Tüm bu uygulamalar, Atatürk halkçılığının köylüden ve işçiden yana, ama sermayeye karşı yanını ortaya koymaktadır. Bu da Ulusal Sol’un yönelimidir.

Atatürkçülük İdeolojıdır

Buraya kadar anlattıklarımız tüm kapsamını vermek iddiasında olmasa da bir şeyi ortaya koymaktadır: Atatürkçülük, geniş bir çerçevede, kendi felsefi temelleri olan, bir ideoloji ve siyasal harekettir.

Bunun siyaseten kabul edilmemesi biraz mantıklıdır, çünkü Türk siyasetinde kimse karşısına Atatürkçü bir siyasal parti ya da hareketi almak istememektedir.

Ancak işin esas anlaşılamaz yanı, akademik bilimsel çalışma alanında, Atatürkçülüğün, bir medrese ideolojisine dönüştürülmüş olmasıdır. Atatürk ve Atatürkçülük üzerine yazılan binlerce eser, O’nun yaşadıklarını ve yaptıklarını takrarlamaktan başka bir şey yapmaz. Ancak O’nun fikirsel dünyası bir türlü açıklanmamıştır.

Oysa 6 Ok ve Atatürkçülük, kendine özgü çıkış noktaları olan, gelişim süreci olan, ama sonuçları tüm dünyanın mazlum milletleri için bir çok şey ifade eden bir ideolojidir. Bu ideolojinin adı Ulusal Sol’dur. Ulusal Sol’un, Türkiye’deki adı Atatürkçülüktür.

Bu bakımdan Atatürkçülük, daha geniş bir ideolojik çerçeve içinde ele alınarak, yorumlanmalıdır. Böyle bir çaba, hem Atatürkçülük gerçeğini ortaya koyacaktır, hem de Türkiye’nin siyasal sistemindeki, ezilenlerin çıkışsızlığını ortadan kaldıracaktır.

Bu bakımdan öncelikle Atatürkçülüğün ayrı bir ideoloji olarak ortaya konulması gerekmektedir. Bu tür bir ideolojik çaba, Atatürk’ün ölümünden bu yana ihmal edilen şeydir.

Atatürkçü ideoloji üzerinde söz söylerken, önemli iki tartışma noktasının da sonuçlandırılması gerekmektedir.

Kemalızm/Atatürkçülük Ayrimi

Kemalizm, emperyalist güçlerin Mustafa Kemal’in izlediği yola verdikleri isimdir. Atatürk döneminde de Kemalizm deyimi kullanılmıştır. Ancak emperyalistlerin Kemalizm dediği dönemde, henüz soyadı kanunu yoktu ve Mustafa Kemal de Atatürk soyadını almamıştı. Eğer alsa idi, adlandırma Atatürkizm ya da Türkçesiyle Atatürkçülük olacaktı.

Bu noktada Kemalizmi bir ideoloji, ama Atatürkçülüğü sıradan bir kavram olarak gören anlayış, Kemalizme ideolojik bir anlam yüklemek gibi bir bakış açısından yola çıksa da, artık Atatürk olmuş Mustafa Kemal’i, küçültmekte ve O’nun kapsamını daraltmaktadır.

Bugün, Atatürkçülük halk dilinde kullanılan kavramdır. Kemalizm, küçük bir kesimin tercihidir. Ve bu tercihin özellikle sağcı, liberal ve dinci takım tarafından da desteklendiği görülmektedir. Onlar da Atatürkçülüğü Kemalizmden ayırmak gerektiğini savunmaktadır.

O halde doğru olan, Atatürkçülüğü sahiplenmek ve onu sağcı, liberal, dinci akımların ipoteğinden kurtarmaktır. Bu nedenle Kemalist ismi yerine Atatürkçülüğün kullanılması ama bunun da bir ideoloji olarak açıklanması en doğru tavırdır.

Fakat bu, Kemalist deyiminin hiç bir şekilde kullanılmayacağı anlamına gelmemelidir. Tersine, Kemalizmi ve Atatürkçülüğü aynı anda, birlikte ve aynı anlamda kullanarak, Atatürk karşıtlarının ve Atatürk’ü marjinalleştirmeye çalışan Atatürkçülük içine sızan Fethullahçıların oyununu bozacaktır.

Mustafa Kemal/ Atatürk ayrimi

Buradaki ayrım da aslında Kemalizm- Atatürkçülük yapay ayırımı gibidir ama çok belirleyicidir.

Bugün özellikle dinci ve ırkçı kesim, Atatürk’e Atatürk demezler. Irkçılara göre O Türklerin atası değildir, dincilerin ise zaten Türklük gibi bir dertleri yoktur. Ama Atatürk, onlar açısından bir psikolojik ezilmişlik hissi yaratır ve o ismin ağırlığı altında ezilirler. O nedenle de genelde Atatürk adını kullanmazlar.

Atatürk’e sadece Mustafa Kemal diyenlerin de benzer bir özelliği vardır. Özellikle Marksist ve benzeri yabancı kaynaklı solcular da O’nun sadece askeri ve Kurtuluş Savaşı’ndaki halini kabul ederler. Böylece Kurtuluş Savaşı’ndaki Atatürk’ü kabul eder, Cumhuriyet devrimini ve idaresini kabul etmezler. Bu bakımdan, kimi kullanımlarda Mustafa Kemal, Cumhuriyet karşıtlığının bir ifadesi haline gelmektedir.

Burada izlenecek tavır, Mustafa Kemal Atatürk’e bütünüyle sahip çıkma tavrıdır. Atatürk ile Mustafa Kemal’i ayıran, birini diğerine tarcih eden anlayış, Atatürkçülüğün kapsamını ve kapsayıcılığını daraltmaktadır. O nedenle Mustafa Kemal ve Atatürk’ün, birarada kullanılması, aynı anlamda kullanılması doğru tavır olacaktır.

12 Eylül Atatürkçülüğü’nden Günümüze

Atatürk’ü basit bir devlet adamı ya da bir askere dönüştürme çabaları dönemsel başarılar elde edebilir. Örneğin Atatürk’ün sağcı biri olduğu, Atatürkçülüğün de sağcı bir ideoloji olduğu fikri 12 Eylül’den sonra yaygınlık kazanmıştır.

12 Eylül’de iktidara Atatürkçülük adına el koyanlar Atatürkçülüğe çok büyük zarar verdiler. 12 Eylül sonrası Türkiye solu ve özellikle sol akademisyenlerin temel uğraşı Atatürkçülüğe karşı mücadele olmuştur.

Bu mücadeleyi, verenlerin taşıdığı sol sıfatına bakarak değil, bu sol sıfatını taşıyanların ürünü olduğu döneme bakarak değerlendirmek gerekir. 12 Eylül darbecileri Atatürkçülüğün canına okurlarken, 12 Eylül’ün yarattığı solcular ve sol akademisyenler de, 12 Eylül darbecilerine siyasal ve akademik hizmet sundular ve Atatürkçülüğün solculuk olmadığını ispatlamaya çalıştılar.

Bu çabalar dönemsel bir başarı kazandı kazanmasına ama sonuçta Atatürk de, Atatürkçülük de, tarihi belgeleriyle orta yerde durmaktadır. Bu belgeler incelendiğinde, yaratılmak istenen sağcı Atatürk ve Atatürkçülük anlayışının, ancak 12 Eylül Akademisi’nin ürünü olduğu görülmektedir.

Amerikalılar 12 Eylül’ü yapanlara bizim oğlanlar başardı demişti. 12 Eylül’ü yapanlar da bu tür siyasetçi ve akedemisyenlerin Atatürkçülüğü tahrifatı için bizim oğlanlar başardı dediler.

Ama görüyoruz ki, son sözü Amerika’nın oğlanları değil, Türk evlatları söylemektedir. Atatürkçülük, yeniden 12 Eylül öncesinde olduğu gibi Ulusal Sol’un programı olarak ortaya çıkmaktadır.

Not:

Atatürk’ün ideolojisi üzerine yazdıklarımızın referansları, Atatürk’ün Nutuk’unda, Atatürk’ün yazdırdığı Medeni Bilgiler kitabında, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri’nde, Atatürk’ün yazdırdığı lise tarih katabında, CHP’nin program ve kongre belgelerinde aynen mevcuttur.

Atatürk’ün Ulusal Solculuğunu öğrenmek isteyenler bu belgeleri bir zahmet okusunlar!

This entry was posted in ATATURK, Uncategorized. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *