ATATÜRK’LE 30 YIL * 1‏

 Cumhuriyet 27.08.2004

ATATÜRK’LE 30 YIL

 

SUNUŞ

İbrahim Süreyya Yiğit, Mustafa Kemal’in Selanik’ten beri hep yanında olmuş bir Kurtuluş Savaşı kahramanı. Onun yaşadığı ve tanık olduğu kimi olaylar, başta İstanbul’dan kaçış, Anadolu direnişinin amansız zorlukları bilinmeyen insan yüzleriyle ilk kez bu dizide öne çıkıyor.

Atatürk’le Otuz Yıl, başta Mustafa Kemal olmak üzere Yunus Nadi’den Rauf Orbay’a ve Kılıç Ali’ye; İsmet İnönü’den Celal Bayar’a; Ahmet Ağaoğlu’ndan Dr. Fikret Konuralp’e ve dönemin tüm öncülerini, insan ilişkileri sıcaklığında ele alıyor.

Yakın tarihimiz, bu dizide yepyeni bilgilerle bir anı-roman anlatımına kavuşuyor. İbrahim Süreyya Yiğit’in oğlu olan Nuyan Yiğit, deneyimli bir gazeteci olarak böylece tarihsel bir görevi yerine getiriyor.

Atatürk’le Otuz Yıl, önümüzdeki hafta Remzi Kitabevi’nden kitap halinde yayımlanacak.

Şapkanın ilk giyildiği günlerde… Sağ başta Ali Çetinkaya, ortada Mustafa Kemal, solunda arkada İbrahim Süreyya Bey, sol başta Yunus Nadi birlikte…

Erzurum Kongresi’nin iptalini isteyen Rawlinson’a Mustafa Kemal’in yanıtı: Ne pahasına olursa olsun açacağız

Paşa, kongrede kararlı

Mustafa Kemal gibi İbrahim Süreyya da basının desteğinin gücüne inanıyordu ve aklında Yunus Nadi vardı.

Onunki gibi bir kalemin bu dava için yapacağı olumlu etki, büyük kazanç olacaktı. Ne yapıp edip Yunus Nadi’yi yanlarına getirmeliydiler. Zaten o günlerde Yunus Nadi de İstanbul’da binbir huzursuzluk içinde yaşıyordu.

İngiliz işgalcilerin tacizleri, saray ve onun kuklası hükümet hafiyeleri peşini bırakmıyordu. Yunus Nadi, kendisine saklanacak ve rahatça okuyup yazacak bir yer arıyor, bir geceyi kendi evinde eşi Nazime Hanım ve yavrularıyla geçirse, ertesi gece mutlaka başka bir yerde kalıyordu. En fazla kaldığı yer de İbrahim Süreyya’nın annesinin Beşiktaş Akaretler’deki eviydi. Cenaniyar Hanım’ la Yunus Nadi, ana-oğul gibiydiler.

Cenaniyar Hanım, Yunus Nadi’ye bir oda hazırlamış, temiz yatak sermiş, odasına masa-sandalye koymuş, sürahisinin üstünü tenteneli örtüyle örtmüş ve evin bir de anahtarını vermişti. Yunus Nadi, gece gündüz, ne zaman gerekirse Cenaniyar Hanım’ın evine gelip çalışmakta, okuyup yazmaktaydı.

HAMMER TARİHİNİ OKUYORDU

İbrahim Süreyya’nın ablası Mihrünnisa Hanım ‘a ”abla” diye hitap eden Yunus Nadi, bu evden bazen günlerce çıkmıyor, Abla’nın pişirdiklerini iştahla yiyor ve içine gömüldüğü Hammer Tarihi’ ni okuyordu. Yunus Nadi eve girdiği andan itibaren, Cenaniyar Hanım olsun, Mihrünnisa Hanım olsun, herkes ayaklarının ucuna basarak yürür ve çıt çıkartmamaya dikkat ederlerdi.

Yunus Nadi, Erzurum Kongresi’nin toplanmasını heyecanla bekliyordu. Aklı da, gönlü de Mustafa Kemal ve İbrahim Süreyya ile beraberdi. Cenaniyar Hanım, Yunus Nadi’nin sık sık gelmesinden bazı gün ve gecelerini burada geçirmesinden pek hoşnuttu.

Yunus Nadi çok iyi bir gazeteciydi, geniş çevresi vardı, her şeyden ilk haberdar olan kişilerden biriydi ve İbrahim’inin en yakın arkadaşıydı; dolayısıyla ondan haber alma olasılığı vardı.

Oğluna bir şey olsa ilk duyacakların başında onun geleceğinden emindi, koşup kendisine, hiç değilse abla dediği Mihrünnisa’ya haber vereceğine inanırdı. Bütün bu nedenlerle de Yunus Nadi’nin yanlarında oluşundan mutluluk duyuyordu.

‘YARIN AÇACAĞIZ’

Erzurum Kongresi’nin açılış tarihi 10 Temmuz olarak tespit edilmişti ve halk heyecanla o günü bekliyordu. Kısa sürede neler olmamıştı ki… Beklenen delegelerin ancak bir avuç kadarı gelebilmiş, Mustafa Kemal Paşa askerlikten istifa etmiş, şimdi de İngiliz Başbakanı Lloyd George ‘un yeğeni olan Rawlinson adlı bir albay, emrindeki İngiliz taburuna güvenerek Kongre’nin toplanmasını engellemek için Mustafa Kemal’in peşinde dolaşıyordu.

Açılıştan bir gün önce Rawlinson, Paşa’ya Kongre’nin iptalinin gerektiğini söyler söylemez Paşa, ”Ne pahasına olursa olsun bu Kongre’yi yarın açacağız” deyip İngilizi başından def etti.

‘PAŞA GIDASI’

Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum’daki günleri çok uzundu, fakat geceleri daha da uzundu. Emir eri Ali , onun adeta eli ayağıydı; istediklerini ona aldırır, odasının tertibini ve bakımını ona yaptırır, giyeceklerini ona hazırlatırdı. Batılıların ”valet” dedikleri türden bir görevliydi Ali. Paşa, Ali’yi evladı gibi severdi, Ali de Müfettiş Paşası için gözünü kırpmadan canını verecek kadar ona bağlıydı.

Paşa, Ali’ye aldırdığı beyaz peynir, ekmek, leblebi ve de rakısını akşamları odasında hazırlatır ve çağırdığı bir-iki arkadaşıyla çalışmalarını sürdürürken, bir yandan da yavaş yavaş demlenirdi. Bu gece toplantılarının baş davetlisi İbrahim Süreyya olur, Mustafa Kemal onu odasına çağırırken ”Gel bir paşa gıdası alalım” derdi.

Mustafa Kemal’in rakıdan söz ederken Selanik’ten beri kullandığı ”paşa gıdası” deyişini İbrahim Süreyya ilk olarak Trablusgarp’ta duymuştu. Mustafa Kemal, Selanik’ten beri silah arkadaşları olan Nuri (Conker) ve Fuat (Bulca) yüzbaşılar ile konuşurken, ”Ah şimdi olsaydı bir paşa gıdası, ne güzel giderdi” diye özlemini belirtirdi.

”Hoş geldin” ile başlayan ilk yudumdan sonra, hemen üzerinde çalışılacak konuya geçilirdi. Mustafa Kemal, İbrahim Süreyya’nın ketum olduğunu, verilen sırrı asla ağzından kaçırmadığını, defalarca denediği için biliyordu; onun da fikirlerini önce kendisine açtığına, izin almadan bunları hiçbir zaman açıklamadığına kanaat getirdiği için İbrahim Süreyya’yı severdi.

Erzurum Kongresi bir hazırlık adımıydı, asıl toplantı Sıvas’ta olacaktı. Fakat Paşa, daha da ileri safhalara kafa yormakta ve planlar hazırlamaktaydı. Esas hedef, örgüt kurmak ve bu örgütü işletmekti.

Bu konu görüşülürken, paşa önüne bir kâğıt çekti ve düşündüklerini yüksek sesle İbrahim Süreyya’ya açıklarken kâğıdın üzerine de el yazısıyla not düştü:

MÜDAFAA-İ HUKUK-U MİLLİYE CEMİYETİ’NİN TEŞKİLATI

1. (Bir komita santral) – Her vilayet ve müstakil mutasarrıflık namına birer murahhastan murakıp olur. Dahil-i memlekette emin bir mahalde bulunur.

2. Vilayet merkezlerinde, liva, kaza, kariyelerde heyetler…

3. Müdafaa-i Hukuk-u Milliye mıntıkaları

MERKEZ:

1. Erzurum, Trabzon, Van, Erzincan, kısmen Bitlis.

2. Sıvas, Canik, Kayseri, Maraş

3. Diyarıbekir, Bitlis, Elaziz, Urfa

4. Ankara, Kastamonu, Bolu, kısmen Konya

5. Konya, Adana, Antalya, Maraş, kısmen Aydın

6. Balıkesir, Kale-i Sultaniye, Hüdavendigâr (Bursa)

7. Dersaadet ve Edirne (Trakya) Yusuf Ziya Paşa’ya raptedilmek (bağlanması).

Bunları not ettikten sonra Dersaadet (İstanbul) ve Edirne’yi bir daire içine aldı. Dördüncü maddede yer alan Ankara’nın ise altını çizdi. İstanbul her ne kadar asırlar boyu Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olmuş ise de, Mustafa Kemal, yeni kuracağı örgütün merkezi olmaya Ankara’yı layık görüyor gibiydi.

Aralarında uzun saatler boyunca konuştular. İlerideki günler, ne getirecekti? Bu teşkilat kurulursa Sıvas Kongresi ilk adım sayılmalıydı; ondan sonra esas, bir Milli Meclis yaratmaktı. Bunun toplanacağı yer ilk ağızda İstanbul gibi görünmekteydi ama orası işgal altında olduğu için meclisi İstanbul’dan yurtiçinde emin bir mahalle taşımak ve orada toplayıp çalışmaları sürdürmek gerekiyordu. Düşmanı yenecek ordular yaratılmalıydı.

Bütün bunlar elde edildikten, zaferler kazanılıp başarıya ulaşıldıktan sonra, gene uyuşuk Osmanlı düzenine mi dönülecekti? İbrahim Süreyya, bütün bunları sağlayacak örgütün eskiye dönmesinden yana değildi. Mustafa Kemal’in ise, daha da ileri düşünceleri vardı. O, ilahi bir saltanat fikrine tümüyle karşıydı. O, ülkenin kalkınmasını istiyor, bunu da ancak cumhuriyet rejimiyle yapabileceklerine inanıyordu. Halife imiş, padişah imiş, bunları elinin tersiyle itmenin gerektiğini kafasına yerleştirmişti. Geri kalmışlığın üstesinden gelememenin baş nedeni olarak katı kalıpları yıkamamayı görüyor, bunu da İstanbul’un asla yapamayacağını, daha da kötüsü yapmak istemeyeceğini biliyordu.

‘YAZ, MAZHAR MÜFİT BEY…’

Erzurum gecelerinde, Mustafa Kemal’in odasında, hemen her akşam cumhuriyet kurulduktan sonra neler yapılması gerektiği tartışılıyordu.

Mustafa Kemal Paşa, kadınlara çok önem veriyordu. Nüfusunun yarısından fazlası kadın olan bir milletin kadınlarının dışlanmasının önlenmesi gerektiğini, kadına değer verilmesini, bu başarıldığında çok şeylerin yapılabileceğini dile getiriyordu.

Kadınlar meselesinin ardından eğitimin yetersizliğini, istenilen düzeyde ve yaygın olmayışını da bir başka sorun olarak masaya yatırmakta, kadınların eğitime yapacağı katkıyı hesaplamaktaydı.

SADIK ASKER ALİ…

O gecelerden birinde bunları bir yere not ettirmenin doğru olacağını düşündü. Emir eri Ali’ye seslendi; Ali kapıdaydı. İbrahim Süreyya, ”Bu çocuk hiç uyumaz mı?” diye düşündü, onun sadakatine hayran kaldı. Ali, paşa hangi anda istese o anda hazır ve nazırdı. Mustafa Kemal Paşa, Ali’ye, Mazhar Müfit (Kansu) Bey’in odasına gitmesini ve uyumadı ise kendisini kahve içmeye davet ettiğini söylemesini emretti.

Paşa’nın sadık askeri Ali, fırlayıp gitti, Mazhar Müfit (Kansu) Bey’in kapısına dayandı ve kapıyı vurdu. Mazhar Müfit Bey uyuyordu, kapının çalınmasıyla uyandı ve ”Kim o?” diye seslendi. Ali, kendisini tanıttıktan sonra Mazhar Müfit Bey sordu gene: ”Ne var Ali?” Bu defa Ali’nin, ”Paşa hazretleri, uyumadıysanız sizi kahve içmeye davet ediyor” sözlerini duyunca, ”Peki geliyorum” diye haber gönderdi.

Mazhar Müfit Bey, koltuğunun altında meşhur defteriyle çıkıp geldiğinde Mustafa Kemal kahve söyledi: ”Ali, bize üç tane kahve yaptırt bakalım.” Sonra ağır ağır konuşmaya başladı:

”Girişmekte olduğumuz bu mücadeleden muvaffakiyetle çıkacağız. İhtiras taşımadan, yalnız vatan ve memleket için çalışan insanlarız. Allah koruyucumuzdur. Büyük bir ideal peşindeyiz. Muvaffak olacağız.”

 

 ‘DEFTER İŞE YARAYACAK’

Mustafa Kemal’in hayalindeki devrimler konusunda ona ”hayal arkadaşlığı” eden belki de ilk kişi olan İbrahim Süreyya, ”Paşam” diye söze karıştı, ”muvaffak olduktan sonra dahi iş bitmiyor, memleketin namütenahi çalışmaya ve inkılaplar vücuda getirmeye ihtiyacı var.”

Paşa, Mazhar Müfit Bey’e döndü:

”Günlerden beri sizi, her yapılanı, toplantılarda her söyleneni zaptettiğinizi görüyorum ve bu beni pek sevindiriyor. Hafızalarımız kayda geçiyor diye hoşuma gidiyor. O bakımdan sizin defteriniz bizim için çok kıymetli bir evrak durumunda. Hafızalarımız zayıfladığında bu defter işimize çok yarayacak. Şimdi sizden bir şeyler yazmanızı rica edeceğim, ama bir şartım var. Bu sayfayı hiç kimseye göstermeyeceksiniz. Bunu bir Süreyya, bir siz ve bir de ben bileceğiz. Anlaştık mı?”

Üç! Tesettür kalkacaktır

Mazhar Müfit Bey başıyla onay verdikten sonra eline kalemi aldı ve yeni açtığı sayfanın başına tarihi ve zamanı koydu: ”7 Temmuz 1919, sabaha karşı” .

Bundan sonra Mustafa Kemal’in kararları harf harf Mazhar Müfit’in sayfalarına dökülmeye başladı:

**Zaferden sonra hükümet şekli cumhuriyet olacaktır.

Bunu size, bir sorunuz nedeniyle daha önce de söylemiş idim. Bu biiiir!

İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır.

Üç: Tesettür kalkacaktır.

Dört: Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.

Mazhar Müfit bu satırları yazdıktan sonra duraladı. Başını defterden kaldırıp Paşa’nın yüzüne baktı. Paşa da ona bakıyordu. Mazhar Müfit Bey, Paşa’dan sonra İbrahim Süreyya’ya baktı. İbrahim Süreyya’nın gözlerinde bir parıltı, dudaklarında ince bir memnuniyet tebessümü vardı.

Bir anlık sessizliği, paşanın, ”Niye durakladın?” sorusu bozdu. Mazhar Müfit, yardım istercesine önce İbrahim Süreyya’ya baktı ve sonra paşaya dönerek ”Darılma ama paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var” dedi.

Paşa hiç oralı değildi. ”Bunu zaman tayin eder” dedikten sonra devam etti.

Sen yaz.

Beş: Latif harfleri kabul edilecek.

Mazhar Müfit’in elindeki kalem düştü: ”Paşam, kâfi… kâfi… Cumhuriyet ilanına muvaffak olalım da üst tarafı yeter” diyerek defteri kapattı. Görevinin bittiğine karar vermişçesine defterini koltuğunun altına aldı ve yerinden kalkıp Paşa’dan izin isteyerek odadan çıkıp kendi odasına gitti. Paşa ile İbrahim Süreyya’nın ise hiç yatıp uyumaya niyetleri yoktu, Ali’ye seslendiler: ”Kahveler nerede kaldı?”

Ertesi sabah İbrahim Süreyya, Mazhar Müfit’i buldu ve Paşa’nın giyeceği sivil kıyafet hususundaki sıkıntısını dile getirdi. Biraz sonra Paşa da ”Elbise işini ne yapacağız?” diye sorunca bir faaliyettir başladı. Münir Bey’in verdiği kıyafeti kaptıkları gibi Paşa’ya getirdiler. Pantolon, biraz göbeklice olan Münir Bey’e göre dikildiğinden Paşa’ya bol geldi. Hemen Kolordu dikimevinden bir terzi çağrıldı ve pantolonun beli, paşaya göre daraltıldı. Mazhar Müfit Bey’in gömleklerinden en yenicesi yıkanıp ütülettirildi. Kravat da tedarik edilince iş yoluna konulmuş oldu. Şimdi, Paşa’nın sivil kılıkta bir resminin çekilmesi lazımdı, bunu yarın bütün dünya basını isteyecekti. Süleyman Necati ‘nin Erzurum’da yayımlanan Albayrak gazetesinin fotoğrafçısı resmi çekmeye geldi. Bu kez de, resimde Mustafa Kemal’in eli nerede olmalıdır, sonra elinde ne bulunmalıdır tartışması başladı. Paşa’nın sağ elinde sigarası olabilir düşüncesine itiraz eden olmadı ama sol eli hakkında çeşitli öneriler geldi. Kimi, ”Eli cebinde olsun” dedi, kimi ”Eline bir şey alsın” dedi. İbrahim Süreyya, cebinden çıkardığı tespihini Paşa’ya uzattı; görünümde, uzak da olsa bir din bağının bulunmasında yarar görüyorlardı…

Ve nihayet istenen poz verdirilip resim çekildi; böylelikle, Anadolu ihtilalinin ilk uygar görünüm sembolü ebedileştirilmiş oldu.

Yarın: Mustafa Kemal Ankara’ya çağırıyor

This entry was posted in Uncategorized. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *