BELLEK DÜRTÜCÜ * TSK NASIL SİYASALLAŞTI? * SORUMLULAR KİM?

TSK NASIL SİYASALLAŞTI? * SORUMLULAR KİM?


Günümüzden 11 sene önceye gidelim. TSK’nın üzerinde Ergenekon- Balyoz kumpaslarının kurgulandığı, TSK içinde çöreklenmiş kripto fetö’cüler ile AKP yönetiminin ABD ile işbirliği yaparak TSK’nın gücünü, yapısını, hiyerarşisi düzenini nasıl kırdıklarını bir örnekle anımsayalım. Geçmişin Gen.Kur. Başkanları olan Hilmi Özkök ve Necdet Özel TSK’yı emperyalizme, tarikatlara, AKP’ye teslim edenlerdir.


Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e yakışır bir davranış !!!

Naci KAPTAN – 8.12.13
https://nacikaptan.com/

Necdet Özel tarafından Ergenekon ve Balyoz davaları sürecinde mağdurların konuşmaması sessiz kalmaları istenmişti. Ordunun başkomutanı demişti ki ;
“Hukuksuzlukları kendi yöntemlerimle çözeceğim, çözemezsem istifa edeceğim”
Dava büyük adaletsizlikle sonuçlandı. Emekli Gen.Kur.Başkanı İlker Başbuğ başta olmak üzere TSK’nın değerli komuta kademesi ve geleceğin komutan adayı olan subaylar akıla ziyan adaletsiz cezalarla karşı karşıya kaldılar.
Bir Anadolu sözü vardır ;
“Asker sözü” deriz..
Necdet Özel silah arkadaşlarına verdiği sözün ardında durmadı.
Yalnızca sözünün ardında durmamakla kalmadı.
Böylece ASKER SÖZÜNÜ de açığa düşürdü !!!
Kendisini, yazılı ve sözlü olarak eleştiren,hak arayan komutanlar, subaylar hakkında orduevlerine giriş yasağı getirildiği haberi gündeme geldi. Ergenekon ve Balyoz davalarında silah arkadaşlarına sahip çıkmayan, hatta “Sessiz kalın ” diyerek onları oyalayan Gen.Kur.Başkanı Özel şimdilerde de haklarına sahip çıkılmadığı için kendisini eleştirilen silah arkadaşlarının orduevlerine girmesini yasaklamış.
Özel’e yakışır …
Özel bulunduğu makama atandığında ilk eylemi, Atatürk’ün TSK’ya armağan ettiği 30 Ağustos Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını irticaya odak olmaktan ceza almış olan AKP’nin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e devretmesi oldu. Böylece makama atanmış olmanın diyetini ödenmeye başlandı.
– Milli Bayram kutlamalarının ve
– Atatürk anıtlarına çelenk konmasının yasaklanmasına ve
– Bölücü Kürt politikalarıyla Türkiye’nin bölünmesine sessiz kalan Necdet Özel;
Süleymaniye de askerimizin başına çuval geçirilmesi olayını ABD ile birlikte tezgahladıkları ileri sürülen AKP yönetimiyle içli dışlı oluverdi.
Truva atı ne ola ki???
Tarih 2003 CIA’nın Türkiye uzmanı Henri Barkey açıklama yapıyor ;
2003’te 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinden 25 gün sonra 26 Mart’ta Utah Üniversitesi’nde verdiği “Felaket ile Flört: Türkiye, Irak ve ABD” adlı konferansta,
AKP lideriyle anlaşarak “Türk Ordusu’nu çok sıkı bir kafese kapattıklarını” söylediği ortaya çıktı. Barkey, AKP’nin, AB reformlarında ısrarlı tutumu ve ABD’nin Türkiye’ye gün vermesi için AB’ye baskı yapmasının “Türk Silahlı Kuvvetleri’ni kafesleme” planı olduğunu ifade ediyor.

Özel, ABD – AKP tarafından TSK’ya yönelik kurgulanan tuzaklara, iktidarın hukuksuz siyasetine tutumuyla destek veriyor.TSK’nın en değerli kuşaklarından birisi yok ediliyor.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner‘le birlikte
Kara Kuvvetleri Komutanı Erdal Ceylanoğlu,
Deniz Kuvvetleri Komutanı Eşref Uğur Yiğit ve
Hava Kuvvetleri Komutanı Hasan Aksay’ın onur istifalarına katılmayan Özel bu tavrıyla istifa eden heyetin davranış gücünün etkisini de kırmış ve AKP’nin totaliter yönetim gücünün daha da yerleşmesine katkı sunmuştur.
Bulunduğu Genelkurmay Başkanlığı makamına paraşütle gelen ve istifa eden silah arkadaşlarına katılmayarak görevini bırakmayan dönemin Jandarma Genel Komutanı olan Orgeneral Necdet Özel, şimdi bulunduğu makama, etik olmayan TSK geleneklerine aykırı atama yöntemiyle gelmişti.
TSK’ya karşı uygulanmakta olan baskı ve tuzaklar nedeniyle büyük oranda ayrılmalar oluyor ve TSK zayıflatılıyor
Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın açıklamasına göre ;
“Son 6 yılda TSK’dan kendi isteğiyle ayrılan general ve amiral sayısını 38 olarak açıklayan Yılmaz, emeklilik ve istifa yoluyla ayrılan subay ve astsubay sayısının da 21 bini aştığı bilgisini verdi. 1 Ocak 2005 – 7 Mart 2013 arasında TSK’dan kendi isteğiyle emekli olan veya istifa eden subay sayısı 8349, astsubay sayısı 23007 ve kendi isteğiyle sözleşme yenilemeyerek ayrılan uzman erbaş sayısı da 13589’dur.”
2013 Eylül ayında 522, Ekim ayında 158 olmak üzere 710 subay, Eylül ayında 739, Ekim ayında ise 566 astsubay emekli oldu ya da istifa etti. TSK’dan iki yılda 450 pilot ayrıldı!
Yalnızca Ocak-Şubat 2013’te 148 pilotun emeklilik ve istifa yoluyla TSK ile ilişiği kesildi. Bir teğmenin pilot olabilmesi için 4 milyon TL harcanmaktadır.
F-16 pilotu olmak için toplam 283 sortide 342 saat uçuş ve 85,5 saat benzeşim (simülatör) eğitimi ve 853 saat kuramsal eğitim gereklidir.
Bal­yoz ve Er­ge­ne­kon Da­va­la­rı­’nın ka­rar­la­rı­na tep­ki ola­rak Türk Si­lah­lı Kuv­vet­le­ri­’n­den (TSK) is­ti­fa eden ko­mu­tan­lara ye­ni­le­ri ek­len­di. Daha önce Do­nan­ma Ko­mu­ta­nı Ora­mi­ral Nus­ret Gü­ner, Ha­va Kuv­vet­le­ri Ko­mu­tan­lı­ğı Kur­may Baş­ka­nı Kor­ge­ne­ral Ne­zih Dam­cı, De­niz Kuv­vet­le­ri Ko­mu­tan­lı­ğı Kur­may Baş­ka­nı Ko­ra­mi­ral Atil­la Ke­zek ve De­niz Kuv­vet­le­ri Ko­mu­tan­lı­ğı Tek­nik Baş­ka­nı Tu­ğa­mi­ral Sa­mi Ör­güç görevlerinden ayrılmıştı. İs­ti­fa dep­re­mi bu kez Jan­dar­ma Ge­nel Ko­mu­tan­lı­ğı­’n­da ya­şan­dı. Jan­dar­ma Ge­nel Ko­mu­tan­lı­ğı De­net­le­me Baş­kan­lı­ğı­’n­da bu­lu­nan Tuğ­ge­ne­ral Ünal Ka­ra­os­ma­noğ­lu ile Asa­yiş Da­ire­si Baş­ka­nı Tuğ­ge­ne­ral Meh­met Tu­ral da is­ti­fa et­ti.
Sicili temiz, başarılı, örnek çok sayıda general / amiral, subay ve astsubay yürütülen davaların sonucunda mesleklerinden ayrılmak zorunda bırakılmıştır. Hükümet kendi ayağına kurşun sıkarken, Devlet ve Ülkeyi de derin zaafa düşürmektedir.
Gen.Kur.Başkanının temel görevi Silahlı Kuvvetleri savaşa hazırlamak, caydırıcı güç oluşturmak ve bu nedenle TSK’nın moral ve motivasyonunu da eğitimle birlikte üst seviyede tutmaktır. Ama öyle midir ?
TSK’nın hiyerarşik yapısını da şekillendirmeye çalışan politikalar ve dış bağlantılı tuzaklar yoğun istifa ve emeklilik nedeniyle Özel döneminde TSK’nın moral gücünün kırıldığı ve bu nedenle zayıfladığı görülmektedir.
Zaman gelecek,
Devran dönecek,
Necdet Özel de silah arkadaşlarına ve Gen.Kur.Başkanlığının makam sorumluluğuna yaptıklarının ceremesini elbet çekecektir …Özel de orduevine girdiğinde çevresindekilerin kalkıp gittiği günleri yaşayacaktır. Tıpkı “Kasaptaki ete soğan doğramayan” Özkök’e olduğu gibi.

Naci KAPTAN
08.12.2013
Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, BOP, ERGENEKON - BALYOZ, Fetullah Gülen, İHANET VE YABANCI YANDAŞLAR, TSK | 1 Comment

Amerikan emperyalist gangsterizmi ve Küba

Amerikan emperyalist gangsterizmi ve Küba

BİRGÜN – Ajamu Baraka – 26.06.2023
Kaynak: Black Agenda Report
Çeviren: Umut Deniz AYDIN

ABD’nin 60 yıldır Küba’yı terörü desteklemekle suçlamasına, ambargo uygulamasına rağmen halkın temel insan haklarına erişimini sağlama taahhüdü asla sarsılmadı. Ama bu güçlerin suçlanarak yenilemeyeceğini de biliyoruz. Kuzeydeki gangsterleri yenmek istiyorsak verilmesi gereken mücadeleden kaçınamayız.
Ajamu Baraka’nın ifadesi: ABD Emperyalizmi Uluslararası Halk Mahkemesi 10 Haziran 2023 Merriam-Webster sözlüğü, Haydut Devlet’i “uluslararası hukuku ihlal ettiği ve diğer ulusların güvenliğine tehdit oluşturduğu düşünülen bir ulus veya devlet” olarak tanımlar. Bu basit ve düzgün tanım, yalnızca Küba ile ABD arasındaki ilişkinin karakterini değil, aynı zamanda ABD’nin 1945’teki ikinci emperyalist savaşın sonunda küresel bir güç olarak yükselişinden bu yana bölgemizin ve dünyanın uluslarına ve halklarına yönelik politikalarının karakterini de mükemmel bir şekilde yansıtıyor. 1945’ten bu yana geçen dönemde ABD politikalarının çoğunun esas amacı neydi? Gelişmekte olan ülkeleri kontrol yörüngesine dâhil ederek Güney’de otantik dekolonizasyonu önlemek.
Bu jeostratejik hedef, ABD’nin Küba’daki devrime tepkisini şekillendirdi. ABD, 1950’lerin sonunda ve 1960’ların başında küresel bir emperyalist güç olarak konsolide olurken dış politikasının iki yönü vardı: Birincisi, hegemonik kontrolün ana aracı olarak yıkıcılığı ve askeri gücü kullanması. İkincisi ise komünizme karşı akıldışı korkusu.
Bu iki yönün diyalektik ilişkisi, özellikle de ABD politikalarını esas olarak şekillendirenin komünizm korkusu olduğunu anlarsak, bu dönemde ABD tarafından kurumsal ve askeri şiddetin ağır ve çoğu zaman ters etki yaratan konuşlandırılmasını açıklar. Küba ve diğer örnekler söz konusu olduğunda, ABD’nin Küba Devrimi’nin neden olduğu kontrol edilemez bir radikalleşme olarak tanımlayabileceği şeye karşı hafifletmek için kullanılabilecek potansiyel olarak zorlayıcı önlemlerin çeşitliliği, ABD’deki politikacıların devrime saldırmak için aldıkları kararlarla önlendi.
Bu yıkım ve şiddet hikâyesi iyi belgelenmiştir ve bugün kapsamlı bir şekilde ele alınmıştır.
Kısa açıklamalarımda, Küba’nın anlamının bir analizini, Amerika Birleşik Devletleri olarak bilinen bölgede bulunan radikal, sömürgecilik karşıtı, anti-emperyalist Afrika devrimci hareketinin perspektifinden paylaşmak istiyorum.
İlk nokta: Bundan eminiz ABD’nin önde gelen küresel emperyalist gücünden kaynaklanan hegemonik yıkım, uluslararası güçler dengesinde küresel olarak ABD ve Avrupalı sömürgeci güçlerden, özellikle de bölgemizden uzaklaşan çarpıcı bir değişim olana kadar asla sona ermeyecektir.
Küba’nın gezegendeki bir numaralı terörist devlet tarafından inşa edilen sözde terörist devletler listesine dâhil edilmesi rasyonel ve şaşırtıcı olmayan bir gelişmedir. ABD emperyalizminin perspektifinden bakıldığında, Küba Devrimi’nin hayatta kalması varoluşsal bir tehdidi temsil etmekte. Küba’nın, Kolombiya Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN) ile Kolombiya devleti arasında, Trump yönetiminin Küba’yı yeniden kötü şöhretli listesine koymasıyla sonuçlanan barış görüşmelerinin ilk turunda garantör devlet olarak oynadığı rol, emperyalizmin nesnel çıkarlarını ve niyetlerini gözler önüne seriyor. ABD Küba’yı listeden çıkardığında ve bir uzlaşma sürecine dâhil olmuş gibi davrandığında bile, amaç o zaman da şimdi olduğu gibi Küba projesinin bitmesi ve nihai yıkımıydı. Tek fark, uygulanan strateji olmuş oldu.

Ulusal Ağ Küba 2022 Sonbahar Toplantısı’nda, Küba’nın BM Büyükelçisi Yuri Gala López, Terörizme Sponsor Devlet tanımlasının ABD ablukasını nasıl yoğunlaştırdığını açıklıyor.
İkinci nokta: Demokrasi
Her ulus, devlet ve halk, demokrasi ve yönetim konusuna nasıl yaklaştıklarını kendileri belirleme hakkına sahiptir. Sosyalist demokrasi, ABD’deki ve kapitalist dünya genelindeki sahte, süreç odaklı, dar burjuva demokrasilerine benzemez ve benzememelidir.
Küba, bu düşmancıl küresel ortamda sosyalist inşanın zorluklarına uygun demokrasi biçimleri geliştirmemiş olsaydı, hayatta kalamazdı. Devrimi Savunma Komiteleri’nden işçi oluşumlarına kadar, işçi parlamentosu özel dönemeçlerde, kitlelerin demokratik katılımı, devrimin gelişen maddi ve ideolojik koşullarına göre şekillendi. Halk iktidarının bu özel yapıları, devam eden ambargodan ve Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nda sosyalizmin terk edilmesinden doğan özel durumda alternatif bir toplumsal üretim ve dağıtım rejimi altında ekonominin göreceli istikrarını sağladı.
Küba sadece hayatta kalmadı, aynı zamanda bunu onurlu bir şekilde yaptı, halk merkezli insan haklarına bağlılığını sürdürdü ve yüksek yaşam beklentisini sağladı. Düşük oranda bebek ölümleri, sağlık ve eğitime erişim oldukça yüksek.
Demokrasi halktan doğar; aslında halkın egemenliğidir. Seçmenin yüzde 75’inden fazlası bu yıl Meclis seçimlerine katıldı, bu oran ABD ile karşılaştırıldığında fark ortada. Aynı zamanda, ABD’nin Helms-Burton Yasası gibi Küba’nın demokratik süreçlerini, ABD’nin bir demokrasi olduğu yönündeki yanlış propagandayla, 2014’te belgelenen bir sahtekarlıkla uyumlu olarak yürütmesini talep eden yasayı geçirmesinin saçmalığını da ortaya koyuyor.
ABD’de özel sektör ve devlet, bilgiye serbest erişimi kısıtlamak için işbirliği yaparken, Küba’dan “Küba halkının kendilerini özgürce ifade etme haklarını” garanti eden bir sistem geliştirmesini talep etmesi, ABD’de sadece zenginlerin kimin aday olup kimin seçimleri kazanacağını gerçekten belirlediği halde, Küba’nın özgür ve adil seçimler yapması yönündeki talepleri kadar gülünçtür.
Üçüncü nokta: Halk merkezli insan hakları
Devrimi baltalamaya yönelik 60 yılı aşkın girişimlere rağmen, Küba halkının temel insan haklarına; sağlık, gıda, eğitim ve barınmaya erişimini sağlama taahhüdü asla sarsılmadı. Sosyal adalet, katılımcı demokrasi ve kendi kaderini tayin hakkı, medeni ve siyasi haklar ile ekonomik, sosyal ve kültürel hakları kolektif ve bireysel haklar çerçevesinde birleştiren ilkelerle oldu. Bu ilkeler, çerçevesini liberal, yasalcı, devlet merkezli, bireyci, Batılı burjuva insan hakları çerçevesinden ayırmıştır. Küba’nın kişi başına sağlık harcamasının ABD’nin yüzde dördünü harcadığı açık bir örnektir. Buna rağmen ortalama yaşam beklentisinin aynı olması ve Küba’nın daha düşük bebek ölüm oranına sahip olması, ABD’nin neden bu modelin silinmesini istediğinin bir başka örneğidir. Bunu, Covid19 salgını sırasında on binlerce Afro-Amerikalının yeterli sağlık hizmetine erişemediği için ölmesiyle sonuçlanan soykırımsal olarak tanımlanabilecek saldırıya maruz kalan ABD’deki Afrikalıların kötü durumuyla karşılaştırın; bu, sömürgeci ihmal ve topluluklarımızın endüstriyel olarak hedef alınması nedeniyle toplumumuzda zaten zor durumda olduğumuz sağlık koşullarını daha da kötüleştirdi.
Dördüncü nokta: Irk ve beyaz üstünlüğü
“Küba halkı, Afrika halklarının kalbinde özel bir yere sahiptir. Kübalı enternasyonalistler, Afrika’nın bağımsızlığına, özgürlüğüne ve adaletine, ilkeli ve özverili karakteriyle benzersiz katkılarda bulunmuşlardır. Kübalılar bölgemize doktor, öğretmen, asker, tarım uzmanı olarak geldiler ama asla sömürgeci olarak gelmediler. Sömürgeciliğe, gelişmemişliğe ve Apartheid’e karşı mücadelede bizimle aynı siperleri paylaştılar.” – Nelson Mandela
Irk sorununa Afrikalı radikal yaklaşım soyut değildir. İnsanların kafasında ne olduğuyla ve birinin bizden hoşlanıp hoşlanmaması ile ilgilenmiyoruz. Kurumsal beyaz iktidarın gücüyle ve sömürgeci/kapitalist tekelci egemenliğin bugünüyle yüzleşmeye kararlıyız.
Beyaz üstünlükçü ideolojinin hem Avrupa’daki sömürgeci/kapitalist baskıyı rasyonelleştirmek hem de sömürgeci özneler ile işçi sınıfının kafasını karıştırmak ve bölmek için etkili bir silah olarak kullanıldığının farkındayız.
Dahası, Batılı radikal düşüncenin, Küba’da ve diğer devrimci projelerde siyasi hatalara yol açan beyaz üstünlüğünün tüm karmaşık ifadelerini anlamak için teorik çerçevelerinin yetersiz kaldığını kabul ediyoruz. Yine de Küba projesinin aleyhtarları Küba’da ırkçılığa karşı devam eden mücadeleyi zayıflatmaya çalışırken, Küba’nın yanında duran Afrikalı devrimciler, ırkın ve beyaz üstünlüğünün ancak pratik yollarla yenileceğini iddia ediyorlar.
Küba’daki devrimci sürecin en başından beri, ABD Siyah Kurtuluş Hareketi’nin unsurları, süreçle yakın bir ilişki içindeydi. 1959’da iktidarın ele geçirilmesinin ilk aylarında, Afro-Amerikalı devrimciler, gazeteciler, işçi liderleri, kongre üyeleri Küba’ya gitti. ABD’deki Afrikalılar, Küba’daki olaylar hakkında bilgilendirildi ve devrimi memnuniyetle karşıladı. Fidel Castro, Birleşmiş Milletler’e katılmak için New York’a gittiğinde, ABD yönetimi, Castro’nun resmi otellere erişimini engellemeye çalışarak ev sahibi anlaşmalarını ihlal etti. Ancak Black Harlem, Küba heyetine olumlu yanıt verdi. Fidel Castro ve Malcom X’in ünlü toplantısı da dâhil olmak üzere çeşitli Afrikalı liderlerle bir araya geldiği Hotel Teresa’da Harlem’de kalmaya teşvik etti. Bu yakın ilişkiler devam etti. Küba, 1984’te Siyah Kurtuluş Ordusu üyesi Assata Shakur da dahil olmak üzere ABD’deki hareketimizin bir dizi üyesine siyasi sığınma hakkı verdi. Küba halkının Afrika için kanlarını dökerek beyaz üstünlük yapılarını yenme konusundaki somut taahhüdüne işaret ediyoruz.
Küba’nın Güney Afrika’daki Apartheid rejimine karşı mücadeledeki kapsamlı ve belirleyici rolü, baskın Batı söylem ve anlatılarında marjinalleştirilmiştir. Yaptığı kritik katkı sık sık göz ardı edilmekle kalmaz, aynı zamanda neredeyse hiç gerçekleşmemiş gibi muamele görür. Bununla birlikte, mücadelemiz için, Küba’nın Afrika’nın kurtuluşu davasında yaptığı fedakarlıkları Afrikalıların yeni nesillerine asla unutturmayacağız. Onları, Angola hükümetinden gelen doğrudan ve acil bir talebe yanıt olarak Operación Carlota hakkında bilgilendirdik ve Güney Afrika’nın sömürgecilik karşıtı ve ulusal kurtuluş mücadelesinde büyük bir gelişmeyi temsil eden Güney Afrika askeri güçlerinin yenilgisinde önemli bir unsur olarak önemlerini bildirdik.
Operación Carlota, 330 binden fazla Kübalının hizmet ettiği ve binlercesinin Afrika’nın kurtuluşu için nihai fedakârlığı yaptığı 15 yıllık bir mücadeleydi.
Bizim için ırkın ve beyaz üstünlüğünün yapılarının ortadan kaldırılmasına olan bağlılığınızı bu şekilde gösteriyorsunuz!
Sonuç: Bu halk mahkemesinin kararı ne olmalı?
Önümüzdeki birkaç gün içindeki ezici kanıtlar, Küba’nın ve dolayısıyla bölgemizin ve dünyanın, ABD/AB/NATO Egemenlik Ekseni’nin örgütlü gangsterliğine maruz kalmaya devam ettiğini doğrulayacaktır.
Ama aynı zamanda bu güçlerin suçlanarak yenilemeyeceğini de biliyoruz. Bilge biri bir keresinde maddi gücün ancak maddi güç tarafından yenilgiye uğratılabileceğini söylemişti.
Kuzeydeki gangsterleri yenmek istiyorsak verilmesi gereken kaçınılmaz mücadeleden kaçınamayız. ABD, çatışma, yıkıcılık ve doğrudan askeri müdahale stratejilerini hiçbir zaman gizlemedi.
Bölgemizdeki ABD egemenliğini yeniden tesis etme hedefi, bölgede önde gelen sol projelerin (Venezüella, Nikaragua ve Küba) yıkılmasını ve kontrol edilmesini gerektiriyor.
ABD’nin ulusal egemenlik ilkesini ve devletlerin eşitliğini destekleme konusunda kesinlikle hiçbir taahhüdü yoktur, çünkü ABD, bölgemizin kendi arka bahçesi olduğuna ve bölgemizdeki hükümetlerin politikalarının ve ekonomilerinin Washington tarafından tanımlanması gerektiğine inanıyor.
Ambargoyu nasıl yeneriz? ABD emperyalizmini yenilgiye uğratarak, ABD’yi bölgemizden çıkararak, SOUTHCOM’u (Amerikan ordusunun Orta ve Güney Amerika’dan sorumlu birimi) kapatarak, ulusal kurtuluş için sömürgecilik karşıtı savaşı kazanarak.
Bu nedenle Barış İçin Siyah İttifakı, Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğu’nun (CELAC) 2014 yılında Küba’nın Havana kentinde bölgemizi bir “Barış Bölgesi” haline getirme çağrısını gerçeğe dönüştürmek için bölgenin dört bir yanından örgütlerle bir kampanya yürütüyor. Amerika kıtasında bir “Barış Bölgesi” fikri üzerinde farkındalık yaratmayı amaçlıyoruz.
Deklarasyondan alıntı:
Barış Bölgesi’ni inşa etmek, Amerika’da ulusal egemenlik, eşit haklar ve halkların kendi kaderini tayin hakkı ilkelerini gözeterek Halk Merkezli İnsan Haklarına öncelik vermek anlamına gelir. Bu, yabancı askeri varlığın ve üslerin yanı sıra bölgesel militarizasyonun tüm yapı ve uygulamalarının sona erdirilmesini gerektirir. Barış Bölgesi’nin diğer önemli gereklilikleri ise ABD ve NATO’nun yanı sıra Çekirdek Grup, Birleşmiş Milletler, Birleşik Devletler Güvenlik Ajansı, Uluslararası Kalkınma (USAID) ve Amerikan Devletleri Örgütü’nün (OAS) yumuşak güç emperyalist projelerini besleyen hayırseverlik ve demokrasi güdümlü yalanlarının ifşa edilmesi. Batı’nın dikte ettiği demokrasi ve “insan hakları” ideolojik desteklerden öteye gitmemelidir.
Nihayet:
… Dünyanın güneyindeki milyonlarca insan ve Kuzey ülkelerindeki sömürgeleştirilmiş, bastırılmış işçi sınıfı arasında, Küba ve projesi savunulacak ve sosyalizm çağrısı ve mücadelesi ise devam edecektir. Yol ayrımını görüyoruz. Bu ayrım her zaman sömürgeci-kapitalist Kuzey’in barbarlığı ile Güney’den ortaya çıkan insani özgürlük ve dönüşüm arasında olagelmiştir.
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ulusal olarak ezilen ve sömürülen Afrika halkları için, devrimin ortaya çıktığı Güney halklarının yanındayız. Küba’yı savunacağız, Venezüella’yı destekleyeceğiz, Kuzey Kore’nin egemenliğine saygı duyulmasını talep edeceğiz, küresel militarizasyona karşı mücadele edeceğiz ve ABD ve Batı emperyalizmine tereddüt etmeden, mazeretsiz karşı çıkacağız. Düşmanımızı biliyoruz, çünkü 1492’den beri onu yakından ve kişisel olarak görüyoruz.
Bu yüzden bugün hâlâ diyoruz ki:
Bütün iktidar halka.
Ve devrimci ilkelerimizde, bize yöneltilen yıkıcı iktidar ne olursa olsun, var olacağını söylemeye devam ediyoruz. Uzlaşmak yok, geri çekilmek yok!
Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM | Leave a comment

Kamu ordusu-şirket ordusu * WAGNER


Kamu ordusu-şirket ordusu

Mehmet Ali Güller – 26 Haziran 2023 Pazartesi

Derin çözümlemelere gerek yok: Şirket ordusu, mermisi yeterli gelmediği için cepheyi terk edebilir ama kamu ordusu, eksik mermiyle cephede savaşı sürdürür. Wagner meselesinin özü budur ve diğer tüm konular, çelişmeler, iç mücadeleler bu özün altındadır.
Sorunun kısa özeti de şudur: Şirket ordusu, özel ordu, özelleştirilmiş silahlı taşeron şirketi vb. adına ne derseniz deyin Wagner, Afrika’daki “başarılı” operasyonlarından sonra gerçek bir cephe savaşında zor karşısında “Cephane yok, destek yok” diye sürekli şikâyet eden bir konuma geriledi. Geriledikçe de “özel çıkarı” gereği, başına buyruk hareket etmeye ve cephede sorun olmaya başladı.
İSYAN VE SÜRGÜN
Rusya Savunma Bakanlığı, cephedeki bu iki başlılığa son vermek ve savaşın doğası gereği tek komuta sistemi ve hiyerarşisi içinde hareket edilmesi için “özel yapıların” 1 Temmuz’a kadar kendisiyle sözleşme imzalaması şartı getirdi. Böylece Rus Genelkurmayı, Wagner üzerinde kontrol elde edebilecekti.
İşte Wagner CEO’su Prigojin’in silahlı ayaklanmasının nedeni ve kısa öyküsü budur ancak Putin ve Kremlin için alınacak derslerle doludur!
Prigojin’in ilan ettiği gibi 25 bin paralı askerin Moskova’ya girmesi ve Kremlin’de “kafa koparması” elbette mümkün değildi ve Putin “ihanet” demesine rağmen Belarus Devlet Başkanı Lukaşenko’nun arabuluculuğunda Prigojin’in Belarus’a sürgüne gitmesini ve Wagner askerlerinin de cepheye dönmesini “şimdilik” kabul etti.
Şimdilik diyoruz zira isyan da isyanı bastırma iradesi de aslında askıda; Wagner gibi özel yapılar, isyan dahil her türlü riske gebedir ve kamu gücü de öyle ya da böyle bu tür isyanları ezmek zorunda kalacaktır.
TEK ORDU, TEK DEVLET
Şirket orduları, son 20 yılda ortaya çıktı; ABD’nin Blackwater’ı, Rusya’nın Wagner’i…
Modern devlet kavramının sloganıdır: Tek devlet, tek millet, tek dil. Aslında modern devletin en temel sloganı “tek ordu”dur fiilen çünkü “tek ordu” varsa tek devlet, tek millet olur.
Modern devletin en önemli özelliği “şiddet kullanma tekeline” sahip olmasıdır. Bu paylaşılmaz çünkü iki ordunun varlığı, iki siyasi merkez ve iki statü olur en sonunda.
Kamu/milli ordular, tarih sahnesi-ne Napolyon’un ordusuyla girdi; Fransız Devrimi’nin sonucudur ve ulusal devlet inşasının yoludur. Ulusal/milli devletlerin ulusal/milli orduları olur, daha doğrusu ve çoğunlukla ulusal/milli ordular ulusal/milli devletler inşa ederler.
Ulusal devlete yurttaşlık bağıyla bağlı her fert, belli bir yaşta ulusal ordunun parçası olur. Modern devletin ve ulusal ordunun bu özelliği, özellikle son 20 yılda iki şekilde aşındırıldı: Özelleştirilmiş güvenlik şirketleri ve parasını vererek yapılmayan askerlik hizmeti!
PARALI ASKERLİK SORUNU
Bu kuramsal çerçeveden Wagner’in silahlı isyan pratiğine bakarsak:
1) Şirket orduları, ulusal ordularının hiyerarşisinin dışındaki konumlarıyla, cephe savaşlarında (en sonunda) sorun olurlar.
2) Şirket orduları, ulusal orduların dışında ve ona paralel bir yapıdır; devletin şiddet kullanma tekeline ortak olarak uzun vadede bu en önemli devlet olma özelliğini zayıflatırlar.
3) Ulusal ordudan ayrı bir başka ordu, önce güç merkezi olur, siyasi merkez olma eğilimi taşır; bu nedenle de zamanla devlet içinde devlet olmaya çalışır.
4) Paralı ordular, kamuya değil sermayeye bağlıdırlar; bu da tarih boyunca ve modern devletten de önce savaşın en önemli sorunu olmuş; saf değiştiren paralı askerler, tarihin akışını değiştirmiştir.
Posted in EMPERYALİZM, SAVAŞLAR-ÇATIŞMALAR | Leave a comment

Reuters’tan Bilal Erdoğan ile ilgili uluslararası yolsuzluk soruşturması iddiası!


Reuters’tan Bilal Erdoğan ile ilgili uluslararası
yolsuzluk soruşturması iddiası! Altun’dan açıklama geldi...

cumhuriyet.com.tr – 26.06.2023

Reuters hazırladığı ‘özel dosya’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın adının geçtiği yolsuzluk şikayeti üzerine İsveçli ve ABD’li savcıların iddiaları araştırmaya başladığını aktardı. İddiaların ardından İletişim Başkanı Fahrettin Altun’dan açıklama geldi.
ABD ve İsveç’teki yolsuzlukla mücadele yetkililerinin “Amerikan şirketinin ortağı İsveçli Dignita Systems firmasının, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan üzerinden Türkiye pazarında yer edinmeye çalıştığı” iddialarını incelediği belirtildi.
Reuters haber ajansının önerilen pazarlama planına dair iletişim ve belgelerini inceleyerek hazırladığı özel haberinde, Dignita’nın projeyi geçen yıl aniden bitirdiğini ve sonuç olarak “herhangi bir rüşvetin ödenmediğini” aktardı.
Reuters, iddiaların Türkiye’nin veto ettiği İsveç’in NATO’ya üyelik başvurusu konusunda beklentilerin arttığı hassas bir döneme denk geldiğine işaret etti.
‘ALKOLMETREYİ PAZARA SOKMAYA ÇALIŞTI’
Yetkili mercilere iletilen şikayet dilekçesine göre, “Dignita, bir aracın ön panosuna yerleştirilen ve kontak çevrildiğinde otomatik olarak devreye giren alkol ölçme aletini Türkiye pazarına sokmayı amaçladı ve bunun için Erdoğan yönetimine buna olanak verecek yasal düzenlemeleri yapması için kulis yapmayı planladı.”
Reuters’in haberine göre, “Belirli kategorideki araçlar ve sürücüleri için alkolmetre ve kontak kilidi kullanımının zorunlu hale getirilmesini isteyen firma, karşılığında 10 yıllık ticari münhasırlık anlaşması talep etti.”
Dilekçede firmanın, ürünlerinin satışı için alacağı münhasırlık anlaşması karşılığında Bilal Erdoğan’ın yönetim kurulu üyesi olduğu İbn Haldun Üniversitesi ile Tügva Vakfı’na paravan bir şirket aracılığıyla “on milyonlarca dolar lobi ücreti ödeyeceğini taahhüt ettiği” ileri sürüldü.
ALTUN’DAN İDDİALAR İLE İLGİLİ AÇIKLAMA
İddiaların ardından İletişi Başkanı Fahrettin Altun sosyal medya hesabından şu açıklamayı yaptı:
“Reuters haber ajansının bugün, özel dosya başlığıyla abonelerine servis ettiği ve Sayın Cumhurbaşkanımızın oğlu Sayın Bilal Erdoğan’a yönelik mesnetsiz iddialarla dolu bir senaryodan müteşekkil sözde haber; gazetecilik tarihi açısından hem kara bir lekedir hem de 171 yıllık bir medya kuruluşunun kendini açıkça küçük düşürmesinin acınası bir örneğidir.
Temel habercilik kriterlerine asgari düzeyde dahi olsa riayet edilmemiş bu dezenformasyon ürününün, içerisinde yer alan şu cümlelerle kendisini yalanlaması ve gerçekle uzaktan yakından ilgisinin olmadığını adeta itiraf etmesi, gazetecilik derslerinde okutulacak cinstendir:
“Bir kişi tarafından yetkililere sunulan ve Reuters tarafından da incelenen şikayete göre sonuçta herhangi bir rüşvet ödenmedi. Aslında İsveçli şirket Reuters tarafından görülen şirket yazışmalarına göre, geçen yılın sonlarında projeden aniden vazgeçti.”
“Reuters, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve oğlu Bilal’in Dignita’nın iddia edilen rüşvet planından haberdar olup olmadıklarını veya bu plana dahil olup olmadıklarını bağımsız olarak teyit edemedi.”
Tamamen hayal mahsulü senaryolarla dolu olan, gazeteciliğin en temel etik ilkelerini hiçe sayan ve Sayın Cumhurbaşkanımızın ailesini hedef aldığı apaçık ortada olan bu algı operasyonunun, tam da önümüzdeki günlerde gerçekleşecek NATO liderler zirvesi öncesinde yayımlanması da akla ciddi soru işaretleri getirmektedir.
Şunu çok net şekilde vurgulamak isteriz ki, Türkiye’ye baskı yapmak amacıyla Türkiye karşıtı lobi ve kamu otoritelerince yönlendirilen bu operasyonel haber Türkiye’nin ilkesel tutumuna asla zarar veremeyecektir.
Bilhassa 28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında yoğunlaşarak devam eden Sayın Cumhurbaşkanımıza yönelik bu tip saldırılar, Türk Milletinin iradesine saygısızlık anlamı taşıdığı gibi, bizi yolumuzdan döndüremeyecek beyhude çabalardır.
Dezenformasyona karşı vermiş olduğumuz mücadelenin de ne denli önemli olduğunu tüm dünyaya bir kez daha kanıtlayan bu yalan haberi servis eden Reuters’ı kınıyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde Milletimizin ve uluslararası kamuoyunun manipüle edilmesine müsaade etmemek için gece gündüz çalışmaya devam edeceğiz.”
Posted in YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

50 yıl önce Atlantik Okyanusu dibinde mahsur kalan denizcilerin kurtarılma hikayesi

50 yıl önce Atlantik Okyanusu dibinde mahsur
kalan denizcilerin kurtarılma hikayesi


euronews
Bugün 85 yaşında olan Roger Mallinson, okyanus dibinde mahsur kaldığı günler için “Çok stresliydi, çok soğuktu, sıcak kalmaya ve oksijeni bitirmemeye çalışıyorduk” diyor.
Bundan 50 yıl önce bir denizaltında üç günden fazla mahsur kalan Roger Mallinson, suyun yaklaşık 500 metre altında yardım beklerken yaşadıklarını ve Titanik’in enkazına giderken kaybolan denizaltı için endişelerini anlattı.
1973 yılının Ağustos ayında o zamanlar 28 yaşında olan Roger Chapman ile 35 yaşındaki Roger Mallinson, deniz tababına telefon kablosu döşüyordu. Pisces III adlı küçük denizaltında bulunan bu iki deneyimli operatör, kahvaltı için su yüzeyine çıkmaya başlamış ve bir süre sonra yüzeye varmıştı. Twitter
Titanik enkazına tur düzenleyen OceanGate firmasına ait Titan adlı küçük denizaltı Twitter
Ancak birden küçük denizaltının alarm sistemleri devreye girmiş ve operatörler bir süre sonra ekipmanların depolandığı arka kısımda sızıntı olduğunu fark etmişlerdi. Denizaltı hemen geriye doğru yatmış ve suyun dibine doğru yol almıştı.
Atlantik’in 480 metre derinliğinde mahsur kalmıştı ancak denizaltı hala sağlamdı. Hemen kurtarma çalışmalarına başlanmıştı. Arama kurtarma çalışmalarına üç denizaltı, bir nakliye uçağı, çok sayıda helikopter ve destek gemileri katılmıştı.
Yardım bekleyen Roger Chapman ve Roger Mallinson’un oksijenleri azalıyordu. Karbondioksit birikimini de durdurmaları gerekiyordu. 29 Ağustos günü sabah saatlerinde batan denizaltıda yaklaşık 80 saatlik oksijen vardı. İngiliz basınına göre, denizaltı dördüncü gün kurtarıldığında içinde 20 dakikadan bile az oksijen kalmıştı.
Roger Mallinson: Titan’ın durumu çok tehlikeli görünüyor
Yarım asır önce benzer bir durum yaşayan Roger Mallinson, Titanik’in enkazına giderken kaybolan Titan adıl deniz aracı için “çok ama çok tehlikeli görünüyor” dedi. Onlar için oldukça endişelendiğini belirten Mallinson, AFP’ye verdiği demeçte, şunları söyledi:
“Bu insanlar Atlantik’in ortasında hiçbir iletişim aracı olmadan nasıl terk edilebilirler anlamıyorum, bu hiç mantıklı değil”
Titan’daki hava stokunun perşembe günü tükenecek olması nedeniyle arama kurtarma operasyonunda zamana karşı yarışılıyor. En son arama kurtarma çalışmalarının sürdüğü bölgede bazı seslerin duyulduğu belirtilmiş ancak henüz somut bir netice alınmış değil.
AP PhotoRoger Mallinson ve Roger Chapman’ın kurtarılışı – AP Photo
Bugün 85 yaşında olan Roger Mallinson, okyanusta mahsur kaldığı günler için “Her şey ters gittiğinde, her şey ters gider” diyor.
“Çok stresliydi, çok soğuktu, sıcak kalmaya ve oksijeni bitirmemeye çalışıyorduk” diye ekliyor.  “Yün kazağımı giydim ve tulumumu üzerine çektim” diyen Mallinson, 50 yıl önce yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“Roger Chapman’ın yün kazağı yoktu, bu yüzden bir sürü beyaz kumaş parçası aldık ve onu bir mumya gibi sardık”.
“Kurtarıldığımızı yunuslar ortadan kaybolduğunda anladık. Onlar 84 saat boyunca bizimle kalmışlardı, binlerce yunus bizi izlemeye gelmişti, bir sorun olduğunu biliyorlardı”.
“Sualtı telefonu aracılığıyla yüzeyle iletişim kuramıyorduk, çünkü binlerce yunus her denediğimizde gürültü çıkarıyordu”
Eski bir Kraliyet Donanması subayı olan Roger Chapman 2020 yılında öldü. Robert Mallinson, “Yol arkadaşımı kaybettim” diyor ve ekliyor: “İyi olan şu ki cenazesine katılıp ve onun için org çalabildim.”
Posted in DENİZ VE DENİZCİLİK | Leave a comment

EMPERYALİZM VE BOP * TÜRKİYE’NİN DEMOGRAFİK YAPISI DEĞİŞİYOR

Posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, BOP, DIŞ POLİTİKA, İHANET VE YABANCI YANDAŞLAR | Leave a comment

FEYM BÜLTENİ – 131/2023 * Ermeni Faaliyetleri – 08 Haziran 2023

FANATİK ERMENİ YALANLARINA KARŞI
FEYM BÜLTENİ – 131/2023 *
Ermeni Faaliyetleri – 08 Haziran 2023


1.. Ermenistan Başbakanı Avrasya Hükümetler arası Konseyi’nin kapalı oturumuna katıldı…Ermenistan Başbakanı ofisinden yapılan açıklamada Nikol Paşinyan’nın 7Haziran’da Soçi şehrinde düzenlenen Avrasya Hükümetler arası Konseyi’nin kapalı oturumuna katıldığı bildirildi. Avrasya Ekonomik Birliği’nin üye ülkeleri başbakanlarının gündeminde Avrasya entegrasyonuna ilişkin birçok konuya yer verildi. Bu kapsamında Avrasya Ekonomi Birliği’nin içeri piyasanın faaliyetine ve farklı alanlardaki işbirliklerine dair konular ele alındı. Hükümetlerarası Konseyi’nin genişletilmiş oturumunun 8 Haziran’da düzenleneceği öğrenildi. https://www.ermenihaber.am/tr/news/2023/06/08/Ermenistan-Avrasya-Ekonomik-Birli%C4%9Fi/249905

2. Aliyev’e Öğüt: Azerbaycan’ın itibarını yıkmaya devam edin”… Harut Sassounian, Bugün yayımladığı yazısında özetle şöyle diyor; “Azerbaycan, Türk ve İsrail silahlarının ve kiralık İslamcı teröristlerin yardımıyla 2020 Artsakh (Sözde Karabağ Ermeni devleti) Savaşı’nı kazanmasına rağmen, Aliyev, ülkesinin uluslararası itibarını zedeliyor. Aliyev, savaş sırasında ve savaş sonrasındaki eylemleriyle Azerbaycan’ın çıkarlarını baltaladı. Sonuç olarak, kendisini nefret edilen bir kişi ve tüm dünyanın alay konusu haline getirdi. Rusya kendi siyasi çıkarları için ona sarılırken, Batı, Azerbaycan’ın petrol ve doğalgazından faydalanması için ona müsamaha gösteriyor. https://www.thecaliforniacourier.com/advice-to-aliyev-continue-destroying-azerbaijans-reputation/

3. AB Misyonu Ermenistan’da üç ek operasyonel merkez açmayı planlıyor… Ermenistan’daki AB Misyonu’nun (EUMA) Başkanı Markus Ritter, Martuni’de COEST Çalışma grubundan bir AB heyetini Büyükelçi Andrea Wiktorin ile birlikte karşıladı. EUMA Başkanı, önümüzdeki aylarda Kapan, Ijevan ve Yeghegnadzor’da üç ek operasyonel merkez açmayı planladığını söyledi. EUMA’nın Salı günü yaptığı basın açıklamasında, ayrıca, misyonun devriyelerinden toplanan gözlemlere dayanarak katılımcıları yerdeki güvenlik gelişmeleri hakkında bilgilendirdiğini söyledi. EUMA’nın varlığının ilk üç ayında misyon, Goris, Jermuk ve Martuni’deki operasyon merkezlerinden toplamda 300’den fazla devriye gezdi. Devriyeler her hafta 3800 km’den fazla mesafe kat ediyor. Ritter, “Misyon, benzeri görülmemiş bir hızda başlatıldı ve faaliyetlerine bu Şubat ayında başladı” dedi. https://www.panorama.am/en/news/2023/06/07/EU-mission-Armenia/2848132

4. Ararat Mirzoyan’ın yeni atanan Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile telefon görüşmesi… 7 Haziran’da Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan ile Türkiye’ye yeni atanan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan arasında bir telefon görüşmesi gerçekleşti. Ararat Mirzoyan, Hakan Fidan’ı Türkiye Dışişleri Bakanlığı başkanlığına atanmasından dolayı tebrik etti. Taraflar, Ermenistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin tamamen normalleşmesi için çalışmaya devam etme isteklerini ifade ettiler. https://news.am/eng/news/764270.html

5. Ermenistan Başbakanı, Avrasya Hükümetler arası Konseyi’nin Soçi’deki oturumuna katıldı… Avrasya Ekonomik Birliği ülkelerinin başbakanları, Avrasya entegrasyonu ile ilgili bir dizi konuyu görüştüler. Özellikle, EAEU iç pazarının işleyişine, çeşitli alanlarda işbirliğine atıfta bulunulmuştur. Konsey’in genişletilmiş oturumu bugün yapılıyor. https://en.armradio.am/2023/06/07/armenian-pm-participates-in-the-session-of-the-eurasian-inter Government-council-in-sochi/

6. Sınır belirleme sürecinde maksimum kesinlik… Ermenistan, Azerbaycan ile sınır belirleme sürecinde maksimum kesinliğe ihtiyaç duyuyor. Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan, Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Derek Hogan ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Muhataplar bölgesel güvenlik ve istikrarla ilgili konuları görüştü. Birkaç gün sonra Washington’da planlanan görüşmelerden önce, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi sürecinin kilit konuları, sınır tespiti ve sınır güvenliği ile Dağlık Karabağ halkının hak ve güvenlik konularının uygun şekilde ele alınmasına karar verildi. https://tr.armradio.am/2023/06/07/sinir-belirleme-surecinde-maksimum-kesinlik/

7. Ermenistan Meclis Başkanı Simonyan, Avam Kamarası Lideri Penny Mordaunt’a İngiltere ile bağlarını geliştirmeye istekli olduğunu söyledi… Ermenistan Parlamentosu Sözcüsü Alen Simonyan ve heyeti, Birleşik Krallık Parlamentosu Avam Kamarası Başkanı Penny Mordaunt ile bir araya geldi. Meclis Başkanı Simonyan, İngiltere ziyaretinin iki ülke arasındaki işbirliğine ilişkin konuları görüşmek için iyi bir fırsat olduğunu belirterek, Ermenistan’ın İngiltere ile ilişkileri sürdürülebilir zeminlere taşımak ve ilişkileri geliştirmek konusunda istekli olduğunu sözlerine ekledi. https://www.armenpress.am/eng/news/1112787.html

8. AB Özel Temsilcisi Toivo Klaar ve Paşinyan, Ermenistan-Azerbaycan normalleşmesi, Artsakh ablukası ve bölgesel iletişim restorasyonlarını görüştü… Başbakanlık Ofisinden yapılan açıklamaya göre, Paşinyan ve Klaar, “Brüksel ve Kişinev’de yapılan üçlü ve beşli toplantılarda varılan anlaşmaların uygulama sürecini” görüştüler. Ermenistan Başbakanı, bu anlaşmaların tutarlı bir şekilde uygulanmasının önemini vurguladı. Ayrıca Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki normalleşme sürecini, Azerbaycan’ın Laçin Koridoru’nu ablukası nedeniyle Dağlık Karabağ’da yaşanan insani krizi ve Dağlık Karabağ halkının uluslararası garantili bir diyalog mekanizması çerçevesinde hak ve güvenliğinin ele alınmasına ilişkin konuları ele aldılar. Paşinyan, Ermenistan’ın mevcut kilit sorunlarına yönelik yaklaşımlarını sundu. https://massispost.com/2023/06/eu-special-representative-toivo-klaar-and-armenian-government-officials-discuss-armenia-azerbaijan-normalization-artsakh-blockade-and-regional-communications-restorations/

9. Akademisyenler Çocuklar ve Soykırım Konferansı için Erivan’da buluştu… Uluslararası akademisyenlerin “Çocuklar ve Ulus: Tarihsel ve Çağdaş Merceklerle Zorla Çocuk Nakli ve Soykırım Sözleşmesi” konulu konferansı Ermeni <sözde> soykırımı Müze Enstitüsü ve Anıtı (AGMI) ev sahipliğinde düzenlendi. 12-14 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirilen Konferans Kanada İnsan Hakları Müzesi, AGBU ve Melbourne’daki Deakin Üniversitesi Çağdaş Tarihler Merkezi tarafından ortaklaşa düzenlendi. AGMI Direktörü Dr. Harutyun Marutyan konferansa başkanlık etti. https://mirrorspectator.com/2023/06/06/scholars-meet-in-yerevan-for-conference-on-children-and-genocide/

10. Süryaniler soykırımın tanınması için Kongre desteği istiyor… 20 nci yüzyılın ortalarında Iraklı Müslümanlar tarafından kendi halklarının katledilmesinin tanınmasını sağlayacak bir yasa tasarısına destek vermek için Süryaniler cemaati 6 Haziran’da Washington, D.C.’ de toplandılar. Süryaniler kuzey Irak, kuzeydoğu Suriye ve Türkiye’nin bazı bölgelerinden geliyor. Neredeyse tamamı Hristiyan olan Süryaniler, 5.000 yılı aşkın bir süredir varlığını sürdürdüğü vatanlarında bir zamanlar barış içinde yaşamalarına rağmen, 20. ve 21. yüzyılın siyasi çalkantıları sonucunda dağıldılar. http://www.aina.org/news/20230607222311.htm

Orhan Tan – Feym Grubu
Posted in FEYM GRUBU ÇALIŞMALARI | Leave a comment

KURBANLAR VE BAYRAMLARI…

KURBANLAR VE BAYRAMLARI…

Dr. Noyan UMRUK

Öncelikle tüm İslam aleminin, ulusumuzun, dost, arkadaş ve yakınlarımızın bir barış, kucaklaşma vesilesi olarak bayramları kutlu olsun…


İslâm’da kurban’ın dinsel anlatısını bilirsiniz. İbrahim Peygamber, oğlu İsmail’i Allah-u Teâlâ’ya kurban etmeye nezreder(1). Kendisine bu ahdi hatırlatıldığında gerekli hazırlığı yaparak oğlunu kurban etmek için müsait bir yere götürüp bıçağı boğazına vurur. Fakat bıçak çocuğu kesmez. Bu esnada, Allah-u Teâlâ tarafından kendisine bir koç gönderilir. Bu koçu keserse, oğlunun yerine kabul edileceği bildirilir. Bunun üzerine Hz. İbrahim koçu keser ve oğlu İsmail kesilmekten kurtulur. O gün, bugün insanlar kurban edilmezler.
Acaba?
Son yıllarda depremlere verdiğimiz kurban ve yitirdiğimiz canlarla toplum olarak İbrahim Peygamber döneminden çok gerilere düşmedik mi ?
Ne dersiniz?
Depremlerde yitirdiğimiz canlarımızı neden kurban ettiğimizi iyi kötü anlıyoruz. Mesela topraklarının yüzde 92`si deprem kuşağında bulunan, nüfusunun yüzde 95`i deprem riski taşıyan bölgelerde yaşayan, vatandaşlarından çatır çatır deprem vergisi alan bir ülkede, yıllarca önce yaşamış olduğu Marmara depreminden edindiği deneyimlerden zerre kadar ders alınmadığını anlıyoruz…
Mesela peynir gibi dağılan kiriş ve kolonları, kum gibi betonları görünce, depremden çok, bilim ve mühendisliğe meydan okuyan rant hırsının bu canları kurban ettiğini anlıyoruz…
Mesela sayısız imar afları, kaçak ve ruhsatsız yapılara verilen izinleri anlıyoruz…
Mesela “Ölü mühendislere” dahi yaptırılan tamamen ticari nitelikteki inşaat denetimlerini anlıyoruz…
Mesela plansız ve rant arsızı kentleşme anlayışı ile merkezi ve yerel yönetimlerin pervasız, izansız ve zaman zaman çürümeye(corruption) varan tutumlarının bunca kurbana yol açtığını ve bazı belediye başkanlarının neden milletvekili yapılarak dokunulmazlık zırhı altına alındığını anlıyoruz…
Ya deprem sonrası…
Mesela vergilerimizle oluşturulan milyarlarca liralık deprem fonunun “meşhur” yol, köprü, devasa hastaneler vb. inşaat/rant etkinliklerinde kullanıldığını şimdilerde yeniden ekonominin başına geçirilen zatın itiraflarından anlıyoruz…
Mesela depremler sonrası akıl almaz organizasyon ve koordinasyon zafiyetini anlıyoruz…
Mesela son deprem silsilesinden sonra AFAD’ın 3gün arama kurtarma çalışmalarında ortalıkta görünmemesini anlıyoruz…
Mesela Cumhuriyetin halkın bağışları ile oluşturduğu Kızılay’ının haraç mezat satışlar yapan bir şirketler topluluğuna dönüştüğünü anlıyoruz…
Mesela dağıtımı adam gibi yapılamayan malzeme, konteyner ve çadırlar, çaresizlikten istifaya kalkan muhtarları anlıyoruz…
Mesela EMASYA planının köküne kibrit suyu ekilmesinin, TSK. nın müdahalesini de yetersiz hale getirdiğini anlıyoruz…
Mesela portatif tuvalet ihtiyacının karşılanmaması nedeniyle salgın hastalık olasılığı anlıyoruz…
Mesela millet, anakent yerel yönetimleri, sivil toplum arama kurtarma çalışmaları gösterdiği dayanışma ve yürekten yardımlarla sınavı başarıp sınıfı geçerken, dünyanın bilmem kaçıncı büyük ekonomisi olduğunu iddia eden, dış yardımları dahi kabul etmeyen devlet, sınavda fena halde çakıp sınıfta kaldığını ne kadar anladık ???
Sonuç:
Pekâlâ tüm bunları anlıyoruz da ne yapıyoruz?
Her anlamda şebeke suyuna kanalizasyon karışmış, depremler silsilesinde üçte biri mahvolmuş bir ülkede zaten yeterince kurban vermemiş gibi pazarlarda “Koyun pazarlığı” yapan halkıma bayram kutlu olsun…
Posted in DİN-İNANÇ | Leave a comment

KURBAN KESMEK FARZ’mı? * Kurban, Allah’ın hoşnutluğuna vesile olan şey anlamındadır ve kurban bu anlamda tüm ibadetlerin ortak adı olarak Kullanılmaktadır. O halde; örneğin, ameliyat parası bulamayan bir yoksula kurban eti yerine o parayı vermek, Kur’an’a göre daha üstün bir “kurban” olacaktır.

Naci Kaptan / 12.08.2019 – Güncellendi 23.07.2021 – 26.06.2023
KURBAN BAYRAMI GELDİ. BU YAZIYI TEKRAR PAYLAŞMAK GEREĞİ DUYDUM

KURBAN KESMEK FARZ MI?


Bağlantılı yazı; https://nacikaptan.com/?p=72253 
KURBAN KESMEK İSLAMİYETE ÖZGÜ BİR İNANÇ DEĞİL

Her Kurban Bayramında olduğu gibi yaşamakta olduğumuz  bu Kurban Bayramında da KURBAN KESİLMESİ hakkında tartışmalar yine gündeme geldi. Bu konuda ülkemizin aydın ve yetkin din adamlarının görüşlerinin bir bölümünü bir araya getirerek paylaşmanın yararlı olacağını düşündüm.
Bir arkadaş KURBAN KESMENİN İslamın şartlarından olduğunu yazdı ve bir başka arkadaş da  bu görüşe katılmayarak  kendisini yanıtladı. Üzücü olan şudur ki, Ülkemizin yaşamakta olduğu ekonomik, sosyal, politik ağır sorunlar hakkında tek söz etmeyen bazı yazışmacı arkadaşlar içinde hiç bir eleştiri taşımayan fakat Kurban Bayramı ve Kurban kesimi  konularında hemen oklarını yazışmacıya doğrultuyorlar. Üstelik de KURBAN KESİLMESİNİN İslamın farzı olduğunu sanıyorlar. Çok acıdır ki benimsedikleri dinin alfabesi olan İSLAMIN BEŞ ŞARTINI daha bilmiyorlar.

Kurban kesmek, geleneksel fıkha göre sünnet veya vacip bir İbadettir. İttifak edilen nokta kurban kesmenin farz olmadığıdır. Ülkemizde bu, göz ardı ediliyor ve kurban farz ibadet gibi algılanıyor. Bu yanlış algılama doğal olarak art arda birçok yanlışı da beraberinde getiriyor. [Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK]
Geçenlerde sokakta yapılan bir TV programında gelip, geçene “La ilahe illallah” (kelime-Tevhid’in*) anlamı soruldu.
Sorulanlardan birisi şalvarlı, takkeli inançlı olduğunu söyleyen birisi idi, sorunun cevabını bilemedi! Onlarca kişiden sadece tek bir genç bu sorunun yanıtını verdi. Ağızlarından bu deyişi düşürmeyenler anlamını bilmiyordu.  Türk toplumunda Müslüman olduğunu söyleyenlerin büyük çoğunluğunun yaşadığı sorun budur. Arapça olan sözlerin, duaların anlamını bilmez. Papağana da birçok kelime öğretilebilir ve gayet güzel de söyler fakat O da bilmez!!! İşte cehaletin başladığı yer burasıdır.
Kurban kesenlere bakıldığında aralarında memur, işçi ve emeklilerin de olduğunu görüyorum. Aslında kendileri de yoksul olan bu kişilerin kurban kesmesinde MAHALLE BASKISI olduğunu düşünüyorum. Bazıları kredi kartıyla bazıları da borç alarak kurban kesiyorlar ki bunların sünnet olan bu ibadeti borçla yapmaları şaşırtıcıdır. Sonradan görme parayı bulanlar ise gösteri yaparak işi dana kesmeye vardırıyorlar. Yarattıkları çevre kirliliği ve vahşet ise bu kişiler için normal sayılıyor. Kurban atıklarını ise arkalarında bırakarak gidiyorlar. Ancak ilkel toplumlara has bir görüntü hafızalarda kalıyor.
Benim görüşüme göre; KURBAN sadece hayvan kesmek anlamında değildir. İhtiyacı olan yoksula, garip kişiye ALLAH ADINA yardım etmektir. Senede bir kez hayvan keserek, parçalara ayrılan kurbanın etlerini amca, enişte, dayıya dağıtmak ve kalanıyla da kendisi sucuk, kavurma yaparak kendi ihtiyacını karşılayarak inanışlarına göre sünnette görülen ALLAH ADINA yardımlaşmayı yerine getirmiyor. Böylece sözde kurban kesmiş oluyor!!!

AYDIN DİN ALİMLERİNİN KURBAN KESİLMESİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ
KURBAN KESMEK İBADET Mİ?
Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK*
Kurban kesmek, Kur’an’ın açık beyanıyla, bir ibadet değildir;
sosyal yardımlaşmanın bir türüdür. Kurban, İslam terminolojisinde infak (yoksula ve yoksuna yardım, sahip olunandan başkalarına pay çıkarma) denen ve Kur’an’da altı sık sık çizilen paylaşmanın çok geniş çerçevesi içinde yer alan bir yardımlaşma şeklidir. Yardım ulaştırmada bir araçtır. Bu aracın yerine başka araçlar da konabilir.
Kurban, Allah’ın hoşnutluğuna vesile olan şey anlamındadır ve kurban bu anlamda tüm ibadetlerin ortak adı olarak Kullanılmaktadır. O halde; örneğin, ameliyat parası bulamayan bir yoksula kurban eti yerine o parayı vermek, Kur’an’a göre daha üstün bir “kurban” olacaktır.
Kısacası, kurban bayramı, yoksulun ve yoksunun imkan sahiplerinin varlıklarından pay aldığı bayramdır, hayvan kesimi bayramı değil. Hayvan kesimi bu pay çıkarmanın sadece bir şeklidir. Dileyen elbette ki o şekli uygular ama o şekle uymak kaçınılmaz değildir. Kaçınılmaz olan,yoksulun göz ardı edilmemesidir.
Allah’a, Kur’an’ın gösterdiği yoldan yaklaşmak isteyenler artık kurban bayramlarında, çevrelerindeki yoksulların en âcil ihtiyaçları neyse onu aramalı, sormalı ve kurbanlarının tutarını yoksulların o ihtiyaçlarını gidermek için harcamalıdırlar. Bunda başarılı olamayanlar, kurban paralarını Kızılay gibi, Mehmetçik Vakfı gibi, bağışın her kuruşunu en güzel biçimde yoksula, şehit ailelerine ileten kuruluşlara “hayvan kesimi istemiyoruz” kaydıyla vermelidirler.
Kurban kesmek, geleneksel fıkha göre sünnet veya vacip bir İbadettir. İttifak edilen nokta kurban kesmenin farz olmadığıdır. Ülkemizde bu, göz ardı ediliyor ve kurban farz ibadet gibi algılanıyor. Bu yanlış algılama doğal olarak art arda birçok yanlışı da beraberinde getiriyor.
İkinci olarak, kurban kesmek zengin sıfatı olan kişilere düşer. Yani bir kişinin kurban sünnetini yerine getirmesi için mali bakımdan zekat verecek,hacca gidecek nitelikte olması gerekir.Ülkemizde bu da göz ardı ediliyor. Hemen herkes kurban kesiyor.
Şöyle de denebilir: Hemen herkese kurban kestiriliyor. Hatta Anadolu’da birçok insan borçlanarak kurban kesmektedir. Nitekim Anadolu’da borçlanarak hacca gidenler de az değildir.Geleneksel fıkhın verilerini Kur’an’ın verileri açısından değerlendirmeden önce iki noktanın altını çizelim.
Birincisi: Özellikle son yıllarda, hızlı ve amansız bir biçimde yol alan din sömürüsünün önemli gelir kaynaklarından biri haline getirilen kurban,trilyonluk meblağların konusu bir sektöre dönüştü. Bu yüzden kurban, sünnet olmaktan çıkarılıp fiilen farzlaştırıldı; onunla da yerinilmedi, örtülü bir biçimde İslam’ın en büyük farzı haline getirildi. Din sömürüsü sektörü, elinden gelse,ailenin tüm bireylerine bir veya iki kurban kestirecek…
Son yıllarda, kurbanın esas İslami hedefi olan “yoksulun et yemesi” adeta unutulmuş, kurban denince akla bir tür deri kapma savaşı gelir olmuştur. Beş milyonu aşkın hayvan kesilmekte, Allah’ın ve fakirin adı paravan yapılarak birkaç başlı bir deri vurgunu sektörü beslenmektedir. Acı çektirilen, hakları ihlal edilen hayvanların Allah huzurunda bizden davacı olacaklarını söyleyen ilk insan bizim peygamberimizdir. Bu anlayışı biz uygulamalarla hayatımıza yansıtabildik mi? Nerede?
kurban kesimleri yer yer hayvanlara işkence manzarası andırmaktadır. Hayvanlar yetersiz-kör bıçaklarla dakikalarca kıvrandırılmakta, zaman zaman yarı kesilmiş halde ayağa kalkmakta, hatta bazen caddelere fırlayarak yan-kesik başlarıyla koşuşmaktadır.
İbadet adı altında, Allah’ın ve insanlığın önünde utanç verici, yürek paralayıcı bir acımasızlık sergilenmektedir. Allah elbette bunları görüyor ve bu mazlum hayvanların acılarından doğan günahı bir öfkeye dönüştürerek bu toprakların üstüne geri gönderiyor. Kur’an’ın dinini ve onun tebliğcisi Hz.Muhammed’i gerçekten tanıyanlar, şu söylediğimi anlamakta en küçük bir zorluk çekmeyeceklerdir.
Bir kez daha söylemek istiyorum: Peygamberimizin buyruklarına ters kurban kesimi hayvan katliamlarına, Kur’an’ın buyruklarına ters hac uygulaması ise yüzlerce, bazen binlerce insanın can vermesine sebep olmaktadır.Ve İslam dünyası, “ibadet” ettiğini sanarak kasılıp durmaktadır.
Konunun Özü, Hac suresi 36-37. ayetlerde verilmiştir. “… O hayvanlar,yanları yere yaslandığı zaman onlardan yiyin; isteyen yoksulu da istemeyen yoksulu da doyurun. Allah, o hayvanları sizin hizmetinize verdi ki şükredebilesiniz. Kurbanların etleri de kanları da Allah’a asla ulaşmaz, Allah’a sizin takvanız (tanrısal iradeye ters düşmekten sakınmanız) ulaşır…”
Bu ayetlerden açıkça anlaşılıyor ki, kurban kesiminde ibadet olan, kan akıtmak veya et değildir. Kurban ameliyesinde Allah’ın gözettiği, kesilen hayvandan yoksulların sağladığı yarardır. Allah’ı et ve kanla ilişkili göstermek, olaya: “Kan akmalıdır, kan akmasa maksat hasıl olmaz” şeklinde ilkel-paganist bir mantıkla bakmak Kur’an’ın asla kabul etmeyeceği bir yaklaşımdır.[1]

İlahiyatçı yazar İhsan Eliaçık ;
Kurban Bayramı ile ilgili çok konuşulacak bir yazı kaleme aldı. Kurbanın yanlış anlaşıldığını savunan ve hayvanların boşa kesildiğini belirten Eliaçık, bunun İslam öncesi bir kültürün devamı olduğunu anlattı.
RADİKAL – İlahiyatçı yazar İhsan Eliaçık, kurban bayramı ile ilgili çok konuşulacak bir yazı kaleme aldı. Kurbanın yanlış anlaşıldığını savunan ve hayvanların boşa kesildiğini belirten Eliaçık, bunun İslam öncesi bir kültürün devamı olduğunu, Sümerler’de ihtiyaç fazlası tapınağa getirilen malların üzerinin “Tanrı malı” diye damgalanarak ihtiyaç sahiplerine bırakıldığını anlattı.
Bu kültürün İslamiyette de sürdüğünü belirten Eliaçık, Adilmedya.com sitesindeki yazısında “Mekke’de çıkan Peygamber Hz. Muhammed de, insanlara aynı şeyi anlattı. Dedi ki, burası Allah’ın evidir, ihtiyacından fazla olanı herkes buraya getirsin. Getirdiler ve oraya bıraktılar. Üzerinde, Allah’ın ismi anılmak, üzerine Tanrı damgası vurulması kültürünün devamıdır” dedi ve şöyle devam etti:
“Üzerine Allah’ın adı anmayı, bıçağı eline alıp, bismillahirrahmanirrahim diyerek, böyle fışkırtarak hayvanın kanını dökmeye çevirdiler. Üzerinde Allah’ın ismi anılmak bu değildir! Üzerinde Allah’ın ismi anılmak demek, ben bu keçiyi, koyunu, deveyi, kamuya, yoksula, gitsin diye adıyorum demektir. Üzerinde yazıyor işte Tanrı malı, eskiden böyleydi, Kuran’dan sonra buna, üzerine Allah’ın ismini anmak dendi, bu sözler, bu hayvan kamu malıdır, yoksulun malıdır, kimse almasın demektir. İşte bunlara [hedy] denilir.”
KESMEKLE ALAKASI YOKTUR
“İlk bakışta bunların, kesmekle alakası yoktur” diyen Eliaçık şunları yazdı:
“Fakat daha sonra, uzak diyarlardan gelenler (hacılar) olduğu için, o hayvanlardan kesip, o insanların karınlarını doyurmak için de kullanılmıştır. Zamanla, önceki asli vazifesi unutulup, kesme ön plana çıkarılarak, getirilip kesiliyor, bırakılıp gidiliyor şekline dönüştü. Kuran geldiğinde Araplar bunu zaten yapıyorlardı, Kâbe’nin etrafı, kesilmiş kurbanlarla doluyordu. Kuran geldi ve bu insanlara dedi ki, bu kestiğiniz hayvanların etleri ve kanları Allah’a ulaşmaz, ulaşacak olan sizin takvanızdır.
Bu şu demektir: Bunları kesiyorsunuz da, bunlar Bana ulaşmıyor, dolayısı ile, kesip durmanıza gerek yok, siz asıl, kendi aranızdaki davranışlarınıza bakın, birbirinize iyilik etmeyi öğrenin, adaletle davranın, işçinizi ezmeyin, kimseyi sömürmeyin, kul hakkı yemeyin, Ben bunlara bakarım, kestiğinize ve kana değil! Bunu açıkça söylüyor. Fakat bunu da şöyle anladılar: Tamam, Allah ete ve kana bakmaz, takvaya bakar, yani bıçağı eline alır, hayvanı keserken ki duygularına bakar, bunu Allah için kesiyorum derken ki duygularına bakar, takva budur, diyorlar. Böyle yorumladılar.”
BOŞA KESİP DURMAYIN
“Ben bu yoruma da katılmıyorum, yanlış bir yorumdur. Kuran diyor ki, onların etleri kanları Allah’a ulaşmaz! Yani, boşuna kesip durmayın. Allah diyor ki, onlar Bana ulaşmaz, Ben sizden iyilik, doğruluk, dürüstlük, kardeşlik, merhamet, sevgi, bunları bekliyorum; karz-ı hasen, salât, zekât, ihtiyaç fazlasını verme, isâr, birbirinize kendinizi feda etme, yoksulları gözetme, zayıfın elinden tutma, düşmüşü kaldırma, bunları beliyorum, takva budur. Her yeri kan gölüne çevirdiğin zaman, Allah bundan mutlu oluyor değildir. İşin aslı buydu, sonra döndü dolaştı ve başka bir şeye dönüştü.” [2]

Sayın Mehmet Murat Binzet konuyu şöyle yazmış ;
11.08.2019
Bugün yine bir Kurban Bayramını kutlamaya hazırlanıyoruz. Masum zavallı hayvanları kesmenin nesi bayram oluyor onu da anlayabilmiş değilim. Kurban ibadeti kişiyi Allah’a yaklaştırabiliyorsa şüphesiz o kişi için büyük bir mutluluk ve bayramdır ama her yıl yaşanan hayvan eziyetine baktığımız zaman bunun öyle bayram edilecek bir tarafının olmadığı da belli oluyor. Yine her taraf kan gölüne dönecek, İstanbul Boğazı kırmızıya boyanacak, alınan tüm tedbirlere rağmen vatandaş yine kurbanını uluorta kesmeye devam edecek. Araç arkasında paket halinde taşınan kurbanlıklar, vücuduna saplanmış bıçaklarla kan revan içinde kaçan danalar, kurbanlıkları keserken orasını burasını budayan acemi kasaplar, vs.…
Ben, pek anlamadığım için bu Kurban konusunu biraz araştırdım ve şu bilgileri elde ettim:
Kurban ibadetinin farz olup olmadığı konusunda İslam âlimleri arasında tam bir ittifak bulunmamaktadır. Kur’ân çevirileri ya da meallerinde farklılıklar görünmektedir. Günümüzde bazı ilahiyat bilginleri kurban konusunda farklı görüşler sergilemektedirler.

Rahmetli Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ e göre;
Kurban kesmek farz bir ibadet değildir. Bu noktada şöyle diyor Öztürk; “Kurban kesmek, geleneksel fıkha göre sünnet veya vacip bir ibadettir. İttifak edilen nokta, kurban kesmenin farz olmadığıdır. Ülkemizde bu, göz ardı ediliyor ve kurban farz ibadet gibi algılanıyor. Bu yanlış algılama doğal olarak art arda birçok yanlışı da beraberinde getiriyor.” Kuran’da “kan akıtın” emri olmadığının altını çizen Yaşar Nuri Öztürk ilave olarak “Kurban farz değil sünnettir. Maddi durumu yerinde olan kişilere sünnet olan kurban, fakirlere yardım için kesilmektedir. Kuran’da ‘Hayvan kes’ diye bir emir yoktur. Yoksula yardımdan söz edilmektedir” demekte, bir kişinin kurban sünnetini yerine getirmesi için mali bakımdan zekât verecek, Hacc’a gidecek nitelikte olması gerektiğini belirtmektedir.

Günümüz ilahiyatçı yazarlarından R. İhsan Eliaçık kurban konusundaki görüşlerini şu sözlerle dile getirmektedir;
“İslam’da kurban üç mezhebe göre hacca gidenler tarafından yerine getirilir. Hanefi mezhebinin içindeki küçük bir gruba göre herkes tarafından kesilmesi gerekir. Kevser Suresinde ‘namaz kıl, kurban kes’ dendiği iddia edilir, onun namaz kılmak, kurban kesmekle alakası yoktur. ‘Allah’tan destek iste ve güçlüklere karşı göğüs ger’ demektir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tercih ettiği görüş, İslam’da Hanefi mezhebinin içindeki küçük, azınlık, marjinal bir görüştür. Asıl çoğunluğun görüşü benim savunduğum görüştür. Türkiye üzerinde kurbanın bu kadar yaygın olmasının sebebi Kur’ân’ı Kerim’den ve İslam’ dan kaynaklanmıyor, Şaman kültüründen kaynaklanıyor. Kurban kesmek isteyenler ki Hacc’a gitmesi gerekenlerin yapması gerekiyor ama illa ‘ben de onlara katılmak istiyorum’ diyorsa kurbanın parasını yoksula, garibe bizatihi kendi eliyle vermelidir. Peygamber zamanında da haccın etrafında müşrikler kurban kesiyorlar. Allah, ‘Bu kestiğiniz kurbanlar bana ulaşmaz. Bana ulaşacak olan sizin takvanızdır (günahtan kaçınma, sakınma). Yani ben sizden birbirinize karşı dürüst olmanızı, birbirinize karşı yanlış hareketlerden sakınmanızı istiyorum. Bunun dışında kestiğiniz hayvanların ne etleri, ne kanları bana ulaşmıyor‘ diyerek bu kesimin durmasını istiyor. Kuran’da kurban kesin dendiği yerleri tek tek çıkardım; hiçbirinde kurban kes demiyor. ‘Benim için kurban kesin‘, diye bir emir Kuran’da yok. İnsanlar zaten kurban kesmekte fakat bu kesilen kurbanların Allah’a falan ulaştığı yok. ‘Kesiyorsanız yoksullara dağıtın, kesmenize de gerek yok. Ben sizden böyle bir şey de istemiyorum‘ diyor.

Kuran araştırıcısı Hakkı Yılmaz’ a göre kurban;
“kişiyi amacına yaklaştıran şey” demektir. İlave olarak Hakkı Yılmaz şu görüşü savunmaktadır: “Kurban sözcüğü Türkçe dışında hayvan kesmeye verilen ad değildir. Hiçbir zaman Hak dinde hayvan keserek, insan keserek kurban diye bir şey yoktur. Peygamberin hayvan kesimiyle ilgili nakiller vardır. Onların hepsi de Hac döneminde Hac görevi içerisindeykendir. 26 tane rivayet vardır hepsi de Hacc’a yöneliktir ve o da hediyedir. Hediye ise Hac görevi yapan Müslümanların yemesi içmesi için gönderilen hayvan demektir.”

Diyanet İşleri eski Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu;
“Kesin hüküm bulunmamaktadır. Kurbanla ilgili açık bir hüküm yoktur… İslam bilginlerinin büyük çoğunluğu sünnettir demiştir. Sırf farz olduğu şeklinde yanlış anlama olmasın diye kurban kesmeyen büyük sahabeler vardır. Hz. Ömer, Hz. Ebubekir gibi. Durumu iyi olanlar keser. Bu da sünnet namazı gibi, vitr namazı gibi algılanır” tarzında açıklamaları bulunmaktadır.
Bence netice olarak Kurban kesmek farz bir ibadet değildir. Şartların oluşması durumunda Hacc’da yerine getirilmesi gereken bir yükümlülüktür. Bunun yanı sıra isteyen maddi durumu müsait ise istediği kadar kesebilir. İnsanların illâ da kurban keseceğim diye kendilerini zora sokmaları. Kredi kartı ya da banka kredisi ile kurban kesmeye çalışmaları doğru değildir. Mâli durumu iyi olanların kurban kesmek yerine bir yoksulun hastane masraflarını, kirasını ya da ne bileyim çocuklarının eğitim giderlerini karşılamalarının takva yönünden Allah’ın daha fazla hoşuna gideceği bir davranış olacağını düşünüyorum.
Hayvancılığın ölmeye mahkûm edildiği Türkiye’de her yıl binlerce hayvanın kurban uğruna yok edilmesinin ibadetin amacına hizmet edip etmediğini de sorgulamak gerekir.
Kurban derilerinin iştah kabartan bir rant yaratan piyasasını ve cemaatler ile kime ya da neye hizmet ettiği belirsiz bir takım türedi vakıflar tarafından istismar edilmesini de ilave edecek olursak Türkiye’de kesilen kurbanlıkların etlerinin ve kanlarının Allah’a ulaşıp ulaşmadığı konusunda (samimi Müslümanların kurbanlarını tenzih ediyorum ki bu da çok azdır sanırım) bir takım tereddütlerim var.
Son olarak, Kurban bayramının bir kavurma bayramına dönüştürülmeden, amacına uygun bir bayram olarak kutlanmasının, bizim samimi ve Allah’ın hoşnutluk duyacağı eylemlerimiz ile mümkün olabileceği kanısındayım.

* Kelime-i Tevhid ve Anlamı
Tevhîd birleştirme, birleme, bir olduğunu kabul etme ve bu şekilde inanma demektir. Istılahı manası ise; Allah’tan başka ilâh olmadığına iman etmek, O’ndan başka Rab ve Ma’bud tanımamaktır.
Kelime-i Tevhid’in Türkçe okunuşu ; “Lâ ilâhe İllellâh, Muhammedün Resûlüllah.”
Kelime-i Tevhid’in Türkçe anlamı; “Allah’tan başka İlah yoktur. Hazreti Muhammed (s.a.s.) Allah’ın Peygamberidir”

KAYNAKLAR
[1] https://dergipark.org.tr/download/article-file/10082
[2] http://www.radikal.com.tr/turkiye/ihsan-eliacik-bosa-kurban-kesmeyin-1217093/
Naci Kaptan / 12.08.2019
Posted in DİN-İNANÇ, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

LAİKLİK İLKESİNİ GÖZDEN ÇIKARTAN “BAY KEMAL” * 1 – Laiklik ve CHP’de ‘değişim’ * 2 – CHP’yi işgal ve bölme operasyonu

1 – Laiklik ve CHP’de ‘değişim’

CUMHURİYET – Örsan K. Öymen
19 Haziran 2023 Pazartesi

Laiklik, dinin, devlet, siyaset, hukuk ve eğitim işlerine müdahale etmemesi ve devletin de bu koşulla, dindar olmayı seçen vatandaşların dini inanç ve ibadet özgürlüğünü; dinsiz olmayı seçen vatandaşların dünya görüşünü ve yaşam tarzını güvence altına almasıdır.
Laikliğin olmadığı yerde cumhuriyet, demokrasi, halkın egemenliği olmaz; teokrasi, din devleti, ruhban sınıfının egemenliği olur.
Laiklik bir anayasa maddesidir ve her vatandaş anayasaya uymakla yükümlüdür. Cumhuriyetin olduğu bir ülkede laiklik bir seçenek değildir, bir zorunluluktur. Siyasi partiler yasasına göre tüm siyasi partiler ve siyasetçiler de anayasaya ve laiklik ilkesine uymak zorundadır.
AKP 21 yıllık karşıdevrim sürecinde, laiklik ilkesini fiilen ortadan kaldırarak anayasayı ihlal etmiştir, anayasal düzeni yıkarak sivil darbe yapmıştır, Cumhuriyeti yıkarak teokrasiyi kurma sürecine girmiştir.
Siyasette ve devlet yönetiminde laiklik karşıtı dinci kadrolaşmanın gerçekleşmesi; tarikatların ve cemaatlerin devleti kuşatması; devlet yönetiminde zaman zaman anayasa ve yasa yerine, Kuran ayetlerinin esas alınması; insanların yaşam tarzlarına ve kültürel etkinliklere dini ölçütler üzerinden müdahale edilmesi; cumhuriyete, demokrasiye, laikliğe ve anayasaya meydan okuyarak teokratik darbe çağrısı yapanlar hakkında yargı sürecinin başlatılmaması; eğitimin dinselleşmesi; laikliğin bertaraf edilmesi yönünde AKP’nin attığı başlıca adımların arasındadır.
Eğitimin dinselleşmesi, uzak geleceği de etkileyen en önemli sorundur. İhtiyaç ötesi sayıda imam hatip okullarının açılması; imam hatip okullarının meslek okulları olmaktan çıkartılması; zorunlu din dersi uygulaması; “4+4+4” eğitim modeliyle laik ve bilimsel eğitim verilen okullarda da eğitimin dinselleşmesi; reşit olmayan çocukların aile zoruyla, sayıları on binleri bulan Kuran kurslarına yollanması; üniversitelerdeki bilimsel, felsefi, sanatsal eğitimin, ilahiyat fakültesi enflasyonuyla kuşatılması; Milli Eğitim Bakanlığı’nın, dernek ve vakıf adı altında örgütlenen tarikatlarla ve cemaatlerle işbirliği protokolleri yapması; her vatandaşa bilimsel ve laik eğitimin verilmesini öngören Öğretim Birliği Yasası’nın delinmesi anlamına gelmektedir.
Bu yolla, bir yandan yaratıcı, özgür, analitik ve bağımsız düşünce ortadan kaldırılmakta, bir yandan da ülkenin din ve mezhep üzerinden kutuplaşması ve bölünmesi sağlanmaktadır. Bu yol, hem demokratik düzeni hem de ulusal güvenliği tehdit etmektedir ve emperyalizme hizmet etmektedir.
Son olarak “ÇEDES” adlı ucube projenin bazı illerde yürürlüğe girmesiyle birlikte, cami imamlarının laik ve bilimsel eğitimin verildiği okullarda “değerler” konusunda danışmanlık ve eğitim vermesi; imamların, kişisel, öznel ve dogmatik “değerlerini” herkese dayatarak, değerleri değersizleştirmesi, dinciliğin eğitimi kuşatma eylemlerine dair en son örnektir.
Demokratik bir ülkede, nasıl ki öğretmenin yeri cami değil, okul ise, imamın yeri de okul değil, camidir! Bunun aksini savunmak faşizmdir!
Ne yazık ki CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da laiklik ilkesini partisinde bertaraf ederek hem anayasayı hem de parti programını ihlal etmiştir!
“Değişim” sözünü ağzında sakız eden olası genel başkan adayları Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel de, Türkiye’deki laiklik karşıtı hareketi nasıl bertaraf edeceklerine dair hiçbir şey söylememektedirler.
Laiklik konusunda duyarlı olan olası CHP genel başkan adayları ise parti yönetimi ve medya tarafından görmezden gelinmektedir.
Laiklik ilkesine sahip çıkmayan olası CHP genel başkan adayları, değişimi değil, statükoyu temsil etmektedir!

2 – CHP’yi işgal ve bölme operasyonu

CUMHURİYET – Örsan K. Öymen
26 Haziran 2023 Pazartesi

Emperyalizme hizmet eden odaklar, 12 Eylül askeri darbesinden sonra, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’ni kapattılar. Çünkü CHP, Türkiye’de bağımsızlığın, Aydınlanmanın, laikliğin, ekonomik ve sosyal adaletin simgesi olmuştur.
Emperyalizm ise ülkeleri din, mezhep, etnik kimlik ve ekonomik sınıflar üzerinden böler. Bağımsızlığına kavuşmuş, Aydınlanma sürecinin bir parçası olmuş, cehaletten kurtulmuş, dinsel dogmatizmin ve despotizmin esiri olmamış, ekonomik sınıfların arasındaki uçurumu gidermiş bir ülkeyi, hiçbir emperyalist güç bölemez ve parçalayamaz.
CHP bu nedenle her zaman emperyalizmin hedefinde olmuştur. CHP’nin eski genel başkanları Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve Bülent Ecevit, emperyalizmin CHP’ye müdahalelerine karşı her zaman onurlu bir direniş sergilemişlerdir.
CHP 12 Eylül’de kapatıldıktan sonra CHP kadroları, önce SODEP ve HP, daha sonra SHP ve DSP arasında bölünüp parçalandılar. Bu bölünmelerin ve parçalanmaların sonucunda, merkez sağ ve İslamcı sağ siyasi partiler geliştiler ve iktidar oldular.
1992 yılında Deniz Baykal, Altan Öymen, Erol Tuncer gibi CHP’lilerin öncülüğünde CHP yeniden açıldı ve SHP kendisini kapatıp CHP’ye katıldı. Ancak bu gelişme de, CHP’nin 1950’lerde, 1960’larda ve 1970’lerde sahip olduğu yüzde 30’lardaki ve yüzde 40’lardaki oy oranına ulaşmasını sağlamadı.
Çünkü bu sefer de, parti içi demokrasi mekanizması bertaraf edildiği gibi, CHP’yi içeriden işgal etme ve bölme operasyonları başladı. Deniz Baykal, 1 Mart tezkeresinde söz konusu olduğu gibi, dış politika alanında emperyalist müdahalelere direnmiş olsa da, parti içinde bu konuda yeterince etkili olamadı.
Kemal Derviş’in partiye alınmasıyla, partide sosyal demokrasi ve “altı ok” karşı karşıya getirildi. Oysa CHP’nin Kurultay tarafından onaylanan Parti Programı’na ve Parti Tüzüğü’ne göre, “altı ok” olarak da bilinen cumhuriyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, milliyetçilik/ulusçuluk, devrimcilik ilkeleri, 1960’larda başlayan bir sürecin sonucunda, sosyal demokrasi ve demokratik solculuk ilkeleriyle bağdaştırılmıştı ve sentezlenmişti.
Derviş ise Olof Palme ve Willy Brandt gibi gerçek sosyal demokratların siyasetiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan sahte bir sosyal demokrat anlayışı CHP’ye ithal ederek, “altı oku” partiden silmeye kalktı.
Parti tabanının, örgütünün ve parti meclisi üyelerinin baskısıyla, Derviş CHP’den ayrılmak zorunda kaldı.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına gelmesiyle büyük bir umut oluştu ancak zaman içinde Kılıçdaroğlu da CHP’nin kurumsal kimliğinden uzaklaştı, hatta Baykal’dan da farklı olarak, laiklik karşıtı İslamcı siyasetin yörüngesine girdi, laikliği AKP gibi, “din ve vicdan özgürlüğüne” indirgedi.
CHP’de sözde bir değişim söylemi geliştiren Özgür Özel ve Tunç Soyer gibi siyasetçiler ise son günlerde, “altı ok” ve Atatürk vurgusu yapmadan, tek başına sosyal demokrasiyi ön plana çıkararak, Derviş’in ve Kılıçdaroğlu’nun yolunda ilerliyorlar.
Ekrem İmamoğlu da bugüne kadar, “Her şey güzel olacak” ve “Sevgi kazanacak” dışında bir söylem geliştirmiş değil.
CHP il başkanlarının açıkladığı gibi, önemli olan kişilerin değil, fikirlerin ve ilkelerin değişmesidir. Ancak bunun için öncelikle, fikir ve ilke sahibi kişilere ihtiyaç vardır.
Partinin ilkelerini ve fikirlerini bütüncül bir biçimde özümsememiş olan kişiler değişmeden, ilkelerin ve fikirlerin değişmesi olanaksızdır!
Posted in İrtica, Politika ve Gundem, ŞERİAT - İRTİCA - KARANLIĞIN AYAK SESLERİ, SİYASAL İSLAM, SİYASİ PARTİLER, TARİKAT VE CEMAATLAR, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment