SARIKAMIŞ TRAJEDİSİ * HAREKÂT ÖNCESİ ORDUNUN EĞİTİM VE TEÇHİZAT DURUMU ÇOK KÖTÜ İDİ * BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA KAFKAS CEPHESİ HATIRALARI * Bölüm 2/3/4/5

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA
KAFKAS CEPHESİ HATIRALARI


BÖLÜM I – https://nacikaptan.com/?p=95733 – SARIKAMIŞ TRAJEDİSİ *
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA KAFKAS CEPHESİ HATIRALARI

Savaşları kurmay yeteneği yüksek, çabuk ve doğru karar alabilen, akıllı, bilge liyakatlı komutanlar ve oluşturduğu nitelikli kurmay heyeti kazanır. Savaşları kazanmak için sadece bunlar yetmez. Barış zamanında sürekli eğitim yapılması, aksamayan lojistik destek,  yeterince gıda, silahlar, savaş gereçleri, mühimmat ile askerin şartlara göre uygun şekilde donatılması, arazi ve mevsim şartlarına uygun yönetilmesi gerektir.  Sarıkamış hareketinde, savaşı yöneten Enver Paşa, savaş için gerekenlerin yukarıda sayılanların  hiç birisini yerine getirmemiştir.
Bağdat’ın sıcağından gelen alayın arap çöllerinin sıcağına göre yazlık giysi ile donatılmış olan  askeri eksi 30 derece olan metrelerce karın yolları kestiği dağlara askeri savaşa sürmüş ve kendisini uyaran kurmay komutanlarının uyarılarını dinlememiş ve hatta görevden almıştır. İstanbul’dan asker ve lojistik malzeme getiren 3 nakliye gemisini denizde korunaksız bırakmış ve her 3 gemi de Rus donanması tarafından batırılmıştır.   Denizlerde asker ve askeri malzeme taşıması yapan ticaret gemileri donanma gemileri tarafından korumaya alınır. Bu koruma yapılmamış ve ticaret gemileri kadere teslim edilmiştir. Sarıkamış Hareketinde askerimiz donanımsız, yazlık giysili, eksik silah ve mühimmatlı, yetersiz gıda ile savaşa sürülmüştür.
Kazım Karabekir, Enver Paşayı şöyle anlatır;
Enver Paşa sol kaşındaki beyazlığı cihangirlik işareti olarak görüyordu.  “Kazım kaşımdaki beyazlığın bir cihangirlik alameti olduğunu söylüyorlar. Sen ne dersin?”
” Etrafını bir ağ gibi çeviren dalkavuklar Enver’i mitolojik bir kahraman yapabilmek için bütün maziyi hayasızca yalanladılar. Enver’in Allah tarafından Türk milletine ihsan edilmiş dahi bir kahraman olduğuna halkı hükumeti padişahı ve hatta Enver’in kendisini de inandırdılar.
Enver Paşa kendisini Napolyon olma yeteneğine sahip olduğunu inandırmıştı. Beşiktaş’taki evinde kendisini ziyarete gittiğimde bekleme odasında bir almanla karşılaştım. Duvarda bir Napolyon resmi masada bir Napolyon heykeli vardı. Alman bunları göstererek “Burada Napolyon orada Napolyon(eliyle yukarıda Enver’in bulunduğu odayı göstererek) yukarıda da bir Napolyon” dedi.
Tüm bunlar Enver Paşanın narsist, megaloman bir ruh halinde olduğunu gösteriyor. Vasıflı komutanların  başarıları, savaş meydanlarında kazandığı zaferlerle ölçülür. Sarıkamış harekatının planlamasında kurmaylarının görüşlerini dinlemeyen, orduyu, askerini gereğince donatmayan, gereken iaşe ve lojistik desteği sağlamayan Enver Paşa dünya savaş tarihinde askerini ayaza, kışa, soğuğa teslim ederek 90 bin askerini ölüme gönderen bir komutan olarak anılır.
3. Ordu komutanlarından Hasan İzzet Paşa, Enver Paşa’nın Harbiye’den hocasıdır ve kış başlangıcında yapılacak olan harekâtın, hazırlıksız, tedbirsiz bir harekât olacağını söyler.  Enver Paşa’nın cevabı “Eğer hocam olmasaydınız sizi idam ettirirdim” olur. Ölüme gönderilecek olan Türk askerinin kaderi Enver Paşanın bu cümlesinde saklıdır.
Sarıkamış harekatı başarızlıkla sonuçlanması ve ordumuzun  hezimeti sonucu Enver Paşa cepheden ayrılarak İstanbul’a döner.  Sarıkamış hezimetinin  gazetelerde haber yapılmasına sansür konulur, ve haberler, gerçekler toplumdan saklanır.
Liman Von Sanders Sarıkamış harekâtı için şöyle yazmıştır;
“Yapılacak harekâtta Üçüncü ordunun kumandanlığını üzerine almış olan ENVER PAŞA, yapmış olduğu harekâtın neticesinde 3. Ordu külliyen hezimete uğramıştır. Bidayette 90.000 kişi olarak tertip edilen bu ordudan 12.000 kişi kalmıştır. Çadırsız karlı ordugâhlarda erler açlıktan, soğuktan helak olmuştur. Avdet eden efrat arasında çok geçmeden tifüs hastalığı zuhur ettiğinden bu suretle onların da birçokları ölmüştür.
Filhakika Sarıkamış’taki Rus kıtaatını ihata maksadıyla fevkalade geniş ve son derece cüretkâr olan plânını düşünen ENVER Paşa, inisiyatifi kati olarak kendi eline almış ve taarruz ve harekâtı sür’atle inkişaf ettirmiş bulunuyordu. Ancak nihayete erdirmeye muvaffak olamamıştır. Enver Paşa Harpte manevî unsurun azim ve kıymet ve ehemmiyetine dair olan sözünü unutmuş gitmişti.”
İşin garip olan tarafı yaptığı büyük ve onulmaz yanlışlıklar sonucu 90 bin askerin şahadetinden sonra bazı tarih yazıcılar gerçekleri çarpıtarak;
“Enver Paşa hiç de yadırganacak bir kumandan değildir. O, ideallerini aksiyon safhasına aktarırken Almanlardan büyük yardım göreceğini sanmış, mevsim şartlarını, coğrafî durumları göz önüne almadan hareket etmekle binlerce Anadolu ‘halkı arasında hürmetle yad edilen Enver Paşa” muhakkak ki büyük bir asker ve cesur ve idealist bir insan olarak tarihte yerini alacaktır.” diye yazıyordu.
Ne yazılırsa yazılsın Enver Paşa tüm ordusunu donatmadan kar ve kışa, ayaza teslim ederek 90 bin askerimizin, düşmana kurşun bile atamadan şehit olmasından  sorumludur.
Naci Kaptan / 28 Aralık 2021

T.C. GENELKURMAY BAŞKANLIĞI – ANKARA
Yazan Kur. Alb. Aziz Samih İLTER

BÖLÜM II
SARIKAMIŞ’TAN DÖNÜŞE KADAR
İhtiyat Süvari Kolordusunda Sınırların çizilmesi görevine devam ederken 29 Eylül 1914’te Beyazıt’tan Harbiye   Nezaretine yazdığım telgrafta, şimdiye kadar görmüş olduğum aşiret mensuplarının ve subayların, inzibat ve askeri kıyafetleri, savaş kabiliyetinden mahrum ve kısmen paçavralar giyinmiş halktan ibaret olduğunu bildirmiştim. Van ilinde Beyazıt’ta rastladığım alaylar bana bu kanaati vermişti.
İttihat ve Terakki Cemiyeti, Van’daki Rus Konsolosluğu karşısındaki alanda, çeteleri askeri eğitim ile uğraşıyordu. Beyazıt’ta iken Süvari kolordusu kurmay başkanlığına tayin olunduğum haberini aldım. İşte kolorduya tayin olunduğum zaman ihtiyat süvari alayları, veya aşiret alayları ve en eski adıyla Hamidiye Süvari Alayları hakkındaki düşüncem yukarıda yazdığım gibiydi.
İhtiyat Süvari Kolordusu, dört tümenden meydana geliyordu. 1 nci Tümen Köprüköy’de , 2 nci Tümen Karakilise’de, 3 ncü Tümen Diyadin’de, 4 ncü Tümen Velibaba’da idi. Alayları teftiş ederek gitmeyi daha önemli gördüm. Tümenlerin her alayını yokladım. Atışlarını, manevralarını görerek Erzurum’a geldiğim zaman görüşüm hiç değişmemişti.
17 bin kılıçtan oluşan bu dört tümenin subayları, çok zaman boş ve talimsiz kaldıklarından eski askerlik bilgileri adeta silinmişti. Subaylarla erler atıcılıkta ancak yumurta vurmayı hüner sayıyorlardı. Nişangah kullanılması bu alaylarda işitilmemiş bir şeydi. Hayvanları küçük ve zayıf, teçhizatları karmakarışık idi. Silahları da hep başka başka idi. Mavzer, büyük mavzer, martin11 bu teşkilatta yer bulmuşlardı. Nakliye araçları beygir, katır ve öküzdü.
Velibaba’da 4 ncü Tümenin teftişinde gördüğüm manzara yürek parçalayıcıydı. Merkezi Viranşehir olan bu tümenin erleri, sıcak yerler halkından olduklarından hepsi yalnız don ve gömlek giymiş, kaput yerine maşlahlı idiler. Yoksul köyün dar ve pis odalarında toprak üzerinde örtüsüz yatıyorlardı. Eksi beş derece soğuk olan bu mevsimde kapının önüne nöbete çıkmak bile bu giyimsiz köy çocukları için en büyük işkenceydi.
Tümen teftiş edilmek için sabahın ayazında ata binip, çıktığı zaman çıplak ayakların demir üzengilere basmaktan ne kadar korkup kıvrıldığını gördüm. Bunların hali beni utandırdı. Bu erlerle nasıl muharebe edileceğine aklım ermedi. 29 Ekim 1914’te Hasankale’ye geldim.
Donanmamız 27-28 Ekim 1914 günleri Karadeniz’de talim ile meşgul iken Rus filosu talimleri bozduğundan, donanmamız tarafından ateş edilerek birkaç Rus harp gemisinin batırıldığını burada öğrendim. 30 Ekim 1914’te Erzurum’a geldim. Ordu komutanı Hasan İzzet Paşa’ya14 giderek süvari alaylarının halini, teçhizatını, savaş için önemlerini anlattım.
Ordu Komutanı: ”Balkan Muharebesi’nde ordu mükemmel bir şekilde giyinmiş ve teçhiz edilmişti. Fakat yenildik. Bu defa da teçhizatsız savaşalım.” dedi. 31 Ekim 1914’te Ordu Kurmay başkanı Guze’yi ziyaret ederek süvarilerin durumunu ona da anlattım. Soğuk memleket ahalisinden olan bu Alman subayı çöl evladıymış gibi soğuktan çok çekiniyordu. Soba sürekli gürlüyor, ufacık odayı hamam haline koyuyordu.
Açıklamayı dinledikten sonra Süvari Kolordusunun Kağızman üzerine bir akın yapabilme imkanını sordu. Tümenlerle akın yapmaya kalkışmanın kesinlikle delilik olacağını söyledim. Hayret etti. Bakalım kolordu komutanı gelsin de tekrar görüşürüz, diyerek ayrıldık.
Ertesi gün duruma dair bilgi almak üzere Erkan-ı Harbiye 1 nci ve 2 nci şubeleri ziyaret ettim. Düşman hakkındaki bilgi hiç de yeterli değildi. 3 Kasım 1914’te Süvari Kolordusu Komutanı Mehmet Fazıl Paşa1 geldi. Beraber ordu komutanının yanına gittik. Bizim ve düşmanın kuvvetini soran Mehmet Fazıl Paşa’ya ordu komutanı kuvvetimizin 120 bin ve düşman kuvvetinin 80 bin olduğunu söyledi. Fazıl Paşa da o halde ne duruyorsunuz, bu üstünlükten istifade ederek niçin taarruz etmiyorsunuz dedi.
Ordu komutanı, ordunun Kargapazarı Dağları, Höyükler, Topçu dağı hattına çekilerek düşmanın Aras Vadisi’ne gelmesini bekleyip bu durum meydana gelince her taraftan taarruz edilerek Hindenburg’un Mazorya bataklıklarında Rusları uğrattığı bozguna benzer bir örnek yapmak istediğini anlattı.
Bu sırada 11 nci Kolordu Komutanı Galip Paşa19 da içeri girdi. O da Mehmet Fazıl Paşa’nın düşüncesine katıldı. Fazıl Paşa diyordu ki düşmanın Aras Vadisinden ilerleyerek ordunun kıskacı arasına gireceğine nasıl hükmediyorsunuz?
Höyüklere taarruz edeceğini nereden biliyorsunuz? Düşman Horasan civarında kalıp Aras Vadisini tutarak kışı buralarda geçirirse, siz karlı dağların sivri kayaları üzerinde mahvolursunuz.
Düşmanın ilerleyen kuvvetini bile tamamıyla bildiğiniz halde muharebesiz Höyükler hattına çekilmeyi ben uygun bulmuyorum. Hiç olmazsa düşmanın asıl kuvvetini meydana çıkartmak için bir savaş vermelidir. Ordu komutanı paşa Genelkurmaydan bir subay olan Mümtaz Bey’i çağırdı. Dedi ki: “Bak paşalar ne diyorlar?” ifadesiyle açıklama yaptı.
Bu şube müdürü subay dedi ki: Paşam, siz herkesin sözüyle karar değiştirirseniz bir şey yapılamaz. Ordu verdiği karardan vazgeçmemelidir. Bu şube müdürünün komutana verdiği dersten hayretler içinde kalarak oradan çıktık.

BÖLÜM III
4 Kasım 1914’te İhtiyat Süvari Kolordusu karargahı Erzurum’dan yola çıktı. Korucu Köyü’nün her evi dumanlar ve alevler saçıyordu. Bu köyün evlerinin tahtaları, çerçeveleri, camları, kapıları, Höyükler hattındaki tahkimatta istifade olunmak üzere taşınmış, halkı göçmüş, otları askerler tarafından alınmış, kalan kısımları da ateşe verilmişti. Köyün ortasında 18 nci Tümen Komutanı Mustafa Nimet Bey’i gördüm.
Fazıl Paşa boş yere tümen komutanına geri çekilmenin lüzumsuzluğunu anlatmaya uğraştı. Hasankale’ye geldik. Daha önce geçerken misafir olduğum hayat dolu hükûmet konağı, kimsesiz ve kapkaranlıktı. Emir erlerini gönderip halktan birkaç kişiyi çağırttık. Bize kalacak yer ve lamba bulup getirdiler. Osman Ağa adlı bir kişi durumu ve üzüntüsünü anlattı.
“Paşa. Biz, şimdiye kadar her bir hükûmetin istediklerini verdik. Seve  seve orduya koştuk. Düşmanın hücumunda hükûmet bizi korumak mecburiyetindedir. Önceki gün vali buradan geçti. Yarbay ve memurlar vilayete neler anlatmışlar, bilmem. Vilayetten emir alarak hükûmeti bırakıp Erzurum’a gittiler. Kasabada jandarma, polis, memur kalmadı. Halbuki ileride nizamiye süvari tümeni var, muharebe ediyor. Oradan yaralılar geliyor. Asker gelip erzak istiyor. Bin türlü iş çıkıyor. Bunlara kim bakacak. Biz de geçici hükûmet yaptık. Ben kaymakam oldum. Halktan polis ve jandarma yaptım. Hükûmet görevlerini yapmaya uğraşıyorum. En tuhaf şey ki vilayetlerde muharebe ediyorum, o da bana cevap veriyor.”
Bu halden çok etkilendim. Eğer düşman gelip de hükûmet memurları çekilmiş olsaydı bir şey demeye hakkımız olmazdı. Fakat bunlar gereksiz yere mevkilerini bırakıp gittiler. Mehmet Fazıl Paşa da bunlardan bahsederek memurların geri gönderilmesini orduya yazdı. 5 Kasım 1914’te Hasankale’den hareket ettik. Ebubekir Köyü’nde eşkıyalıktan vazgeçmiş olan Kürt Musa ile arkadaşlarına rastladık. 900 kadar olan arkadaşlarına mavzer istiyor. Hepsi de askerlik çağında olan bu eşkıya döküntüleri ordu safları arasında muharebeden kaçarak silah almaya ve tekrar dönmeye uğraşıyorlar.
Akşam Mescitli Köyüne geldik. 1 nci Tümen Komutanı Muhlis ve 4 ncü Tümen Komutanı Sait Beyler bizi burada buldular. Bu tümenlerin askerleri etraftaki köylere yağma yapıyordu. Kadınlara saldırıyor ve hatta subayların eşyasıyla alay sandıklarını alarak firar etmişlerdi.
4 ncü Tümenden ve 91 nci Tümenden 600 er kalmıştı. Bu tümenler hakkındaki düşüncelerimin ne yazık ki gerçek olduğu meydana çıktı. 6 Kasım 1914’te Çullu Köyü’ne gelerek kolordu karargahını buraya yerleştirdik. 2 nci ve 3 ncü Tümenler bizden uzakta, ayrıydı. 2 nci Tümeni bu tarafa naklettirdik. Fakat 3 ncü Tümen daima ayrı ve başlı başına kaldı. Elimiz altındaki 700 kadar erle kolordu görevi alıyorduk.
Kolordu Komutanı Mehmet Fazıl Paşa cesur, cömert, hamiyetli bir insandı. Yalnız makamının gereklerini yerine getirebilecek durumda değildi. İhtiyar ve çok sağırdı. Etrafında bir sürü Çerkez atlısı ve birtakım Arap kısrakları taşıyordu ki bunların idaresi de çok zordu. Köylerde buldukları her şeyi parasız almayı bir hak bilen bu tayfa ile ve onlara uyan komutanla anlaşmak oldukça zordu. Karargahımız her gün bir köyde kalıyordu. Yerimizi önce biz bile bilmiyorduk.
Ordunun emirleri bize ulaşmıyordu. Dolayısıyla biz de birliklere emir veremiyorduk. Kolordunun muhabere muameleleri, kolordunun idaresi paşanın dikkatinde hiçti. Kuru tahta veya toprak üzerinde, yarısı hayvanlara ayrılmış ahırlarda komutan, subay, er sıra sıra yerlere uzanıp kısraklarla karşı karşıya yatıyorduk. Her sabah nereden geldiği meçhul bir koyun veya keçi suyuna yapılmış çorbadan içerek amaçsız yola çıkıyor, nerede akşam bizi yakalarsa geceleyin orada kalıyorduk.
Karargahtaki subayların seferi karyolaları, eşyaları hiçbir zaman bizim yanımıza gelmedi. Köprüköyü, Azap muharebelerine ordunun sağ kanadında iştirak ettik. Diğer zamanlar ordunun sağ kanadının muhafazası süvari kolordusuna veriliyordu. Orduya önemli bir fayda sağlayamadık. Süvarilerimiz rahatını çok seviyorlardı. İleri karakollarda hiçbir bölüğü gece durdurmak mümkün olmadı. Karanlık basınca hemen geri köylere, ocak başlarına dönüyorlardı. Bundan dolayı karargahımızın, birliklerimizden ilerideki köylerde geceyi geçirdiği çok olmuştur.
Çullu Köyünde lapa lapa yağan karın gözümüzün önüne oynak perde çektiği bir gün bu beyazlık arasından beliren üç gölgenin yaklaşmasını seyrediyorduk. Bu üç kişi karargahımız olan köy evinin önünde durdular. Bunlar bir şeyhle bir subay ve emir erleriydi. Onları odamızda misafir ettik.
Şeyh İbrahim Reşit ile Binbaşı Ali olduklarını sonra öğrendiğim bu şahısları Fazıl Paşa tanıdı. Fakat ben bir şey anlayamadım. Bir gün sonra tenhada ziyaretlerinin sebebini sordum. Ancak anlatmak istemediler. Israr edince sonunda anlattılar:
Hacı İbrahim Reşit Efendi’yi Enver Paşa çağırtmış. Afganistan’ı İngilizler aleyhine ayaklandırmak imkanını sormuş. Hacı Efendi de bu işi yapacağını vaadetmiş. Kendisine istediği kadar para vermiş ve Ali Bey’i de askeri müşavir olarak yanına vererek yola çıkmalarını sağlamış. Bu iki kişilik heyet Musul’a geldikleri zaman Mehmet Fazıl Paşa ile görüşmüşler. Paşa seyahatlerinin sebebini öğrenince demiş ki:
Afganistan’ın Hindistan’a hücumu hakikaten İngilizlere karşı etkili olur. Fakat savaşa etkisi dolaylı olur. Oysa ki eğer Kafkasya’yı ayaklandırırsanız, Rus cephesinin gerisinde ve yolların üzerindeki bu ayaklanma Rusları çok tehlikeli bir duruma sokar. 3 ncü Ordunun başarısını sağlar. İbrahim Reşit Efendi de Enver Paşa’dan izin alması şartıyla razı olmuştur.
Mehmet Fazıl Paşa Kafkasya’da ihtilal çıkartmak üzere şeyhin kendi emrine verilmesini telgrafla rica eder. Beklemeye vakit olmadığından uygun cevap gelinceye kadar kendisine katılmalarını, aksi halde yollarına gitmelerini söyleyerek cepheye gelmiştir.
Enver Paşa’dan uygunluk cevabı gelince, Reşit ve Ali Efendiler de Çullu’ya geldiler. Hacı Efendi ile pek asabi ve uzun bir münakaşadan sonra, gerek Kafkasya ve gerek Afganistan’ın ayaklandırılmasının, bu iki serserinin yapacağı iş olmadığını itiraf ettirdim. Meselenin para koparmak olduğu meydana çıktı.

BÖLÜM IV
Mehmet Fazıl Paşa da İbrahim Efendinin emrine Kafkasya’nın yollarını, izlerini, ileri gelenlerini başlarını tanır ve hatırı sayılır adamlar vererek Kafkasya’ya göndermeyi vaadetmişti. Halbuki Fazıl Paşa’nın yanındaki Çerkezlerden çoğunun, babası bile Türk topraklarında doğmuş ve Kafkasya’ya dair bilgisi olmayan kimselerdi.
Bundan dolayı bu delice işe kimse atılmadı. İbrahim Reşit Efendi birkaç gün hasta yattı. Sonunda yanında fazla ağırlık eden eşyasını subaylara hediye olarak dağıttı. Erzurum’a gitti. İhtimal ki oradan yine Afganistan’a kendi hayalinde ayaklanmanın tertibine gitti. Ali Efendiyi bir alay komutanlığına vererek ayırdık. Şerif Beyin Sarıkamış kitabının 84 ncü sayfasındaki Fazıl Paşa’nın seçeceği erlerin Karabağ istikametinde sevk ile demiryollarının tahrip edilmesi ve ihtilale teşviki hakkında Enver Paşa’dan orduya geldiğini yazdığı emrin içeriği budur.
Süvari kolordusunun halini birkaç defa orduya yazmıştık. İsminden başka kolordulukla illişkisi olmayan bu teşkilatın kaldırılmasıyla er ve subayların Nizamiye İkinci Süvari Tümenine verilmesi emri en sonunda 22 Kasım 1914’te geldi. Birçok zaman herkesi oyalayan ve hiç olduğu meydana çıkan teşkilat da ortadan kalktı. Yalnız 3 ncü İhtiyat Süvari Tümeni son zamanlara kadar devam edebildi.

33 ncü ve 34 ncü Tümenlerde ve Menzilde
33 ncü Tümen Komutanı Köprüköy Muharebesi’ne tayin olunan zamanda yetişememiş ve bu nedenle askeri mahkemeye verilmişti. Süvari kolordusunun kaldırılmasından sonra bu tümen komutanlığına vekaleten tayin edildim. Bu tümen komutanının aklanarak geri gelmesi üzerine, 34 ncü Tümene geçtim. Bu sırada 4 Aralık 1914’te Albay Hafız Hakkı, Grebeneli Yarbay Bekir, Bahaettin Şakir Bey tümen karargahına geldiler. Cepheyi görmek için Hafız Hakkı Bey’le Taşlıtepe’deki topçu mevziine gittik.
İstanbul’dan gelmelerinin sebebini sordum. Anlayamadın mı dedi. Anladım. Ne duruyorsunuz demeye geldiniz, dedim. Gülerek dedi ki: İyi bildin. Ne duruyorsunuz? Beni Batum’dan vapura bindirmelisiniz. Yoksa Trabzon’dan Gitmem. Bu şekilde bir taarruz yapılmasından bahsedildi.
Etraftaki dağların büründüğü karların derinliğini gösterdim. Hatta bu mevsimde muharebenin ilanında vakitsizliğinden bahsettim. Dedi ki: Ben de bu fikirdeyim. Hatta Alman Genelkurmayını ikna için Bronsart ile beraber Berlin’e gitmiştik.
Oteldeki odalarımıza ayrılıp yıkandıktan sonra tekrar buluştuğumuz zaman Bronsart dedi ki: “Hazır ol, gidiyoruz, İstanbul’a dönüyoruz. Savaş başlamıştır.” Karadeniz’deki olayı orada öğrendim. Geri döndük. Bundan dolayı başlayan bu savaşı iyi bitirmekten başka düşünülecek bir şey kalmamıştır.
O halde kışı olduğumuz yerde geçirip, ilkbaharda taarruz etmek gerektiğini anlattım. Hafız Hakkı Bey dedi ki: İlkbaharda barış olma ihtimali vardır. Böyle olursa barış masasına hangi işimizle oturacağız. Çorbada pirinci çok olanın hissesi de çok olur. Bundan dolayı herhalde bir taarruz yapmalıyız.
Havanın, yerlerin, askerlerin halini gösterdim. İhtiyaçları anlattım. Kolordu Kurmay Başkanını telefonla çağırdı. O da geldi. Taarruz imkanını ona da sordu. O da aynı fikri söyledi. Fakat iyimserlikle bunun imkansızlığını gösterdi. Grebeneli Bekir Bey tümen komutanlığına asaleten tayin edilerek gelmişti. Karargahta kaldı. Tümeni kendisine devrettim. Rumeli’de çetecilikle şöhret kazanan bu kişinin garip fikirleri vardı. Ordunun ihtiyacını duymuştu.
Askerin oturduğu yerde açlıktan, hastalıktan, sefaletten öleceğine düşman kurşunuyla ölmesi daha iyidir, diyerek bazı şahsi düşünceler ve çetecilikte başarısına dair hikâyeler anlattı. Ben karargaha döndüm ve bir süre çalışmak üzere ordu menzil karargahına hareket ettim.
Yolun hali tarife değerdi. 11 Aralık 1914’te Köprüköyü’nden Hasankale’ye geliyordum. Kar yağmaya başlamıştı. Her taraf donmuş. Her yer ayna gibi parlıyordu. Gelip geçilen yerlerdeki buzlar ezilmiş, toz olmuştu. Yazın kalkan tozlar gibi rüzgarla havaya savruluyordu. Yolun üstü arabalar, hastalar, deve ve yük hayvanlarıyla doluydu. Yolun iki tarafında bunların ölüleri vardı.
Hasankale’de 4000 kadar hasta vardı. Bunlara bakacak tek doktor Rıfkı Ali Bey’di. Hastaneler yetersizdi. Açıkta kalanlar bile vardı. Hastanenin önünde sedye içinde ölmüş bir jandarma eri duruyordu. Doktor diyor ki: Bütün bu hastalara bakıp teşhis ve tedavi değil, hepsine bir bardak su vermeye bile yetişilemiyor.
Kağnılarla bu mevsimde hasta ve özellikle yaralı naklini görmek insanın yüreğini parçalıyor. Sağları bile donduran Deve Boynu’ndan bunların geçip Erzurum’a gitmeleri bir mucize sayılıyordu.

BÖLÜM V
Hasankale’den Erzurum’a giderken Korucukta Hilmi Bey isminde bir kişiyi gördüm. İlçe Kaymakamı iken kazası Rus istilasına uğramıştı. Buradan gelip geçecek hasta, yaralı, zayıf askerleri barındırmak ve onlara bir fincan çay, bir sıcak çorba vermeye görevlendirilmişti. Fakat bu kişi asabi veyahut deli idi. Araç olmadığı için hiçbir şey yapamadığını hoş göstermek istiyordu. Kapısının önünde on ceset yatıyordu. Köy evlerinden birisinin kapısını açtırdı. Odun tomrukları gibi üst üste yığılmış istif edilmiş cesetler gösterdi.
Soğuktan taş heykeller gibi duran bu vücutlar bozulmuyor ve kokmuyordu. Bunları niçin gömdürmediğini sordum. Soğuktan kazma işlemez dedi. Öncelikle odun bulup bir gün sürekli yakıp toprağı yumuşatmak, sonra kazdırmak gerekir. Oysa ki benim yanımda ne yakacak odun ne de toprağı kazdıracak adam var. Bunları gönderiniz de defnettireyim. Böyle mezara kavuşmamış şehitler gördüm.
Öğleyin Nebi Hanı’na geldik. Bir istihkam bölüğü var. Bölük komutanı her gelen geçeni ağırlamaktan bıkmış olacak ki, emir eri kim sorarsa subayımız burada yok, diyor. Soğuktan dışarıda kalmak mümkün olmadığından öğle yemeğini yemek için subay odasına zorla girdim. Bölük komutanı oradaydı. O mahcup oldu. Fakat ben mazur gördüm. Herkesin uğrağı olan bu yerde başka türlü davranmak imkansızdı.
Yanımızdaki yemeği yiyerek hareket ettik. Erzurum’a geldik. Enver Paşa geleceğinden çok hararetli hazırlıklar vardı. Akşam üstü geldiler. Burada yapılanlar; menzil müfettişi Albay Refik’i maaşsız emekliye sevk edip yerine Poselt Paşa’nın tayini ve doktor yarbaylarından birinin rütbelerinin sökülerek er olarak ilk hatta sevk edilmesi oldu. Doktorun kabahati sert ve dik cevap vermesi, hastalara hükûmetçe verilen malzemelerin hepsini kullanmasından dolayı görülen eksikler için uyarıları kabul etmemesiymiş. Herkes bu kişiye acıdı. Hatta vali bey keşke paşayı o hastanenin yanından geçirmeseydim, diyerek çok üzüldü.
Enver Paşa 12 Aralık 1914’te gelmişti. Köprüköyü’ne gitti, geldi. Bir gün Erzurum’da kaldı. Tekrar Köprüköyü’ne gitti. Bu gidip gelmelerin sebeplerini biz bilmiyorduk. Sonradan gelen ordu emrinde Enver Paşa’nın bu cephede bulunduğu müddetçe, ordunun kendi tarafından komuta edileceği bildirilmekte olduğundan seyahatin sonucunu anlamış olduk.
Hasan İzzet Paşa da İstanbul’a gitmek üzere Erzurum’a geldi. Ayrılmasının sebebi hakkında bir şey anlayamadık. O da yoluna gitti. 19 Aralık 1914’te Enver imzasıyla yayınlanan 22 Aralık 1914 için emirdeki amaçlar hakkında bir şey diyemeyeceğim. Ordunun taarruza başlaması 22 Aralık 1914 tarihindedir.
18 Aralık 1914’te Nihat ve Vasıf Beyler Erzurum’a geldiler. Nihat Bey, amele taburlarını nakliye aracı olarak kullanıp Trabzon’dan Bayburt’a ve Sivas’tan Erzurum’a insan sırtında torbalarla erzak taşımak usulünü koymak istedi. Bunun yapılmasının faydasız olduğunu, Erzurum’a 10 ton erzak getirmek için iki katını taşıyanlara yedirmenin gerekeceğini, erlerin bu zor hizmete dayanamayacağını anlatamadık.
Menzil noktalarını, her noktada kaç kişi bulunacağını, bunların geliş gidiş cetvelini ve başkaca talimatları yapıp menzile bıraktı. Cepheye gitti. Menzil bunu tatbike uğraştı. Dolayısıyla mümkün olmadı. Nihat Bey de dediğini sınamış oldu.
Ordunun amacı, 11 nci Kolordu Cephesinde Rusları sabit tutarak 9 ncu ve 10 ncu Kolordularla Rusların yan ve gerisine yetişerek, geri çekilmelerine meydan vermeden yenilgiye uğratmak ve esir etmekti.
Başkomutanlık zaferden çok emindi. En büyük düşüncesi düşmanın kuşatma çemberinden kurtulmamasını sağlamak idi. Bunun için daima 11 nci Kolordunun karşısındaki düşmana sıkı yapışarak, taarruz ederek çekilmesine çalışmak için emirler veriyordu.
23 Aralık 1914’te 10 ncu Kolordunun Oltu’ya girdiği haberini aldık. Hava çok soğuk, sıcaklık eksi 13 dereceydi. Havada kar taneleri uçuyor, yapıştığı yerde kalıyor, toplanıyor ve çoğalıyordu. Telgraf telleri beyaz ve kalın bir halat olmuş, ağaçlar gelin gibi beyazlara bürünmüş, hayvanların her kılının ucunda bir kar ve buz tanesi hasıl olmuştu. Hayvanların geneli kır renkte görünüyordu. Hiçbir taraftan bir haber yoktu. Herkeste ordunun durumu hakkında çok büyük bir endişe vardı.

Konuya ilgi duyan ve dip notları, yazının tamamını okumak isteyenlere
Aziz_Samih_Ilter_Birinci_Dunya_Savasinda.pdf

Naci Kaptan / 28 Aralık 2021
This entry was posted in SAVAŞLAR-ÇATIŞMALAR, Tarih. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *