99 yaşındaki cumhuriyetimizin en önemli sorunu: Demokrasi

99 yaşındaki cumhuriyetimizin en önemli sorunu: Demokrasi

Serap Yazıcı* Ekim 30 2021


Politik Yol yazarı Serap Yazıcı, Cumhuriyet’in kuruluş sürecine ve bu köklü değişimin hukukî sonuçlarına değinen bir yazı kaleme aldı.

Cumhuriyetin ilan edilişinin üzerinden 98 yıl geçti.

Serap Yazıcı’nın Politik Yol’daki yazısı şöyle:

1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanununun 1. maddesinde “Hâkimiyet bila kayd-ü şart Milletindir.” hükmü yer almaktaydı. Bu hüküm, bir yandan 1921 Anayasasının ne ölçüde devrimci bir metin olduğunu gösterirken diğer yandan da Anadolu topraklarında kurulacak olan modern Türkiye Devleti’nin cumhuriyet yönünde evrim geçireceğine işaret etmekteydi. Çünkü egemenlik yetkisinin kayıtsız ve şartsız olarak millete sunulduğu bir düzende saltanatın korunamayacağı açıktı. Nitekim 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanununun kabul edilişinin[1] üzerinden iki yıla yakın bir süre geçtikten sonra saltanat, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 30 Ekim 1922 tarihli 307 sayılı kararıyla ve 1-2 Kasım 1922 tarihli 308 sayılı kararıyla ilga edildi.

Bu iki karar, yakın bir gelecekte cumhuriyetin açıkça ilan edileceğinin de habercisidir. Öyle de olmuştur. 29 Ekim 1923’te 364 sayılı 1921 Teşkilatı Esasiye Kanununun Bazı Mevaddının Tavzihan Tadiline Dair Kanunun kabulüyle Cumhuriyet ilan edilmiştir. Bu Kanun, Anayasanın 1. maddesine “Türkiye Devletinin şekl-i hükümeti Cumhuriyettir.” hükmünü eklemiştir. Böylece Cumhuriyet ilan edilmiştir.

364 sayılı Kanun, Anayasanın diğer hükümlerinde de önemli değişiklikler yapmıştır. Kanunun Anayasanın 11. maddesinde yaptığı değişiklikle bir Cumhurbaşkanlığı makamı yaratılmıştır. Kanunun 10. maddeye yaptığı eklemeyle Cumhurbaşkanının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kendi üyeleri arasından seçileceği düzenlenmiştir.

Öte yandan Kanun, Anayasanın 12. maddesine şu hükmü eklemiştir: “Başvekil Reisicumhur tarafından ve Meclis âzası meyanından intihap olunur. Diğer vekiller, başvekil tarafından gene Meclis âzası arasından intihap olunduktan sonra, heyet-i umumiyesi Reisicumhur tarafından Meclisin tasvibine arz olunur.” Böylece 1921 Anayasasının ilk metninin kabul ettiği meclis hükümeti modelinden uzaklaşılmıştır. Bu değişiklikle hükümetin kuruluş sürecinin parlamentarizm yönünde bir evrim geçirmeye başladığı söylenebilir.

CUMHURİYETİN İLANI NE ANLAMA GELİYOR?

Bu soruyu cevaplamak için cumhuriyetin etimolojik anlamı ve hukukî tanımı üzerinde durmak gerekir. Cumhuriyetin etimolojik anlamını Kemal Gözler şöyle açıklamaktadır: “‘Cumhuriyet’ kelimesi (…) bize Arapça “cumhur” kelimesinden gelmiştir. ‘Cumhur’ toplu halde bulunan halk demektir. ‘Cumhurî’ ise, cumhura, yani halka ait demektir. ‘Cumhuriyet’ işte bu ‘cumhurî’den türetilmiş bir isimdir. O halde etimolojik olarak cumhuriyet, ‘halka ait olan şey’ demektir. Devlet şekli anlamında ‘cumhuriyet’ ise herhalde, ‘halka ait olan devlet’ diye tanımlanabilir. Cumhuriyet kelimesinin Fransızca karşılığı olan “république” kelimesi de aynı şeyi ifade eder. Bu kelime Latince mal, eşya anlamına gelen res ve kamu, halk anlamına gelen publica kelimelerinden türemiştir. Genel anlamda res publica ‘kamu malı, halkın malı’ demektir. O halde ‘république’ (cumhuriyet)’i, ‘halkın malı olan devlet şekli’ olarak tanımlayabiliriz. Görüldüğü gibi Türkçe ‘cumhuriyet’ ve Fransızca ‘république’ kelimeleri birbirinin tam anlamıyla dengidirler ve aynı anlama gelmektedirler.”[2]

Bu açıklamalar, cumhuriyetin ne olduğu konusunda ipucu vermekle beraber, kavramın hukukî sonuçlarını açıklamaya elverişli değildir. Ergun Özbudun cumhuriyetin hukuken ne anlama geldiğini şöyle açıklamaktadır: “Devlet şekli olarak Cumhuriyet, egemenliğin bir kişiye veya zümreye değil, toplumun tümüne ait olduğu bir devleti ifade eder. (…) Ancak Cumhuriyet, aynı zamanda bir hükû­met (devlet yönetimi) şekli olarak da kabul edilebilir. Bu anlamda Cumhuriyet, başta devlet başkanı olmak üzere, devletin başlıca temel organlarının seçim ilkesine göre kurulmuş olduğu, özellikle bunların oluşumunda veraset ilkesinin rol oynamadığı bir hükûmet sistemini anlatır. Böylece cumhuriyet, seçim ilkesine dayanan bir hükûmet sistemi anlamı taşımaktadır.”[3]

Görüldüğü gibi cumhuriyet, bir devlet yönetim şekli veya bir hükümet şekli olarak tanımlanabilmektedir. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti ilan eden anayasa değişikliği, 1921 Anayasasına yukarıda değindiğimiz “Türkiye Devletinin şekl-i hükümeti Cumhuriyettir.” hükmünü eklemiştir. Böylece bu değişikliği gerçekleştirenlerin cumhuriyeti bir hükümet şekli olarak kabul ettikleri söylenebilir. Buna karşılık 1924 (m. 1), 1961 (m. 1) ve 1982 (m. 1) Anayasaları, cumhuriyeti bir devlet şekli olarak kabul eden şu hükme yer vermişlerdir: “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.”

Bu açıklamalar, ilk bakışta cumhuriyet esasına dayanan bir devlet düzeninin demokrasi yönünde evrileceği izlenimini uyandırmaktadır. Ne var ki tarihî ve ampirik örnekler, cumhuriyetle demokrasi arasında zorunlu bir bağ olmadığını göstermektedir. Gerçekten günümüzde parlamenter monarşi esasına dayanmakla beraber demokrasiye sahip olduklarında kuşku bulunmayan örnekler vardır. Belçika, Birleşik Krallık, Danimarka, Hollanda bunlar arasındadır. Buna karşılık cumhuriyet esasına dayandığı halde demokrasi olmayan tarihî ve güncel örnekler de vardır. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve İran İslam Cumhuriyeti gibi. ABD, Almanya, Avusturya, Fransa, Finlandiya, İrlanda, İsviçre, İsrail, İtalya ve İzlanda, cumhuriyet esasına dayanan demokrasiler arasındadır.Dar anlamda cumhuriyet, monarşinin karşıtını ifade etmektedir. Bundan doğan en önemli sonuç ise devlet başkanlığı makamının veraset esasına dayanmamasıdır. Diğer bir deyişle cumhuriyet olarak tanımlanan bir düzende saltanat veya kraliyet makamına yer olmayacak; devlet başkanlığı makamı halkın iradesiyle belirlenecektir.

Günümüzde monarşi esasına dayanmakla beraber demokrasiye sahip olduklarında kuşku bulunmayan örnekler de (Belçika, Birleşik Krallık, Danimarka, Hollanda), cumhuriyet esasına dayandığı halde demokrasi olmayan örnekler de (SSCB, İran) vardır.

Cumhuriyet Demokrasi İle Eşdeğer Midir?

Cumhuriyet ile demokrasi arasında zorunlu bir ilişki olmadığını gösteren bu ampirik örnekler, Türkiye’de 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin kurulmuş olmasını önemsiz gördüğümüz anlamında yorumlanmamalıdır. Aksine pek çok çalışmamda belirttiğim gibi 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin kurulması, bu Meclis’in 20 Ocak 1921’de Teşkilat-ı Esasiye Kanununu kabul etmesi ve bu Anayasanın kendisine sunduğu yetkilerle Kurtuluş Savaşını idare ederek bu savaşı zaferle sonuçlandırması ve nihayet 29 Ekim 1923’te bir anayasa değişikliğiyle hükümet şeklinin cumhuriyet olduğunun benimsenmesi, siyasi tarihimizin en önemli dönüm noktaları arasında yer almaktadır.

Bugün ise 99. yaşına ulaşan Cumhuriyetimizin en temel sorunu, çoğulcu bir demokrasiyi kuramamış olmasıdır. 1946’da çok-partili siyasi hayata geçişle beraber demokratikleşme yönünde güçlü bir umut ortaya çıkmışsa da sonraki yıllarda art arda gerçekleşen askerî müdahaleler, bu yöndeki umutları boşa çıkarmıştır. 1990’larda ve 2000’lerin başında kabul edilen anayasal ve yasal reformlarla Türkiye, liberalleşme, demokratikleşme ve sivilleşme yönünde önemli adımlar atmıştır. Bu reformlar, gerek iç kamuoyu gerekse uluslararası kamuoyunda Türkiye’de insan haklarına dayanan, hukuk devleti mekanizmalarının güçlendirildiği, çoğulcu bir demokrasinin kurulacağı yönünde güçlü bir beklenti yaratmıştır.

Ne var ki Mayıs-Haziran 2013’te Gezi Parkı eylemlerinin emniyet güçleri tarafından hukuk devletinin icapları dikkate alınmaksızın Anayasaya aykırı bir biçimde bastırılması, demokrasi beklentilerini zayıflatmıştır. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün bastırılmasının ardından uygulamaya konulan ve iki yıl süren olağanüstü hal rejimi ise Türkiye’de evvelce görülmemiş bir anayasasızlaştırma[4] sürecine yol açmıştır. Olağanüstü hal yönetiminin baskı ortamında TBMM’de ve halkoylamasında kabul edilen 2017 Anayasa değişikliği ise önceki demokratikleşme adımlarını tamamen etkisiz kılarak Türkiye’yi otoriter bir rejime sürüklemiştir. Bu anayasa değişikliğiyle benimsenen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin demokrasiye yaşama şansı tanımadığı açıktır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün çözmesi gereken en acil sorun, demokrasiye yaşama şansı tanımayan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini terk ederek kuvvetler ayrılığının, hukuk devletinin, anayasal özgürlüklerin ve çoğulcu demokrasinin yolunu açmaktır.


[1] Teşkilat-ı Esasiye Kanunu 20 Ocak 1921’de kabul edilmiştir.

[2] Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, Ekin Yayınevi, Bursa, 2018, s. 133.

[3] Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 2021, s. 71-72.

[4] Kemal Gözler, “1982 Anayasası Hâlâ Yürürlükte mi? Anayasasızlaştırma Üzerine Bir Deneme (Versiyon 4-30 Mayıs 2016).


Yazının kaynağına buradan ulaşabilirsiniz


https://ahvalnews-com.cdn.ampproject.org/c/s/ahvalnews.com/tr/cumhuriyet/99-yasindaki-cumhuriyetimizin-en-onemli-sorunu-demokrasi-serap-yazici?amp

This entry was posted in ANAYASA, ATATURK, CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK, DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *