DİN VE İNANÇLAR * Alevilik * Bölüm I; Aleviliğin oluşum süreci * Bölüm II; Babai ayaklanması

Alevilik (1): Aleviliğin oluşum süreci

Ümit Kardaş – 24.09.2021


Doğa ile Tanrı’nın bir olduğundan yola çıkarak insanı da evrenin bir parçası olarak Tanrısal bir bütünlük içinde kavrayan bu felsefi inanç, tek tanrılı dinlerin teolojisinden farklıydı.


İslam dininin askeri fetihler yoluyla yayılması özellikle Hz. Ömer döneminde başladı, İran’ın fethedilmesiyle Orta Asya’ya ayak basıldı. Hz. Osman döneminde Tataristan, Nişabur, Azerbaycan, Belh gibi yerler alındı.

Emevi halifeleri olan Abdülmelik ve Süleyman dönemlerinde (8.yüzyıl başları) Buhara, Semerkant, Beykent, Fergana fethedildi. Böylece Maveraünnehir’in tamamı, Orta Asya’nın büyük bir bölümü işgal edilmiş oldu.

Yahudi, Kürt ve Acemlerin yaşadığı bölgelerde fazla dirençle karşılaşılmadı. İslam dini kabul gördü. Ancak İslam orduları Seyhun-Ceyhun nehirleri arasındaki bölgeye geldiklerinde başta Türkmenler olmak üzere  burada yaşayan halkların ciddi direnişleriyle karşılaştılar. Buhara şehri birkaç defa el değiştirdi. Merkezi bir devleti olmayan Türkmenler küçük şehir devletlerini korumaya çalıştılar.

İslam dini bölgede yayılmadan önce Türkmenlerin yaygın yaşadığı yerlerde Gök-Tanrı dini, Şamanizm, Hinduizm gibi inançlar geçerliydi. Savaşlar ve göçler yoluyla yer değiştirmeler, farklı kültür ve inançlarla karşılaşmalara ve etkilenmelere neden oldu. İpek yolu üzerinde bulunmanın yarattığı gelişme ve dinamizm de bunu hızlandırdı.

Böylece bölge halkı Şamanizm’in yanı sıra  Budizm, Maniehizm, Hıristiyanlık ve Musevilik gibi inançlarla karşılaşmıştı. Hazarların Museviliği, Uygurların Maniheizmi, Oğurların Ortodoks Hıristiyanlığı, Tabgaçların Budizmi kabul etmeleri bu etkilenmelerin bir sonucuydu.

Buhara, Semerkant, Taşkent  gibi şehirlerde farklı inançlar ve mabetler bir arada var olabiliyordu. Bu çoğulculuk kuşkusuz karşılıklı etkileşimlere neden oluyordu. İşte bu değişimin ve etkileşimin yaşandığı bir sırada bölge halkı fetihçi, yayılmacı ve şiddet kullanan Emevilerin saldırısına uğradı.

Emevi orduları girdikleri şehirlerde, halktan inançlarını bırakmalarını istiyor, direnme halinde ise şiddet kullanarak katliam ve köleleştirme operasyonları yapıyorlardı. Direnç kırıldıktan sonra mabetler camilere çevriliyor, elde edilen ganimetler paylaşılıp vergiler konuyordu.

Emeviler, işgal ve fetihler yoluyla Arap ırkçılığını politikalarına temel yaptılar. Halifeliği de babadan oğula geçen bir saltanata dönüştürdüler. Ayrıca tefsir ve hadiste uydurmacılık başladı.

Emevilerin kan dökücü ve baskıcı yönetimi altında Müslümanlar arasında biri katlanıcı, boyun eğici Sufilik (Tasavvuf akımı), diğeri akılcı-bilimci, başkaldırıcı Mutezilecilik olmak üzere başlıca iki akım ortaya çıktı.

Kimi Abbasi halifeleri de akıl dışıcılığa karşı çıkan ve İslam’daki mantık ve felsefeyi öne çıkaran mutezile düşünce okulunu benimsediler.. Mutezile akımı Abbasi halifesi Me’mun zamanında devlet görüşü halini aldı. Halife Mutasım (833 -841) ve Vâsık (841 -846) zamanında en parlak devrini yaşadı, fakat Halife Mütevekkil (846 -861) döneminde , bu fikirlerin halka zorla kabul ettirilmeye başlanması nedeniyle çökmeye başladı.

Bölgede 9-11 yüzyıllar arasında bu gelişmeler olurken 9.yüzyılda daha sonraları Alevi teolojisinin temel unsurlarından birinin temelini atan Hallac-ı Mansur olayı yaşanacaktı. Hüseyin İbn. Mansur Hallac, 856’da Basra’nın Kuzeydoğusunda bulunan Beyza bölgesinde doğdu.

Babası ve büyükbabası Zerdüşt dinine bağlı olarak mazdeisttiler. Beyza, bölge olarak Abbasi Halifeliğine bağlıydı ancak burada İran dili ve mazdeist kültür hakimdi. Buna rağmen İranlılar, Türkler, Araplar ve Kürtlerin yaşadığı bölgede Müslümanlık egemendi. Hallac, tutucu Sünni-Hanbeli bir mahalde kozmopolit ortamın etkilerini de yaşayarak dinsel formasyonunu şekillendirirken,  Şiilerle de ilişki kurdu.

Hallac- ı Mansur’un “ben Tanrı’yım” (Ene-l Hak) söylemi Alevilikte önemli bir yansıma bulmuştur. Hallac, aslında kendisini Tanrılaştırmamakta, tam aksine kendini yok saymakta, kendini Tanrı’da yok etmektedir.( fena-filah)

Gerek Hıristiyan gerekse İslam aleminde bu söylem sapkınlık olarak değerlendirildi ve bu anlayışa sahip olanlar ağır cezalara uğratıldı. Doğu’da Mani, Yezidi, Zerdüşt, Budist inançlarda  karşılaşılan bu anlayış (Vahdet-i Vücut) Anadolu’da bağdaştırıcı bir senteze ulaştı.

Aşkın bir Tanrı anlayışı yerine doğa ile Tanrı’nın bir olduğu inancından yola çıkan, insanı da evrenin bir parçası olarak Tanrısal bir bütünlük içinde kavrayan bu felsefi inanç tek tanrılı dinlerin teolojisinden farklıydı.

Hıristiyan dünyasında bu felsefenin etkileri Bogomiller’de görülür. Tanrı’nın kendisi olabilen, onunla daha özgür ilişki kurabilen hatta itiraz edebilen insan anlayışı, insanı koşulsuz itaatle kul durumuna sokan statik İslam anlayışından farklı olup, bu farklılık Alevi teolojisinin temellerinden birini oluşturur.

Zaman içinde Alevilikteki Dede-Talip ilişkisinin hiyerarşik bir konum kazanması, Ene-l Hak tekelinin dedeye geçmesi, el pençe divan durma, sürünerek el öpme gibi davranış biçimlerinin gelişmesi eleştirilmiştir.

Gazneli Mahmut’un 1029’da Rey’i işgali ile Mutezile taraftarlar hezimete uğrarken, Sünnilik tam bir egemenlik kazandı. Abbasi Sünniliğinin savunucusu olarak ortaya çıkan Gazneli Mahmut, Samanoğulları’nda görülen hoşgörünün tersine çok katı bir Sünni Müslüman tutum takınarak Rey şehrindeki Şii kitaplığını yıktırdı.

Bu süreç devam ederken de kuşkusuz halkın kültür ve inanç dünyasında  önemli değişimler yaşandı. Artık 11. Yüzyılda İslamiyet bölgede hakimiyetini kurmuş ve büyük ölçüde Müslümanlığı kabul ettirmişti. Ancak bu süreç şiddet, katliam ve direniş şeklinde yaşandığından halkın bilinçaltında  ciddi bir travma ve tepki de yarattı.

Nitekim bunun sonucu farklı unsurların olumlu kabul edilen, halkın değerleriyle örtüşen sentezleriyle bağdaştırmacı (senkretik) yeni ve özgün bir inanç sistemi oluşmaya başladı. Bu bağdaştırmacılıkta, İslamiyet’ten önce yaşanan din ve inanç sistemlerinin yanı sıra  Melamiliğin de etkisi fazla oldu.

Melamiye hareketi, tasavvufi hayatı şekle ve dış görünüşe kurban etmek isteyen yetersiz sufilere karşı bir tepki olarak çıkmış gözüküyor. Abdülbaki Gölpınarlı’nın deyişiyle Melamilik bir hal yani durum. Melamiler’de bu nedenle zaviye, tekke, dergâh gibi tarikat mahalleri bulunmuyor.

Arapça “Levm” kökenli Melamiye, “azarlamak, serzenişte bulunmak, kınamak” anlamlarına geliyor. Tasavvuftaki karşılığı ise, yaptığı iyilikleri gösteriş olur endişesiyle gizlemek, yaptığı kötülükleri de nefsiyle mücadele etmek için açığa çıkarmak.

Tarikatın doğuş ve yayılmasında, Arapların kendilerini diğer ırklardan üstün görmeleri, Emevilerin Arap olmayanlara “Melami Köleler” adını takmaları ve Abbasiler’in de Hazreti Ali’yi kendilerine düşman saymaları neden olarak belirtilmekte.

Melamilik anlayışının Horasan’dan Bağdat’a, oradan da Suriye’ye geçmesi bazı Türk tarikatlarının Melamilik’ten doğrudan etkilendiği iddiasına da neden oldu. Çünkü Melamilik, tüm bu bölgelerde Türklerin hakim olduğu dönemlerde yayılma şansı buldu. Anadolu’ya XIII. yüzyıl sonunda geçen Melamiliğin en önemli iki grubu ise Kalenderiler ve Yeseviler olarak kabul ediliyor.

Melamiler’e göre tasavvuf ve tarikat yolu birtakım gösterişli merasimler, halktan kopuk bir imtiyazlı sınıf oluşturmakla gerçekleşmez. Melamiler’e göre kurallara boğulmuş zikir meclisleri, kıyafet ve törenlerle Allah’a ulaşmak mümkün değil.

Melamiliğe göre ; Allah’a ulaşmak, ancak Hakk’a bağlanmak, cemiyet içinde yaşayarak halka hizmet etmek, tevazu ve aşkla gerçekleşir. Bunun için tekke ve zaviye gibi özel yer ve kıyafetlerin gerekli olmadığına çünkü bunlarda riya tehlikesi olduğuna inanılır.

Melamiler, Hak’la halk arasındaki tasavvufi bağın da gereğini yapmak için halktan ayrılmayı, halkla aralarına bir mesafe koymayı kabul etmediler. Onlar halkın içinde, halkın yaşadığı şartlarda yaşamayı önemsediler. Halkın emeğiyle kazandığı gibi çalışarak gelir elde etmek ve o şartlarda yaşamak Melamiliğin esaslarını oluşturdu. Melamilikte şeyh, derviş, hoca gibi sıfatlar kabul görmedi.


YARARLANILAN KAYNAKLAR:

  • Abdülkadir Gölpınarlı- “Melamilik ve Melamiler”, Milenyum Yayınları, İstanbul, 2013
  • “Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar”- İnkılap Kitapevi, İstanbul,1997
  • Abdülkadir Gölpınarlı- “Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik” Derin yayınları,İstanbul,2011
  • Adel Allauche- “Osmanlı-Safevi İlişkileri-Kökenleri ve Gelişimi”, Anka Yayınları, İstanbul ,2001
  • Ahmet Yaşar Ocak- “Osmanlı Sufiliğine Bakışlar” Timaş Yayınları , İstanbul, 2011
  • “Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri” İletişim Yayınları, İstanbul, 2007
  • Anton J.Dierl- “Anadolu Aleviliği”, Ant Yayınları, İstanbul, 1991
  • Baki Öz- “Alevilik Nedir “ Der Yayınları, İstanbul ,2000
  • Cemil Paslı- “Türk Aleviliği”, Gündönümü Yayınları, İstanbul, 2006
  • Claude Cahen- “Türkler Nasıl Müslüman Oldular”,Ö rgün Yayınevi ,İstanbul, 2007
  • Erdoğan Aydın – “Nasıl Müslüman Olduk” Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2008

https://artigercek.com/yazarlar/umitkardas/alevilik-1-aleviligin-olusum-sureci


Alevilik-2 Babai ayaklanması

04.10.2021


Katı Sünni İslam’a karşı en büyük ayaklanma 1239’da Babai İsyanı ile başladı. Bu isyan kendine özgü siyasi-sosyal şartlar ve Selçuklunun iktisadi yapısıyla ilgiliydi.


İkinci dönem Melamiliğin yayılmasında Muhyiddin İbn-i Arabi’nin etkisi bulunuyor. Osmanlı dönemi tasavvufi düşüncesinin yönlendiricileri arasında ilk sırayı işgal eden İbni Arabi’ye göre, Melamiye tasavvufi makamların sonuncusu olup, ondan sonraki makam peygamberliktir. İşte Aslan Baba, Hace Ahmet Yesevi gibi birçok isim, kulun Allah’a Al doğru aşk ile çekilmesi olan kutsal cezbeyi ve aşkı esas alan melameti sufiliği ön plana çıkarmıştır.

Orta Asya’daki süreçte ortaya çıkan inanç önderleri, İslam dininden esinlenmekle birlikte, egemen gücün dayattığı bu dinin dışında başka bir inanç dünyası yaratıp, bunu halkın duygu ve ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendirmek misyonunu yüklendiler.

Alevi inancı Anadolu’da biçimlenmiş olsa bile Budizm, Şamanizm ve Maniheizm gibi Orta Asya inançlarının etkisi altında kaldı, birçok ritüel ve unsur bu inançlardan alındı. 1000-1300 yılları arasındaki ikinci süreçte Ebul Vefa, Baba İlyas ve Hace Bektaş gibi inanç önderleriyle birlikte Alevilik inancı şekillenmeye başladı. Hazar’ın kuzeyinden gelenler Acem topraklarında 12 imam, Ali ve Kerbela kültüyle tanışma ve onu benimseme yoluna girmiş oldular.

11-15. yüzyıllar arası İslamiyet Anadolu’da egemen din haline gelmesine rağmen Gayrimüslimler ve Batıni inançlı göçmenlerin oluşturduğu bir toplumsal yapı mevcuttu. Selçuklular bu dönemde siyasal egemenliklerini kullanarak Anadolu’yu Müslümanlaştırmaya çalıştılar.

1040 yılında Selçuklular ile Gazneliler arasında Dandanakan Ovası’nda gerçekleşen savaşta Gaznelilerin yenilmesi sonucu, Emeviler ve Abbasilerle Arapların siyasi egemenliğinde biçimlenen İslam tarihi artık Türklerin siyasi egemenliğinde biçimlenecekti. İslam’ın merkez gücü olma fırsatını yakalayan Selçuklular diğer Türk boylarının da İslam’a yönelmeleri bakımından çekim odağı haline geldiler.

11. yüzyılla birlikte Anadolu’ya başlayan göçlerden sonra büyük göç dalgaları Malazgirt Savaşı ve Moğol İstilası sonrası yaşandı. Bu göç hareketlerinin önünde savaşçı dervişler bulunmaktaydı. Bu savaşçı dervişler, Anadolu Selçuklu Devleti, Anadolu Beylikleri ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda önemli roller oynadılar. Değişik dinsel akımlara bağlı olan bu dervişler özellikle köylüler ve göçebe topluluklar üzerinde çok etkili oldular.

Heterodoks olarak nitelenen tasavvuf akımlarına bağlı bu şeyh ve dervişler ve onların tekke ve zaviyeleri halk tarafından büyük ilgi gördü. Sünni şeyhler ise bu kitleler üzerinde etkili olamıyorlardı. Çünkü kitlelere bağdaştırıcı fikirler daha cazip geliyordu. Kitleler tahta kılıçlarla savaşan ve inançlarını yayan savaşçı ve dinamik dervişlere karşı sakin ve durgun bir hayat geçiren Sünni şeyhleri tercih etmiyordu.

Bu dönemde Anadolu, Orta Asya, Harzem, Horasan, Suriye, İran ve Irak gibi merkezlerle siyasal, sosyal ve ekonomik alanlarda etkileşim içindeydi. 11. yüzyıldan başlamak üzere bu bölgelerdeki dinsel ve kültürel gelişmeler bölgeden gelen çok sayıda derviş ve mutasavvıf vasıtasıyla Anadolu’yu etkiliyordu.

“Türkmen Babaları”,”Yesevi Dervişleri”,İsmaili Propagandacıları,”Kalenderiye Mensupları”  bunlara örnektir. Alevilik, Mevlevilik, Bektaşilik bu hareketliliğin sonucu olarak doğdu.

Anadolu’da yaygınlaşan bu bağdaştırıcı (senkretik) inanç, Sünni şeyh ve mutasavvıflarca şiddetle eleştiriliyordu. Namaz ve oruç gibi yükümlülüklere uyulmaması, İslam’a aykırı kabul edilen ayin ve ritüellerin uygulanması nedeniyle Ahmed Yesevi ve Ebu’l Vefa gibi inanç önderleri eleştirilere uğradılar.

Zikir törenlerine erkeklerin yanı sıra kadınların da katılması katı Sünni inanç önderlerince “şeytan ameli” olarak nitelendirildi. Oysa zikir törenlerine kadınların katılması ve bu törenlerde vecd halinde dans edilmesi İslam öncesi bir ritüelin felsefi bir anlayışla ve kültürel bir gelenek olarak devamıydı.

Selçukluların dağılmasından sonra kurulan Anadolu Selçuklu Devleti de Sünniliği siyasi egemenliğinin bir parçası haline getirdi. Bu durum Sünniliğin dışında kalan ve heterodoks sayılan kesimler ile devlet arasında bir yabancılaşma ve gerilim demekti.

Katı Sünni İslam’a karşı en büyük ayaklanma 1239’da Babai İsyanı ile başladı. Bu isyan kendine özgü bir takım şart ve sebeplerin ortaya çıkardığı siyasi-sosyal bir olay ve Selçuklunun iktisadi yapısıyla da ilgiliydi.

Yolsuzluklar, toprak ve vergi düzeninin adaletsizliği, göçebe hayatı süren Türkmen toplulukları diğer topluluklardan daha zor bir duruma sokmuştu. Türkmenler bu durumda kendilerini kurtaracak ulu bir kişi beklemeye başladılar. Beklenen bu kişi Dede Garkın’ın halifesi olarak kabul edilen Baba İlyas-ı Horasani oldu.

Yesevi tarikatına bağlı, Horasan’dan Anadolu’ya göç etmiş bir derviş olan Baba İlyas, Allah sevgisinin dinin katı kurallarıyla oluşamayacağını, bu aşkın insanın gönlünde yaratılabileceğini, toplumda kadın, erkek ayrımı olamayacağını belirtiyordu.

Ancak katı Sünni inancı merkeze almış bulunan Selçuklular ve egemenliğindeki beyliklerin bu anlayışa hoşgörü göstermeleri mümkün değildi. Moğol istilasından sonra Horasan’dan Anadolu’ya başlayan göçlerden hem Selçuklu yönetimi hem de yerleşik halk ve daha önce göçenler rahatsız olmuştu.

Son göçle gelenler Güneydoğu Anadolu bölgesinde yeterli otlak bulunmadığı için hayvancılık yapamaz hale geldiler ve yoksullaştılar. Toprak sahipleriyle çatışmalar yaşandı. Vergi de veremeyen göçerler Selçuklu yönetiminin tarafsız davranmaması nedeniyle buyruklara uymamaya başladılar.

Bu ortamda Baba İlyas haksızlık yapan yönetime karşı bir umut haline geliyor ve bir ayaklanma hazırlığı yapıyordu. II.Gıyasettin Keyhusrev, bu hazırlığı öğrenince 1239’da askerlerini Babailerin üzerine gönderdi.

Buna karşı Babailer Harezm Türkmenleri ile birlikte ayaklandılar, Elbistan, Amasya ve Kayseri’yi ele geçirdiler. Ancak Baba İlyas yakalanarak kale duvarına asılarak öldürüldü. Babailerin büyük çoğunluğunun kılıçtan geçirilmesi ve Baba İlyas’ın halifesi olan Baba İshak’ın öldürülmesiyle ayaklanma sona erdirildi.

Ayaklanmanın sona erdirilmesinden sonra Babai inancı etkisini uzun süre devam ettirdi. Değişik inançları bağdaştırarak ve içinde eriterek bir dinsel inanca dönüştü. Babailer Anadolu’nun değişik yerlerine dağılarak zaviyeler kurdular. İç ve Batı Anadolu’da ve 14.yüzyıldan itibaren Balkanlarda etkin oldular.

Böylece Anadolu Aleviliği, Baba İlyas ve Baba İshak’ın yolunu izleyen Hace Bektaş Veli ve Ahi Evren önderliğinde bağdaştırıcı bir karakterde gelişerek Bektaşiliğin ortaya çıkmasını sağladı. Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Beyin kayınpederi Baba İlyas halifelerinden Şeyh Edebali idi.


YARARLANILAN KAYNAKLAR : 
Abdülkadir Gölpınarlı- “Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik” Derin yayınları,İstanbul,2011- Ahmet Yaşar Ocak-“ Osmanlı Sufiliğine Bakışlar” Timaş Yayınları, İstanbul-“Babailer İsyanı” Dergah Yayınları,İstanbul,1996-“ Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri” İletişim Yayınları,İstanbul,2007- Anton J.Dierl –“Anadolu Aleviliği”, Ant Yayınları,İstanbul,1991- Claude Cahen – “Türkler Nasıl Müslüman Oldular”, Örgün Yayınevi,İstanbul,2007- Enver Ziya Karal – “Osmanlı Tarihi”c.VII, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara,1988-
Esat Korkmaz – “Anadolu Aleviliği” Berfin Yayınları, İstanbul,2008- İrene Melikoff- “Hacı Bektaş ,Efsaneden Gerçeğe”, Sistem Yayıncılık, İstanbul,1999- İsmet Zeki Eyüpoğlu- “Alevilik-Sünnilik- İslam Düşüncesi” ,Der Yayınları, İstanbul, 1989-“ Bütün Yönleriyle Tasavvuf, Tarikatlar ve Mezhepler Tarihi” Derin Yayınları, İstanbul, 2000- Kemal Karpat –“ İslam’ın Siyasallaşması “, Timaş Yayınları, İstanbul,2013

https://artigercek.com/yazarlar/umitkardas/alevilik-2-babai-ayaklanmasi

 

This entry was posted in DİN-İNANÇ, TARİKAT VE CEMAATLAR. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *