Türkiye’nin ‘belirsiz geleceği’ ve çözüm bekleyen dört büyük sorun * Hepsi birden, bir arada düşünüldüğünde, Türkiye’nin geleceği belirsizlikler ve tutarsızlıklarla dolu. Seçimler öncesi siyasi tartışmalar hararetli olacak. Erdoğan AKP’sinin iktidara geldiği 2002’den bu yana ilk kez sorumluluk, ülkedeki siyasi partiler ve seçmenlere düşüyor.

Türkiye’nin ‘belirsiz geleceği’ ve çözüm bekleyen dört büyük sorun

Marc Pierini – Eki 12 2021


2019 ile 2020 arasında Türkiye yönetimi dış politika ve askeri alanlarda bir dizi girişimde bulundu. Azerbaycan’ın Ermenistan karşısındaki – Türkiye’nin Baku’ya desteği sayesinde gerçekleşen – zaferinin dışında, bu hamleler pek bir sonuç vermedi.

Tersine, Libya ve Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerden Suriye’nin Idlib bölgesine, Yunanistan sınırına çaresiz mültecileri yığma gayretlerine varıncaya kadar tüm bu girişimler, Ankara’nın, 19 yıllık AKP yönetimi boyunca evvelce görülmemiş ölçüde, diplomatik alanda daha da tecrit edilmesine yol açtı.

Neyse ki 2021 yılı biraz daha sakin geçmekte.

Ülke içinde paramparça olmuş bir ekonomi, siyasallaşmış bir yargı bulunurken ülkeyi yönetenler ise hukukun üstünlüğü konularında ABD, Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi’nden uzaklaşıyor.

Daha da ötesi, Rus yapımı S-400 füze sistemleri NATO ve ABD ile ihtilaf konusu haline geldi. Bu konuda bolca yorum var. Bazı Türkiye gözlemcileri bu çok boyutlu kaosa kendilerince basit bir açıklama getirmeye çalışıyor kendilerince: “bir dönemin sonuna” tanıklık etmek ve gelecek seçimle birlikte Recep Tayyip Erdoğan sonrası bir siyasete net bir geçiş.

Biraz daha farklı diğer bir görüş de şu:

Türkiye’nin gelecekteki yönü siyasi partilere ve seçmenlerine bağlı. Arzulara bağlı düşünce tarzı pek yardımcı olmayabilir, ancak muhalefet güçleri rasyonel davranır ve seçmenler de sayıca artarsa ​​demokratik direnç yeterli olabilir.

Bir devrin sonu mu, daha fazlası mı tartışmasını bir kenara bırakacak olursak, gelecek seçimlerden sonra Türkiye’yi yönetenlerin dört temel reform yapması gerekecek:

Politik yapı, Hukukun Üstünlüğü, Ekonomi, ve Savunma.

Seçim kaybetme korkusu, yönetimi seçimleri askıya alma düşüncesine sevk etse bile, Türkiye yine aynı sorunlarla karşı karşıya kalacaktır.

Birincisi, siyasi yapının durumu.

Türkiye halkı seçimleri ciddiye alıyor ve çoğunluğu şu anda süper başkanlık sisteminin faydalarından şüphe ediyor. Sonuç olarak, muhalefet partileri daha iyi organize oluyor.

Muhaliflerin siyasi tartışmaları artık parlamenter sisteme dönüş ve bu amaca yönelik ortak bir platformun nasıl oluşturulacağına odaklanmış durumda.

Şu ana kadar seçim anketleri iktidardaki AKP-Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ittifakı ve cumhurbaşkanının kendisi için sürekli olarak olumsuz sonuçlar ortaya koyuyor ve onları nahoş bir manzara ile yüz yüze bırakıyor.

İttifak (iktidar) muhtemelen muhalefetin çabalarını engellemek için seçim yasasını değiştirmek ve muhtemelen Kürt merkezli Halkların Demokratik Partisi’ni (HDP) yasaklamak da dahil olmak üzere, elindeki tüm araçları kullanacaktır.

Yine de seçimlere güvenecek ise eğer, muhalefetin oldukça gerisinde kalan iktidar bloğunun güvenlik nedenleriyle sandıkları kapatması, oy sayımı sırasında fırsatçı elektrik kesintilerine gitmesi, daha öncesi seçimlerde görüldüğü gibi seçim sonuçları ile Yüksek Seçim Kurulu’na yapılan yolsuzluk şikayetlerini reddetme gibi marjinal ayarlamalardan bir  sonuç alamaz.  Bu kez liderliğe ciddi bir meydan okuma var.

İkincisi, hukukun üstünlüğü meselesi.

Türkiye halkı sürekli bir şekilde- Alman ve Fransız halkının yiyecek kuyruğuna girmesi gibi – açık yalanlarla kandırılıyor, ve Osman Kavala’ya karşı sergilenen yargı parodisinde görüldüğü gibi AKP’nin eski müttefiki Gülenciler ile sivil topluma karşı karalama kampanyalarıyla karşı karşıya kalmakta.

Batılı gözlemcilere göre bu tür davranışlar siyasi zaafın bir işareti. Ancak, geleceği konusunda belirsizlikler bulunan bir otokraside, caydırıcılık çok güçlü bir siyasi araç olmaya da devam ediyor.

Türkiye yönetimi şu ana kadar ABD, AB ve Türkiye’nin üyesi olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden gelen kınamaları kaale almadı. Bu açıdan bağımsız medyanın haberciliği ile yüksek seçmen katılımı her zamankinden daha önemli olacak.

Üçüncü faktör ise ekonomi.

Türkiye ekonomisi, tamamen, ülkenin mali ve para politikalarının yanı sıra hukukun üstünlüğüne güveni gerektiren, döviz getirisi olan ihracata, güçlü turizme ve büyük çağlı “doğrudan yabancı yatırımlara” dayanmaktadır.

Ne yazık ki, gelişen piyasalar arasında Türkiye yönetimin absürt faiz politikasıyla öne çıkıyor. Bankaların faiz almaması gerektiği ve düşük faiz oranlarının düşük enflasyona neden olduğu inancı yönetime hakim. Cumhurbaşkanı tarafından dayatılan bu para politikası ve buna bağlı olarak Merkez Bankası yöneticilerinin sıklıkla değiştirilmesi, ülke ekonomisinin ayakta kalması ve refahı için gerekli olan piyasaları baltalıyor.

Bu anlaşılmaz duruma yolsuzluğun etkilerini, “çılgın projeler” politikasını ve sürekli komplo teorilerine başvurmayı da eklemek gerekli.

Bu durum yatırımcılar ve finansal piyasalar üzerinde olumsuz etkilere yol açar ve işçi sınıfının gerçek enflasyon, kitlesel işsizlik ve sahte vaatler konusundaki kızgınlığını daha da artırıyor. Türkiye’nin bu saçma durumdan kurtulması, liderliğinin tavrına bağlı olacak.

Son olarak da savunma sorunu.

Rusya Türkiye’yi NATO’ya karşı bir takoz olarak kullandı ve bu durum Kremlin için bir kazan-kazan oldu; Ankara için ise bir çıkmazla sonuçlandı.

2019 yılında teslim alınan S-400 füze sistemlerinin sebep olduğu kilitlenme, Türk Hava Kuvvetleri’nin geleceğini açıkça tehdit ediyor. Ayrıca, Ankara’dan yapılan politik açıklamalar, Rusya ile yapılan savunma sözleşmelerinin devamı ile ABD yapımı uçak ve teçhizatın ek alımları arasında büyük çelişki ve tutarsızlıklar olduğunu gösteriyor.

Bir sonraki yasama meclisinde oluşacak Türkiye’nin yeni yönetimi, şu anki “her iki kampta da varız” politikasının ülke için istikrarlı bir ortam yaratmadığı şeklindeki bariz gerçekle başa çıkmak zorunda kalacaktır.

Bu ikircikli durum ya yüksek bir riskle devam ettirilebilir ya da acı veren bir seçimle açıklığa kavuşturulabilir.

Mevcut politikayı sürdürmek, kaçınılmaz olarak Rusya’nın kazanımlarıyla sonuçlandığından NATO, ABD ve AB için de tehlikeler içeriyor. Daha zayıf bir NATO ve AB, seçim ve kişisel nedenlerle Türkiye’nin mevcut yönetimi için çekici görünebilir, ancak her ikisi de ülkenin geleceği için riskli yollar anlamına geliyor.

Pek çok öngörülemez durumla karşı karşıya kalan Batılı güçler, Ankara ile ilişkilerin daha da kötüleşmesini önlemek için, yeni bir durum ortaya çıkıncaya kadar muhtemelen kararsız kalmaya devam edecekler.

Hepsi birden, bir arada düşünüldüğünde, Türkiye’nin geleceği belirsizlikler ve tutarsızlıklarla dolu. Seçimler öncesi siyasi tartışmalar hararetli olacak. Erdoğan AKP’sinin iktidara geldiği 2002’den bu yana ilk kez sorumluluk, ülkedeki siyasi partiler ve seçmenlere düşüyor.

_________________________

*Carnegie Avrupa misafir araştırmacısı, Avrupa Birliği eski Ankara Büyükelçisi. 

Yazının İngilizce orijinaline buradan ulaşabilirsiniz

https://ahvalnews-com.cdn.ampproject.org/c/s/ahvalnews.com/tr/s-400/turkiyenin-belirsiz-gelecegi-ve-cozum-bekleyen-dort-buyuk-sorun-marc-pierini?amp

This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, DIŞ POLİTİKA, Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *