BURÇAK TARLASINDAN YÜKSEK KÖY ENSTİTÜSÜNE

BURÇAK TARLASINDAN YÜKSEK KÖY ENSTİTÜSÜNE

A.Kadir ÇAPANOĞLU – 19.09.2021


Değerli okurlar, yıllar önce Yüksek Köy Enstitüsü mezunu Nafize Öztürk hanımefendi ile çok hoş bir sohbet yapmıştık. Bu sohbeti köşemde yayınlamak iznini istediğimde “ben aranızdan ayrıldıktan sonra yayınla” diye rica etmişti. Ünlü şairimiz hemşerimiz rahmetli Gülten Akın Hanımefendi ile de dünür olan sevgili Nafize ablamızı 16 Eylül Perşembe günü kaybettik. Yıllarca sakladığım bu güzel ve anlamlı sohbeti vasiyetine uyarak sizinle paylaşıyorum.


Nafize hanımefendi, Ataköy de oturduğumuz 90 daireli apartman sakinlerinin kiminin abla kiminin anne yerine koyarak sevdiği bir hanımefendiydi. Eşi İsa Öztürk Beyefendi ile uzun yıllar öğretmenlik yapmışlardı. İsa Bey, Yüksek Köy Enstitüsü ve Hukuk Fakültesi mezunu, yazar, çevirmen bir Cumhuriyet aydınıydı. Avukatlık ruhsatı olan ve kısa bir süre de Avukatlık yapmış bir kişiydi ama bu mesleği yapmayı tercih etmemişti. Yayıncılık onun mizacına daha uygun idi. Bir zamanlar çok okunan Radikal gazetesinde yazdı. Rahmetli Hakkı Devrim Beyefendi ile aynı odayı paylaştı. İş Bankası yayınlarında kitaplar yayınlandı. Tercümeler yaptı. Yedek subay okulu öğrenciliğinde ünlü yazar Fakir Baykurt ile birlikteydiler. Ona “iyi bir yazar olmak istiyorsan lisan öğrenmelisin” diyerek hafta sonu izinlerinde okuması için Fransızca kitaplar aldı ve öğrenmesi için takip etti. Sevdiğimiz saydığımız bir ağabeyimizdi. Önce onu kaybettik ve 6 Ocak 2017 de Ataköy 5.kısım camiinden uğurladık. (Onu uğurladıktan dört gün sonra 10 Ocak’ta caminin tentesi çökmüş ölenler felçli kalanlar olmuştu.)

Nafize Hanımefendi, karşılaştığımız bir gün, akşam televizyonda dünürünün bir sohbeti olduğunu seyretmemizi önerdi. Kim diye sorduğumda “Yazar ve şair Gülten Akın” dedi. Şaşırdım. Aaaaa! Gülten Hanım benim akrabam dedim. O’da şaşırdı. Böylece aramızda daha bir yakınlık oldu. İsa ağabey ve Nafize Hanımefendi son dönemlerde karı koca ünlü ansiklopedi Meydan Larousse ekibinde de yer almışlardı. Dolayısıyla biraya geldiğimizde engin bilgilerinden de yararlanma şansım oldu.


“-İsmim herkesin bildiği bir köylü kızı ismi. Öbür kardeşlerimin isimleri hep C harfi ile başlarken hem kız olduğum için hem de değişiklik olsun diye mi babam benim ismimi değişik koymuş? Büyüyüp aklım erince, acaba bu isimde sevdiği bir kız mı vardı diye zaman zaman düşünürdüm.

Çocuk çok olup yenisini yapmak da alt tarafı bir teneke suya mal olduğundan babam ölen çocukların nüfus kâğıtlarını sonradan doğanlara devretmişti. Bu yüzden 7 yaşına gelen ablam, nüfus kâğıdına göre 10 yaşında olunca okula kaydetmemişlerdi. Köylük yerde geçim sıkıntımızda vardı. Konu açıldığında babam utancını belli etmemek için “fakirliğin gözü kör olsun” diyerek ablamı parasızlıktan okula göndermediği izlenimi yaratmak isterdi. İşin aslını bilmediğim için, sıra bana geldiğinde bende parasızlıktan okula gidemeyeceğimi sanır çok korkardım.

Altı yaşıma geldiğimi öğrendiğimde çalışıp para biriktirip, biriktirdiğim bu para ile önce grizet (gri renkli) kumaştan okul önlüğü almayı sonrada okula devam etmeyi kafama koymuştum. Ne iş olsa yapacak çok para kazanacaktım.

Her küçük kız çocuğu gibi bende kuran kursuna gitmiş kuranı iki kere hatmetmiştim. Sesim güzel bir çocuk sesi olmalı ki dualara mevlitlere çağırıyor kuran okutuyorlardı. Bu konuda bir saygınlığım olmaya başlamıştı. Bazen evlerine çağırıp şu işimiz olacak mı, olmayacak mı diye bana soruyorlar bende ne olduğunu bilmeden olacak veya olmayacak diyordum onlar da elime bir şeker tutuşturuyorlardı. Bazı geceler rüyamda dahi kuran okuyordum. Annem, babam onun bunun tarlasında çalıştığından benim ne yaptığımdan haberleri yoktu. Mevlitlerden sonra birkaç tane şeker veriyorlar bende afiyetle yiyor veya arkadaşlarıma veriyordum. Bir gün cebimde şeker bulan annem bunu nereden aldığımı sorunca gerçeği söyledim. Hem üzüldü hem de çok kızdı. “Bir daha oraya buraya gidip kuran okumayacaksın, kimseden şeker meker almayacaksın duyarsam bacaklarını kırarım” dedi.

Arkadaşlarıma göre çok hareketli bir çocuktum. Bir gün bir komşunun tavuğu kuyuya düşmüştü, kova salıp çıkarmaya çalışıyorlardı. Ben inip alayım dedim. İndim, tavuğu alıp çıktım. O günden sonra kimin bir şeyi kuyuya düşse hemen beni çağırıyorlar bende kuyu genişmiş darmış demeden inip alıyordum. Annem bunu öğrenince çılgınlar gibi beni dövdü. “Bir daha kuyuya indiğini duyarsam gebertirim seni” dedi. Annemin korkusundan bir daha inmedim.

Oysa okula gitmek için para kazanmalıydım. Aklımda hep bu vardı. Bir gün burçak yolmaya gidileceğini ve her gün için 25 kuruş verileceğini duydum. İşçileri götürecek Hamit amcaya beni de götürmesi için yalvardım. O da babama söylemiş. Babam bana bir ders vermek için “götür, parasını ben sana veririm sende ona verirsin” demiş.

Burçak tarlası türküsünü bilirsiniz, şöyle söylenir:

Sabahınan kalktım ezan da sesi var,
Ezan sesi değil de burçak yası var,
Sorun şu adama kaç tarlası var?
Aman da kızlar ne zor imiş burçak yolması,
Burçak tarlasında gelin olması.

Sabahınan kalktım, sütü pişirdim,
Sütün kaymağını yere taşırdım,
Kaynanamdan korktum, aklım şaşırdım.
Aman da kızlar ne zor imiş burçak yolması,
Burçak tarlasında gelin olması.

Elimi salladım, değdi dikene,
İlahi kaynana ömrün tükene,
İntizar ederim burçak ekene.
Aman da kızlar ne zor imiş burçak yolması,
Burçak tarlasında gelin olması.

Burçak, hayvan yemi olarak kullanılır ve yolmaya daha güneş doğmadan karanlıkta başlanır. Bu saatlerde daha yumuşak olduğu için kolay yolunur. Güneş çıkıp hava ısınmaya başladıkça sertleşir ve yolmak zorlaşır.

Arabalara bindik gittik. Daha oraya yeni varmıştık ki otların kokusu bana ağır geldi bayılmışım. Ayıldığımda köylüler yolmaya başlamışlardı bile. Hark şeklinde yan yana dizilerek yoluyorlardı. Hemen kalktım ben de aralarına katıldım. Onlar çok hızlı yoluyorlardı. 6 yaşındaki ben küçük ellerimle öyle hızlı yapamıyordum. İki tarafımdaki köylüler önceden uyarıldıkları için belli etmeden benim önümdekilerden de yoluyorlardı. Akşam olduğunda perişan olmuştum, yatar yatmaz uyumuşum. İnat ettim üç gün gittim 75 Kuruş’u kazandım ama küçücük nazik çocuk ellerim yara içindeydi.

Cuma günü şehrin pazarı idi. Babamla gittik grizet önlük kumaşı ile yeni ayakkabı ve önlük yakası aldık. Okula kaydım yapıldı. Öyle hırslıydım ki her sene sınıf birincisi oluyordum. İlkokulu birincilikle bitirdim.

O yıl bir karı koca Erzincan’dan bizim köye sürgün geldiler. Babam onlara çok yakınlık gösterdi. Ailecek görüşmeye başladık. Çocukları yoktu ve Erzincan’ın varlıklı bir ailesi idi. Benim yerimde duramayan hallerim çok hoşlarına gidiyor bende evlerinden çıkmıyordum. Okuma arzumu onlara da söyledim. “Baban izin verirse biz seni okuturuz dediler.” Dünyalar benim oldu. Hemen anneme koşup ne pahasına olursa olsun babamın gönlünü yapmasını istedim. Köy Enstitüsüne kaydım yapıldı. O ailenin yardımı ile orada da yine başarılı bir talebe oldum.

Enstitüden sonra Yüksek Köy Enstitüsüne devam ettim ve bitirdim. Köy Enstitüsünde dikiş dikmeyi ve mandolin çalmayı öğrenmiştim. 20 yaşında iken yine köy Enstitüsü mezunu eşimle evlendim. Gelinlik giyemedim yine gri bir döpiyesle ve sade bir tören ile nikâhımız kıyıldı ama sonra yakınlarım için üç adet gelinlik diktim. Kendime dikmiş gibi mutlu oldum.

Öğretmenlikten sonra birçok kültür yayınında emeğim oldu. Eşim Hukuk Fakültesini bitirdi ama hukukçu olmadı yayın hayatını tercih etti. Fransızcayı iyi bilirdi. Birçok kitabın Fransızca tercümesini yaptı. Birçok değerli kitap yayınladı. Son olarak eşimin yayın kurulu başkanlığını yaptığı çok ünlü bir ansiklopedinin yayın kurulunda birlikte görev aldık (Meydan Larousse). İstanbul’un mütevazı bir semtinde (Fatih) 4 odalı bir kira evinde bugünün bazı ünlü yazarlarını misafir ederek okuttuk. Eşimle, hiç keşkemiz olmayan dolu dolu bir hayatımız oldu ama Köy Enstitüleri “keşke” kapatılmasaydı.”

Bu röportajın sonuna daha önce anlattığı bir anısını da ben eklemek için izin istedim. Hatırlatınca, gülerek “ekle, okuyanlar öğrensinler” dedi. 80 li yaşların üzerinde olan ve artık kulakları çok az işiten eşi hukukçu ağabeyimiz İsa Öztürk Beyefendi ile Kumburgaz’daki yazlıklarından dönerken yüksek hızdan dolayı radara yakalanıyorlar. Çeviren polis memuru yaşına hürmeten saygı gösterip Amca Bey çok hızlı gidiyorsunuz, aceleniz mi var diye sorunca o da sakince cevap veriyor (her zaman öyleydi) “araba güzel, yol da güzel farkında olmadan biraz basmışım.” Yanında bulunan eşi Nafize Hanımefendi polise destek çıkıyor “dikkat etmiyor evladım, bu kırmızı ışık yanarken de geçti, yaz cezanı” diyor. Polis hem yaşlı hem de centilmen beyefendiye “bu seferlik ceza yazmıyorum ama lütfen eşinizin ikazlarına uyun” diyerek yolcu ediyor.


Hep özlemle anacağız. Mekânınız Cennet olsun sevgili Nafize ablamız sevgili İsa ağabeyimiz, orada da birlikte olursunuz inşallah.


https://www.yozgatgazetesi.com/a-kadir-capanoglu/burcak-tarlasindan-yueksek-koey-enstituesuene-158802.html

This entry was posted in KÖY ENSTİTÜLERİ, Uncategorized. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *