Siyonist Kaniş ile Cihatçı Eşeğin Hikâyesi

Osman Başıbüyük, Sun savunma Net, 19 Eylül 2021/Navoiy

Siyonist Kaniş ile Cihatçı Eşeğin Hikâyesi


Planlananı doğru tahmin etmek, kurulan tuzağı bozmanın en iyi yoludur. ABD’nin kaçarcasına Afganistan’ı terk etmesiyle yeni bir kirli oyunun kurulmak istendiğini görüyoruz. 19’uncu Yüzyıldan bu yana küresel oyunlarda Afganistan hep önemli bir aktör olarak yer almıştır. Bugün de öyle. Asli hedefi Müslüman ülkeler olan yeni oyunun amacını doğru tespit edebilmek için Afganistan’ın yaşadığı tarihi süreci iyi bilmemiz gerekiyor.

Büyük Oyun

Birkaç defa yazdım, birkaç defada anlattım ama tekrar etmekte fayda var. 19’uncu yüzyılda İngiliz ve Rus imparatorlukları arasında Orta Asya’da yaşanan bir nüfuz mücadelesi vardı. Buna “Great Game”, Türkçesi “Büyük Oyun” adı veriliyordu. Bu mücadelenin sebebi, ticaret ve ticaret yolunun kontrolü bir başka deyişle paranın kontrolüydü.

Uzak Doğu’dan yola çıkıp Orta Asya’yı kat ederek Avrupa’ya uzanan tarihi bir İpek Yolu ticaret hattı var. İpek Yolu ticaretinin ana kaynağı yalnızca Çin değildi. Aynı zamanda bu ticaret güzergâhına Hindistan’dan gelen mallar da dâhil oluyordu. Çin’den gelen ticaret yolu, Uygur Türklerinin yaşadığı Sincan bölgesini kat ettikten sonra kuzeyden Taşkent, Semerkant ve Buhara üzerinden İran yoluyla Bağdat, Şam ve oradan Akdeniz’e ulaşıyordu. Hindistan’dan gelen mallar ise İpek Yolu’na bugünkü Afganistan sınırları içinde kalan Kabil ve Mezar-ı Şerif’i kat ettikten sonra şimdiki Özbekistan sınırları içerisinde olan Buhara’dan dâhil oluyordu.

Coğrafi keşifler sonucu İpek Yolu eski önemini kaybetmişti. Çin ve Hindistan ile Avrupa’nın ağırlıklı ticareti deniz yoluyla yapılıyordu. O tarihlerde Çin ve Hindistan İngiliz sömürgesiydi. Hindistan dediğimiz zaman bugünkü Pakistan ve Bangladeş de Hindistan topraklarına dâhildi. Koskoca bir coğrafyada Hindistan ve Çin’in ticaretini kontrol eden ise küresel sermayenin en büyük temsilcilerinden olan Rothschild ailesiydi.

Ruslar, 1860’lı yıllarda Buhara, Semerkant ve Taşkent’i ele geçirdiler. Taşkent üzerinden Çin’in Uygur Türklerinin yaşadığı Sincan bölgesini ve Buhara, Mezar-ı Şerif, Kabil hattı üzerinden Hindistan’ı tehdit ediyorlardı. Ruslar Hindistan’a ve/veya Çin’e girerlerse bu kârlı iki sömürge kaybedilebilirdi. Rusların durdurulması gerekiyordu. Bu yüzden İpekyolu’nun Hindistan bacağı üzerinde yer alan Afganistan üzerinde Ruslarla İngilizler arasında büyük çatışmalar yaşandı. İşte buna Büyük Oyun adı verildi. Orada yaşayan halklar, kabileler ve etnik unsurlar da bu savaşın birer parçası oldular. Kimi İngilizlerin kimi Rusların yanında yer aldı. Bahse konu halkların çocukları günümüzde de bu oyunun içerisindedir; bahsedeceğiz. O tarihlerde Türkistan coğrafyasında yaşayan Türk ve Müslüman kökenli halklar, Ruslara karşı isyan ettirildi ve bu sebeple Orta Asya ve Afganistan coğrafyasında 19’uncu yüzyılda kanlı bir iç savaşlar ve ayaklanmalar dönemi yaşandı.

Bu savaş ve ayaklanmaların iki önemli sonucu oldu:

1) Rusların Hindistan ve Çin’e doğru ilerleyişi durduruldu. Tabi bu durdurma operasyonunda Osmanlı Devleti’nin de büyük payı oldu. Osmanlı’nın dâhil olduğu 1856 Kırım Savaşı, 1864 Çerkez isyanı ve 93 Harbi (1877-78) hep Rusların Çin ve Hindistan’a ilerleyişini durdurmak için Rusları batı cephesinde oyalamak ve yıpratmak maksadıyla çıkarılmış savaşlardı. Bu savaşlarda Osmanlı, bir piyon olarak kullanılmıştı.

2) İpek Yolu üzerinde yaşanan savaş ve ayaklanmalar az da olsa devam eden İpek Yolu ticaretini tamamen bitirdi. Taşkent, Semerkant ve Buhara, Rusların eline geçmişti. İpek Yolu ticareti devam etseydi buradan en büyük payı Ruslar alacaktı. Fakat bölgede yaşayan Türk ve Müslüman kökenli halklar sürekli kışkırtılarak Ruslara karşı isyana zorlandı, yaşanan ayaklanma ve çatışmalar neticesinde ticaret artık bu topraklardan geçmez oldu. Çünkü ticaret ve para güvenli liman ister, riskten kaçar. İpek Yolu ticaret koridoru bölge istikrarsızlaştırılarak kesildi. Böylece hem Ruslar hem de bölge halkları bu ticaretin gelirinden yoksun bırakıldı. Aynı zamanda Çin ve Hindistan sömürgelerinin ticaretlerinin tamamı deniz yoluna zorlandı. Böylece İngiltere ve Fransa aracılığıyla deniz ticaretini kontrol eden Rothschild ailesi ticaret tekelini muhafaza etmiş oldu.

Jacob Rothschild. Fotoğraf: AP/Sang Tan

Şu önemli tespiti not düşerek tarihe yolculuğumuza devam edelim:

19’uncu Yüzyılda Orta Asya ve Afganistan bilerek istikrarsızlaştırıldı. Çünkü istikrarsız topraklardan ticaret yolu geçemez. Bugün de Çin’den Avrupa’ya ulaşacak Kuşak Yol isimli tren yolu ticaret hattı kesilecekse aynı yöntem kullanılacaktır. Ticaret ve paranın kontrolü için küresel aktörler her zaman iç savaş ve istikrarsızlaştırma yöntemini kullanmıştır.

1979 Rus-Afgan Savaşı ve Bağlantısızlar Hareketi ilişkisi

Şimdi geliyoruz 1979 yılına. 1979 yılında Sovyetler Birliği, Afganistan’daki Marksist hükûmetin daveti üzerine Afganistan’a girerek 10 yıl sürecek ve kendi sonunu getirecek kanlı bir savaşın içine çekildi.

1979 bir başka açıdan da çok önemli bir yıldı. Aynı yıl Pakistan ve İran, Bağlantısızlar Hareketi’ne üye olmuştu. Bu noktada Bağlantısızlar Hareketi’nden kısaca bahsetmek gerekiyor. Bağlantısızlar Hareketi, 1955 yılında Hindistan’ın liderliğinde Endonezya’nın Bandung kentinde başlamıştı. Hareket, 1961 yılında Yugoslavya’nın Başkenti Belgrat’ta kurumsal hale geldi. Soğuk Savaş yıllarında dünyanın önemli bir kısmı Doğu ve Batı blokları arasında iki kutba ayrılmıştı. Bağlantısızlar Hareketi’ne üye olan ülkeler, bu kutuplaşmanın dışında kalmak istiyorlardı. Bağlantısızlar Hareketi’nin amacı, üye ülkeleri Doğu ve Batı blokları arasında yaşanan çıkar çatışmalarının dışında tutmak, söz konusu çatışmaların üye ülkelerin toprak bütünlükleri ve egemenliklerine zarar vermesini önlemekti. Asya kıtasında Bağlantısızlar Hareketi’ne üye 36 ülke vardı.

Hindistan hareketin kurucu üyesiydi. Afganistan örgüte kurulur kurulmaz 1961 yılında üye olmuştu. Bangladeş harekete 1973 yılında katılmıştı. Asya kıtasının en güneydoğu ucundaki Vietnam ise örgüte 1976 yılında girmişti. 1979 yılında İran ve Pakistan’ın üye olmasıyla Bağlantısızlar Hareketi bütün Güney Asya’yı boydan boya kaplamış oldu.

Afganistan Sevr Devrimi. Kaynak: Asian Marxist Review

Bağlantısızlar Hareketi, aynı yıl, yani 1979 yılında çok önemli bir hamle daha yaptı. 1’inci Havana Bildirisi yayınlandı. Havana Bildirisi’nde, “üye ülkelerin millî bağımsızlığı, egemenliği, toprak bütünlüğü ve güvenliğinin, sömürgecilikten, yayılmacılıktan, ırkçılıktan ve her türlü dış baskı, istila, işgal ve dış müdahaleden” korunacağı söyleniyordu. Bunu başarmak için üye ülkelerin işbirliği yapacağı açıklanıyordu. Seçilen yol ise ekonomik entegrasyondu. Üye ülkeler, Havana Bildirisi ile doğal kaynakların işletilmesi, teknik, teknolojik, ticari ve finansal açıdan işbirliği yapmaya karar verdiler. Bağlantısızlar Hareketi hem ABD liderliğindeki Batı Bloğunu, hem de Rusya liderliğindeki Doğu bloğunu emperyalist olarak görüyordu. İki blok arasındaki çatışmalar, ülkelerin ucuz pazar olmasına, sömürgeleşmesine sebep oluyordu. Bağlantısızlar Hareketi, bu emperyalist tuzaktan üyelerini korumak için kendi aralarında ekonomik ve teknolojik yardımlaşma yapmaya karar vermişti. Düşünebiliyor musunuz, dünya nüfusunun %55’ini BM üyelerinin 2/3’ünü oluşturan ve tüm güney Asya’yı kapsayan bir bölge, emperyalizmin kollarından kendini korumaya çalışıyor, özellikle küresel sermayenin sömürüsünden kurtulmak istiyordu. Batı ve küresel sermaye açısından böyle bir şeye izin verilemezdi. Bağlantısızlar Hareketi’nin baltalanması gerekiyordu.

Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali bu baltalama operasyonuna çanak tuttu. Afganistan’da 1978 yılında “Sevr devrimi” olarak bilinen darbe sonrasında iktidara gelen Marksist hükümet, komünizm ideolojisi gereği halkın dini ve geleneksel dokusu ile radikal bir biçimde oynamaya başlamıştı. Bu noktada komünizm ideolojisinden biraz bahsetmek gerekiyor. Komünizm ideolojisinde, dini ve etnik kimliğe yer yoktur. Komünizme göre dini inanç insanların kardeşçe yaşamasının önünde bir engeldir. Dinin inanç tartışılmaz ya inanırsın ya da inanmazsın. Üstelik herkesin dini inancı diğerlerinin inancından üstündür. Dini kimliklerini ön planda tutan bir Müslüman ile bir Hristiyan’ın veya bir Yahudi’nin bir arada kardeşçe yaşamasına imkân yoktur. İnsanlar dinsiz olursa büyük bir çatışma kaynağı ortadan kalkmış olacaktır. Aynı şekil de etnik kimlik de insanlar arasındaki en önemli çatışma kaynaklarından birisidir. Etnik kimliklerini ön plana çıkartan bir Türk ile bir Yunanlı veya bir Rus kardeşçe yaşayamaz. Komünizm ütopyasına göre tüm dünyanın komünist olarak barış içinde yaşayabilmesi için insanların dini ve etnik kimlikleri silinmelidir.

Zbigniew Brzezinski. Fotoğraf: Win McMamee/Getty Images

Şimdi bu olaya siz batı ve küresel sermaye açısından bakın. Komünizmin yayılmasını önlemek için ne yapmanız gerekir? Dini inancı ve etnik kimliği ön plana çıkarır ve körüklerseniz her ikisini de reddeden komünizmin yayılmasını önlemiş olursunuz. İşte bu mantık temelinde işleyen Yeşil Kuşak projesini ABD başkanı Jimmy Carter’ın güvenlik danışmanı Macar asıllı bir Yahudi olan Zbigniew Brzezinski tasarlamıştı.

Afganistan’daki Marksist rejime geri dönelim. Sovyetlerin desteğini alan bu rejim, komünizm ideolojisi çerçevesinde Afganistan halkını oluşturan çok değişik etnik ve mezhep yapısındaki kabilelerin etnik ve mezhep kimliklerini silerek çatışmadan uzak, barış içinde yaşayan, istikrarlı bir Afganistan yaratmak istiyordu. Eğer bu proje başarılı olsaydı Afganistan’ın komünist modeli önce sol hareketin çok güçlü olduğu İran’a sıçrayabilir sonra Pakistan’a ve oradan Kore ve Vietnam yoluyla tüm güneydoğu Asya’yı kaplayabilirdi.

Küresel sermayenin liderliğini yapan ABD’nin önünde iki büyük tehlike vardı: 1) Komünizmin yayılma tehdidi, 2) Bağlantısızlar Hareketi’nin başarılı olarak küresel sermayenin bu bölgedeki yayılma alanını daraltması.

İşte bu probleme Vatansız Para (Küresel Sermaye)’nın beyin takımından olan Macar Yahudi’si Zbigniew Brzezinski’nin bulduğu çözüm, Yeşil Kuşak projesi ile Siyasal İslam’ı bölgeye dayatmaktı. Projeye CIA tarafından verilen ad, Operation Cyclone idi. Radikalleştirilmiş Siyasal İslam ile hem komünizmin bölgeye yayılması engellenecek hem de din üzerinden çıkarılan problemlerle bölgedeki Bağlantısızlar Hareketi üyesi ülkelerin birbiriyle entegrasyonu önlenecekti.

Yeşil kuşak projesi çerçevesinde Pakistan’da medreseler ve eğitim kampları kuruldu. Buralarda mücahit adı verilen Afgan direnişçiler radikal İslam ideolojisinde Sovyetlere karşı savaşmak için yetiştirildi. Bu kamplarda aynı zamanda başta Suudi Arabistan ve komşu ülkeler olmak üzere birçok Müslüman ülkeden gelen gençler de Sovyetlere karşı ilan edilen Cihad’da savaşmak için eğitildiler. Böylece kendi ülkesi dışında sözde “İslami Cihad” uğruna başka ülkelere savaşmaya giden cihatçı savaşçı profili yaratılmış oldu.

Eş zamanlı olarak 1979 yılında İran’da Humeyni iktidara getirildi. İran kendi dini rejimini komşu ülkelere yaymak için büyük bir çaba içerisine girdi. Bu çaba İran’ın komşularıyla ilişkilerini bozdu. 1980 yılında Hindistan’ın Müslümanların yaşadığı Keşmir bölgesinde büyük bir ayaklanma çıktı. Pakistan ile Hindistan arasında zaten var olan Keşmir sorunu tekrar alevlendi. Bağlantısızlar Hareketi’nin üyeleri İran, Pakistan ve Hindistan, ekonomik entegrasyona gitmeyi planlarken birdenbire kendilerini din ekseninde birbirleri ile mücadele eder halde buldular. Brzezinski’nin aklıyla CIA tarafından icat edilen Radikal Siyasal İslam temelinde “Hilafeti Yaymak” için kurulan El-Kaide, DAEŞ, İŞİD-K gibi terör örgütleri bugün Filipinler’den Malezya’ya kadar bütün bölgede halen aktiftir.

Tekrar altını çizerek yazalım. İslam dininin “cihatçı hilafet yorumu” bir Yahudi stratejist Brzezinski tarafından o tarihlerde Ortadoğu ve Güneydoğu Asya’da hem komünizmin yayılmasını önlemek hem de bölge ülkelerinin Bağlantısızlar Hareketi çerçevesinde entegrasyonuna mâni olmak maksadıyla istikrarsızlık yaratmak amacıyla kullanılmıştı. Bugün durum ne dersiniz acaba? Onu da yazacağız.

Taliban Rejimi

1979 yılında Afganistan’ı işgal eden Sovyetlerin amacı, Afganistan’da istikrarlı bir rejim kurmaktı. Sovyetleri Afganistan’dan atmak isteyen ABD’nin amacı ise istikrar getirmek değil tam tersine ülkeyi istikrarsızlaştırmaktı. Nitekim de öyle oldu. Sovyetler Birliği Afganistan’dan atıldıktan bir süre sonra Taliban iktidara geldi. Gülbeddin Hikmetyar, 1992 yılında Afgan direnişçilerin oluşturduğu Yönetim Konseyi tarafından başbakan seçildi.

Hatırlayın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1980 yılında Gülbeddin Hikmetyar’ın Türkiye ziyareti esnasında dizinin dibinde çekilmiş bir fotoğrafı ve videosu var. İşte o Hikmetyar, 1996 yılında Kabil’deki radyo ve televizyonlarda müzik yayımlanmasını yasakladı ve bütün sinemaları kapattı. Taliban’ın Afganistan’da iktidarda olduğu bu dönemde, kız çocuklarının eğitim görmesi yasaklandı, şeriat kuralları gereği hırsızların eli kesilmeye başlandı; cinayetten suçlu bulunanlar, halkın önünde idam edildi; erkeklere sakal mecbur edilirken, kadınların çalışması yasaklandı ve peçe zorunluluğu getirildi; bu kuralların uygulandığını kontrol etmek için din polisi tesis edildi ve “halkın mutlu yaşaması için” Fazilet Yayma ve Ahlaksızlığı Önleme Bakanlığı kuruldu. (Bugün de Taliban iktidara gelir gelmez Kadın İşleri Bakanlığını Fazilet Yayma ve Ahlaksızlığı Önleme Bakanlığı’na dönüştürdü.) Kısacası Taliban iktidarında yapılan bu uygulamalar doğal olarak ülkeyi kısa sürede orta çağa geri götürdü. Aynı zamanda ülkedeki etnik ve mezhep çatışmalarını körükledi. Macar Yahudi’si Brzesinski’nin İslam Dinini kullanarak İslam topraklarını istikrarsızlaştırma projesi Operation Cyclone %100 başarılı olmuştu.

Sovyetler, Afganistan’dan çekildikten sonra bu cihatçı guruplar Müslümanların en çok probleminin olduğu İsrail’e gidip Filistinli kardeşleriyle birlikte Siyonistlere karşı savaşmak isteyince Brzezinski’ye karşı büyük tepkiler doğmuştu. Brzezinski’ye “bir politik İslam yarattınız, şimdi bu hareket bize karşı yönelip başımıza bela olmaz mı” diye sorulduğunda Brzezinski; “hiç önemli değil, onlar ancak parasını ödediğimiz müddetçe aktif olabilirler, gidecek ülkeleri yok, biz parayı kesince dağılacaklardır” diye cevap vermişti[1]. Gerçekten de bu cihatçı grupların basit bir tüfek üretecek teknolojisi dahi yoktur. Ellerine birileri silah tutuşturmadan savaşamazlar bile. Neyse, bu cihatçı grupların İsrail’e giderek Siyonizm’e karşı savaşmak isteyen liderleri öldürüldü sonra bu gruplar sırasıyla Bosna-Kosova ve Çeçenistan savaşlarında kullanıldı.

Zalmay Khalilzad

Brzesinski’nin kurduğu beyin takımı içerisinde çok önemli bir isim vardı; Zalmay Khalilzad. 19’uncu Yüzyılda küresel oyunlara hizmet eden bölge halklarının çocuklarından bahsetmiştik ya işte o çocukların günümüz temsilcilerinden birisi de Zalmay Khalilzad’tır. Zalmay Khalilzad, Mezar-ı Şerif şehrinde doğmuş Peştun kökenli bir Afgan’dı. Kendisinin Sünni Müslüman olduğu söyleniyor! Khalilzad, AFS (American Field Service) öğrenci değişim programı ile ABD’de lise öğrenimini görmüş, Beyrut’ta Amerikan Üniversitesinden mezun olmuş ve Chicago Üniversitesinde doktora yapmıştı. 1979’dan itibaren Operation Cyclone kapsamında Brzezinski ile birlikte çalışmaya başladı ve 1984 yılında ABD dışişleri bakanlığına girdi. Khalilzad Afgan kökenli biri olarak cihatçı savaşçıların eğitilmesi ve Sovyetlere karşı savaştırılması projesinin tam göbeğindeydi.

Zalmay Khalilzad kilit bir isim. Khalilzad, 1979’da Afganistan’a yapılan operasyonun merkezindeydi. 11 Eylül sonrası 2001 yılında Afganistan’ın işgalinden sonra bu ülkeye ABD Büyükelçisi oldu. 2005 yılında Irak’ta iç savaş alevlendiğinde ABD’nin Irak Büyükelçisiydi. 2007 yılında ABD’nin BM nezdindeki Büyükelçisi olmuştu. Hiç kimse Vatansız Para (küresel sermaye)’nin onayı olmadan ABD’nin BM Büyükelçisi olamaz. Zalmay Khalilzad’ın Amerikan siyasi çevrelerindeki unvanı, “Siyonist Kaniş” idi[2]. Bu unvan İsrail’e yakın politikalar izlemesinden kaynaklanıyor. Ama aynı zamanda Sünni kökenli bir Müslüman görünmesine rağmen Yahudi asıllı Siyonist olarak bilinen bir kadınla evli. Zalmay Khalilzad, bugün de Afganistan’daki en önemli aktörlerden birisi, onu takip ederek neler olacağını tahmin edebiliriz. Bu konudan bahsedeceğiz ama önce, 11 Eylül operasyonundan sonra Afganistan’ın işgaline gelelim.

11 Eylül Sonrası Afganistan

11 Eylül 2001 tarihinde iki uçağın New York kentindeki Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerine ve bir uçağın Pentagon’a çarpması ile düzenlenen terörist saldırılardan sonra ABD, suçlunun El-Kaide olduğunu iddia ederek El-Kaide terör örgütü ve lideri Usame Bin Laden’e ev sahipliği yapan Afganistan’ı 07 Ekim 2001’de bombalamaya başladı. Bildiğiniz gibi bu operasyon 20 yıl devam etti. Şimdi bu işgalin arka planını biraz inceleyelim.

Paul Wolfowitz, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra ABD’nin küresel askeri konuşunun nasıl olması gerektiği konusunda bir plan hazırlamıştı (1992). Sonradan Wolfowitz doktrini olarak adlandırılan plan göre, “ABD, dünyanın tek süper gücü haline gelmeliydi. Bunu başarmak için Washington, kendisine rakip ulusların hatta Almanya ve Japonya gibi müttefik ülkelerin bile ABD’nin ekonomik ve askeri üstünlüğüne meydan okumasını önlemek için agresif eylemlerde bulunmalıydı. Washington, potansiyel rakipleri, küresel veya bölgesel güç olmaya istekli olmaktan caydıracak bir mekanizma kurmalıydı. Bu bir anlamda tek taraflı bir emperyalizm ilanıydı.

Amerikalı Orgeneral Wesley Clark bir televizyon programında bir anısını anlatmıştı. Orgeneral Clark 11 Eylül saldırılarının hemen sonrasında 20 Eylül’de Pentagon’u ziyaret etmiş ve Savunma Bakanı Rumsfeld ve yardımcısı Paul Walfowitz ile görüşmüştü. Görüşme sonrasında Clark, daha önce Pentagon’da kendi emrinde çalışan diğer arkadaşlarına da bir merhaba demek için alt kata inmişti. Emrinde çalışan generallerden birisi Orgeneral Clark’ı bir kenara çekerek, Rumsfeld ve Wolfowitz’in Afganistan’dan sonra Irak’ı da işgal etmek istediklerini söylemişti. Birkaç hafta sonra Orgeneral Clark, Pentagon’a bir kez daha gelerek kendisine bilgi veren general ile tekrar görüşmüş, bu sefer bahse konu general Org. Clark’a Savunma Bakanı Rumsfeld’in ofisinden aldığı bir belgeyi göstermişti. Belgede 5 yıl içerisinde 7 ülkenin, Irak, Suriye, Libya, Lübnan, Somali, Sudan ve İran’ın nasıl yok edileceği yazıyordu[3].

Yeni Orta Doğu Haritası. Kopya Hakkı: Yarbay Ralph Peters

BOP Projesi ve Yarbay Ralph Peters

Peki, bahse konu bu ülkeler nasıl yok edilecekti? Bunun ipuçlarını da Amerikalı Yarbay Ralph Peters’in 2001 yılının kış aylarında yazdığı “Stability, America’s Enemy – İstikrar ve Amerika’nın Düşmanları” başlıklı makalesinden anlıyoruz. Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) meşhur bir haritası var ya işte bu haritayı Yarbay Peters çizmişti.

Yarbay Peters makalesinde özetle şöyle diyor:

“Tarihsel olarak, dünyada yaşanan istikrarsızlıklar Amerika’nın yararına olmuştur. Bu istikrarsızlıklar sayesinde ABD prestij ve nüfuz kazanmıştır. Güvenli liman arayan yatırımlar ABD’ye gelmiştir. Bütün bunlar sayesinde ulusal paramız emsalsiz bir değer kazanmıştır. 20’nci Yüzyılda yaşanan istikrarsızlıklar olmasa ve emperyalist İngiliz ve Fransız imparatorlukları dağılmasaydı ABD’nin ekonomik gelişmesi çok daha yavaş olurdu. Bugün dünyada yaşanan istikrarsızlıklar olmasa, Balkanlardan Güneydoğu Asya’ya kadar çok geniş bir coğrafyada halklar baskıcı, yozlaşmış rejimler altında yaşamaya devam edecekti. Baskıcı devletlerin yaşamasına yardım etmek, özgür bir dünyanın yaratılması önünde büyük engeldir.”

“Dünyanın istikrarlı olmasının iş hayatına dolayısıyla ABD’nin ekonomik çıkarlarına hizmet ettiği düşüncesi yanlıştır. Bu inancın aksine Amerikan gücünün küreselleşmesi, çöken imparatorlukların yarattığı muazzam istikrarsızlıklar sayesinde olmuştur. 20’inci yüzyılda bu düşüncenin yanlış olduğunu gösteren birçok olay yaşanmıştır.’’

“Savaşlar, devrimler ve onlarca yıl yaşanan istikrarsızlıklar Amerikan mallarına pazar açılmasını sağlamış ve Amerikan yatırımcılarına yeni fırsatlar yaratmıştır. Özetle istikrarsızlık ABD’nin yararınadır.”

“Peki, istikrarsızlık nasıl sağlanır? Demokrasi, baskıcı rejimler sayesinde zorbela bir arada yaşayan toplumların geride kalan sosyal bağlarını da iyice zayıflatarak etnik ve mezhep temelinde gruplaşarak parçalanmalarını sağlar.”

“Acımasız bir paradoks olacak ama çatırdayan, zayıf devletlere bizim ısrarla demokrasi dayatmamız küresel istikrarsızlığa yaptığımız en büyük katkı olacaktır. Her türlü hastaya semptomları ne olursa olsun tedavi olarak çok kısa sürede inşa edilecek bir demokrasi dayatmalıyız.”

“Eğer kabileler, hırsız, baskıcı bir hükümetlerden daha etkili bir şekilde yönetebileceklerse neden kabilenin kendi topraklarını yönetmesine izin vermeyelim? Aynı şekilde eğer şirketler diktatörden daha insancıl bir şekilde halkları yönetebiliyorsa neden onlara bir şans tanımayalım?”

“Son zamanlarda, ABD’nin dünyanın polisi olduğuna dair çok şey konuşuluyor. ABD, dünya jandarması değildir ve buna gücümüz yetmez, denesek bile bu olmaz. ABD’nin rolü, terörizme karşı başlattığımız bu haçlı seferinde hakemlik olmalıdır. Bırakalım çözülmeye yüz tutmuş devletleri oluşturan etnik ve mezhep grupları ülkelerini parçalayıp kendi küçük topraklarına sahip olmak için çatışsın dursun.”

“Etnik ve mezhep temelinde organize olmuş topluluklar neden işgalci bir güç olan merkezi hükümetin silahlı kuvvetlerinin topraklarını terk etmesini istemesin? Özgürce yaşamak onların da hakkı. Bu istikamette parçalanan devletlerin yarattığı istikrarsızlık, ABD’nin yararına olacaktır.”

Yarbay Ralph Peters’in makalesi, BOP projesinin gerçek amacını özetliyordu.

ABD zararlı çıktı

Yarbay Ralph Peters’in yazdığı bu makale ve çizdiği harita çerçevesinde BOP projesi ortaya çıkmıştı. Projeyi dünyaya, dönemin ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice, Washington Post gazetesinde yazdığı bir makale ile duyurmuştu. Rice, ABD’nin BOP projesi ile Yarbay Peters’in haritasını çizdiği 22 ülkeye demokrasi getireceğini ilan ediyordu. Müslüman ülkelere demokrasi ve halklarına özgürlük getirilecekti! Bu sayede söz konusu ülkeler, otoriter rejimlerden kurtulup, serbest piyasa ekonomisine açılarak ve refaha kavuşacaktı. Ama aslında amaçlanan bu ülkelere demokrasi dayatarak parçalamak ve koskoca İslam coğrafyasını istikrarsızlaştırmaktı. Yaşanacak istikrarsızlıktan ABD ekonomik olarak yararlanacaktı. Peki, ABD bu istikrarsızlaştırma operasyonlarından karlı mı çıktı? Hayır, tam tersi zarar etti.

İlerici Politika Araştırmaları Enstitüsü’nde yapılan bir araştırmaya göre ABD, 11 Eylül’den bu yana yaptığı operasyonlar, silahlanma ve istihbarat faaliyetlerine 21 trilyon dolar harcadı[4]. Bu para ABD federal hazinesine borç olarak yazıldı. Bu operasyonların ABD’ye ekonomik olarak hiçbir geri dönüşü olmadı. İstikrarsızlaştırma operasyonlarından kârlı çıkanlar başta Vatansız Para ve İsrail’di. Vatansız Para, zayıflayan veya parçalanan devletlerin yeraltı ve yer üstü kaynaklarına ucuza çöküyor, yıkılan sınırlar sayesinde kendine yeni pazarlar açıyordu. İsrail ise kendisine tehdit teşkil eden komşu ülkeleri parçalayarak hem güvenliğini sağlıyor hem de gelecek için kendisine yayılma alanları açıyordu. ABD bu süreçte gırtlağına kadar borca batarken, Vatansız Para ve İsrail’e alan açmıştı. Üstelik ABD’nin büyüyen borcu Vatansız Para’dan başkasına değildi. Washington, Vatansız Para’nın maşası olmuştu.

Özetle, 11 Eylül sonrası gerçekleşen Afganistan ve Irak’ın işgali, sonrasında BOP ve Arap Baharı operasyonlarıyla, Tunus, Mısır, Libya ve Suriye gibi ülkelerde yaşanan iç savaşlar, küresel bir istikrarsızlaştırma projesinin parçalarıydı.

Hedef Türkiye

11 Eylül ile başlayıp 20 yıl süren ve ABD’nin Afganistan’dan kaçarcasına çekilmesiyle son bulan bu dünyayı istikrarsızlaştırma projesi acaba bitti mi? Şimdi bu sorunun cevabını arayacağız.

ABD’nin Afganistan’dan çekilmesini planlayan ana aktörün bizim Siyonist Kaniş Zalmay Khalilzad olduğunu yazmıştık. Khalilzad, 2018 yılında ABD Dışişleri Bakanı ve eski CIA başkanı Mike Pompeo tarafından ABD’nin Trump Yönetimi için “Afganistan özel temsilcisi olarak atandı. Bu görevlendirmeden sonra Khallilzad, Müslüman Kardeşler Örgütü’nün liderlerini barındıran ve Taliban’ın bir ofisini açık tutan Doha’da Taliban’ın sürgündeki temsilcileriyle görüşmeye başladı. Bu arada Khalilzad, Taliban’ın kurucu liderlerinden ve 1996 yılından Afganistan’da Taliban’ın zafere ulaşmasını sağlayan ve Pakistan’da hapiste bulunan en önemli lideri Molla Abdulgani Birader (Molla Abdul Gani Baradar)’in baskıyla serbest bırakılmasını sağladı. Molla Abdulgani Birader, serbest bırakıldıktan sonra Doha’ya gelerek Taliban heyetinin başına geçti ve Siyonist Kaniş Khalilzad ile ABD ve NATO’nun Afganistan’dan çekilme görüşmelerini yürütmeye başladı. Görüşmeler sonucunda Taliban ile ABD arasında 20 Şubat 2020’de Doha Anlaşması olarak adlandırılan çekilme planı üzerinde uzlaşıldı. Ne ilginç bu görüşmelere Afganistan’ın resmi hükümeti davet edilmemişti[5].

Taliban lideri Molla Abdulgani Birader, ABD Afganistan’dan çekildikten sonra Katar Hava Kuvvetleri’ne ait bir C-17 uçağı ile Doha’dan Afganistan’ın Kandahar havaalanına getirildi. Molla Birader, burada İslamcı militanlar tarafından sevinçle bir kahraman olarak karşılandı[6]. Takiben Molla Birader, Taliban’ın tesis ettiği yeni Afgan hükümetinin başkan yardımcısı oldu[7]. Anlayacağınız Siyonist Kaniş Zalmay Khalilzad’ın, Taliban’ı kurarken kullandığı Molla Abdulgani Birader yeni kurulan Afgan hükümetine başrol oyuncusu yapılmıştı. Şimdi bu tespitten nasıl bir sonuç çıkarmalıyız.

Pompeo ve Baradar. Fotoğraf: Getty Images

Libya, Irak ve Suriye’yi istikrarsızlaştırmak için bu ülkelere yurt dışından getirilen cihatçı savaşçıların büyük ölçüde işleri tamamlanmıştı. Cihatçı savaşçılar, bu operasyonlarda kullanılırken çok zayiat vermişler ve sayıları ciddi oranda azalmıştı. Üstelik artık bu ülkelerde barınmaları zorlaşmıştı. Cihatçı savaşçıların yeni operasyonlarda tekrar kullanılabilmesi için çoğaltılmaları gerekiyordu. Cihatçı savaşçıların tekrar yetiştirileceği bir tarlaya ihtiyaç vardı. Bu tarla doğdukları topraklar Afganistan’dan başka bir yer olamazdı. ABD ordusu Afganistan’dayken, bu topraklarda Cihatçı savaşçıları tekrar çoğaltmak mümkün olmazdı. ABD ordusu Afganistan’dan çekilmeliydi ki bu topraklarda yeniden kontrolsüz kamplar oluşsun, çeşitli radikal İslami guruplar tekrar bu topraklarda örgütlenerek dünyanın çeşitli bölgelerine götürülerek savaşacak teröristler yetiştirebilsin. İşte Vatansız Para’nın uşağı, Siyonist Kaniş Zalmay Khalilzad’ın planı budur. ABD, Afganistan’dan çekilirken 85 milyar dolar değerindeki uçak, helikopter ve zırhlı araçlarında dâhil olduğu yüzbinlerce silahı boşuna bırakmamıştır. Ne de olsa orada yetiştirilecek yeni cihatçı savaşçılara silah lazım.

Bir örnekle durumu somutlaştıralım. Eskiden durumu iyi olmayan vatandaşlar, kışın besleyemeyecekleri eşekleri ıssız bir adaya bırakırmış. Eşekler ölmez yaşarsa yaz geldiğinde onları oradan alır tekrar kullanmaya devam edermiş. Afganistan’ın Taliban’a teslim edilmesi aynen böyle bir olaydır.

Yalnız burada bir noktaya çok dikkat etmemiz gerekiyor. Başta Taliban olmak üzere Afganistan’daki diğer terör örgütlerinin ve yeni kurulacak olanların dini inancının içerisinde mutlaka “Hilafeti kurma” amacı olmalıdır. Çünkü Hilafeti kurma inancı olmazsa, Afganistan adasında yetiştirdiğiniz cihatçı eşekleri oradan alıp Bosna, Çeçenistan, Libya ve Suriye gibi başka ülkelerde kullanamazsınız. Siyonist Kanişlerin yetiştirdiği bu “Müslüman eşekler (cihatçı teröristler)” sadece ve sadece Müslüman ülkelerde kullanılabilir.

Bundan sonraki hedef ülke Türkiye’dir. Sıradaki istikrarsızlaşacak ülke İran olarak düşünülebilir. Ancak Şii İran’ın dokusu Vehhabi-Selefi temelinde yetiştirilen cihatçı eşeklerle örtüşmez. Ancak Diyanet İşleri Başkanının ülkede zaten var olan kutuplaşma yangınına körükle gittiği, Suriye, Afganistan, Irak ve Somali gibi ülkelerde 7 milyonu aşkın sığınmacı alan Türkiye, yakın gelecekte kendisini büyük şehirlerde patlatacak cihatçı eşeklerle karşı karşıya bulacaktır.

 

Bir konuya daha değinerek bu faslı kapatalım. ABD, Afganistan’ı terk ederken başka bir hamle daha yaptı. Kendisine 20 yıl boyunca hizmet eden Afganların parmak izi, göz taraması kayıtları ve biyografilerinin Taliban’ın eline geçmesine müsaade etti. Üstelik parmak izi ve göz taraması yapan biometrik cihazları da Taliban’a bıraktı. Normalde askeri kurallar gereği, ordu çekilirken gizli bilgi, silah ve teçhizat düşman eline geçmesin diye imha edilir. Bu yapılmadı, çünkü ABD’nin yaptığı etnik ve mezhep temelli fişlemeler değişik grupların eline verilerek Afganistan’da iç savaşın devam etmesi sağlanacak. Afganistan’da istikrarsızlık devam etmezse ülkeye Çin veya Rusya gibi ülkeler müdahale ederek ülkeyi istikrara kavuşturabilir ve bölgenin terörist üreten bir bataklık olmasını sonlandırabilir. Bunun olmaması için Afganistan’da iç savaşın devam etmesi gerekiyor. Yani önümüzdeki yıllarda Afganistan’da cihatçı eşek üreten iç savaş devam edecek.

Kabil Havaalanı

Peki, bizim Siyonist Kaniş Zalmay Khalilzad ve onunla aynı misyonu üstlenenlerin Afganistan’daki terörist yapılanmaları kontrol edebilmeleri için ne gerekmektedir? En önemli şey; Vatanız Para’ya hizmet eden bölgedeki örgütlerin liderleriyle irtibat kurmaktır. Onların ihtiyaç duyduğu para, silah ve istihbarat gibi önemli bilgileri aktarmak ancak dünyaya açılan bir kapı ile olur. Kabil Hava Limanı’nın açık olması bu yüzden çok önemlidir. Kabil Hava Limanı sayesinde ülkeye insani yardım taşınacağı iddia ediliyor. Afganistan’daki 33 milyon nüfusa uçakla taşınacak malzemelerle insani yardım yapmak mümkün değildir. Tekrar edelim, Kabil Hava Limanı’nın açık olması, bölgedeki terörist grupları kontrol altında tutmak adına önemlidir. Peki, bu göreve kim soyunuyor? Türkiye ve Katar.

Sonuç

Hatırlayalım bu plan kim yapmıştı? Siyonist Kaniş Khalilzad. Türkiye’ye de büyük yatırımlar yapan Katar Yatırım Fonunun perde arkasındaki gizli ortaklarından birisinin Rothschild Ailesi olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla Katar’ın pozisyonu belli. Katar, Siyonist Kaniş Khalilzad’ın yanında yer alıyor. Peki, Türkiye olarak biz kimin yayındayız?

Vatansız Para, 2050 yılına kadar olmasını öngördüğü kitlesel göçlerle birçok devletin demografik yapısını kökünden değiştirmeyi planlamaktadır. Küresel göçler, istikrarsızlık ve iç savaşlar sebebiyle olur. İstikrarsızlığı ve iç savaşları yaratan en önemli unsur ise terör örgütlerinin varlığıdır. Afganistan’da yeniden çoğaltılmak istenilen Cihatçı teröristler bu maksatla kullanılacaktır. Terör örgütleri kitlesel göçleri tetikleyecek, kitlesel göçler sonucu demografik yapıları değişen ülkeler istikrarsızlaşacak, domino etkisiyle kitlesel göç daha da büyüyecek, birçok ulus devlet bu sayede parçalanacaktır. En önce parçalanacaklar Müslüman ülkelerdir. Çünkü “Hilafeti kurma hayaliyle başka ülkelere savaşmaya giden “Cihatçı Eşekler” ancak Müslüman ülkelerde uzun süren kalıcı operasyonlar yapabilmektedir. Bu sürecin sonunda etnik ve mezhep temelinde oluşan küçük küçük şehir devletlerine doğru bir gidiş olacaktır. Vatansız Para’nın bu yüzyıldaki planı budur.

Türkiye’deki Siyasal İslamcılar, II. Abldülhamid’in Rothschild’lere İsrail’i kurmak için toprak vermemesi ile övünürler; bugün Siyonist Kaniş ve Cihatçı Eşeklerin tarafında olup olmama konusunu iyi düşünmelidirler.


[1] https://www.youtube.com/watch?v=tUwC63uo42Q (Prof. Gilles Kepel)

[2] https://www.khorasanzameen.net/php/en/read.php?id=2873

[3] https://www.youtube.com/watch?v=gTbg11pCwOc

[4] https://augustafreepress.com/the-rise-of-the-security-industrial-complex-from-9-11-to-covid-19/

[5] http://www.williamengdahl.com/englishNEO19August2021.php

[6] https://www.ft.com/content/a895adc1-3268-4387-8a11-5022768c6b47

[7] https://www.trthaber.com/haber/dunya/afganistanda-yeni-kabine-aciklandi-kim-kimdir-607450.html


Yazar Profili – Osman Başıbüyük

İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamlamıştır. 1986 yılında Işıklar Askeri Lisesi, 1990 yılında Hava Harp Okulundan mezun olmuştur. Uçuş eğitimini 2’inci Ana Jet Üs K.lığında tamamladıktan sonra kol uçucusu, lider ve öğretmen olarak Türk Hava Kuvvetlerinin çeşitli filolarında F-104 ve F-16 uçaklarında pilot olarak görev yapmıştır.


https://www.sunsavunma.net/siyonist-kanis-ile-cihatci-esegin-hikayesi/


This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, BOP, ORTADOĞU ÜLKELERİ, RADİKAL İSLAM, SİYASAL İSLAM, SUN SAVUNMA NET. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *