BAŞKALARININ AKLI – The Influential Mind

BAŞKALARININ AKLI – The Influential Mind

Bu kitap her şeyden önce sizi siz yapan şeyin beyniniz olduğu varsayımına dayanıyor. Zihninizden geçen her düşünce, deneyimlediğiniz her duygu, verdiğiniz her kararın beyninizin içinde ateşlenen nöronların bir çıktısı olduğundan yola çıkıyor. Ne var ki ensenizin hemen üzerinde yer alan bu biricik organ tamamıyla size ait değildir; mirastır. Zira kodları milyonlarca yıl içinde tekrar tekrar yazılmış ve zaman zaman elden
geçirilmiştir.

İnsanlar bilgi yaymaya ve fikirlerini paylaşmaya bayılırlar. İnternete bakarsanız ne demek istediğimi hemen anlarsınız: Her gün 4 milyon blog yazısı yazılırken 80 milyon Instagram fotoğrafı yayınlanıyor ve 616 milyon tweet siber uzaydaki yerini alıyor (ki bu da her saniye 7.130 tweet atıldığı anlamına geliyor). Her bir tweetin, blog yazısının ya da fotoğrafın ardında sizin gibi, benim gibi bir insan var.

Bir düşünün: Niçin her gün milyonlarca insan, milyonlarca kıymetli anını bilgi paylaşmaya ayırıyor? Görünen o ki bilgimizi başkalarına ulaştırabilmek, içsel bir ödüle karşılık geliyor. Harvard Üniversitesinde yapılan bir çalışma, insanların düşüncelerini başkalarına yayabilmek adına para kaybetmeyi bile göze aldıklarını gösterdi.

Üstelik bu düşünceler zamanla elde edilmiş, önemli ya da değerli buldukları düşünceler değil, Barack Obama’nın kış sporlarını sevip sevmediği ya da kahvenin çaydan daha iyi olup olmadığı gibi sıradan konularda, öylesine fikirlerdi. Çalışma kapsamında gerçekleştirilen beyin  tarama sonuçlarına göre kişiler “bilgeliklerini” diğerleriyle paylaştıklarında beyinlerindeki ödül merkezi güçlü bir şekilde harekete geçiyordu. Yani
düşüncelerimizi paylaştığımızda bir tür haz yaşıyoruz ve bu haz bizi iletişim kurmaya teşvik ediyor. Beynimizin hoş bir özelliği bu. Zira bu sayede bir bilgiye, deneyime ya da fikre ilk sahip olan kişi bunu kendine saklamıyor ve bizler, toplum olarak, pek çok zihnin ürününden faydalanıyoruz.

Elbette toplumun faydalanması için sadece paylaşmak yeterli değildir. Aynı zamanda bir etki yaratmak, Steve Jobs’un tabiriyle “evrende bir iz bırakmak” gerekir. Fikir ve bilgilerimizi her paylaştığımızda başkaları üzerinde bir tesiri olsun isteriz. Arzu ettiğimiz değişim küçük veya büyük olabilir; fark etmez.

Toplumsal bir dava için insanlığın farkındalığını artırmak ya da bir ürünün satışlarını yükseltmek istiyor olabiliriz. Sorun hedefte değil, bu hedefe ulaşmak için içine girdiğimiz
yaklaşımdadır. Bu yaklaşım başlı başına bizim zihnimizin bir ürünüdür. Bir etki yaratmak istediğimizde her şeyden önce kendimizden yola çıkarız. Kendimizi ikna edecek şeyleri, kafa yapımızı, arzularımızı, hedeflerimizi temel alırız.

Ama davranışlarını ve inançlarını değiştirmek istediğimiz kişi bambaşka biriyse önce onun kafasının içinde olanı anlamak ve onun beyninin isleyişine uygun bir yaklaşım geliştirmemiz gerekir.

Kanıtlar İnançları Değiştirir mi?
“Bu dünyada ÖLÜM ve VERGİLER hariç hiçbir şeyin mutlak olduğu söylenemez.” Benjamin Franklin

Araştırmalar uzun süren evliliklerin ardındaki gücün tutku ya da arkadaşlıktan ziyade, benzerlikler olduğunu defalarca göstermiştir. Yaygın inancın aksine zıt kutuplar birbirini çekmez, çektiğindeyse birliktelik uzun sürmez.

Pek çok çift, ne kadar uyumlu olurlarsa olsunlar bir ya da birkaç konuda yıllar boyunca tartışabilirler. Çocuk sahibi olup olunmayacağı, olunacaksa kaç tane olunacağı, iş ve eğlence arasında nasıl denge kurulacağı ya da evcil hayvan olarak bir hamster mi yoksa bir kertenkele mi besleneceği gibi.

İçgüdülerimiz bizlere, tartışırken ya da fikir belirtirken bizi doğrulayıp karşı tarafın yanlış düşündüğünü gösteren delilleri cephane olarak kullanmamızı söyler. Argümanlarımızı, bizlere son derece ikna edici geldikleri için son derece mantıklı bir hale getirip olgularla
destekleriz. Eşinizle yaşadığınız son tartışmayı ya da gecenin sonunda memleket kurtarmaya dönüşmüş son içki muhabbetinizi düşünün:

Karşınızdakilerin inançlarını biraz olsun değiştirmeyi başarabildiniz mi?
“Son derece iyi düşünülmüş” argümanlarınıza ve verdiğiniz özenli araştırma örneklerine dikkat ettiler mi? Hafızanız güçlüyse olguların, gerçeklerin ya da mantığın tartışmanızda elinizi güçlendiren araçlar olmadığını hatırlıyor olmalısınız. Zira söz konusu tartışmaksa bize nasıl davranacağımızı söyleyen içgüdülerimiz hatalıdır.

Beyniniz, çoğu insanınki gibi, bilgiden haz duymaya programlanmıştır. Bu durum böyle beyinler için içinde bulunduğumuz dijital çağı adeta bir bayrama çevirmiştir. Tarım çağı besine erişimi kolaylaştırırken, Sanayi Devrimi hayat kalitemizi ciddi oranda artırmıştı. Ancak bu dönemlerden hiçbiri bilgi çağının getirdiği bu uyarımı sağlayamamıştı. Bu çağda insan beyni, dönme dolabından atlıkarıncasına, üstelik tamamen keyfine göre tasarlanmış
kendi lunaparkını inşa etti adeta.

Şu sayıları bir düşünün: Dünya çapında 3 milyar internet kullanıcısı var ve her gün 2,5 milyar gigabayt boyutunda veri üretiyor. Günde 4 milyar Google araması yapılıyor ve 10 milyar YouTube videosu izleniyor. Bu manzaraya bakıldığında, söz konusu birilerinin inançlarını değiştirmek olduğunda dijital devrimin işe yaraması gerekirmiş gibi
görünüyor.

Madem insanlar bilgiyi seviyorlar, o halde inanç ve eylemlerini etkilemede onlara veriler derleyip sunmaktan daha iyi yol ne olabilir? Parmaklarımızın ucundaki “büyük veriler” ve elimizin altındaki güçlü bilgisayarlarla analizler yapar, bilgilerimizi artırırız ve ulaştığımız
gerçekleri bir bir, tane tane ortaya koyarız. Tereyağından kıl çeker gibi, değil mi!

Özenle topladığınız verilerle düşünerek ulaştığınız sonuçları birbirine bağlayıp etkilemek istediğiniz kişiye sunmaya kalkışana kadar öyle. 0 anda iş, fikir değiştirmeye geldiğinde, verilerin genelde yetmediğini kavrayıverirsiniz.

Bir bilişsel sinirbilimci olarak işimi psikoloji ve sinirbiliminin kesiştiği bir alanda yaparım ve pek çok bilim insanı gibi verileri severim. Kimi değerli taş, nadir bir pul, ayakkabı, klasik araba ya da kurşun asker biriktirir. Bense veri biriktiririm.

Bunca veri, bunca analiz aracı ve böylesine güçlü bilgisayarlar son dönemlerin ürünüdür; oysa etkilemeye çalıştığımız beyinler milyonlarca yılda pişmiştir. Yani bizler verileri seviyor ve beyinlerimizin işleyişinin verilere dayandığını öne sürüyor olsak da gerçek bundan epey farklıdır.

Bilgiyi ve mantığı ön sıralara koyan yaklaşımlar, sizi ve beni insan yapan şeyi, güdülerimizden, korkularımızdan, ümitlerimizden ve arzularımızdan oluşan özü yeteri kadar dikkate almaz. Bu yok sayış ciddi bir problem teşkil eder, verilerin güçlü fikirler karşısında sınırlı bir etkiye sahip olması gibi hayret verici bir sonucu doğurur. Yıllar içinde inşa edilmiş inançlar, bilimsel gerçekler karşısında bile son derece dirençli olabilir.

İnsanlar, bir konuda sağladığınız yeni bilgi önceki inançlarınızı teyit ediyorsa hemen kabul etme eğiliminde olurken (bunlara mevcut inançlar diyoruz) aksi yöndeki delilleri eleştirel bir gözle ele alıyorlar. Aslında fikirleriyle çelişen bilgilerin sunulması, insanların mevcut
fikirlerine daha çok sarılmasına yol açabilmektedir. Bu duruma “bumerang etkisi” denir.

Neden Böyleyiz? Niçin beynimiz mükemmelen geçerli olan ama mevcut dünya görüşümüzle uyuşmayan bilgileri dikkate almayacak şekilde evrimleşti?

Yargıya varırken yanlışa düşmemize neden olan bir mühendislik hatası varmış gibi görünüyor. Öyleyse niçin insan evrimi sürecinde bu arıza düzeltilmedi acaba?

Bu budalalığımızın makul bir açıklaması olabilir mi?
Bu sonuçlar size şaşırtıcı gelebilir çünkü bugüne dek pek çok çalışma insanların yanıldıklarını anladığı zamanlarda beyinlerinin “hata sinyali” olarak adlandırılan geniş çaplı bir tepki ürettiğini göstermişti.

Ancak bu çalışma bize çoktan bağlandığımız inançlar ya da eylemler söz konusu olduğunda beynimizin “yanılmış olabileceğimizi” gösteren delillere karşı bir “görmezden gelme” durumuna geçtiğini gösterdi. Sonuçta -beynimize göre-yeni bir delil güvenilmez ve geçersizse ona dikkat harcamaya değmez.


https://kitapozeti.de/baskalarinin-akli-the-influential-mind/

This entry was posted in HAYATIN İÇİNDEN, Yeni Kitaplar. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *