ULUS DEVLET/MİLLET PEŞTUNLAR (pachto) * HUDUD-U ALÂM * AFGAN ‘MİLLET’İ

Habip Hamza ERDEM – 18/25.08.2021
habiphamza@gmail.com


HUDUD-U ALÂM


Hudud-u Alâm, Alem’in ucu demek.
Ve iki ‘alêm’ var: Doğu ve Batı.

İşte Doğu ile Batı’nın sınır bölgesi, bugün Afganistan denilen coğrafyanın ta kendisi olarak tanımlanmıştı. Günümüzden bin yıl önce, bugün Afganistan dediğimiz bölgenin adı Hudud-u Alêm idi yani. Ve bugün, denilebilirse eğer, iki alêmin sınırı yine Afganistan’dır. Demek ki, hem coğrafî ve hem de zihinsel olarak, bin yıldır değişen bir şey yok.

Değil mi ki, sizinki, yani Hikmetyar’ın dizinin dibinde ‘feyiz’ alan her kim ise, bugün çıkıp biz Afganistansız olamayız diyebiliyor. Taliban’ın lideri ile oturup konuşabiliriz diyebiliyor. Aramızda ‘dünya görüşü’ bakımından bir ayırım sözkonusu değil diyebiliyor.

Yani ‘kafa’ tam bin yıl önceki ‘kafa’. ‘Kelle’ de denilebilir.
‘Allah büyüktür’ denilerek kesilip yere yıkılabilen ‘kelle’.
Ne var ki, burada değineceğim konu bu değil.
Bu konuda bir dizi ıvır-zıvır yorumları şuradan buradan duyabilirsiniz.
Benim değineceğim konu, ‘Hudud-u ilim’, yani ‘Bilimin sınırı’.

Hani şu çokbilmiş ‘sosyal bilimci’lerin, bir türlü kavrayamadıkları ‘Devlet-Ulus’ kavramı.
Dünya üzerinde ikiyüzden fazla ‘Ulus Devlet’ var deniyor ya, sözde bunlardan biri ‘Afganistan’ idi. Ama şimdi şu yaşananlardan sonra, ‘Afganistan’da ne ‘Devlet’ varmış ve ne de ‘Ulus’ diyebiliyorlar. Çünkü ne ‘Devlet’i ve ne de ‘ulus’ bir türlü kavrayamadılar.

Efendim orası ‘Afganistan’, bizimki başka diyebilirler. Kuşkusuz bu da bir ‘remil atma’ eyleminin ötesine geçmez. Oysa, yarın, yine sizinki, elinde para dolu valizler olarak ‘Devlet’ini terkedebilir. Ki, ‘Ulus’unu çoktan terketmiş bulunmaktadır. Demek ki, ‘Devlet’ de, ‘Ulus’ da öyle ‘somut’ olarak gözönünde bulunan ‘şey’ler değildirler. Birer ‘zihinsel şey’lerdirler. Önemli olan onun ‘bilinç’ine varabilmektir.

Uzatmadan yineleyeyim; ‘Devlet’ de, ‘Ulus’ da, ‘Vatan’ da, ‘somut’ gerçekliklerinin yanı sıra birer ‘soyut’ gerçekliklerdir, ki bunun ‘bilinç’ine varılamadıktan sonra, ‘boş’ bir sözcük olamanın ötesine geçemezler. Üzerlerine söylenilen ‘hamaset nutukları’nın ‘bilimsel’ herhangi bir değeri yoktur.

Buna en dehşetli ‘Milliyetçi’ söylemler de dahildir. Hele bir de, buna Afganistan’da ‘emperyalizm’e karşı direnildiği eklenirse, tam bir ‘hezeyan’a dönüşmüş olur.

Son olarak, ‘Büyük Millet’/‘Küçük Millet’ ayırımına değinmek isterim. Örnek olsun, bugün ‘Avusturyalı’ denilen ‘millet’, ‘küçük’ bir ‘millet’tir. Ne kadar zengin olurlarsa olsunlar, ne kadar uyumlu bir toplum olurlarsa olsunlar ‘Küçük Millet’tirler.

Ancak örneğin ‘Iranlılar’ büyük millettirler.
‘Afgan’lılar ise minnacık birer ‘Millet’tirler.
Tıpkı Özbek’ler gibi, Tacik’ler gibi, Kırgız’lar gibi…

Bunlar da ne kadar ‘Devlet’ kurmuş olurlarsa olsunlar, birer ‘Devlet-Ulus’ olmanın ötesine geçemezler. Bunlara ‘Ulus Devlet’ demek için ise, ‘Hudud-u Bilim’in hudutlarını bilmemek gerekir. Nitekim günümüz ‘sosyal/siyasal bilimci’lerinin bilmedikleri de budur.
Öğrenip/kavrayamadıkları bu…

Kalkıp ‘Afganistan’ konusunda söyleyebilecekleri ise,
benim için ‘laf-ı güzaf’tan öte bir anlam taşımamaktadır.


AFGAN ‘MİLLET’İ

Son ‘Afganistan’ olayları ile birlikte, ‘şuradan buradan daha çok Afganistan lakırdısı’ duyacaksınız demiştim. Benim için en önemlisi bu lakırdılardan ‘Afgan milleti’ takısıdır. Bu takı tam bir ‘galat-ı meşhur’dur.

‘Millet’ nedir, ‘Devlet’ nasıl bir şeydir bilmeyenlerin, ‘ezbere’ söyledikleri bir şey. Bir önceki yazıda, ‘Afganistan’ denilen coğrafyanın ‘Hudud-u Alâm’, yani Batı dünyasının en uç noktası, Doğu’ya açılan sınırı olarak tanımlandığına işaret etmiştim.

‘Afgan’ adının da, bugün Afganistan olarak anılan coğrafyada yaşayanlara verilen ‘ad’ olduğu apaçıktır. Ancak ve ne var ki, işbu coğrafyada yaşayan insanlar kendilerini ‘Afgan’ değil ama Peştun (pachto) olarak adlandırmaktadırlar.

Afgan sözcüğü demek ki, bir dışsal (exonyme) adlandırmadır.
Nasıl ki, bizlerin Alman dediklerimiz kendilerine Deutch diyorlarsa;
Bizlerin Birmanya dediğimiz yerin adı aslında Myanmar ise;
Bizlerin Çingene dediklerimiz nasıl kendilerine Rom diyorlarsa öyle…

Gelelim, bu halkın bir ‘Millet’ olup olmadığına.. ‘Tasada ve kıvançta’ diye başlayan ve daha ilkokullarda öğretilen ‘Millet’ tanımını bir yana koyalım.

‘Millet’ ve daha doğru bir deyişle ‘Ulus’, belki biliyorsunuzdur ama ‘Afgan Milleti’ diyorsanız bilmediğinizi apaçık ortaya koyduğunuz üzere, ‘Modern Çağ’ın bir oluşumudur.

Ve kurulu ‘Devlet’i ile birlikte toplumbilimsel bir anlama kavuşur, ki buna ‘Devlet-Ulus’ diyoruz. Kuşkusuz ‘Millet’lerin, kimi niteliklerle diğerlerinden ayrılan bir ‘halk’ olarak, uzun ya da görece kısa belli bir ‘tarih’leri vardır.

Örneğin, ‘Afgan halkı’ da, kendi tarihleri boyunca, savaşçılığı, acımazsızlığı, kanseverliği ama o arada bireysel olarak hayalciliği ile tanınan bir halk idi.

En büyük hayali ise, düşmanın haremine nasıl atılacağı ve onun kadınlarını nasıl kendi korumasına alacağıyla ilgili idi.

« D’après les usages de ce peuple afghan, belliqueux, farouche, sanguinaire, mais singulièrement romanesque, un ennemi mortel ne saurait plus être attaqué du moment où il s’est jeté dans le harem de son adversaire et a conquis la protection des femmes » . « J.-A. de Gobineau, Nouvelles asiatiques,1876p. 272.

Yani bu Baktriyan (Bactriane) kökenli halk, Çin’in Batı sınırından Horasan’a değin uzanan coğrafya’da, Türkmen, Özbek, Kırgız halklarıyla birlikte; ‘dikbaşlı’lıklarıyla tanınan halklardan biri idi.

Tam da bu nedenle, nice ‘Devlet’ler ve hatta ‘İmparatorluk’lar görüp geçirdi iseler de, bulundukları coğrafya bugün ‘İmparatorluklar mezarlığı’ olarak anılmaktadır.

Yani bir ‘Modern Devlet’ bilinci geliştirememişlerdir. Bir başına bu durum bile onların ‘Millet’ aşamasına geçemediklerinin göstergesidir.

Örneğin, yakın komşuları İranlılar, onları ‘Görgüsüz Krallık’ (royaume de l’insolence) anlamında Yaghestan olarak adlandırmaktadır.

Şimdilerde ‘kardeş Afganistan’, ‘yoldaş Afganistan’ denilmesinden önce, sen önce ‘Devlet’ bilincine var denilmesi gerekmektedir.

Kuzey Afrika’daki Berber’lerde olduğu gibi, Afganistan’da da ‘Devlet’ yönetimi primus inter pares kuralına göre işlemektedir denilmektedir.

Kimi ‘demokratik’ seçimlerde olduğu gibi, seçilecek aday önce seçmenleri dinleyecek, seçildikten sonra ise, seçenler seçileni dinleyecek…

Les sièges sont disposés en arcs de cercle, avec une candidate qui, devenue une primus inter pares, écoute les autres, qui l’écoutent à leur tour (organisation que l’on trouvait déjà dans les espaces-citoyens mis en place par Robert Hue). »— (Michel Fize, L’individualisme démocratique : les défis de la démocratie participative, L’Œuvre, 2010, page 87)]

Ancak ve ne var ki, Afganistan’da ne seçen ve seçilen olmadığı gibi, seçilse de Orta-Çağ islamizminin ‘dogma’larını dinlemek ve dinletmekten öte bir ‘anlayış’ henüz geliştirilmiş değildir.

Tarihin belli dönemlerindeki ‘gelişme’lere gönderme yapılarak, halihazırdaki Taliban Yönetimi’ne değil destek olmak sempati duymak bile, çağdaş yönetim anlayışına aykırı düşecektir.

Taliban’a ancak ve sadece ‘islamî dogma’lara sempati duyanlar ‘kardeşim’ diyebilirler. Bir de ‘ağzından çıkanı kulağı duymayanlar’!

This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, DÜNYA ÜLKELERİ, ORTADOĞU ÜLKELERİ, RADİKAL İSLAM, SİYASAL İSLAM, TERÖR. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *