OSMANLI ARŞİV BELGELERİNE GÖRE İŞGAL DÖNEMİNDE İSTANBUL (16 MART 1920- 31 ARALIK 1922) * Bölüm XII

OSMANLI ARŞİV BELGELERİNE GÖRE İŞGAL DÖNEMİNDE İSTANBUL
(16 MART 1920- 31 ARALIK 1922) * Bölüm XII
Naci Kaptan – 17.04.2021

BAĞLANTILI YAZILAR
BÖLÜM I                                https://nacikaptan.com/?p=87261
BÖLÜM II                               https://nacikaptan.com/?p=87371
BÖLÜM III                             https://nacikaptan.com/?p=87397
BÖLÜM IV                              https://nacikaptan.com/?p=87573
BÖLÜM V                                https://nacikaptan.com/?p=87731
BÖLÜM VI                              https://nacikaptan.com/?p=87830
BÖLÜM VII                             https://nacikaptan.com/?p=87914
BÖLÜM VIII                           https://nacikaptan.com/?p=88129
BÖLÜM IX                              https://nacikaptan.com/?p=88147
BÖLÜM X                                https://nacikaptan.com/?p=88599
BÖLÜM XI                               https://nacikaptan.com/?p=88748
BÖLÜM XII                             https://nacikaptan.com/?p=88766

Türkiye’yi kuran ve Türk Milletini yok olmaktan kurtaran Gazi Paşa’yı,
Mavi gözlü sarı Kurt’u, Mustafa Kemal Atatürk’ü minnet ve saygıyla anarak;

Aşağıdaki yazı dizisini hatırlatmak adına “Keşke Yunan kazansaydı” diyeni/leri,  sarayda onurlandıranlara, Madalyalardan Atatürk’ün rölyefini kaldıranlara, T.C.yi silenlere, Andımızı yasaklayanlara, Cumhuriyet tarihi derslerinden Atatürk’ü ve İnkîlap derslerini kaldıranlara, namaz kılıyor gibi yaparak Vatan topraklarını, milli birikimlerimizi gizli pazarlıklarla yabancılara ve işbirlikçilere devredenlere, ithaf ediyorum. Bu kişilere ve benzerlerine Türkiye’mizin bugünlere nasıl geldiğini tekrar hatırlatmak için İstanbul’un işgalini ve İstanbul’da işgal sürecinde siyasi gelişmeleri ve günlük yaşamı anlatan bu yazı dizisini okumanıza sunuyorum.
Naci Kaptan

Lloyd George, “Türkiye sahneden siliniyor diye üzülecek değiliz.” derken .
Gazi Mustafa kemal Paşa; “Egemenlik, kayıtsız ve şartsız milletindir!” diyordu…
İstanbul yönetimi Sevr Antlaşmasını da kabul ve imza eder. Sevr Antlaşması tarihte örneği olmayan trajik bir antlaşmadır. Yalnız kabul edenler için değil, böyle bir antlaşmayı hazırlayan Batılılar için de bir utanç belgesidir.
Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti, İngiltere’nin isteği doğrultusunda, ‘bir daha Batıya kafa tutamayacak kadar küçük ve güçsüz bir devlet’ haline getirilmekte, Çatalya’ya kadar Doğu Trakya Yunanlılara verilmekte, Anadolu Türkler, Yunanlılar, Ermeniler, Kürtler ve Fransız mandası altındaki Suriye arasında bölüştürülmekte, kapitülasyonlar daha ağırlaştırılıp genişletilmekte, devletin her etkinliği denetim altına alınmakta, Marmara denizi ile Boğazların idaresi ayrı bayrağı olan milletlerarası bir kurula bırakılmaktadır.
Ayrıca, Üçlü Anlaşma’yla Anadolu, iyice sömürülmek üzere, İngiliz, Fransız ve İtalyan çıkar bölgelerine ayrılmaktadır. Başbakan Lloyd George Avam Kamarası’nda şöyle diyecektir:
“Türkiye sahneden siliniyor diye üzülecek değiliz.” (The Times, 25.5.1920)

Daha önce İtalyanlara vaad edilmiş olan İzmir ve çevresi, Lloyd George’un önerisi, Başkan Wilson’un onayı ile avans olarak Yunanlılara verilir. 14 Mayıs akşamı İzmir Metropoliti Hrisostomos, Efes kilisesinde Rumlara müjdeyi yetiştirir: “Kardeşlerim! Mükâfat zamanı gelmiştir.”
Panhelenist siyasetin galiplerce donatılmış silahlı birlikleri, 15 Mayıs 1919’da İngiliz donanmasının koruması altında, İzmir’e çıkarlar, kıyıma ve Batı Anadolu’yu işgale başlarlar. 14 Yunan ordusunun gelmesi Ege Rumlarını şımartmıştır. Bin yıllık barışı bozarlar. Ege’de acı ve kanlı bir dönem başlar.
Yazar Refik Halit Karay, Milli Mücadelenin başlamasını alayla karşılar:
“..Bir patırtı, bir gürültü. Beyannameler, telgraflar… Sanki bir şeyler oluyor, bir şeyler olacak… Ayol şuracıkta her işimiz, her kuvvetimiz meydanda. Dört tarafımız açık. Dünya vaziyetimizi biliyor. Hülyanın, blöfün sırası mı? Hangi teşkilat, hangi kuvvet, hangi kahraman? Hülyanın bu derecesine, uydurmasyonun bu şekline ben de dayanamayacağım. Bari kavuklu gibi ben de sorayım: – Kuzum Mustafa, sen deli misin?”
Elde avuçta hiçbir şey yokken, emperyalizme, galip devletlere, Yunan ordusuna, Ermenilere, Pontus çetelerine karşı silahlı mücadeleye girişmeyi çılgınlık sayanlar çoktur. Silahsızlandırılmış Türk ordusunun bu tarihteki gücü, o da kâğıt üzerinde, 35-40 bin kişidir. Oysa Türkiye’deki silahlı işgalcilerin sayısı giderek 400.000 kişiyi bulacaktır. Yoksul, bitik Anadolu, 400.000 işgalciyi ve on binlerce silahlı-silahsız haini yenmeyi başaracaktır. Milli Mücadele işte bu mucizenin, bu onurlu, güzel çılgınlığın adıdır.

Savaş tamtamları ülkenin dört bir yanında çalmaya başlamıştır. Ermeniler ve çeteler de ayaklanmıştır. Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, TBMM’nin kararı üzerine harekete geçmiş, Ermenileri kolayca yenerek Sarıkamış ve Kars’ı geri, Doğu sınırını güven altına almıştır. Barışçı yolla Artvin de Gürcistan’dan geri alınacaktır. Böylece bir cephe kapanır ve Sovyetler’le bağlantı kurulur.
Fakat bu kez de Batı cephesinde beklenilmez bir sorun patlak verecektir: Disiplinsiz çetelerin ordu çatısı altına alınması için çalışılırken, Kuva-yı Seyyare adı verilen en kalabalık çetenin komutanı Ethem ve kardeşleri orduya bağlanmak istemez ve isyan ederler.
Bu sırada Yunan ordusu, üç tümene yakın bir kuvvet ile yeni Türk ordusunun durumunu keşfetmek için Bursa’dan Eskişehir’e doğru taarruza geçecektir. O güne kadar çoğu disiplinsiz çetelerle çatışmış ve kolayca ilerlemiş olan Yunan ordusu, yeniden kurulmakta olan Türk ordusu ile ilk kez karşı karşıya gelir. Yoksul ve zayıf Türk ordusunun, isyan ile savaş arasında ezileceğini sananlar ya da ümit edenler az değildir.
Fidan halindeki ordu, canını dişine takarak, Yunanlıları püskürtür (6-11 Ocak 1921, Birinci İnönü Savaşı), sonra da orduyla çatışmaya yeltenen asi Ethem’in kuvvetini ezip dağıtır. Ethem, iki kardeşi ve bine yakın adamı Ege’yi yakıp yıkan Yunanlılara sığınacak, bundan sonra Yunanlılar için çalışacaklardır.
Yoktan var edilmiş ordunun ‘hıyanete ve düşmana karşı’ kazandığı bu ikiz başarının iç ve dış etkisi çok büyük olur. isyanlar son bulur. Halkın orduya ve Meclis’e desteği artar. Milli iktidar daha da güçlenir. Ankara’da aylardır açık kapalı devam eden tartışmalar son bulur ve Meclis, anayasa tasarısını kabul eder. Tasarıdaki bir hüküm, doğrudan rejimle ilgilidir, saltanatçıları ve halifecileri telaşlandırır ama her vakti gelmiş düşünce gibi onu da durdurmak artık mümkün değildir, anayasada yerini alır:
“Egemenlik, kayıtsız ve şartsız milletindir!”

İstanbul’un işgal döneminde İngiliz birlikleri, Karaköy Limanı’nda… FOTOĞRAF WİKİPEDİA
İŞGAL KUVVETLERİNİN GÖREV BÖLÜMÜ VE TEŞKİLATLANMASI
7 Kasım 1920’de Müttefik Doğu Orduları Komutanlığı kaldırıldı ve yerini İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanlığı aldı. Fransa, Askeri Komisyon Başkanlığı’nın iki yıl süre ile dönüşümlü yapılmasını ve General d’Esperey’le, yakın tarihlerde görevden alınan General Milne’nin yerine atanan General Harrington’un komutanlığı üstlenmesini, polisin de askeri komuta kimin elindeyse ona bağlanmasını kabul etti, bu arada İtalyanlar o anda görev başında bulunanların görev sürelerinin altı yıla çıkarılmasını önerdiler.
Sonunda 1920 yılı sonbaharında karmaşık bir kontrol ve örgütleme mekanizması kuruldu. Bu mekanizma şöyle oluşturuldu: “Müttefik Yüksek Komiserlerine bağlı olarak Müttefik İşgal Kuvvetleri Askeri Komutanlığı, Müttefikler arası Kontrol ve Örgütlenme Komisyonları (Mali Komisyon, Hapishane Komisyonu, Besin Komisyonu) ve Pasaport Büroları kuruldu. Müttefik İşgal Kuvvetleri Askeri Komutanlığı (başkanı İngiliz)’na bağlı olarak Generaller Yönetim Komitesi ve bu komiteye bağlı olan Kontrol ve Organizasyon Alt Komiteleri (Silahsızlanma, Bahriye ve Boğazlar, Jandarma, Polis, El Koyma, Sansür, Sağlık, Selamlama) kuruldu ve şehir bu şekilde yönetim altına alındı.
Polis Komisyonu’na bağlı olan müttefik polis kuvvetleri otuz komiser ve üç yüz elli bir görevliden oluşuyordu ve bunların üçte biri İngiliz, üçte biri Fransız ve üçte biri İtalya’ndı, başlarında Albay Ballard bulunuyordu. Müttefik Kuvvetler polisinin İtalyan, İngiliz, Fransız bölümlerinden her biri kendi polis şeflerinin yönetimi altındaydılar.
Bu örgütün görevi çok özel nedenler dışında yerli polisin işine karışmadan, sadece yabancılara nezaret etmekti. Hem askeri hem sivil işlevlere sahiptiler, kentteki bütün ulusların sıkıyönetim yasası hükümlerine uymalarını sağlamak göreviyle yükümlüydüler. Trafik kurallarının uygulanması ve sokaklarda nizamın korunması  konusunda Türk polisi ile işbirliği yapmaktaydılar. Müttefik Kuvvetler Polisi’nin amacı bakımından, kent altı bölgeye ayrılmıştı; bunlar:
Pera, Galata, Şişli, Suriçi I (Ayasofya), Suriçi II (Beyazıt) ve Üsküdar bölgeleridir. Merkez büro, Pera’da Kabristan Caddesi üzerinde, eski Kroecker Oteli’ndeydi, ayrıca Galata bölgesinde Arap Hanı’nda, Suriçi bölgesinde Duyun-ı Umumiye Binası karşısında ve Üsküdar bölgesinde olmak üzere üç tane şube karakolu vardı. 23 Nisan 1921 tarihi itibariyle Müttefik Polis Kuvvetlerinin İstanbul’da dağılımı şöyleydi:
Pera’da, 24 İngiliz, 27 Fransız, 17 İtalyan
Galata’da, 27 İngiliz, 12 Fransız
Şişli’de, 17 İtalyan
Suriçi I’de, 9 İngiliz, 46 Fransız, 8 İtalyan
Suriçi II’de, 14 Fransız, 10 İtalyan
Üsküdar’da, 7 İngiliz, 41 İtalyan
Toplam: 259 polis şefi ve polis memuru bulunmaktaydı
.
Sağlık Komisyonu, müttefiklerden birer temsilci ile bir Rum temsilcinin katılımıyla oluşmuştu. Sokak temizliği, kanalizasyon ve fuhuşu denetlerdi. Gıda komisyonunun başında Albay Woods bulunuyordu ve zaruri ihtiyaç maddeleri için fiyat tespit ediyorlardı. Sansür Komisyonu ise İstanbul’da basılan bütün gazeteleri ilk önce denetleyen komisyondu.
İstanbul’un taksiminde İtalyanlar, İstanbul’un Anadolu’ya açılan kapısı durumunda olan, Üsküdar bölgesinden sorumlu idiler ve İngiliz Fransız bölgelerine göre daha gevşek olan bu bölgeden Anadolu’ya silah ve adam kaçırmak çok daha kolay oluyordu.
İŞGAL GÜÇLERİNİN HAPİSHANELERE MÜDAHALELERİ
İstanbul’daki Osmanlı hapishanelerinden en önemlisi, merkez hapishane olarak kullanılan ve “Hapishane-i Umumi” denilen Sultanahmet Hapishanesi idi. Sultanahmet Camii’nin tam karşısı’nda İbrahim Paşa Sarayı’nın arka cephesindeki hapishanede, mahkûmların büyük kısmı 250 ve 500 kişilik iki koğuşta toplanırdı. Her koğuşun ortak bir avlusu vardı ve mahkûmlar bu avluya açılan barakalarda barınmaktaydı.
Yine Sultanahmet’te Ayasofya civarında İshak Paşa adı verilen mahalde sonradan inşa edilen İshakpaşa Tevkifhanesi vardı. Önceleri Sultanahmet Merkez Hapishanesi’ne bağlı bulunan tevkifhane, 1919’dan itibaren bağımsız bir idareye kavuşturulup, adı da Tevkifhane-i Umumi olarak değiştirilmişti156. Ayrıca Galatasaray Lisesi’nin yanında İstiklal Caddesi üzerinde de Beyoğlu Tevkifhanesi, Üsküdar’da Paşakapısı’nda Mekteb-i İdadi-i Mülki (Günümüzde Burhan Felek Lisesi) altında Üsküdar Tevkifhanesi bulunmaktaydı.
İstanbul’un fiili işgalinden sonra İtilaf Devletleri mevcut hapishanelere ilave olarak bazı binaları kendi hapishaneleri olarak da kullandılar. Ortak kullandıkları Düyun-ı Umumiye binası yakınındaki hapishane, Fransızların Kumkapı ve Pangaltı’daki hapishaneleri, İngilizlerin kullandıkları Galata Kulesi’nin yanındaki Arap Hanı’nın belli yerleri, Pera’daki eski Otel Kroecker bunlardandı. Ayrıca İngilizler, Sansaryan Hanı’nı ve Şahin Paşa Oteli’ni de hapishane olarak kullandılar.
İşgal kuvvetlerinin hapishanelerle ilgili faaliyetlerinin başında, tutuklu bulunan gayrimüslimlerin hapishanelerden veya tevkifhanelerden çıkarılıp götürülmesi gelir. Fiili işgal döneminin başlarında bu iş, önce mütareke kapsamında ele alınmış ve savaş zamanı İtilaf Devletleri hesabına çalıştığı anlaşılıp bu yüzden mahkûm olan Hıristiyan vatandaşların kurtarılması çerçevesinde yapılmışken, sonraki dönemlerde hırsızlık, cinayet v.s. suçlardan mahkûm Ermeni ve Rum Osmanlı vatandaşları da mütareke hükümlerine aykırı olarak ilk gruba dahil edilip, hapishanelerden çıkarıldı. Resmi işgal döneminde de bu faaliyet devam etti.
1920 yılında Nisan ayından Aralık ayına kadar çeşitli zamanlarda genel hapishaneden ve tevkifhaneden, katil veya hırsızlık suçlarından hükümlü bulunan Rum, Sırp, Rus gibi milletlerden mahkûmlar, daha çok Hapishaneler Müfettişi İngiliz Yüzbaşı Wilson’un gönderdiği Tercüman Karagözyan Efendi tarafından, bazen İstanbul Jandarma Kumandanı’nın gönderdiği Fransız jandarmalar tarafından hapishaneden çıkarılıp götürüldüler.
Haziran 1921’de Fransız askerleri genel hapishaneden Osmanlı Sancağı’nı yırtmak ve küfretmek suçundan üç ve altı ay hapis cezasına çarptırılmış iki Rum’u, katil suçundan mahkûm bir Rus’u izin verilmediği halde zorla alıp götürdüler.
Ekim 1921’de bir Osmanlı’yı katletmek suçundan hükümlü İngiliz askeri, Mart 1922’de de cinayetten hükümlü olan Vasil Roko isimli mahkûm İtilaf Devletleri tarafından tahliye edildi. Yine, İtilaf Devletleri tarafından Ekim 1922’de Beyoğlu Tevkifhanesi’nde tutuklu Kayserili Sefiyeb Yakof İngiliz tabiiyetinden kabul edilerek, İngiliz Zabıtası tarafından cebren tevkifhaneden alındı.
İngiliz görevlilerin tutuklu Rum suçluları salıvermesinin ilgili inzibat ve ıslah kurumlarını zor durumda bıraktığı, bu hale son verilmesi için Hariciye Nezareti’nin girişimde bulunması gerektiği, Osmanlı Jandarma Kumandanlığı tarafından Dahiliye Nezareti’ne bildirildi.
Bu hareketlere İstanbul Valiliği de karşı çıkarak, tutukluların alınıp götürülmesinin hükümetin nüfuzunu etkilediğini ve kanun kuvvetinin hiçe sayıldığını belirtti. Özellikle hapishanelerdeki gardiyanlar bu uygulamanın yanlışlığını ve engellenmesi gerektiğini sürekli üst makamlara başvurarak dile getirdiler. Gardiyanlardan bu uygulamaya karşı çıkanlar, İtilaf kuvvetleri tarafından şiddete ve hakarete maruz kalmışlardı.
İŞGAL GÜÇLERİNİN İŞGAL ETTİKLERİ BİNALAR
İtilaf Devletleri, 13 Kasım 1918’de İstanbul’u fiilen işgal ettiklerinde, kuvvetlerini yerleştirmek için kışla, okul, hastane, hapishane gibi bazı resmi binaları ve halka ait olan özel mülkleri işgal etmeye başladılar. Hatta Müttefik Devletlerin İstanbul’un Yönetimi ile ilgili kurdukları alt komitelerden biri Müttefikler arası El koyma Bürosu idi.
İşgal devam ettikçe İtilaf kuvvetleri tarafından işgal edilen bina sayısı artmış, Osmanlı hükümetleri pek çok teşebbüste bulunmalarına rağmen, bunların hiçbir tesiri olmamış, hatta Ocak 1920’de Meclis-i Vükela’da işgal altında bulunan ve kira bedelleri ödenmeyen resmi binalar ile özel binaların durumu ile ilgili sulh konferansına teklif yapılması kararı alınmıştı.

İşgal Edilen Resmi Binalar
İstanbul’un resmen işgalinden sonra, aradan iki yıl geçmesine rağmen İtilaf Devletleri resmi ve özel binalara el koymaya devam ettiler. Bu faaliyet hem İstanbul’daki resmi daireleri zor durumda bırakıyor, hem de eğitim-öğretimin
aksamasına sebep oluyordu.
18 Mart 1920’de Üsküdar Tevkifhanesi ile beraber Üsküdar Sultanisi’nin ibtidaî kısmı ve Üsküdar Adliye binası, 20 Mart’ta Üsküdar jandarma taburu ve merkez bölüğünün ikamet ettiği daireler ile Üsküdar belediye dairesi işgal edilmiş, tevkifhane ve belediye dairesine İngilizlerin Hint kıtaları yerleştirilmişti.
21 Mart’ta Darülfünun binasının işgalini Hakkı Sunata şöyle aktarır: “21 Mart günü, İngiliz zabitleri gelerek kendilerine layık ve uygun odaları ayırdılar. Üniversiteye Hintli askerler yerleştirilecekmiş. 22 Mart günü, söylentiye göre İngiliz işgal kuvvetleri kumandanı (General Milne) bir kısım maiyetiyle gelerek binayı gezmiş ve subaylara ayrılan odaları görmüş.
Binanın yarısını işgal edeceklermiş. Yarısı bize kalacakmış. Rektörlük odası da İngilizler tarafında kalıyor, bizim odayla beraber. Boşaltılması gereken yerler, öğrencilerin de yardımıyla boşaltıldı. Hukuk ve fen kütüphaneleri ve dershaneleri başka yerlere nakledildi. Biz, yukarı katta bir yere çıktık. Hukuk fakültesi, konferans salonuna yerleştirildi…
24 Mart Çarşamba, İngilizler geldi, Darülfünun’un Vezneciler’e bakan yarı kısmını işgal etti. Burada en üst katta hukuk, orta katta coğrafya ve rektörlük, alt katta tarih ve fen fakültesinin kimya laboratuarı vardı”
İtalya’dan gelecek kuvvetler için Nisan 1920’de Sanayi-i Nefise Mektebi ile Sıhhiye Müzesi’nin bir an evvel boşaltılması istendi. Milli Talim Terbiye Cemiyeti’ne ait binanın da polis tarafından sahibi bulunarak anahtarının alınması, aksi takdirde İtilaf Kuvvetleri tarafından Saraçhane Ambarı’nın işgal edileceği bildirildi. Sıhhiye Müzesi’ne ait eşyalar müdüriyet binasının bir odasına konuldu. Sanayi-i Nefise Mektebi’nin de Eczacı ve Dişçi mekteplerine nakledilmesi kararlaştırıldı,
Fransız askerleri tarafından işgal edilen Çatalca Mekteb-i İdadi binası ise Eylül 1920’de tahliye edildi ve eğitim-öğretim ancak bu tarihten sonra başlayabildi.
Ocak 1921’de Şehremaneti’ne ait binaların müttefikler tarafından işgal edilmesi üzerine Belediye’nin bazı dairelerinin başka mahallere nakli gerekince, bu iş için gereken paranın bir an evvel gönderilmesi istendi. Şehremaneti Beyoğlu İdare Şubesi’nin alt katındaki odalar İtilaf Devletleri Sansür Heyeti’ne tahsis edilmiş ve burası için kira alınması gerektiği Hariciye Nezareti’ne bildirilmişti.
Yine Ocak 1921’de Emniyet-i Umumiye binasının Fransızlar tarafından işgali kararlaştırılınca, müdüriyetin telefonlarının Çemberlitaş’taki yeni binaya nakli ve santralin kaldırılması ve buradaki kasanın satılması talep edilmişti. Üsküdar Adliye Dairesi evrak mahzenleri İngiliz Jandarmaları tarafından işgal edilince, evrakların korunması sorun olmuş ve yeni bir yer tahsis edilmesi istenmişti.
Ağustos 1921’de ise Çobançeşme’deki cephanelikler İngiliz askerleri tarafından işgal edilmişti. İtilaf Kuvvetleri resmi daireleri ihtiyaçları olduğu müddet zarfında Osmanlı Hükümeti’nin çektiği sıkıntıları hiç düşünmeden işgal ediyor, ihtiyaçları bittiğinde bazılarını tahliye ediyorlardı. Fakat işgal edilmiş binaların tahliyesi de Osmanlı maliyesi için yeni bir yük demekti. Çünkü İtilaf Kuvvetleri işgal ettikleri binalar ya da mülkler için hiçbir bedel ödemedikleri gibi, kullandıkları süre zarfında harap olan binaların
tamiri hususu ile de ilgilenmiyorlardı.
Meselâ İngilizler Kasım 1920’de Üsküdar Paşakapısı’ndaki resmi daireleri tahliye edince, bu dairelerin tamir edilme işi yine Osmanlı makamlarına kalmıştı. İngilizler sadece Üsküdar Tevkifhane binasında 40.000 liralık (32.000 dolar) zarar ve tahribat yaparak gitmişlerdi.
İngilizler ayrıca, 25. Kolordu Kışlası’nı, Süvari Binicilik Kışlası’nı, Gümüşsuyu Kışlası’nı, Silahhane’yi, Küçük İhtiyat Subay Numune Mektebi’ni, Maçka Silahhanesi’ni, Tophane Kışlası’nı, Askeri Hastane ve Teçhizat Deposu’nu, Taşkışla’yı, Sipahi Ocağı’nı (Harp Okulu), Pangaltı’daki Harp Okulu’na el koymuşlardı.
Fransızlar ise, Gülhane’deki depo ve ahırlar ile hastaneyi, Demirkapı’daki kışla ve depoyu, Maltepe’deki hastaneyi, Sarayburnu’ndaki mühimmat deposunu, Divan-ı Harp binasını, Rami Kışlası’nı, Bakırköy Baruthanesi’ni, Yeşilköy’de uçak meydanını, Saraçhane Ambarı’nı, Askeri Müze’yi, Darphane’yi, Otomobil Taburu Karargâhı’nı işgal etmişlerdi.
İtilaf Devletleri resmi binaları işgal etmekle kalmamışlar, binaların içindeki silah, cephane, malzeme v.s.ye de el koymuşlardı. Meselâ, Tophane’deki Muhafız Taburu Karargâhı’nı işgal eden İngilizler, İmalat-ı Harbiye Müdüriyeti’nden mavzer, golt (otomatik), Belçika (otomatik), Amerika (toplu), Bair tabancaları, İnzibat kıtasından, 7 mavzer, 159 filinta, 14 ştayer tabanca, 165 parabellum tabanca, 1 Rumeli tabanca, 1 bayer tabanca, 2 bruteniç tabanca, 204 bomba, 2 Fransız fişeği, 26.928 mavzer fişeği, 25113 parabellum tabanca fişeği, 25113 ştayer tabanca fişeği, 2 sandık bayer tabanca fişeği almışlardı.

İşte böyle değerli okur,
Tüm devlet binaları, okullar, kışlalar ve hatta cezaevleri işgal ediliyor ve buralarda devlet görevi yapan kamu görevlileri iş yapamaz hale geliyordu. Okullarda eğitim duruyor ve işgal orduları yerleştikleri binaları tahrip ederek çıkıp gidiyorlardı. Bir de bunlara özel mülklere el konması vardı. Ayrıca Cezaevlerinde bulunan yabancı uyruklular kayıtsız ve keyfi olarak tahliye ediliyordu.

http://acikistihbarat.com/dosyalar/tozakman_cilgin_turkler.pdf
Fatma Afyoncu – http://www.tesis.org.tr/assets/view/userfile/249525.pdf

Naci Kaptan – 17.04.2021 / Devam edecek
This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, ATATURK, Tarih, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *