TARİHİN İÇİNDEN * OSMANLI’DA DEVŞİRMELERİN İHANETİ

OSMANLI’DA DEVŞİRMELERİN İHANETİ

(Yücel TANAY -Araştırmacı-Yazar)

İster Osmanlı dönemi olsun. İster Türkiye Cumhuriyeti neden bu kadar hain çıkar diye sorgulamışsınızdır, bunun nedeni Osmanlıdaki devşirme sisteminin Osmanlı yıkılsa da. günümüz cumhuriyet Türkiyesine kadar olan yansımalarıdır. Evet Cumhuriyet döneminde devşirme sistemi yoktur. Fakat Osmanlı dönemindeki devşirilmiş aileler, Türkiye cumhuriyetinde de devam etmiştir. İsimleri Türk olsa da, kökenlerini bildikleri için Türklere karşı daima ihanet içinde bulunmuşlar, dış güçlerle devamlı işbirliği hallinde olmuşlardır. Devşirme sistemi bir kast sistemidir.
Osmanlı tarihi devşirme ihanetleriyle dolu bir tarihtir. Günümüz Türkiye’sinde, politikacılar başta olmak üzere kimi üst düzey kamu yöneticileri, iş adamları, gazeteciler, akademisyenler ve aydınlar arasında, yoğun bir yozlaşma ve yabancılaşma yaşanmaktadır. Ülkenin ve ulusun çıkarları yönünde değil de, ilişki içinde oldukları küresel güç merkezlerinin istekleri yönünde davranan, sayıları az etkileri çok bu insanlar; ele geçirmiş oldukları siyasi ve akçeli güçle, ülke ve ulus karşıtı eylemler içine girmektedirler.
Osmanlı’da Devşirmecilik Kölelik sisteminin farklı versiyonudur.
Osmanlıda Hem köle Pazarı vardı, Hem de devşirmecilik kelimeler anlam bakımında farklı olsalar da, aslında yapılandan dolayı devşirmecilik bir köleciliktir.
Savaş tutsakları ile kölelerin, ekonomik ya da askeri amaçla kullanılması, değişik yöntem ve oranlarda hemen tüm toplum biçimlerinde görülür. Antik Çağ Grek devletleri ve Roma İmparatorluğu, köleciliği bir üretim biçimi haline getirirken, bu biçimiyle köleciliğe yönelmeyen Osmanlı İmparatorluğu çok başka bir yöntem geliştirdi. Atina ya da Roma’da köleler satılabilir, bağışlanabilir ya da öldürülebilir. Nesne olarak görülüp en ağır işlerde çalıştırılır ve toplum dışında tutulurdu. Osmanlı İmparatorluğu’nda insan gereksinimi çok başka biçimde karşılandı. Fethedilen yerlerden toplanan seçilmiş genç insanlar, Osmanlı nizamına uygun olarak yetiştirilerek toplumun iç unsuru haline getirilip yönetici yapıldı. Osmanlılar bunlara devşirme adını verdi. Bu yöntem, Atina ve Roma köleciliğinden çok daha başkaydı. Daha insancıldı ama bu insancıllık, Osmanlı Devleti’ne ve onun Türk uyruklularına yararından çok zarar verecekti.
Devşirmeler Osmanlı Devletinin ilk dönemlerinde, savaş tutsaklarının beşte biri, orduda kullanılmak üzere padişaha yani devlete ayrılıyor ve bu işleyişe pençik vergilendirmesi deniliyordu. Önceki İslam devletlerinde; gulam, kul ya da memluk sözcükleriyle tanımlanan bu uygulama, Anadolu Türk beylikleri döneminde geliştirilmiş, Osmanlı Padişahı I.Murat döneminde (1360-1389) kurumsallaştırılarak daha kapsamlı duruma getirilmiştir. Devşirme sistemi bu sürecin ürünüdür.
Padişah buyruğuna (fermana) dayanan toplama (devşirme) kurulları birkaç yıl arayla Balkanlar’da değişik bölgeleri dolaşır, kent ya da köylerde, hane sayısının kırkta biri oranında genç toplardı. Genellikle 14-18 yaş kümesi içinde kalan, sağlam vücutlu, akıllı Hıristiyan çocuklar seçilir ve eğitilmek üzere İstanbul’a götürülürdü. Kurul üyeleri, köy ya da semt papazının eşliğinde, kilise vaftiz defterinden gençlerin özelliklerini saptar ve aile başına bir kişiyi geçmemek koşuluyla seçim yapardı. Devşirilenlerin özellikleri bir deftere yazılır ve halktan, devşirilen her genç için, yol ve giyim giderlerini karşılamak amacıyla 600 akçe para toplanırdı. Bu paraya kul akçesi denirdi. Devşirilenler 100-200 kişilik kümeler halinde, sürücü adı verilen yetkililere teslim edilerek yola çıkılırdı.
Batılılar bu yöntemin, Hıristiyan aileleri, özellikle ana ve babaları perişan ettiğini, çocuğu zorla elinden alınan kimi anaların, delirmiş gibi oğullarının peşinden İstanbul’a gittiklerini söylerler. Batı edebiyatında bu konuyu işleyen sayısız acıklı öykü yazılmıştır. Oysa, bu tür öykülerin gerçekle bir ilişkisi yoktur ve bunlar Türk karşıtlığının aracı olarak kullanılan propagandadan başka bir şey değildir.
Gerçekte ise, Hıristiyan aileler toplama kurullarına devşirme listesi sunan papazlara, kendi çocuklarını listeye alması için baskı yaparlar, armağanlar verirlerdi. Devşirme olarak seçilen her çocuk, ailesi için başa konan bir talih kuşu, bir umut kaynağıdır. “Beslenmesi gereken bir boğazın eksilmesi”3 bir yana, asıl önemli olan bu boğazın dünyanın en büyük devletinin askeri ya da idari kademelerinde yükselerek kendilerine ilerde “nimetler sunma” olasılığıdır. Devşirme seçilmek, günümüzde herkesin büyük bir istekle peşinden koştuğu, ABD vatandaşı olmaktan çok daha önemli bir şeydi. Nitekim, büyük askeri seferler sırasında, sınır boylarına doğru ilerleyen ordunun, devşirme kökenli başkomutanları; doğdukları köye uğrayarak anne-babalarının “gönlünü yüceltmek”, onlara “bağışta bulunmak” için ordunun yolunu değiştirdiği çok görülmüştür.
İstanbul’a gelen devşirmeler, burada Yeniçeri ağası ve hekimler tarafından gözden geçirilerek sünnet ettirilir ve Kelime-i Şahadet getirtilerek Müslüman yapılırlardı. İçlerinde yakışıklı, zeki ve becerikli olanlar, padişaha, yönetimde ve özel işlerinde hizmet vermek üzere seçilirlerdi. Bunlara içoğlanı denir ve özel olarak yetiştirilirlerdi.
Osmanlı padişahları, başlangıçta, iktidarlarını korumak için gereksinim duydukları insan kaynağının önemli bir bölümünü devşirmelerle karşıladı. Kısa dönemde gereksinim karşılanmış gibi göründü. Asker ya da sivil görevliler (kapıkulları), kesin bağlılık ilişkisiyle padişaha, paralı asker disipliniyle bağlanmıştı. Bunlar, devamlı ordunun (Yeniçeri) ve yönetici sınıfın (rical-i devlet)tümünü kapsayan bir yaygınlığa ulaşmışlar; yönetim, bunlar aracılığıyla padişahın mutlak egemenliği üzerine oturtulmuştu; sistemin tümü bir tek kişinin (padişahın) yararına işliyordu. Ancak, bu düzenin gerçek işleyişinin ne olduğu, neye hizmet ettiği biraz karışıktı.
Devşirmelerin Gücü
Padişahlar, hizmetine aldığı devşirme unsurunu o denli büyütüp geliştirmişti ki, sistemin gerçekten padişahtan yana mı, yoksa “emri altındaki”devşirmelerden yana mı işlediği, giderek belirsizleşmeye başlamıştı. Örneğin, başlangıçta “sarayın uysal bir aleti” olan yeniçeriler, kısa bir süre içinde, saray üzerinde güçlü bir baskı kurmuşlardı. 15.yüzyıl bitmeden, yani kuruluşlarından henüz yüz yıl bile geçmeden; “Sadrazam öldürüyor, saltanat kavgalarına karışıyor, taht alıp taht veriyorlardı.”
Görünüşte devlete yüksek hizmetler veriyorlardı; padişahın sadık kullarıydılar ve onun her isteğini yerine getiriyorlardı… Ancak, 14-18 yaşında zorla Müslüman yapılan bu insanların, geçmişlerini unutmaları, ondan tümüyle kopmaları olanaksızdı. Ne tam Müslüman oldular, ne de Hıristiyan kaldılar; ne etnik kökenlerini unuttular, ne de yeni kimliklerini benimsediler. Ne olduğunu bilmeyen ya da ne olmadığını bilen, kişiliksiz ve güvenilmez bir insan türü olarak, devlet politikalarına yön verdiler ve İmparatorluğu çöküşe götüren nedenlerden biri haline geldiler. Hiçbir erdeme sahip değildiler ancak ilke haline getirdikleri bir tutumları vardı: Türklere ve Türklüğe karşı nefret duyuyor ve devlet politikalarıyla örtüşen bu nefreti, genel bir tutum haline getiriyorlardı.
Köksüzleştirirken Köksüzleşmek
Devşirmelerle yaratılan örgütlü güç, başlangıçta devlet yararına, birçok alanda kullanıldı. Devletin ve ordunun sürekli geliştiği ilk dönemlerinde, ilerde sorun yaratabileceği düşünülmemiş, tersine sorunları giderecek bir güç olarak görülmüştü. Toplumsal kimliği korumaya dayanan, binlerce yıllık devlet gelenekleri bırakılmış, Türk unsurların karşı çıkmasına karşın devletin merkezi; Rum, Sırp, Hırvat ya da Ermeni Hıristiyanlara, üstelik yoğun biçimde açılmıştı. Osmanlı devşirmeciliği, köleleri yabancı unsur olarak yönetim dışı işlerde kullanan Roma köleciliğinden farklı olarak, devşirmeleri yani yabancı insanlar topluluğunu, köksüzleştirdiğini sanarak içsel bir güç durumuna getirmişti. Köksüzleştirirken köksüzleşen bu düzen, aslında kendini yıkacak bir güç yaratıyordu.
Devşirmenin Niteliği
Devşirmeler, kökü silinmek istenen türedi bir kuşaktı. Görünüşte; ailesini, soyunu sopunu yadsımış, belleği ve kimliği yok edilmişti. Yalnızca Osmanlıydı. O bir ailenin bireyi değil, padişahın kuluydu; bir insan değil, adeta bir makineydi.
Bilinçli programlarla kişiliksizleştirilen devşirmeler, bu niteliklerine karşın; yüksek yönetim yetkileri, dolgun ücret, siyasi ve idari ayrıcalıklarla donatılmışlar ve devleti yöneten yerlere getirilmişlerdi. Ancak, can ve mal güvenliğinden yoksun biçimde yaşıyorlardı. Bu konumlarıyla üst düzey devşirmeler, sürekli ölüm korkusu içinde yaşayan ruh hastaları durumundaydılar.
Devşirmeler, gerçek görüşlerini hiçbir zaman açıklamazlardı; yalancı ve ikiyüzlüydüler. Peşinde koştukları tek değer, para ve yönetim gücüydü. Osmanlı Devletine gizliliği, ihanet ve entrikayı bunlar yerleştirmiş; rüşvet, vurgunculuk (ihtikâr), karaborsa, yasadışı gelir (ihtilas), ve adam kayırma (iltimas)’yı neredeyse yasal hale bunlar getirmişti. Yeniliğe ve devlete karşı ayaklanmayı, hak olarak görürlerdi. 1550’den sonra, yeniçerilerin evlenmesine izin verilince, çocukları Acemi Ocağı’na öncelikli olarak alınmış, devşirmecilik babadan oğula geçen ayrıcalıklı bir meslek haline gelmişti.
Rüşvet ve Entrika
Hangi kesimden gelirse gelsin, devşirmelerin tümünün ortak özelliği, boğazlarına dek rüşvet ve entrikaya batmış olmaları ve Türk uyruklara duydukları düşmanlıktı. Rüşvet ve vurgunculuk yoluyla o denli büyük bir servet ediniyorlardı ki; halk “simyanın (her madeni altına çeviren gizil güç y.n.)sırrına erdiklerini” söyleyerek bunlarla alay ediyor, tepki gösteriyordu.
Devşirmelerin rüşvetçiliği, zaman içinde, tehlikeli bir boyuta ulaşmış ve ülke çıkarlarını yabancılara satma noktasına varmıştı. Yönetimde elde ettikleri yüksek yetkiler, onlara bu tür girişimler için geniş bir alan yaratıyordu. Elde ettikleri yetkiyi kullanarak, “baştan aşağı bir yağma, çapul ve servetlere elkoyma”8uzmanı olmuşlardı. Devşirmeler, nitelikleri gereği tüketici bir topluluktu. Roma soyluları gibi, üretimle uğraşmayı ayak takımının yaptığı onursuz bir iş olarak görürdü. Kılıç ve kahramanlık söylemleriyle yağma, bu olmadığında “entrika” ve“yalan dolan”a dayalı vurgunculukla geçinirlerdi. “İş bilenin kılıç kullananın” özdeyişi, Türkçe’ye bunların yerleştirdiği bir sözdü.
Devşirmeler ve Türk Düşmanlığı
Devşirme etkinliği, Fatih döneminde başlatılan devlet yönetimini Türkler’den arıtma (tasfiye) eylemi ve I.Selim (Yavuz) (1512-1520) döneminde halk üzerinde şiddetli bir baskıyla bir felaket halini aldı. İmparatorluğun yükünü çeken, sorunlarıyla ilgilenilmeyen, bu nedenle ayaklanan ve toplu olarak öldürülen Anadolu Türkmenleri, o denli baskı altındaydılar ki kaçacak, sığınacak yer arar duruma gelmişlerdi. Şii inancını Osmanlı Devleti’ne karşı, ideolojik propaganda aracı olarak başarıyla kullanan ve kendisi de Türk olan Safevi Hükümdarı Şah İsmail’in (1487-1524) çağrısına uyarak, kitleler halinde İran’a göç ettiler.
Yürütülen dizgeli (sistemli) şiddet ve baskıyla, öldürülen ya da göç ettirilen Oğuz halkı, Prof.Fuat Köprülü’nün tanımıyla “Anadolu Türk’lüğünün en temiz, en canlı unsurunu oluşturuyordu.”10 Yerlerinden yurtlarından edilen bu halk, gözden uzak yerlerde yoksulluk içinde yaşadı. Çok zorda kaldığında, çalışıp para kazanmak için İstanbul’a çalışmaya gittiğinde, orada kendisini bekleyen hor görülme ve aşağılamaydı. En şanslıları, saraylarda ya da varsıl evlerde aşçılık, çöpçülük gibi işlerde çalışırdı. Çalıştığı yerde, “Türklüğünü söylemeye cesaret edemez”, kapıkulu yalılarında “Türk aile ve tarihine düşmanlıkta uzmanlaşmış” davranışlarla karşılaşırdı.
Türkler; Kendi Ülkesinde Tutsak
Türkler’e karşı olumsuz bakış, devşirme düzeninin daha ilk döneminde, çok açık biçimde ortaya konmuştu. II.Murat döneminde başlatılan, Fatih Kanunnamesi ile yasalaştırılan uygulamalarla Türkler, kendi ülkelerinde Hıristiyan ya da Musevi azınlıklar kadar bile hakkı olmayan, ikinci sınıf uyruk haline getirilmişti. Yönetim organlarında görev alıp yükselmek bir yana, etkili devlet kurumlarına ve bu kurumlara yönetici yetiştiren okullara giremiyordu. Sadrazamı, padişahtan sonra devleti temsil edecek en yetkili kişi (naip) yapan Fatih Kanunnamesi, devlete asker ve sivil yönetici yetiştiren ve yüksek nitelikli eğitim veren devşirme okullarına alınmayacak olanları şöyle sıralıyordu: “Yahudiler, Müslümanlar, çobanlar, sığırtmaçlar, doğuştan sünnetli olanlar, çok uzun ya da kısa boylu olanlar, Türkçe bilenler, köseler, keller, Gürcüler, Çingeneler, Kürtler ve Türkler”.
Fatih Kanunnamesi’nden sonraki 70 yıl içinde naib yetkisiyle devlete sadrazam olan 48 kişiden yalnızca 5’i Türk kökenlidir; bunlar da devşirme anlayışıyla yetişmişaslını yadsıyan (inkar eden) insanlardır. Geri kalan 43 sadrazamdan; 11’i Slav, 11’iArnavut, 7’si Rum, 5’i Ermeni, 4’ü Çerkez, 3’ü Gürcü, 1’i İtalyan kökenliydi.
Türk Unsurlar Devlet Yönetiminden Uzaklaştırılıyor
Türk unsurların devlet yönetiminden uzaklaştırılmasına yönelen en etkili uygulama, II.Mehmet (Fatih)’in Çandarlı Halil Paşa’yı öldürtmesidir. Anadoluahi şeyhlerinden Çandarlı Ali’nin kurduğu bu aile, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan Fatih dönemine dek, çok etkin görevlerde bulunmuş ve eski Türk yönetim geleneğinin devletteki simgesi haline gelmişti. Halil Paşa, 1429’dan 1453’e dek, aralıksız 24 yıl sadrazamlık yapmıştı.
II.Murat’tan sonra güçlenmeye başlayan devşirmeler, Halil Paşa’nın kişiliğinde devletin kilit mevkilerini elinde bulunduran eski Türk soylularına karşı, şehzadeliği döneminden beri Fatih’i etkilemişler ve Çandarlı’yı kendilerine özgü entrika yöntemleriyle idam ettirmişlerdi. Bu idam, yalnızcaÇandarlı Ailesi’nin değil, Türk devlet geleneklerinin de Osmanlı yönetim sisteminden uzaklaştırılmasıyla sonuçlanmıştır.
Devşirmeler ve İşbirlikçilik
Devşirmeler, Türk karşıtı her olay ve düşüncede hemen bir araya gelirdi. Bir araya gelişin, sosyal ve ekonomik dayanakları vardı ve bu dayanaklar; eskiden gelen, bugün de süren çıkar ilişkileriydi. Yasa dışı yollarla edinilen servetin korunması ve yenilerinin edinilmesi için, ülke içindeki güç yeterli olmazsa, niteliğine bakılmaksızın dış destek arayışı içine girilirdi. Bu nedenle ülke değerlerini dışarıya devretme eğilimi, bu arayışa bağlı olarak devşirmeler her zaman vardı.
Devşirmeler, gereksinim duydukları mal ve can güvenliğine kavuşmak için, yabancılarla bütünleşmekten çekinmediler ve ülke kaynaklarını yağmalamaya gelen Avrupalı büyük devletlerin işbirlikçileri oldular. Batı’ya bağlanmanın aracı olan işbirlikçilik, değişik biçimlerle, devlet başta olmak üzere, toplumun hemen her kesiminde yaygın bir anlayış haline geldi. Tanzimatçılık, mandacılık ya da günümüzdeki Avrupacılık; işbirlikçi anlayışın değişik biçimleridir.
Devşirme işbirlikçiliğini ortaya koyan çok sayıda belge vardır. Bunlardan çarpıcı olanlarından biri Fransa’nın İstanbul Büyükelçisi De Germigny’nin, 1580 yılında Paris’e gönderdiği rapordur. Bu raporda şunlar yazılmaktadır:“Mümkünse şöyle hareket edilmelidir: Kral, Yeniçeri Ağası İbrahim Paşa’ya ve Padişah’ın donanma komutanı Kaptan-ı Derya İbrahim Paşa’ya, Paris kumaş ticaretinden pay ayırmayı ihmal etmemelerini, krallık meclisi üyelerine ve hazine bakanına buyurmalıdır. Unutulmamalıdır ki, benden önceki İspanya elçisinin, İspanya Kralının işlerini kolaylaştırması için önerdiği 50 bin duka altın liralık armağan karşısında, Sokullu Mehmet Paşa yelkenleri suya indirmişti…”
Osmanlıda çıkan Yeniçeri ayaklanmalarının hepsi devşirme ayaklanmalarıdır. İskender bey denen Arnavutların milli kahraman saydığı kişi bir devşirmeydi,Osmanlıya karşı sonra isyan etti.
Devşirmeler Osmanlı’da yönetime gelince Anadoluda Türk halkına büyük kıyımlar yaptılar, Bir Hırvat devşirmesi olan Kuyucu Murat Paşa, 1606 yılının Aralık ayında sadrazam olur. lk amacı, Anadolu’daki Türkmen hareketlerini kökünden yok etmektir. Hedefi, mevcut olaylara karışmış olanlarla beraber, daha önce de bu hareketlere katılmış olanlar ve gelecekte de isyan hareketlerine başlama ihtimali görülen kitlelerdir.
Kuyucu Murat Paşa’nın Anadolu’ya kıyım seferi, 15 Haziran 1606 tarihinde, büyük bir kuvvetle Üsküdar’a geçmesiyle başlar. Üç yıl boyunca süren bu sefer, Anadolu’yu kana bular.
Sefere katılan kuvvetler, Anadolu’da, Adana civarında Canboladoğlu, Ankara civarında Kalenderoğlu, Konya’da Saraçoğlu Ahmet Bey, Silifke ve Adana’da Cemşid ve Muslu Çavuş, Tavil ve Meymun kardeşler ve daha birçok “Celali” ve halk önderlerini bertaraf ederken, Türk halkı da büyük kıyımlara maruz kalır. Bunların yanında, herhangi bir kanunsuzluğa karışmamış, suç işlememiş olan, Bayburt’ta Murat Hanlılar denilen üç kardeş ile, Beyşehir’de Emir Şah gibi birçok güçlü yerel beyleri de, gelecekte baş kaldırabilirler diye, etraflarıyla birlikte ortadan kaldırmıştır.
Murat Paşa, yaptığı bu kıyımlarda, öldürülenleri kazdığı kuyulara doldurduğu için “kuyucu” lakabını almıştır. 3 yılda öldürdüğü insan sayısının genellikle 100 bin civarında olduğu kabul edilmektedir.
Anadolu’da yaptığı kıyımın boyutunu öğrenmek ve Hırvat devşirmesi Kuyucu’nun ruh halini anlamak açısından yaşı 90’a varmış olduğu halde, ne cellatların ne de yeniçerilerin kıyamadığı küçük bir çocuğu kendi elleriyle boğduğunu bilmek yeterlidir.
Rum Mehmet Paşa ilgili Tarihçi Kemal Paşazade Tarihinde, Rum Mehmet Paşa’nın “Padişah’ın bizim vatanımız hakkında ittüğü haseretün intikamını ben de Konya ve Karaman ölkesinde yapmaya muvaffak oldum” diyerek Larende, Ereğli ve Karaman’a sefer yapmış, buralardaki kadınları ve oğlanları çırılçıplak soyup, mescitleri ve medreseleri yakıp yıktığını anlatır. Unutmayalım ki Bunları yapan bir Osmanlı Paşasıdır.
Osmanlı imparatorluğu kozmopolit bir imparatorluktu. Osmanlılık döneminde yükselmenin tek şartı, Müslüman olmak, ama Türk olmamaktı. Kozmopolit Osmanlılık dönemi, imparatorluğun yıkılışına kadar devşirme- dönmeler ile Türkler arasındaki iktidar mücadelesine sahne olmuştur.
Osmanlıdaki Celali isyanların çoğu devşirme zulmüne karşı ayaklanmadır. Devlet yönetimi tamamen devşirmelerin elinde olduğundan, bu devşirmeler birbirlerine arka çıkıyor ve işbirliği yaparak yerli Müslüman Türk halkı üzerinde baskı oluşturuyordu. Bir kısım halk toprağını, köyünü yaşadığı yerleri terk edip gitmek zorunda kalıyordu. Bunlara “Çift-bozan” deniliyordu. Kendilerine bütün devlet kapıları kapanan Türk köylüsü ve medrese talebelerinin bazıları soygunlar yapıyorlardı. Bunlara da Levend(Cemi levendlü) deniliyordu. Köroğlu Ruşen, Ispartalı Nesli oğlu Mehmet Çavuş, Kiziroğlu Mustafa Bey, bu levendlerdendir. Sünni Türkler gibi şii Türkler, Yörükler ve Türkmenler de haksızlıklara ve devşirme zulmüne karşı ayaklanıyorlardı. Böylece Celali isyanları başlamış oldu. Bu isyanlar mezheb isyanı gibi gösterilse de altında yatan asıl gerçek Türkler ile Türk olmayanlar arasındaki mücadeledir. İlk isyanı Kara Yazıcı başlattı. Celalilerden bazıları Osmanlı zulmüne son verilmesi gerektiğini savunuyorlardı. Celalilerden biri olan Deli Hasan’a halk öylesine destek vermişti ki, Deli Hasan Samsun’un Canik Dağlarından çıkıp Kütahya’ya kadar bütün köy, kasaba ve şehirleri yakıp yıkarak gelmişti.
Devşirmelerin yazdığı eserler Türklere hakaretlerle doludur. Bosnalı Devşirme Mehmet Halife “Tarih-i Gılmani” isimli eserinde Türkler‘den çarıklılar diye bahsetmektedir. Görice’li bir Arnavut dönmesi-devşirmesi olan Koçi Bey 1631’de yazıp Sultan 4. Murad’a hediye ettiği Koçi Bey Risalesinde, Türkler’in orduya girmesinin ordunun bozulmasına sebep olacağını belirterek, Türk kelimesi Çingene ve yankesici kelimeleriyle aynı anlamda kullanılmaktadır.
Tarih-i Naima’nın yazarı devşirme Mustafa Naim Efendi Türkler için “Nadan Türk, akılsız Türk, çirkin suratlı Türk ve mel’un Türk” gibi ifadeler kullanmakta ve Türk Milletini çoban köpeğine benzetmektedir.Yine bir devşirme olan Gelibolu’lu Mustafa Ali Türkler için “köylü, kötü huylu, manav ve kır adamı” tabirlerini kullanmaktadır. Bu adam farklı milliyetleri öğdükten sonra Türkler için “Anadolu, Karaman ve Rum ülkesi adlarını alan pasaklılar ülkesi halkı elbette kır adamlarıdır. Bunlar aralarında güzel ve sevimli olanı çok az görülen çeşitli biçimlerde çirkin kimselerdir.” diye yazmıştır.
Amasya Tarihi’nin yazarı Hüseyin Hüsamettin Efendi “ Bütün iktidar makamları Türk olma yanlara aitti. Divan-ı Hümayunda bir tek Türk vezir bile yoktu. Vilayetleri yönetenler, mir-i liva ve beylerbeylerinin içinde Türkçe bilmeyen, Müslüman bile olmayan birçok insan vardı” demektedir.İşte bundan dolayı Türkler Türk olmayanlara isyan etmişlerdi. Bu isyanlar neticesinde dönme devşirmelerin zulmünden yaşadıkları köylerden ve şehirlerden kaçan halk başka yerlere göç etmişlerdi.” Mühimme Defterinde Seydişehir’deki bir köyün halkının tamamının göç ederek Rumeli’ye yerleştiğinden bahseder.
Devşirmelerden Osmanlıya faydalı olanı bir elin parmakları kadar azdır. Osmanlı bu sistemle sadece ihaneti ve yok oluşu gördü.belki içlerinden Sokullu Mehmet Paşa gibi,Süveyş Kanalı açma ve Don ve Volga nehrini birleştirmek için kanal açma projesi olan zekadaki devşirme çok azdır.
Devşirmelerin Türkiyedeki sayıları bugün bilinmiyor. bilineni küçük nufüslarına rağmen Türklerin ve Türkiyenin kaderinde etkili olmaları,bugün ülkemizin yaşadığı felaketlerde bu içimizdeki Kriptoların, devşirmelerin parmağı vardır. unutmayın.
This entry was posted in Tarih. Bookmark the permalink.

One Response to TARİHİN İÇİNDEN * OSMANLI’DA DEVŞİRMELERİN İHANETİ

  1. Emin says:

    Güzel kısa bir tarih açıklaması .ne yazıkki genetik bozulmaların kaynağı olduğu sabit.Cumhuriyet düşmanlığının arkasındaki en önemli faktörlerden biri….teşekkürler.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *