ARŞİV BELGELERİNE GÖRE İŞGAL DÖNEMİNDE İSTANBUL (16 MART 1920- 31 ARALIK 1922) * Bölüm VII

ARŞİV BELGELERİNE GÖRE İŞGAL DÖNEMİNDE İSTANBUL
(16 MART 1920- 31 ARALIK 1922) * Bölüm VII

Türkiye’yi kuran, kurtaran ve Türk Milletini yok olmaktan kurtaran Gazi Paşa’yı,
Mavi gözlü sarı Kurt’u, Mustafa Kemal Atatürk’ü minnet ve saygıyla anarak;
Aşağıdaki yazı dizisini hatırlatmak adına “Keşke Yunan kazansaydı” diyen/lere, diyeni onurlandıranlara, ithaf ediyorum. Türkiye’mizin bugünlere nasıl geldiğini tekrar hatırlamak için İstanbul’un işgalini ve işgal sürecinde günlük yaşamı anlatan bu yazı dizisini okumanıza sunuyorum.
Naci Kaptan – 24 Mart 2021

BAĞLANTILI YAZILAR
BÖLÜM I                                https://nacikaptan.com/?p=87261
BÖLÜM II                               https://nacikaptan.com/?p=87371
BÖLÜM III                             https://nacikaptan.com/?p=87397
BÖLÜM IV                              https://nacikaptan.com/?p=87573
BÖLÜM V                                https://nacikaptan.com/?p=87731
BÖLÜM VI                              https://nacikaptan.com/?p=87830
BÖLÜM VII                             https://nacikaptan.com/?p=87914
BÖLÜM VIII                           https://nacikaptan.com/?p=88129
BÖLÜM IX                              https://nacikaptan.com/?p=88147
BÖLÜM X                                https://nacikaptan.com/?p=88599
BÖLÜM XI                               https://nacikaptan.com/?p=88748
BÖLÜM XII                             https://nacikaptan.com/?p=88766

Rahmetli Turgut Özakman, İstanbul’un işgalindeki bir olayı Şu Çılgın Türkler’de şöyle anlatır…
Sarı atlas döşeli büyük oda, nezaretin ileri gelen subaylarıyla doluydu. Kapı açıldı, yaver göründü, “emrettiğiniz yüzbaşı geldi efendim” dedi. Nazır Ziya Paşa, odadaki subaylara izah etti, “az önce sözünü ettiğim talihsiz olayın faili” dedi, içeri alın…
Yüzbaşı içeri girdi, kaygılı bakışlarla kendisini izleyen subayların arasından hızla ilerleyerek, nazırın masasının önünde durdu, selam verdi, “Yüzbaşı Faruk, İzmir, beni emretmişsiniz” dedi.
Uzun boylu, kumral, yakışıklı, biraz bıçkın havalı bir subaydı. Nazır önündeki yazıya bakarak, yumuşak bir ses tonuyla “oğlum” dedi, “bu konudaki emirlere rağmen, dün akşam Beyoğlu’nda İngiliz inzibat subayı teğmen Miller’a selam vermemişsin, doğru mu?”
“Evet efendim, doğru.”
Nazır, babacan şekilde yol gösterdi,
“herhalde görmediğin için selamlamadın, değil mi çocuğum?”
“Hayır efendim, gördüm!”
Nazırın canı sıkıldı…
“Niye selamlamadın öyleyse? Selamlamanız için emir verilmişti!”
“Rütbesi benden küçük olduğu için selamlamadım paşam, askerlik töresine göre, önce onun beni selamlaması gerekmez miydi?”
Ziya paşa derin bir kederle ellerini açtı, “askerlik töresi mi kaldı a yavrum… Adamlar galibiyet haklarını kullanıyorlar. İngiliz komutanlığı bu sabah olayı protesto etti, mesele çıkarılacak zaman değil, hemen şu teğmeni bul, özür dile, olayı kapatalım” dedi, sonra da başıyla işaret ederek, çıkması için izin verdi.
Ama yüzbaşı yerinden kıpırdamadı, “paşam bir de beni dinlemenizi rica ediyorum” dedi.
Nazır bıkkınlıkla “söyle bakalım” karşılığını verdi.
“Balkan savaşında teğmendim, Çanakkale’de üsteğmen, Suriye cephesinde yüzbaşı oldum, ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım, her rütbemde binlerce şehidin, gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur, beni affedin, özür dileyemem.”
Harbiye nazırı bozuldu. “Anlamadın galiba, Harbiye Nazırı olarak emrediyorum!”
Yüzbaşı sükunetle “anladım efendim” dedi, elini omuzuna götürdü,
apoletlerini bir hamlede söküp, nazırın masasına bıraktı.
“Artık emrinizi dinlemek zorunda değilim” dedi!
Selam vermeden döndü, kapıya yürüdü.
Mustafa Kemal’in askerleri, esir İstanbul’u işte böyle kurtardı.

İşte böyle değerli okur,
İşgal ordusunun subaylarının rütbesi ne olursa olsun, Osmanlı subayları selam vermek zorunda idi. Üst rütbeli subaylar beğendikleri büyük evlere, konaklara el koyarak yerleşiyordu. Devriye gezen askerler evlerin kapılarını kırarak giriyor, evleri arıyordu. Tutuklamalar, işkenceler, tecavüzler günlük olaylar olmuştu. Bu yazdıklarım keşke Yunan, İngiliz askerleri kazansaydı diyerek kurtarıcımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü kötüleyenleredir.
Yukarıda ebediyete varmış olan değerli tarihçi, yazar Turgut Özakman’ın kaleminden işgal sürecinde İstanbul’da yaşanmış bir olayı aktardım. Bu yazı dizisinin birinci bölümü girişinde şöyle yazmıştım;
“Osmanlı Devleti’nin yaklaşık beş asırdır başkentliğini yapan İstanbul, I. Dünya Savaşı’ndan sonra işgal edildi. 13 Kasım 1918’den itibaren fiili 16 Mart 1920’den itibaren ise resmi olarak işgal edilen İstanbul’un acı günleri beş yıl sürecektir. İşgal süresince, İstanbul’da en etkili olan İtilaf Devleti İngiltere’ydi. Zaten İstanbul’un resmen işgali için en ısrarcı olanlar da İngilizlerdi. Yunanlılar ise İstanbul Rumlarıyla birlikte en acımasız davrananlardı. Fransızlar ve İtalyanlar ise İstanbul’u İngiliz hakimiyetine terketmemek için, İngilizlere paralel olarak hareket etmişler, onlardan aşağı kalmamaya çalışmışlardı.
İstanbul halkı, işgal yıllarında asayiş problemleri yaşadı, birçok kamu ve özel binaya el konuldu. Can ve mal güvenliği kalmadığı gibi Türk milletinin dini ve milli hisleri de rencide edildi. Mahkumlar işgal güçleri tarafından tahliye edildi. Yiyecek maddelerinin azlığı yüzünden oluşan pahalılık, maaşların zamanında verilememesi ve işsizlik gibi sorunlarla da birleşince geçim sıkıntısı baş gösterdi. Ayrıca İstanbul’da sürekli çıkan ve pek çok insanın mağdur olmasına sebep olan yangınlar, İstanbul’a Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden gelen muhacirler ve Rusya’dan gelen mülteciler sosyal hayatı alt üst eden gelişmelerdi.”

Mustafa Kemal Paşa, mayıs ayının 19’unda Samsun’a çıkıp Havza-Amasya-Erzurum’a ulaştığı anda bu hareketlerle paralel bir etkinlik içindeydi. İstanbul’da bu gelişmeler dolayısıyla 3 Ekim 1919’da Damat Ferit Paşa hükümeti istifa ederek yerine Ali Rıza Paşa hükümeti kuruldu. Kabinesinde Mersinli Cemal Paşa ve Ferik (Korgeneral) Abuk Ahmet Paşa, Mustafa Kemal hareketinin kuvvetli destekçileriydi. İstanbul’daki Britanya komiserinin istihbarat raporlarında “Harbiye Nazırı Mersinli Cemal Paşa’nın İstanbul’daki milliyetçi hareketin başı olduğu” not ediliyordu.
Üç Müttefik Yüksek Komiseri 15 Mart günü son toplantılarını yaparak, İstanbul’un 16 Mart 1920 sabahı saat 10:00 dan itibaren işgaline, Müttefik askerî makamlarının, işgalin gerektirdiği bütün tedbirleri almalarına, Harbiye ve Bahriye Nezaretlerinin işgali ile her türlü iletişimlerinin kontrol altına alınmasına, posta, telgraf ve telefon hizmetlerinin kontrolüne, keza polisin de sıkı kontrol altına alınarak kamu düzeninin gerektirdiği bütün emir ve talimatın askerî makamlardan çıkmasına karar verdiler.
16 Mart sabahı, İngiliz Yüksek Komiserliği’nden Mr. Ryan, saat 9.40’da Sadrazamı ziyaret ederek, üç müttefik adına hazırlanmış olan ve işgalin gerekçesini bildiren notayı Sadrazam’a verdi. Esasında bu, bir nota değil ültimatomdu. Zira, belgede, Yüksek Komiserler tarafından alınan kararlar ve istekler tebliğ edilmekteydi. Osmanlı Hükümeti” (notada böyle deniyordu), başta Kilikya olmak üzere çeşitli yerlerde meydana gelen olaylardan sorumlu olan “Mustafa Kemal Paşa” ve diğer sözde (“soi-disant”) “milliyetçi” liderlerle ilişkisini derhal kesecekti. Eğer bu çeşit olaylar tekerrür edecek olursa, Türkiye barışında öngörülen şartlar çok daha sertleştirilecek ve şimdiye kadar verilmiş olan tâvizler(!) geri alınacaktır. İstanbul’un işgali, Barış Antlaşması’nın şartları kabul edilip uygulanıncaya kadar devam edecektir.
Bu notanın bir tek anlamı vardı: İşgalci devletler kendi tasarladıkları barış antlaşmasının karşısında en büyük engel olarak Atatürk ve Millî Mücadele’yi görmekteydiler. Ne var ki, bu işgale cevap olarak 23 Nisan 1920’de Ankara’da T.B.M.M.’nin açılması ile Millî Mücadele çok daha güçlenecek ve yeni bir devletin ilk büyük temeli atılacaktır.
İşgal şartları çok ağırdı. Milletvekillerinin ve bazı politikacıların tevkif edilmesi bütün haberleşme araçlarının, yani posta, telgraf düzeninin ele geçirilip denetlenmesi, asıl önemlisi mütareke şartlarının ilk anından daha ağır bir hüküm olarak Harbiye Nezareti’nin resmen işgal edilip bütün yazışma ve emirlerin sansürden geçirilmesi, İstanbul Hükümeti’nin Anadolu’daki Mustafa Kemal Paşa ve milliyetçi liderlerle derhal ilişkisini kesmesini bildiriyorlardı.
Gerçekten İstanbul’un işgali bakanlıkların ve ardından 12 Ocak’ta teşkil edilip Misak-ı Milli kararı alan son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ın üyelerinin tevkifi ve Malta’ya sürülmesiyle neticelendi. Asıl önemlisi karakol ve kışlaları basmışlardı. İşgal 16 Mart’ta Şehzadebaşı’ndaki karakola gece yarısı yapılan baskın sırasında olaylardan haberi olmayan savunmasız erlerin katliyle başladı. Şehzadebaşı askeri kurallara uymayan, işgalin statüsü içinde de hukuk ve askeri edebin ihlali demek olan bir hareketti.
İşgale Atatürk’ün Tepkileri
İstanbul’un işgali üzerine Atatürk, işgalci devletlerin İstanbul’daki temsilcileri ile, Amerika dahil, işgalci devletlerin Meclis başkanları ile dışişleri bakanlarına 16 Mart 1920 günü bir protesto telgrafı gönderdi. Bu telgrafta Atatürk, İstanbul’un işgalini “yirminci yüzyıl uygarlık ve insanlığının kutsal saydığı bütün ilkelere, hürriyet, milliyet, vatan duygusu gibi, bugünkü insan topluluklarının temeli olan bütün ilkelere ve bu ilkeleri ortaya koyan insanlığın genel vicdanına indirilmiş” bir yumruk olarak nitelemekteydi. Atatürk’ün bu protesto telgrafının, yayınlanan İngiliz belgeleri arasında yer almadığını görmekteyiz.
Londra’daki Fransız Büyükelçiliği’nin İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na sunduğu İstanbul çıkışlı ve 25 Mart 1920 tarihli bir telgrafta, Atatürk’ün 19 Mart 1920 günlü bir “Proclamation”ından söz edilmektedir.Bu belgeye göre, Atatürk, İstanbul’un şiddet yoluyla işgalinin sadece Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bir saldırı teşkil etmeyip, aynı zamanda, bütün Müslüman dünyasına ve Hilâfete karşı da bir hakaret teşkil ettiğini belirterek, 10.000 şehit veren Mısır, Irak, Suriye, Azerbaycan Kuzey Kafkasya, Afganistan, İran ve “bir kelime ile bütün Müslüman dünyasının” İtilâf devletlerinin gücünü sarsacağını ve mucizeler yaratacağını vurgulayıp, bütün Müslümanları, “bağımsızlığa, İslâm imânına ve Hilâfet’e karşı yürütülen bu modern Haçlı Seferlerine karşı” yardım etmeye çağırmıştır.
İşgale Amerika’nın Desteği
İstanbul’un işgaline katılmayan Başkan Wilson, bu işgali onaylarcasına, İstanbul’un Türklerin elinden alınmasında ısrar etmiştir55. Wilson’ın bu sinirli tepkisinde, Senato’ya göndermiş olduğu, Ermenistan mandası hakkındaki Harbord Raporu’nun olumsuz niteliğinin rol oynadığı belirtilmiştir. Bilindiği gibi Harbord Raporu, Ermenistan mandasından değil, İstanbul dahil bütün Türk toprakları üzerinde bir Amerikan mandasından söz ediyor, fakat bunun maliyetinin de, beş yıl için 757 milyon Dolar olacağını ve 59.000 – 200.000 kişilik bir Amerikan kuvvetine ihtiyaç göstereceğini belirtmekteydi. General Harbord, Ermenistan üzerinde bir Amerikan mandası tavsiye etmekten kaçınmıştı. Bu da Wilson’ı sinirlendirmiş görüyor.
Müttefik Kuvvetler Komutanı General Wilson da ‘İstanbul Ahalisine’ başlığıyla yayınlanan bildirisinde izinsiz silah taşımanın kesinlikle yasaklandığı, sekiz santimden uzun bıçak ve hançerlerin silah sayılacağı, her türlü toplantının kesinlikle yasak olduğu ve bu emirlere uymayanların Divan-ı Harb-i Örfi’ye verilerek idamla cezalandırılacaklarını belirtiyordu. Yine işgalcilerin bir duyurusu, İtilaf Devletlerinin Galata’daki pasaport dairesinden vize almadan Anadolu feneri-Pendik hattından öteye seyahat etmenin yasak olduğunu bildiriyordu.
Fransızca İstanbul gazetesi de İstanbul’un işgaline İttihatçıların neden olduğunu yazıyor ve şu yorumu yapıyordu; “Türkiye Harb-i Umumi’ye iştirakına ve Enver ile Talat’ın cinnetine rağmen yaşayabilir. Fakat bu, takip edeceği hatt-ı harekete bağlıdır. Eğer Anado lu’da hristiyanların katliamı, İtilâf askerlerine karşı tecavüzat ve yolsuzluklar devam eyleyecek olur ise, bunların failleri hasta adamın seng-i mezarına “Türkiye ölmüştür” kitabesini yazacaklardır”
İngiliz basınında çıkan haberler de İngiliz kamuoyuna işgal gerekçelerini bildiriyordu. İşgalin sorumluluğu adeta günah keçisi yapılan İttihat ve Terakki’ye yükleniyor; “Millî organizasyona başlayan bu adi adamlar (M.Kemal ve arkadaşları) ne hükûmete ne de sultana itaat etmiyorlar. Kendi halkının ızdırabına sebep oluyorlar. İstanbul Üniversitesi konferansları da bu hareketi artırdı.
İstanbul’un Türklerde kalacağını söyledik. Hristiyanlara saldırmayın, olay çıkartmayın dedik, fakat dinlemediler. En sonunda işgal zorunda kaldık”23 denilerek işgal haklı gösterilmeye çalışılıyordu. İşgal harekâtı gece yarısından sonra başlamıştı. Sabah saat 10’a kadar işgali planlanan yerlerin çoğu işgal edilmiş, tutuklanacak kimselerin bir çoğu tutuklanmış, sıkıyönetim ilân edilmiş bulunuyordu. 16 Mart sabahı erken saatlerde yapılan tutuklamalar tutuklunun evine korku salacak şekilde yapılıyor, bu kimseler gecelik kıyafetleriyle götürülüyorlardı. Fransız Yüksek Komiseri Defrance da İngilizlerin işgali büyük bir çalımla yürüttüklerini söylemişti.
İşgal edilen yerlerden birisi de Şehzadebaşı’ndaki mızıka karakoluydu. Buraya yapılan baskın sırasında çatışma çıkmış ve 5 Osmanlı askeri ölmüş 9 veya 12 kadarı da yaralanmıştı. Bir İngiliz askeri ölmüş, bir subay yaralanmıştı. Osmanlı askerlerinin bazıları yataklarında süngülenerek öldürülmüşlerdi. Burası yalnızca mızıka karakolu değil, aynı zamanda 10. Kafkas Tümeninin karargâhıydı. İngilizlerin burayı basmalarının nedeni de Tümen Komutanı Yarbay Kemalettin Sami Beyi tutuklamak üzere aramalarıydı. Ancak onu bulamadılar. İngilizler Meclisi de basmışlar başta Rauf (Orbay) ve Kara Vasıf Beyler olmak üzere birçok kişiyi tutuklayarak Malta’ya sürmüşlerdi.
Mustafa Kemal Paşa İstanbul’un işgal edilmesine ve Meclis’in basılmasına çok sert tepki göstermiş ve Anadolu’da bulunan İngiliz subaylarının tutuklanmalarını emretmişti. Erzurum’da bulunan Yarbay Rawlinson bunların başında gelmekteydi. İşgali protesto etmek amacıyla gönderdiği yazıda da İstanbul’un İtilâf Devletleri’ne mensup askerî kuvvetler tarafından resmen ve zorla işgal edilmiş olmasını, “Millet-i Osmaniyenin hakimiyet ve hürriyet-i siyasiyesine havale edilen bu son darbe, hayat ve mevcudiyetini, ne bahasına olursa olsun, müdafaa etmeğe azmetmiş olan biz Osmanlılardan ziyade, yirminci asr-ı medeniyet ve insaniyetinin mukaddes addettiği bütün esasata, hürriyet, milliyet, vatan hissiyatı gibi bugünün cemiyat-ı beşeriyesine esas olan bütün umdelere ve bu umdeleri vücuda getiren vicdan-ı umumi-i beşere racidir” şeklinde nitelendirmişti.
Yine Mustafa Kemal Paşanın Karabekir’e, “bu telgrafı bir dakika tehîr eden hain-i vatandır” ibaresiyle çektiği telgrafta “Geyve Boğazı’nın işgali ve demiryolu köprüsünün tahribi, Geyve, Ankara, Pozantı mıntıkasındaki demiryolu hat ve malzemesine el koymak üzere hat boyundaki İtilaf kuvvetlerinin silahlarının alınarak tutuklanmaları, Konya’da Anadolu hat komiser yardımcısının derhal demiryollarına el koyması ve emrine uymayan memurları cezalandırması, İstanbul ile tel hatlarının çoğu Geyve’den geçtiğinden, Geyve santralinin askerlerce derhal işgal”30 edilmesini bildirerek karşı önlemlerini almıştı.

Naci Kaptan 25 Mart 2021 / Devam edecek
https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ilber-ortayli/100-yil-once-istanbulun-isgali-41469145?sessionid=2
Ş. Can. Erdem – https://www.atam.gov.tr/wp-content/uploads/62.-Sayı-Makaleler

https://www.ttk.gov.tr/belgelerle-tarih/ingiliz-belgelerinde-i-istanbulun-isgali-16-mart-1920/

This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, ATATURK, Tarih, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *