OSMANLI ARŞİV BELGELERİNE GÖRE İŞGAL DÖNEMİNDE İSTANBUL (16 MART 1920- 31 ARALIK 1922) BÖLÜM II

Değerli okur,
Gündem çok dolu, Laik Cumhuriyet ağır tehdit altında. Türkiye üzerinde küresel ölçekte büyük oyunlar kurgulanıyor ve oynanıyor. Kendisinin BOP Eşbaşkanı olduğunu söyleyen Erdoğan bu kurguların eş başkanı olarak kendisine verilmiş olan görevlerini yerine getiriyor. Ekonominin çöküşü, Milli varlıkların uluslararası firmalara devredilmesi, akıl almaz boyuttaki dış borçlanma, planlı çökertilen tarım ve hayvancılık, aydınlanma devrimlerinin, parlamento ile birlikte işlevsiz kılınması, erkler ayrılığının yok edilmesi,  Yargı siyasallaştırıldı ve Ordu politize edildi ve hiyerarşik düzeni bozuldu. Ege Denizinde 20 adamız Yunanistan tarafından işgal edildi. Toplum planlı olarak bölünüyor ve kavgalaşmaya itiliyor. Meclis işlevsiz, ülke yasalarla değil, tek adamın sözleriyle ve kararnamelerle yönetiliyor. Liyakat ise askıda. İnanıyorum ki bir işgal ordusu bile devlet düzenini böylesine  bozamaz  ve ekonomiyi bu büyüklükte tahrip edemezdi.
Ve bunlarla birlikte Türkiye Cumhuriyetini zamanın en güçlü devletlerini ve ordularını hem cephede hem de masada mağlup ederek  kuran  muzaffer komutan ve   büyük devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk’e saldırılar artmıştır. Karanlık inlerinden çıkan yobazlar BOP eş başkanından güç alarak Hem Atatürk’e hem de aydınlanma devrimlerine saldırıyor. 
Putin’in danışmanı Alexandr Dugin şöyle diyor; Büyük devletler Türkiye’yi paylaşma planları yapıyorlar. Doğal olarak Rusya da bundan payını alacaktır”
Ve yine bu arada Türkiye çevresindeki ülkelerin yaptıkları tüm işbirliği ve siyasi toplantılardan dışlanıyor ve toplantılara davet edilmiyor!!! “Ortadoğuda uluslararası bir toplantıda şayet bir yemek daveti almadıysanız, biliniz ki menüdesinizdir”
Türkiye’yi kuran, kurtaran ve Türk Milletini yok olmaktan kurtaran Gazi paşa’ya,  Mavi gözlü sarı kurt’u, Mustafa Kemal Atatürk’ü minnet ve saygıyla anarım.  
Aşağıdaki yazı dizisini hatırlatmak adına “Keşke Yunan kazansaydı” diyen/lere, diyeni onurlandıranlara, ithaf ediyorum. Türkiye’mizin bugünlere nasıl geldiğini tekrar hatırlamak için İstanbul’un işgalini ve İstanbul’da işgal sürecindeki günlük yaşamı anlatan bu yazı dizisini okumanıza sunuyorum.
Naci Kaptan / 10.03.2021


BAĞLANTILI YAZILAR
BÖLÜM I                                https://nacikaptan.com/?p=87261
BÖLÜM II                               https://nacikaptan.com/?p=87371
BÖLÜM III                             https://nacikaptan.com/?p=87397
BÖLÜM IV                              https://nacikaptan.com/?p=87573
BÖLÜM V                                https://nacikaptan.com/?p=87731
BÖLÜM VI                              https://nacikaptan.com/?p=87830
BÖLÜM VII                             https://nacikaptan.com/?p=87914
BÖLÜM VIII                           https://nacikaptan.com/?p=88129
BÖLÜM IX                              https://nacikaptan.com/?p=88147
BÖLÜM X                                https://nacikaptan.com/?p=88599
BÖLÜM XI                               https://nacikaptan.com/?p=88748
BÖLÜM XII                             https://nacikaptan.com/?p=88766

OSMANLI ARŞİV BELGELERİNE GÖRE
İŞGAL DÖNEMİNDE İSTANBUL
(16 MART 1920- 31 ARALIK 1922)
BÖLÜM II
Naci Kaptan / 10.03.2021

İtilaf kuvvetleri İstanbul’a çıktıktan sonra şehirde asayiş bozulmuş, Türk polisinin ve jandarmasının sözü ve hükmü azalmıştı. Şüpheli görülen evlere izinsiz giriliyor, ittihatçı olduklarından şüphelenilen subaylar sokak ortasında tutuklanarak gözlem altına alınıyor, Osmanlı subaylarının İtilaf subaylarını rütbe farkına bakılmadan selamlaması isteniyor, İtilaf askerleri trenlerde ve vapurlarda birinci mevkide oturuyor, haberleşme kontrol ediliyor, basına sansür uygulanıyordu.
Ocak 1919’dan itibaren İstanbul’da asayiş ve inzibat işleri İtilaf inzibat kuvvetlerinin kontrolü altında yeniden düzenlendi. Buna göre; Beyoğlu ve Boğazın Rumeli yakası iki bölgeye ayrıldı ve her birine, İngiliz, Fransız ve İtalyan polislerinden onar polisle, İngiliz, Fransız ve İtalyan subaylarından oluşan bir heyet konuldu. Bu iki bölgenin başına da bir İngiliz Yüzbaşı getirildi. İstanbul yakası da iki bölgeye ayrıldı ve idaresi bir Fransız Yüzbaşısına verildi. Üsküdar, Kadıköy ve Boğaz’ın Anadolu yakasının inzibat işleri ise İtalyanlara bağlandı.
İstanbul halkı ise işgalden sonra ne yapılması gerektiği hususunda üç gruba ayrılmıştı. Bir grup savaşa karşı çıkıyor ve Anadolu’da başlamakta olan Milli Mücadelenin durdurulmasını istiyor, diğer bir grup, durumu olduğu gibi kabul edip, aceleye gerek görmeden kurtuluşu zamana bırakmayı savunuyor, üçüncü grup ise Anadolu’da başlamak üzere olan savaşın desteklenmesini istiyordu. İşgalin boyutları belli oldukça üçüncü grubun taraftarları artacak ve İstanbul’dan Anadolu’ya silah ve asker kaçırma işlerini, organize şekilde yapacak çeşitli teşkilatlar kurulacaktı.
13 Kasım 1918’de İtilaf filosunun İstanbul’a gelmesi, askerlerin karaya çıkması, istihkâmların işgal edilmesi ile başlayan İstanbul’un fiili işgal dönemi, 16 Mart 1920’de İstanbul’un İtilaf devletleri tarafından resmen işgali ile resmi işgale dönüşecekti. (sayfa XI)

MÜTTEFİK KUVVETLERİN İSTANBUL’U RESMEN İŞGALİ –16 MART 1920
1.1. İSTANBUL’UN MÜTTEFİK KUVVETLER TARAFINDAN RESMEN İŞGALİNİ HAZIRLAYAN GELİŞMELER

1.1.1. İstanbul’un Önemi ve Londra Konferansı
13 Kasım 1918’den beri İtilaf kuvvetleri tarafından fiilen işgal altında bulunan İstanbul’da, sonraki günlerde nasıl bir strateji izleneceği İtilaf devletlerini, özellikle İngilizleri oldukça meşgul eden bir konuydu. 22 Aralık 1918 tarihli “İngiliz İmparatorluğu İçin İstanbul’un Stratejik Önemi” başlıklı rapor İngiltere’nin İstanbul ile ilgili hedeflerini göstermesi bakımından önemlidir. Bu raporda;
“- Boğazları da kapsayan niteliği İstanbul’a hem kara köprüsü hem de su geçitlerinden kaynaklanan ikili bir stratejik önem kazandırmaktadır. Bu yapı geçmişte Avrupa ile Asya arasındaki istila dalgalarının yolu olarak her zaman önemli idi ve bu gerçek sürekli olarak geçerli olmuştur. Sahip olduğu bu nitelik onları Rusya’nın ana kapısı olması yanı sıra Hint yolları için de bir geçit durumuna sokmuştur.
-Bu önem tarihsel gerçeklerle de değerlendirilebilir. Bizans İmparatorluğu’nun çöküşünü beraberinde getirecek Türk istila dalgaları İstanbul’dan geçerek Viyana kapılarına ve Güney Rusya’ya ulaşmıştır. Aynı şekilde Türk İmparatorluğu’nun Ortadoğu ve Balkanlarda çöküşü Rusya ve Almanya gibi iki büyük gücün rekabetini bu bölgeye davet etmiştir.
– Bu rekabetin baskısı altında ülkelerin bloklaşması büyük savaşın hazırlayıcısı olmuştur.
– Bu tarihsel görünüm bile İstanbul’un Avrupa ile Asya arasında bir kara bağlantısı olarak önemini göstermeye yeterlidir. Türklerin Boğazlara egemen olduktan sonra Karadeniz’i geçerek Güney Rusya’ya ulaşmaları ve Rusya’nın Çar Petro zamanında burada bir deniz gücü oluşturmaları, İstanbul’un önemini daha da artırmıştır” denilerek İngilizler için İstanbul’un önemini belirtiyordu. Nitekim 4 Ocak 1920’de İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon “her ne pahasına
olursa olsun Türklerin Avrupa’dan ve İstanbul’dan atılmalarının şart olduğunu” öne süren muhtırayı İngiliz kabinesine sundu.
Muhtırada Türklerin İstanbul’dan atılmaları ya da orada bırakılmaları konusunun Fransızlarla tartışıldığı, İngiliz delegelerin Türkleri İstanbul’dan atmayı, Fransızların ise İstanbul’u Türklerde bırakmayı savundukları belirtiliyordu. İstanbul’un Türklerden alınmasının yüzyıllardır süregelen Türk topraklarının paylaşılması sürecinin bir devamı olacağı savunuluyor, Türkiye’de bulunmuş ve Türkiye’yi incelemiş uzmanlardan Amiral Calthorpe ve Amiral Robeck’in de Türklerin İstanbul’dan atılmaları fikrinde oldukları ve Türk’ün İstanbul’da bulunmasının Doğu Avrupa’nın havasını zehirlediği belirtiliyordu21. İngiliz Başbakanı Lloyd George tarafından da desteklenen bu fikir Hindistan İşleri Bakanı Montagu’nun etkisiyle mecliste kabul edilmedi.
Bu defa, Lord Curzon İstanbul’un uluslararası statüye kavuşturulması planını öne sürdü ve padişahın İstanbul’dan uzaklaştırılması konusunda yine ısrarlıydı. Fakat Fransızlar buna karşı çıktı ve Montagu’yu destekleyerek Fas, Cezayir ve Suriye’deki Müslümanların gücendirileceğini öne sürdüler. Curzon bu kez padişahın zaman zaman İstanbul’da oturmasına izin veren “Vatikan önerisi” ile geldi fakat yine Fransızlardan bu konuda da destek bulamadı.
Bu arada İtilaf Devletleri Osmanlı Devleti ile yapılacak barış antlaşmasının şartlarını konuşmak üzere 12 Şubat 1920’de başlayıp 10 Nisan 1920’ye kadar aralıklarla devam eden Londra Konferansı’nda bir araya geldiler. Bu konferans Paris Barış Konferansı’nın bir uzantısı mahiyetindeydi ve barışla ilgili bütün sorunları, bu arada yoğun olarak da Osmanlı Devleti ile yapılacak barış antlaşmasını ele alacaktı.
Konferanstaki en önemli konu İstanbul’un durumu ve Boğazlar idi. Fransa Başbakanı Millerand toplantıda, İstanbul’un Türklerde kalmasını ve Türkleri İstanbul dışına atmanın maliyetini Fransa’nın kaldıramayacağını savundu. İtalya Başbakanı Nitti ise İtalyan siyasetinin esasını şu şekilde açıkladı: “ Türkiye’nin bütünlüğünün korunması, Padişahın İstanbul’da kalması ve Boğazların uluslararası bir idare tarafından yönetilmesi”. İtalya, Halifenin İstanbul dışına çıkarılmasını güvenlik ve uluslararası denge bakımından kabul etmiyordu.
Neticede 14 Şubat tarihli toplantıda “İstanbul’un Türklere bırakılması” kararı çıktı. 17 Şubat tarihli İstanbul gazetelerinde yer alan Londra çıkışlı bir telgraf haberi, büyük başlıklarla verildi ve bu karar İstanbul’da coşkuyla karşılandı. Haberde Londra görüşmelerinde İstanbul’un Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmasının bütün İslam dünyasında meydana getireceği olumsuz etkilerin ciddi olarak göz önünde tutulduğu, İtalya ve Japonya’nın Fransız görüşüne katıldıkları ve bu durumda İngiltere’nin de aynı görüşü benimsemek zorunda kaldığı belirtilmekteydi.
Oysa İngiliz Observer Gazetesi Boğazların ve İstanbul’un Türklerde bırakılmasına büyük tepki gösterdi. 22 Şubat 1920 tarihli sayısında, “Genç Türkleri Geri Getirme Boğazlar ve Tam Güvenlik” başlıklı yazıda, Sultan Halifenin İstanbul’da kalmasının, Ermeni katliamının kan lekelerini üzerinde taşıyan, Türkleri savaşa sokan, zorba, şövenist İttihatçılara yarayacağı ve milliyetçilik adı altında yönetimi tekrar ele geçirecekleri ileri sürülmekteydi. Konferansın ilerleyen günlerinde İngilizlerin görüşü ağır basmaya başladı.

FATMA AFYONCU / http://www.tesis.org.tr/assets/view/userfile/249525.pdf / Sayfa XI – 1-2
This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, ATATURK, Tarih, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *