KUDÜS GECESİ  ve 28 ŞUBATIN GERÇEKLERİ * 6 BÖLÜM ARDIŞIK DİZİ * Cumhurbaşkanı Demirel, ”Dini siyasete alet etmek isteyenler hem suç, hem günah işliyor”

KUDÜS GECESİ  ve 28 ŞUBATIN GERÇEKLERİ
Naci Kaptan

28 Şubat LAİK CUMHURİYET’i korumak için devlet tarafından alınmış olan karşı önlemler dizisidir. Bu konu devrim karşıtları, laiklik ve Cumhuriyet karşıtları tarafından sürekli olarak çarpıtılır. Çünkü, kamuda irticai kadrolaşmaları ve güçlenmeleri engellenmiştir. Sürekli olarak çarpıtılmakta olan  28 Şubat konusunu bir kez daha masaya yatırmanın ve gerçekleri paylaşmanın yararlı olacağını düşündüm.
Naci Kaptan / 04. Mart. 2021 – Güncellendi 21. 08. 2021 – 28. Şubat.2022

Sayın Rifat Serdaroğlu 28 Şubat’ı şöyle tanımlıyor ;
“Bu nasıl bir darbedir ki, Cumhurbaşkanı-Başbakan-Bakanlar yerlerinde, TBMM açık ve görevde-Anayasa ve yasalar yürürlükte-PARTİLER KAPATILMAMIŞ-SIKIYÖNETİM ve OLAĞANÜSTÜ HAL ilan edilmemiş, Sıkıyönetim Mahkemeleri kurulmamış-Askeri Konsey yok, YÖNETİM SEÇİLMİŞ SİVİLLERİN ELİNDE. Basın hür ve özgür. Hiçbir yayın organına baskı, tehdit yok. 28 Şubat’ta, hepsi Yargı Kararlarına bağlanarak sadece 3 bin 225 kişi işten çıkarılmıştır. Ordudan 243’ü FETÖ’cu olmak üzere toplam 753 kişi atılmıştır. (Şimdi, haklarında mahkeme kararı olmadan, KHK ile 150 binden kişi işinden çıkarılmış, açlığa mahkum edilmiştir. Esas FETÖ’cular ise AKP’dedir.) 28 Şubat, Laik Cumhuriyetin-demokrasinin-hukuk devletinin korunmasını sağlamış, karşı devrimci yobazların tekerine çomak sokmuştur. Dönemin Başbakanı ERBAKAN, 28 Şubat MGK toplantısından sonra aynen şunları söylemektedir;
“Duyduğum büyük sevinci ifade etmek istiyorum. MGK toplantısında saatlerce Türkiye’mizin her türlü meselesini baştan sona gözden geçirdik. Bütün konularda tam bir görüş birliği içinde olduğumuzu gördük. Hükümetiyle, Askeriyle devletin zirvesi birlik ve beraberlik içindedir.” Erbakan, 28 Şubat’tan sonra 14 yıl yaşadı. Aktif siyaset yaptı, Genel Başkan oldu. Bir tek gün, “BANA ZORLA İMZALATTILAR, İSTİFAYA ZORLADILAR” demedi!”
BÖLÜM I 
İktidarda Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi arasında 28 Haziran 1996’da kurulan 54. Hükümet vardı. İktidar siyasi islamcılara göz kırpmaya başlamış ve irticanın toplum içinde yeşermesine izin vermeye başlamıştı.  İşte bu günlerde, Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, 31 Aralık 1996 günü belediye başkanlığını yaptığı Sincan ilçesinde düzenlediği “Kudüs gecesi”nde Laik Cumhuriyet düzeni aleyhine kökten dinci güç gösterisi yapmaya çalıştı.
Atatürk’ün aydınlanma devrimlerinin karşıtları olan kökten dinciler, 28 Şubat’ı darbe olarak nitelerler. Bu sene de aynısı oldu. 28 şubat şöyle bir darbe olabilir; Kökten dincilerin laik Cumhuriyete karşı kurdukları gericiliği yok eden bir darbedir.
Aslında, Laik Cumhuriyete karşı filizlenen devrim karşıtlarına karşı Devleti, Cumhuriyeti, Laikliği koruyan, belediyelerde başlamış olan kökten dinci kadrolaşmaları tasfiye eden bir DEVRİMDİR. Amacı Devletin varlığını, laik Cumhuriyeti kökten dincilere karşı korumuş olan bir eylemdir.
28 Şubat Devriminin başlangıcı Laik Cumhuriyete karşı irticanın baş kaldırması sonucu gerçekleşmiştir. Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, İran Büyükelçisi ve konsolosunun da katılımı ile Laik Cumhuriyet’e karşı irticai bir güç denemesi yapmış ve ayrıca, Hamas ve Hizbullah terör örgütlerine övgüler düzmüştür.  Salona Hamas ve Hizbullah örgütü liderlerinin büyük boy portreleri asılmıştır.
Geceye Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ın davetlisi olarak İran Büyükelçisi İran rejimini öven, Türkiye’nin laik devlet düzeni aleyhine bir konuşma yapmıştır.
Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız
Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, Başbakan Yardımcısı Çiller’in talimatıyla, İç İşleri Bakanı Meral Akşener tarafından görevinden alınmıştır. Bekir Yıldız ve görev alan belediye çalışanları hakkında hem Cumhuriyet Başsavcılığınca, hem de DGM Başsavcılığınca “Hizbullah Terör Örgütü üyeliği”, “Yardım ve yataklık” suçlarından iki ayrı adli soruşturma başlatılmıştır.
Tansu Çiller TBMM Grup toplantısında “Devletimizin bu vazgeçilmez niteliği denenecek olursa, buna teşebbüs edenlere de Türkiye’yi dar ederiz.”   demiştir.
Adalet Bakanı Şevket Kazan, Bekir Yıldız’ı tutukluluğu sürecinde (Pazar Günü) ziyaret etmiş, Adalet Bakanı sıfatıyla yaptığı bu ziyareti Anayasa Mahkemesinde görülen Refah Partisi’nin Kapatılması davasının, kapatma gerekçelerinden birisini oluşturmuştur.
DGM Başsavcılığınca Bekir Yıldız dahil 11 sanık hakkında “Hizbullah Terör örgütüne üye olmak / propagandasını yapmak” suçlamasıyla dava açılmış, DGM de yapılan yargılama sonucu Bekir Yıldız’a verilen 4 yıl 7 ay mahkumiyet cezası Yargıtay tarafından onanmıştır. Bu süreçte Bekir Yıldız yurt dışına kaçmış 3 yıl sonra çıkan “af” tan yararlanarak yurda dönmüştür (Gerekçeli kararda, Müşteki sıfatı verilen Bekir Yıldız’la ilgili bu husus gizlenmiştir)
28 Şubat’a giden yolu açan Bekir Yıldız, sadece tutuklanmamış,  hakkında Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde “Hizbullah Terör Örgütü Üyeliği” iddiası ile açılan davada, “Hizbullah Terör Örgütü’nün propagandasını yapmak suretiyle yardım ettiği” gerekçesiyle TCK’nın 169’uncu maddesinden 3 yıl 9 ay ağır hapis, TCK’nın 312/2 maddesindeki, “Halkı sınıf, din ve bölge farklılığı gözeterek, kin ve düşmanlığa tahrikten” de 10 ay olmak üzere toplam 4 yıl 7 ay hapse mahkûm edilmiştir.  Bekir Yıldız ayrıca 3 yıl süreyle kamu hizmetlerinden yasaklanmış ve 716 bin 666 lira ağır para cezası almış, cezası Yargıtayca onanmıştır. 
Hatırlatalım ki 31 Ocak  İran lideri Hümeyni tarafından “Kudüs Günü” olarak ilan edilen bir tarihtir. Salona Hamas ve Hizbullah örgütü liderlerinin büyük boy portreleri asılmıştır. Bekir Yıldız İranlı diplomatlarla bir olarak laik cumhuriyete karşı tertiplediği sözde tiyatro oyununda aynı zamanda Hamas ve Hizbullah terör örgütlerinin de propagandasını yapmıştır. Olayın ardından çıkan olaylar sonucu İran Büyükelçisi ve İran İstanbul Başkonsolosu Türkiye’den ayrılmak zorunda kalmıştır.
Bekir Yıldız’ı daha iyi tanımak için hatırlatalım: Başkanlık döneminde ilçede içki satışını ve yılbaşı için hindi satışlarını yasaklatmasıyla da gündeme gelmişti. Yıldız’a göre toplum ancak islami kurallara göre yaşamalı, içki içmemeli, yılbaşı kutlamamalı, hatta hindi bile yememeli idi.
”Postmodern darbe” olarak da nitelenen ve yoğun tartışmalara neden olan 28 Şubat’a giden süreçte Türkiye, tarihinin en sıcak yıllarından birini 1997’de yaşadı. Necmettin Erbakan’ın başbakanlığında 28 Haziran 1996’da RP-DYP koalisyonu şeklinde kurulan 54. Hükümette, DYP Genel Başkanı Tansu Çiller Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak görev aldı. Hükümet yetkililerinin 1996 sonbaharından itibaren yaptığı bazı konuşmalar nedeniyle Türkiye 1997’ye rejim tartışmalarının gerginliğiyle başladı. 3 Kasım 1996’da meydana gelen trafik kazasının ardından patlayan ”Susurluk” skandalıyla çalkalanan ülkede, Aczmendiler’in eylemleri de gündeme geldi.
Ramazan nedeniyle resmi dairelerdeki mesai saatlerinde mahalline göre yapılan düzenlemeler ve çalışanların iftar saatine yetişebilmeleri için bazı illerde öğle tatilinin kısa tutulması, bazılarında öğle tatili uygulanmaması tartışmalara yol açarken; dönemin Başbakanı Erbakan, tarikat tartışmalarının yoğunlaştığı bir sırada Başbakanlık konutunda bazı tarikat ve cemaat liderine iftar yemeği verdi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, RP Kayseri il örgütünün Siyasi Partiler Yasası’na aykırı olarak üniforma niteliğinde tek tip kıyafet giydirdiği görevlilerle ilgili olarak bu partiye 30 Ocak 1997’de uyarıda bulundu. Başsavcılık, RP Kayseri İl Yönetim Kurulunun 30 gün içinde görevden el çektirilmesini istedi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı fesih işleminin yapılmaması halinde RP hakkında kapatma istemiyle dava açılacağını bildirdi.
Naci Kaptan

BÖLÜM II
Kudüs gecesi
Sincan’ın RP’li Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ın 31 Ocak 1997’de düzenlediği ”Kudüs Gecesi”ne İran’ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri de katılarak bir konuşma yaptı. Gecede, ”intifada” hareketini canlandıran bir oyun sergilendi ve gösterinin yapıldığı çadıra Hizbullah ve Hamas örgütlerinin liderlerinin posterleri asıldı. Başbakan Erbakan, 1 Şubat 1997’de kamuoyundan gelen tepkiler ve DYP’deki bazı bakanların ”imza koymayız” direnişine karşın üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakan kararnameyi Bakanlar Kurulu’nda imzaya açtı. Öte yandan, Susurluk’taki trafik kazasıyla ortaya çıkan karanlık ilişkileri protesto etmek amacıyla düzenlenen ”Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakika Karanlık” eylemi başladı.
Öte yandan Sincan’da düzenlenen ”Kudüs Gecesi”ne tepkiler yağmaya başladı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ve DGM Başsavcılığı Kudüs Gecesi ve geceyi düzenleyen RP’li Belediye Başkanı Bekir Yıldız hakkında 2 Şubat 1997’de ayrı ayrı soruşturma açtı. Sincan’daki açıklamasıyla tepkilere neden olan İran Büyükelçisi, 3 Şubat 1997’de Dışişleri Bakanlığına çağrılarak protesto edildi. Sincan’da Kudüs gecesiyle ilgili haber yapmak üzere bulunan Star muhabiri Işın Gürel, Recep Gülmez adlı bir kişi tarafından dövüldü. Recep Gülmez daha sonra iki günlük bir takipten sonra tutuklanarak Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’ne konuldu.
Sincan’dan geçen tanklar…
Birçok çevrede bir askerlerin ”uyarısı” olarak algılanan ve kamuoyunun belleğinde 28 Şubatı ”sembolize” eden ”Sincan’dan tankların geçmesi” hemen bu olayın ardından geldi. Sincan’da 4 Şubat 1997’de 15 tank ve 20 kariyer, ilçeden geçerek Yenikent’teki tatbikat alanına gitti. Sabahın erken saatinde tankları gören Sincanlılar, ”darbe” olduğunu sanarak şaşkınlık yaşadı.
Dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener, Sincan’dan tankların geçtiği gün Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ı görevden uzaklaştırdı. Ertesi gün Bekir Yıldız Ankara DGM’deki sorgusundan sonra Terörle Mücadele Şubesi tarafından gözaltına alındı. Yıldız DGM’deki iadesinden sonra 9 kişiyle birlikte yasa dışı silahlı çeteye yardım ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik iddiasıyla tutuklandı.
Gen:kur.Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı – Başbakan Erbakan
Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, ”Dini siyasete alet etmek isteyenler hem suç, hem günah işliyor” açıklaması yaptı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı 9 Şubatta yayımladığı bayram mesajında, ”Türk Silahlı Kuvvetleri laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğü uğrunda her türlü görevi yapacak azim ve kararlılığa sahiptir” dedi.
Başbakan Erbakan ”Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakika Karanlık” eşlemine katılanları eleştirerek, ”Işık kapatan fesat” dedi. Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın eylem için ”Elektrikleri söndürüp mum söndü oynuyorlar” dediği iddiası Alevi vatandaşların tepkisine yol açtı. Adalet Bakanı Kazan ise ”Mum söndürme Alevilerin ananesidir” dedi. Toplumun çeşitli kesimleri Kazan’ın istifasını istedi. Kazan, 14 Şubatta Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ı cezaevinde ziyaret etti. Tepkilere neden olan ziyaret için Kazan ”Ziyaret medeni bir yaklaşım” dedi. Sivil toplum örgütlerinin kadın temsilcileri tarafından Ankara’da miting düzenlendi.
Tansu Çiller – Necmettin Erbakan
‘Hükümette çatlak…’
DYP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller, 17 Şubat 1997’deki GİK toplantısında ”RP’nin son çıkışlarından rahatsız olduğunu” söyleyerek, ”Başbakan Erbakan’ı bu konuda ikaz edeceğim” dedi. Adalet Bakanı Kazan’a ilk tepki hükümet ortağı partiden Devlet Bakanı olan Işılay Saygın’dan geldi. Saygın Medeni Kanun’un Kabulünün 71. yıldönümü nedeniyle Kazan’a yapılacak ziyareti iptal etti. Çiller, 19 Şubatta Başbakan Erbakan’dan habersiz BBP’ye hükümet ortaklığı önerdi. İran Büyükelçisi Bagheri, Kudüs Gecesi’ndeki konuşmaların ardından artan tepkiler nedeniyle ülkesine gitti.
 ‘Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’a uyarı mektubu’
Sincan’daki Kudüs Gecesi’nden 4 gün sonra İçişleri Bakanlığına bir yazı gönderen dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, ”belediyelerdeki köktendinci kadrolaşmanın derhal incelenmesini’‘ istedi. Bu uyarı üzerine İçişleri Bakanı Meral Akşener valiliklere gönderdiği yazıda Cumhurbaşkanı’na bilgi verilmek üzere konunun araştırılması talimatı verdi. 21 Şubat 1997’de Cumhurbaşkanı Demirel ile görüşen Erbakan, ”Türkiye’nin rejim meselesi yok” açıklaması yaptı. Aynı gün bir başka açıklama da askeri kanattan geldi. Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir, Washington’da Türk-ABD Konseyi kapanış balosunda ”Sincan’da demokrasiye balans ayarı yaptık” dedi.
Adalet Bakanı Şevket Kazan, 24 Şubatta, RP yanlısı 15 derneğin temsilcilerini orduyu eleştirdikleri için makamından kovdu. ”Sıcak” günlerin ardından, 26 Şubatta Cumhurbaşkanı Demirel’in Başbakan Necmettin Erbakan’a ”rejim konusunda endişelerine dile getirene bir mektup gönderdiği” belirtildi. Ve iki gün sonra 28 Şubat 1997’de MGK, Cumhurbaşkanı Demirel’in başkanlığında toplandı. MGK tarihindeki en uzun toplantılarından biri olan ve bundan sonraki siyasal ve sosyal gelişmeleri belirleyen bu tarihi ”olağan” toplantı 8 saat 45 dakika sürdü.
Çankaya Köşkü’nde saat 15.10’da başlayan toplantı saat 23.55’te sona erdi. MGK toplantısına Başbakan Necmettin Erbakan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan, İçişleri Bakanı Meral Akşener ile Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hikmet Köksal, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ahmet Çörekçi, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Teoman Koman ve MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç katıldı. Toplantıda, MİT Müsteşarı Sönmez Köksal, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Onur Öymen, Emniyet Genel Müdürü Alaaddin Yüksel, Olağanüstü Hal Bölge Valisi Necati Bilican ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Necdet Seçkinöz, Genelkurmay İstihbarat Başkanı Korgeneral Çetin Taner ile MGK Genel Sekreter Başyardımcısı Korgeneral Necdet Timur da hazır bulundu. Toplantıya katılan Emniyet Genel Müdürü Alaaddin Yüksel ile Olağanüstü Hal Bölge Valisi Necati Bilican, saat 18.00 sıralarında MGK toplantısından ayrıldı.
Toplantı sonrasında yayımlanan MGK bildirisinde ”Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı yıkıcı ve bölücü grupların, laik ve anti-laik ayrımı ile demokratik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendiklerinin müşahade edildiği” belirtilerek, ”Anayasa ve Cumhuriyet yasalarının uygulanmasından asla taviz verilmeyeceği” vurgulanıyordu. 4 maddelik bildirinin son maddesinde şöyle deniliyordu:
 ”Toplantıda bilhassa Anayasa ile Atatürk milliyetçiliğine bağlı demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olarak belirlenen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı çağdışı bir kisve altında zemin oluşturmaya yönelik rejim aleyhtarı faaliyetler de gözden geçirilmiş; Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş medeniyet yolunda, demokratik sistem içerisinde ilerlemesini teminat altına alan Anayasa ve Cumhuriyet yasalarının uygulanmasından asla taviz verilmemesi gerektiği; Anayasa’nın tanımladığı Cumhuriyetin demokratik, laik ve sosyal hukuk devlet ilkelerinin sağlıklı bir şekilde düzenlenmesine imkan sağlayacak güvenlik, huzur ve toplumsal barışın önem ve öncelik taşıdığı; Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı yıkıcı ve bölücü grupların laik ve anti-laik ayrımı ile demokratik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendikleri; Türkiye’de laikliğin sadece rejimin değil aynı zamanda demokrasinin ve toplumun huzurunun da teminatı ve bir yaşam tarzı olduğu; devletin yapısal özünü oluşturan sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri anlayışından vazgeçilemeyeceği, yasalarla belirlenmiş kuralların gözardı edilerek yapılan çağdışı uygulamaların da hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayacağı; Türkiye’nin 1997 yılı içinde AB’ye tam üye olacak ülkeler listesine girmeyi öncelikli bir hedef alarak sürdürdüğü, böyle bir dönemde resmi ve sivil kurum ve kuruluşların bu sürece katkıda bulunmasının gerekli olduğu, bu sebeple, demokrasimiz hakkında kuşkulara yol açacak, Türkiye’nin yurtdışındaki imajını ve itibarını zedeleyecek her türlü spekülasyona son vermek gerektiğini, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik, demokratik insan haklarına saygılı, sosyal bir hukuk devleti olduğu yolundaki temel ilkelerinin Anayasamızın ve devletimizin teminatı altında olduğu; rejimin, kendisine ve geleceğine yönelik tartışmaların, içinde bulunduğumuz ortamda Türkiye’ye yarardan çok zarar verdiği; açıklanan bu esaslar aksine davranışların, toplumumuzda huzur ve güveni bozarak yeni gerginlikleri ve yaptırımlara neden olacağı değerlendirilmiş, bu konularda alınacak ve alınması gereken tedbirlerin Bakanlar Kurulu’na bildirilmesine karar verilmiştir.”

BÖLÜM III
 28 Şubat’ta alınan kararlardan sonra siyasi ve sosyal süreç yön değiştirdi
Milli Güvenlik Kurulu’nun tarihindeki en uzun toplantılardan biri olan 28 Şubat 1997’de alınan kararlardan sonra siyasi ve sosyal süreç yön değiştirdi. Zorunlu temel eğitimin 8 yıla çıkması ve daha bir dizi kararın uygulanması MGK bildirisinin ardından gerçekleşti. MGK bildirisinin yayımlanmasının ardından 1 Mart 1997’de askerlerin MGK toplantısına getirerek, hükümetten yapılmasını istediği 20 madde belli oldu. Temel eğitimin 8 yıla çıkması, imam hatip okullarının meslek okullarına dönüştürülmesi, irticai faaliyetlere karıştıkları için TSK’daki görevlerine son verilen askerlerin belediyelerde istihdam edilmesinin önüne geçilmesi istendi. MGK bildirisini yorumlayan DYP Genel Başkanı, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller, ”İktidarın hiçbir icraatı laikliğe aykırı değildir” dedi. Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan da ”Suni olarak meydana getirilen gerginliği ortadan kaldırmak, ülkedeki tansiyonu düşürmek hepimizin görevidir” diye konuştu.
Erbakan, hükümete bildirilmek üzere MGK’da alınan 20 maddelik kararlar listesinde ”bazı ifadelerin çok sert olduğunu” öne sürerek kararları imzalamadı. Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak, ”Ordu ile uyum içindeyiz” diyen Erbakan’a, ”Ordu Atatürk’e inananlarla uyum içindedir” yanıtını verdi. 3 Martta DYP’nin bazı önde gelen isimleri DYP’nin hükümetten çekilmesini istedi. Çiller, Başbakanlık’ta biraraya geldiği Erbakan’ı ”MGK kararlarını imzalaması” konusunda iknaya çalıştı. Erbakan bir basın toplantısı düzenleyerek yeni hükümet arayışlarına sert çıktı ve ”Hükümet TBMM’de kurulur, MGK’da kurulmaz” diye konuştu. RP Genel Başkan Yardımcısı Aydın Menderes Erbakan’a ”Ya imzala, ya çekil” dedi. Türkiye’nin önde gelen bazı sivil toplum kuruluşları MGK kararlarına tam destek verdiklerini açıkladı.
Çiller, Erbakan’dan Temmuz 1997’de Başbakanlık görevini kendisine devretmesini istedi. Bu isteği reddeden Erbakan 5 Mart 1997’de MGK kararlarını imzaladı. Çiller, Başkanlık Divanı toplantısında MGK kararları ve uygulanması konusunda TBMM’de genel görüşme açılması için Erbakan ile anlaştıklarını, genel görüşme önergesini hafta başında Meclis’e sunacaklarını açıkladı. Ancak diğer partilerin sert tepki göstermesi üzerine bu plan uygulanamadı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Karadayı, 5 Martta, Başbakan Erbakan’ın görüşme istediğini nazik bir üslupla reddetti. Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, MGK’nın anayasal ve kendine özgü bir kuruluş olduğunu belirterek MGK kararlarının uygulanmaması halinde devletin yürümeyeceğini, uygulamayanların sorumlu olacağını söyledi.
Kararları uygulama komitesi kuruldu
Başbakan Erbakan MGK kararları için RP’li bakanlar Fehim Adak ve Şevket Kazan ile DYP’li Nevzat Ercan’dan oluşan bir ”uygulama komitesi” kurdu. Dönemin DSP lideri Bülent Ecevit, 9 Martta RP’nin katılmayacağı ve liderlerin bulunmayacağı hükümet oluşumu çağrısında bulundu. Bunun üzerine DSP’li Hüsamettin Özkan partiler arasında mekik diplomasisi başlattı. MGK kararlarının uygulanmasıyla ilgili ilk çatlak, 8 yıllık kesintisiz eğitimde çıktı. MGK 8 yıllık temel eğitimin kesintisiz olmasını isterken, RP, imam hatiplerin orta kısımlarının zorunlu eğitim kapsamında kalmasına yol açacak 5 3 modelinde ısrarlı olduklarını bildirdi. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam, 10 Martta, 8 yıllık eğitim için müfredatın hazır olduğunu, Bakanlar Kurulu onaylarsa uygulamaya Eylülde başlanabileceğini bildirdi. Ertesi gün Çiller grup toplantısında RP’yi ve Erbakan’ı uyararak, MGK kararlarının Bakanlar Kurulunda ele alınacağını vurguladı ve ”Bunun teminatı DYP’dir” dedi.
RP Grup Başkanvekili Oğuzhan Asiltürk MGK’nın, temel eğitimin 8 yıla çıkarılmasıyla ilgili kararını kabul etmeyeceklerini açıkladı. Başbakan Erbakan MGK kararları tartışmasına Bakanlar Kurulu toplantısında son noktayı koydu. Kararlar, kısa, orta ve uzun olmak üzere üç ayrı vadede uygulanacaktı. Toplantıda MGK’nın önlem paketini okuyan Erbakan, ”Bunların çoğu yürürlükteki yasaların uygulatılmasıdır. Kimse tereddüt etmesin, bu kararların hepsi uygulanacaktır” dedi. Dönemin ANAP lideri Mesut Yılmaz, 16 Mart 1997’de DYP’ye ”Rejim için birleşelim” çağrısında bulundu. RP içerisinde MGK kararlar paketine tepkiler sürerken Başbakan Erbakan RP’li bakanlara ”MGK kararları aynen uygulanacak” talimatı verdi.
Erbakan, 7 yıllık eğitimin uygulanamayacağı konusunda MGK’yı ikna için bir rapor hazırladı ve buna ortağı DYP’den de destek geldi. 8 yıllık eğitimle ilgili tartışmalara Cumhurbaşkanı Demirel nokta koydu; ”MGK karar almış, hükümet uygulanacak demiş, bundan sonrası için diyeceğim birşey olmaz.” MGK kararlarıyla ilgili ilk kez konuşan dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, RP’nin ısrarlarına sert tepki gösterdi. Karadayı, MGK’nın anayasal bir kuruluş olduğunu belirterek, ”Burada alınan kararlar herkesin riayet etmesi gereken kararlardır” dedi. Milli Eğitim Bakanlığı, 8 yıllık eğitime bu yıl (1997) geçileceğini açıkladı.

BÖLÜM IV
‘Yol ayrımına gelindi’
DYP Genel Başkanı, Başbakan Yardımcısı Çiller, DYP grup toplantısında MGK kararlarına direnen ortağını uyardı. Çiller, ”Hiç kimse bu kararları gayri ciddi göremez. Bunlar ciddidir” dedi. Bundan sonra DYP’de ”hükümetten çekilelim” sesleri yükselmeye başladı. Dönemin Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna, ”MGK kararlarına gayri ciddi bir ifadeyle yaklaşılırsa o zaman bizim uzlaşmamız fevkalade zorlaşır. Hükümet yol ayrımına gelmiştir” dedi. Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez, ”Bu hükümet, ülkedeki gerginliğe çözüm getiremez. Vakit geçirmeden geniş tabanlı yeni bir hükümet kurulmalıdır” diye konuştu. DYP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Gölhan, ”Erbakan da bilir ki kararları uygulamazsa hükümet edemez. Hükümette RP ile bir yol ayrımına geldik” açıklaması yaptı. Bazı RP’li yöneticilerden ise 8 yıllık kesintisiz eğitime karşı açıklamalar geliyordu.
TOBB, 31 Martta hükümetin derhal çekilmesini istedi. 31 Mart 1997’de toplanan MGK’da, Kurul’un askeri kanadı RP’nin MGK kararlarına yönelik eleştirilerinden duydukları rahatsızlığı dile getirdi. 8 yıllık eğitimle ilgili tartışmalar ve yaşanan gerginlikler aylarca sürdü. 35 yıllık geleneği bozarak Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş yıldönümünde konuşan ilk Cumhurbaşkanı olan Demirel, ”Kimse laik Cumhuriyete alternatif aramaya kalkışmasın” dedi. Demirel, 22 Nisanda ””Türkiye’nin içinde bulunduğu krizden çıkış yolunu seçim” olarak gösterdi. MGK, 26 Nisanda toplandı ve 28 Şubatta alınan kararların ne kadar uygulandığını belirleyebilmek için İzleme Komitesi kurulmasını kararlaştırdı. Bu komite her ay MGK’ya bir de rapor sunacaktı. Dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, 21 Mayıs 1997’de ”Anayasa’nın laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı haline geldiği açıklıkla anlaşıldığı” gerekçesiyle RP’nin sürekli kapatılması istemiyle dava açtı.
 ‘Batı Çalışma Grubu’
Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde 11 Haziranda irticaya karşı ”Batı Çalışma Grubu” oluşturuldu. Haziranın 18’inde Başbakan Necmettin Erbakan ile yardımcısı Tansu Çiller, ”giderek artan toplumsal gerginlik nedeniyle hükümetin nasıl devam edeceği” konusundaki görüşmelerinde uzlaştılar. Başbakanlığı Çiller devralacak, BBP hükümete girecek ve erken seçim yapılacaktı. Bu anlaşmadan sonra Erbakan aynı gün hükümetin istifasını Cumhurbaşkanı Demirel’e sundu. Erbakan Demirel ile görüşmesinde RP, DYP ve BBP’nin anlaştığını, Bakanlar Kurulu ve hükümet programının hazır olduğunu” bildirdi ve hükümeti kurma görevinin Çiller’e verilmesini istedi.
Cumhurbaşkanı Demirel ertesi gün muhalefet lideri Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit, Deniz Baykal ve Hüsamettin Cindoruk ile görüştü, ardından da hükümeti kurma görevini ANAP Genel Başkanı Yılmaz’a verdi. Yılmaz’ın görevlendirilmesine RP, DYP ve BBP liderleri tepki göstererek, Demirel’i eleştirdi. MGK, 25 Haziranda Demirel’in başkanlığında toplandı ve bu toplantı Necmettin Erbakan’ın katıldığı son MGK toplantısı oldu.
30 Haziranda 55. Cumhuriyet Hükümeti ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ın başbakanlığında kuruldu. ANAP-DSP ve DTP ortaklığıyla kurulan hükümette DSP lideri Bülent Ecevit Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı. MGK kararlarından en çok tartışılan 8 yıllık kesintisiz eğitim ile ilgili yasa tasarısı, 16 Ağustos 1997’de TBMM’de 242’ye karşı 277 oyla kabul edildi. 8 yıllık kesintisiz eğitim uygulaması, 1997-1998 eğitim-öğretim yılının açıldığı 15 Eylülden itibaren uygulanmaya başlandı.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi RP’yi, 16 Ocak 1998’de ”demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı davranarak, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ve millet egemenliği ilkelerini çiğnediği ve irticai faaliyetlerin odağı olduğu” gerekçesiyle kapattı. Genel Başkan Necmettin Erbakan ile Şevket Kazan, Ahmet Tekdal, Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan, İbrahim Halil Çelik’in milletvekillikleri düşürüldü ve 5 yıl siyaset yasağı konuldu. 22 Şubat 1998’de kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla RP’nin 14 yıl süren siyasi yaşamı sona erdi.

BÖLÜM V
REFAH-YOL SİYASETÇİLERİNİN OLAYA TEPKİLERİ;
Tansu Çiller olayın akabinde TBMM Grup toplantısında yaptığı konuşmada;
“ Ülkemizin, şu geçtiği süreçte son yaşadığı bir densiz olay var, Sincan olayı. Sincan’daki olayı yok farz edemeyiz. Sincan’daki olayı küçümseyipte geçemeyiz. Sincan’daki olayın vahim olduğunda da hem fikir olmamız gerekir. İçimize sindirmediğimiz müddetçe bu işlerin hepsini aşacağız. Türkiye aşacak, Devletimizin bu vazgeçilmez niteliği denenecek olursa,  buna teşebbüs edenlere de Türkiye’yi dar ederiz.”
Erbakan * Demirel – Karadayı
İfadeleriyle olayın devlet rejimine yönelik olduğunu, mahkemenin iddia ettiği gibi “Her yıl düzenlenen bir etkinlik” ya da “Bir Tiyatro Oyunu” olmadığını en yetkili ağızdan TBMM çatısı altında siyaseten kamuoyuna açıklamıştır.
TANSU ÇİLLER Gerekçeli karar sayfa 2574 ve 2581 de yer alan Ankara 5.Ağır Ceza Mahkemesinde 18.07.2017 tarihli beyanında da;
“ ..Sincan’da bir belediye başkanı yine orta doğudaki bir ülkenin sefirini davet ediyor densiz birtakım laflar laik Türkiye’nin aleyhine birtakım laflar 31 Ocak 1997 Kudüs gecesi ve burada birtakım teröristlerin resimleri önünde kendi ülkesinin rejimini methediyor. İç işleri bakanını çağırıyorum nedir bu diyorum gereğini yapalım diyorum Sincan belediye başkanı Refah Partili, görevden alınıyor, Dış işleri bakanlığı o ülkenin o sefirini geri yolluyor aynı zamanda konsolosu geri yolluyor..”
” Meral Akşener, Sincan Belediye Başkanı’nı görevden almadan önce size danıştı mı ?”şeklindeki soru üzerine; Meral Akşener benim partim genel başkanlığım zamanında İç İşleri Bakanı yapan benim ve dolayısıyla benim bilgimin haricinde olması mümkün değil.
“Siz Sincan Belediye Başkanı’nın görevden alınma gerekçelerini doğru buldunuz mu? Bu yüzden mi böyle bir talimat verdiniz?“ şeklindeki soru üzerine; EVET.”  Diyerek;
Mahkemenin önemsiz  saydığı tiyatro oyununda;  Laik Türkiye Cumhuriyeti aleyhine beyanlarda bulunulduğunu, İç İşleri Bakanına verdiği direktifle, Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ın İç İşleri Bakanı Meral Akşener tarafından  görevden alındığını beyan etmiştir.
MERAL AKŞENER Ankara 5.Ağır Ceza Mahkemesinde 16.02.2015 tarihli beyanında (G.K.s.2374);
“Bekir Yıldız’ın görevinden alınması ile ilgili olarak size herhangi bir baskı cebir, ya da şiddet uygulandı mı?” şeklindeki soru üzerine; hayır. Tekrar ediyorum. Şahsıma ait, herhangi bir şahıs silahlı bürokrasiden herhangi bir kişi tabancasını uzatıp alnıma yöneltip, herhangi bir şekilde “bunu imzalayacaksın kardeşim” diyen olmadı. Demeye kalkışılsa zaten mümkün değildi inadına yapardım. Ne derse onun tersini yapardım. Ama böyle bir şey olmadı. (..) Şöyle bir şey oldu. Şimdi Sincan’da bir gece yapıldı. Bir belediye Başkanı tarafından bir gece yapıldı. Kudüs gecesi. O Kudüs gecesindeki söylem ve eylemlerden sonra zaten soruşturma açtım ben. Yani o şahıs hakkında soruşturma açtım. Yanlış olduğunu düşündüğüm için. Daha sonra açığa alındı bu arkadaş.“    Beyanında bulunarak;
Tansu Çiller’in beyanını doğruluyor ve olayın yanlış olduğunu, soruşturma açtığını ve açığa alındığını siyaseten ifade ediyor.
Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan bir TV programında “Kudüs Gecesi” ile ilgili olarak;
“Ben ertesi gün telefona sarıldım, Sincan Belediye Başkanına gerçekten çok ağır bir şekilde konuştum, sen nasıl böyle bir şey yaparsın, Genel Merkezden habersiz sen nasıl bir diplomatı davet ediyorsun, nasıl oluyor da onların panolarını alıyorsun, getiriyorsun, buraya astırıyorsun, tabi o bir hataydı”
Mahkeme;  “TİYATRO OYUNU” olarak tanımladığı olayla ilgili,  Terör örgütü liderinin posterini astıran, laik Cumhuriyet aleyhine İranlı diplomata konuşma yaptırtan, siyasi iradenin emriyle görevinden alınan, kamuoyunda infial uyandıran, “Hizbullah Terör Örgütü” üyeliğinden açılan davada 4 yıl 7 ay mahkumiyet kararı verilerek cezası Yargıtay tarafından onanan ve hangi nedenle mağdur olduğunu gerekçelendiremediği Bekir Yıldız’a mağdur olduğunu kabul ederek müşteki sıfatı vermiştir.
Gerekçeli kararda “Kudüs Gecesi” olayındaki, yukarıda açıklanan ve belgelenen, tarihi, siyasi ve hukuki gerçekler gizlenip, çarpıtılmıştır;
Mahkeme gerekçeli kararında Kudüs gecesini;  yukarıda açıklanan eylemler ve siyasilerin tepkilerinden hiç söz etmeden, alıntı yapmadan, medya organlarınca kamuoyuna şeriat talebi olarak sunulmuş, Filistin intifasına destek amaçlı oynanan bir “TİYATRO OYUNU”,  “HER YIL DÜZENLENEN ETKİNLİK” olarak tanımlamıştır. Mahkemenin olayı çarpıtıp, İran devlet rejiminin ve posterler eşliğinde terör örgütü propagandasının yapıldığını gizleyerek,  masum bir tiyatro oyunu olarak sunması hiç şüphesiz ki siyasi yaklaşımının tipik bir örneğidir.  Mahkeme gerekçeli karar  sayfa 2647; “28 Şubat Darbe Sürecinin Başlaması” Başlığı Altında;
“2.4.)-Kudüs Gecesi (30 Ocak 1997):28 Şubat darbesinin önemli olaylarından biri de, Sincan Belediyesinin desteğinde düzenlenen Filistin intifadasına destek amaçlı bir tiyatro oyunuydu. Medya organları bu olayı, kamuoyuna, şeriat talebi olarak sunmuş, Ankara DGM savcısı 3 Şubatta soruşturma başlatmıştır. (….)  6 Şubat 1997’de Nurettin Şirin gözaltına alınmış,11 Şubatta Sincan belediye Başkanı Bekir Yıldız ve Nurettin Şirin tutuklanmıştır. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi, (DGM) Eylül 1997’de Nurettin Şirin’i, “Hizbullah örgütüne üye” olduğu gerekçesiyle 17 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırmıştır.Yargıtay 9’ncu Ceza Dairesi, Kudüs Gecesi davası olarak bilinen ve Sincan eski Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ın da dahil olduğu bu yargılamayla ilgili mahkumiyet kararını onaylamıştır.” Şeklinde açıklamış.

BÖLÜM VI
Gerekçeli karar sayfa 2675, “SİYASETÇİLER” başlığı altında ise;  
“Bu dönem içinde, bazı siyasetçilerin milletvekillikleri düşürülmüş, askerlik yapmadığı (!) gerekçesiyle askere alınmıştır. Birçok siyasetçi (Sincan belediye Başkanı) Bekir yıldız başta olmak üzere, tutuklanmıştır” “HER YIL DÜZENLENEN BİR ETKİNLİK NEDENİYLE, SİNCAN BELEDİYE BAŞKANI TUTUKLANMIŞTIR.” Şeklinde ifade etmiştir.
Mahkemenin,  bu değerlendirmesinin hukuki ve tarihi hiçbir gerçekliği yoktur.Sincan Belediye Başkanı müşteki Bekir Yıldız hakkında çarpıtma ve gizlemeler;
Dönemin Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ın müşteki şikayeti Gerekçeli karar sayfa 2204’de aşağıdaki şekilde yer almıştır;
“ Müşteki BEKİR YILDIZ vekili şikayet ve beyanında özetle; müvekkilinin Sincan Belediye Başkanı iken demokratik bir ortamda sırf İsrail zulmüne yönelik tertiplemiş olduğu Kudüs gecesi adlı programı basan Ankara Emniyet Müdürlüğü ekiplerinin gecede şiir okuyan, konuşma yapan İsrail’i kınamaya yönelik Piyeste rol alan kim varsa hepsini kelepçeleyip götürdüklerini, kendisinin gecede konuşma yaptığını, gecenin belediye tarafından tertiplendiği, İran Büyük Elçisinin geceye çağrıldığı gerekçesiyle tutuklanarak 5 ay tutuklu kaldığını, gecenin sadece İsrail’in mazlum Filistin halkına karşı giriştiği amansız katliamı protesto etmeye yönelik olduğunu, devletin manevi şahsiyeti; ordu, yargı ve devlet düzeni ile alakasının olmadığını, birilerinin 28 Şubat figüranlığına delil olsun diye irtica gibi başka yönlere çekerek orduya ait tankları cadde ve sokaklara çıkararak demokratik yönetimin tehdit edildiğini, halkın sindirildiğini, dilekçesinde beyan ettiği, generaller; Çevik Bir, İzzettin İyigün, Erdal Ceylanoğlu ve DGM savcısından şikâyetçi olup davaya katılmak istediğini belirtmiştir. (108,133)
Müşteki Bekir Yıldız’ın şikâyet dilekçesinde yer alan bu ifadeler doğru değildir;
Müşteki Bekir Yıldız hakkında açılan ceza davasının ve tutuklanmasının gerekçesi,  İran Büyük Elçisinin geceye çağrıldığı” değildir.  Bekir yıldız sadece tutuklanmamış,  hakkında Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde “Hizbullah Terör Örgütü Üyeliği” iddiası ile açılan davada, “Hizbullah Terör Örgütü’nün propagandasını yapmak suretiyle yardım ettiği” gerekçesiyle TCK’nın 169’uncu maddesinden 3 yıl 9 ay ağır hapis, TCK’nın 312/2 maddesindeki, “Halkı sınıf, din ve bölge farklılığı gözeterek, kin ve düşmanlığa tahrikten” de 10 ay olmak üzere toplam 4 yıl 7 ay hapse mahkûm edilmiştir.  Müşteki Bekir Yıldız ayrıca 3 yıl süreyle kamu hizmetlerinden yasaklanmış ve 716 bin 666 lira ağır para cezası almış, cezası Yargıtayca onanmıştır.  Mahkeme yukarıda yer alan gerekçeli kararında (s.2675 ve s.2647),  müşteki Bekir Yıldız’ın her yıl düzenlenen bir etkinlik ve Filistin intifadasına destek amaçlı bir tiyatro oyunu nedeniyle tutuklandığı izlenimi yaratmış ve yukarıda açıklanan gerekçe ile 4 yıl 7 ay mahkumiyet cezası aldığını gizlemiştir.  Mahkemenin,  Yargıtayın ve bir başka mahkemenin kararını yok sayma gizleme yetkisi yoktur. Aksine mahkeme, bu dava üzerinden, meşru Cumhuriyet mahkemelerinin hükümlerini yok sayıp, ilga etme yoluna gitmiştir.
Ayrıca;  mahkeme gerekçeli kararında, Bekir Yıldız’ın mahkumiyetini gizlemekle birlikte, aynı davada yargılanan Nurettin Şirin’in Hizbullah örgütüne üye olduğu gerekçesiyle 17 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldığını da belirtmektedir.  Mahkemenin  dikkat çektiği Nurettin Şirin’in;  1.03.2011 tarihli  “Milliyet.com” haber sitesinde yayınlanan haberinde;  “Kudüs Gecesi” programındaki afiş ve pankartların sorumluluğunu Bekir Yıldız’ın ricası üzerine üstlendiğini, ilgisinin olmadığını, katıldığı bir konferansta açıkladığı yer almaktadır.  Mahkemenin, müşteki Bekir Yıldız’ın mahkumiyeti hakkında tutuklanması dışında bir detay aktarmaması, Nurettin Şirin’in davaya müşteki olarak katılma talebinde bulunmaması, bu açıdan da dikkat çekicidir.
Kudüs gecesi itirafı
’Kudüs Gecesi’ndeki sorumluluğu gerekçesiyle ceza alan Şirin, RP’li Belediye Başkanı Yıldız’ın ricası üzerine olayı üstlendiğini, ilgisinin olmadığını söyledi.
Zonguldak’ta düzenlenen konferansta konuşan “28 Şubat” sürecinin önemli isimlerinden Nurettin Şirin, Sincan’da tankların yürümesine neden olan ’Kudüs Gecesi’ programındaki afiş ve pankartların sorumluluğunu, dönemin Sincan Belediye Başkanı Refah Partili Bekir Yıldız’ın ricası üzerine üstlendiğini açıkladı. Kudüs Gecesi’ndeki tiyatro gösterisi ve konuşmaları nedeniyle mahkum olan Nurettin Şirin, ’28 Şubat’ın Günümüze Etkileri’ konulu konferansta, 1 Temmuz 1997’de dönemin Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız ile Kudüs programı nedeniyle mahkum edildiklerini hatırlattı.
Şirin, şöyle konuştu: “Bazı kardeşlerimizin bildiği, ama bazılarının bilmediği şeyleri paylaşmak istiyorum. Kudüs programına katılmak istemedim. Arkadaşlar ısrar etti. 31 Ocak’ta Ankara’ya gidip programa katıldım ve 1 Şubat’ta döndüm. Baktım ki gazeteler, televizyonlar, ’Sincan şöyle, Sincan böyle’ 4 gün boyunca.” Bu 4 gün boyunca adının haberlerde geçmediğini belirten Şirin, şöyle devam etti:
‘Üstlendim’
“3 şeyin üzerine kurgulanmıştı. İran Büyükelçisi Mahmut Rıza Bakiri, Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ın konuşması ve sahnelenen tiyatro gösterisi. Ama, 4 Şubat’a gelindiğinde Etimusgut’tan çıkan tanklar, zırhlı birlikler Sincan caddelerinde yürümeye başladığında; gerçekten insanların yüreği ağzına geldi. İşte bu sırada Bekir Yıldız telefonla arayarak, ’Şu afişler, pankartlar bizim başımızı çok ağrıtıyor. Aleyhimizde sürekli bunlar kullanılıyor, sen bunları üzerine alır mısın?’ dedi. ’Başkanım, bu planların, oyunların bozulması için ne varsa her şeyi kabul ediyorum’ dedim. Yarım saat geçmişti ki Hürriyet’in Ankara muhabiri aradı ve afişleri sordu. ‘Evet, ben astım’ dedim. Halbuki benim ilgim yoktu.”
Mahkeme kararında, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve DGM kararlarını tanımamıştır;
Mahkeme, yukarıda açıklanan  DGM ve Yargıtay kararlarını tanımadığı gibi, gerekçeli kararında (G.K.s. 2647), sözde 28 Şubat davasının  önemli olaylarından birisi olarak tanımladığı “Kudüs Gecesi” olayını, Sincan Belediyesinin desteğinde düzenlenen Filistin intifadasına destek amaçlı bir tiyatro oyunu olduğunu, Medya organlarının bu olayı, kamuoyuna, şeriat talebi olarak sunduğunu belitmiş ve bu değerlendirmeyi kararında tekrarlamıştır. Yani aslında böyle olmamış, basın tarafından “abartılarak” böyle sunulduğu değerlendirmesini yapmıştır.
Oysaki Anayasa Mahkemesi Refah Partisinin kapatma kararının gerekçesinde Sincan olaylarını,  toplumda büyük tepkilere neden olan, belediye başkanlığı görevi ile hiçbir ilişkisi bulunmayan lâiklik karşıtı bir takım siyasî gösterilerin sergilendiği ve Anayasa’nın lâik Cumhuriyet ilkesine ve yasalara açıkça meydan okuma olduğu, lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı bu siyasî gösterilerin,  Refah Partisi’nce de benimsendiği ve desteklendiği bu yolla kamuoyuna verilmiş bir mesaj niteliğinde olduğu,  bu nedenlerle, lâik Cumhuriyet ilkesine aykırı görüldüğü kararın gerekçesinde yer almaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu kararı ve kararına ilişkin gerekçesi Anayasanın 153/VI maddesi gereğince yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.
Ancak, bu AYM kararının, anayasaya aykırılıkla mahkemeyi bağlamadığı, hatta, gerekçesinde AYM kararını ilga edecek şekilde,  neredeyse yaklaşık aynı cümlelerle aksi hüküm kurduğu açıkça anlaşılmaktadır.  Anayasa mahkemesinin kararını yok etme kastı ile yapıldığı izlenimi yaratan bu durum, hukuk devleti, laik devlet ilkesi ve Türkiye Cumhuriyetinin anayasal düzeni açısından KESİNLİKLE KABUL EDİLEMEZ.
Anayasa Mahkemesi Refah Partisinin kapatılması davasının gerekçesinde (s.106) ;
“Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ı Cezaevinde Ziyareti İddianamede, Refah Partisi Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ın terör örgütü liderlerinin büyük boy posterlerini salona astırarak düzenlediği Kudüs Gecesinde aydınlara zorla ‘şeriat enjekte edeceğini’ söylediği için Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesince tutuklanmasından sonra, Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Adalet Bakanı Şevket Kazan tarafından cezaevinde ziyaret edildiği belirtilmiştir…
Sincan olayları ile suçlanarak tutuklanan ve sonradan bu eylemi nedeniyle cezalandırılan ve mahkûmiyeti kesinleşen Sincan Belediye Başkanı’nın, Adalet Bakanı tarafından tutuklu iken tatil gününde ziyaret edilmesinin özel bir anlamı olduğu kuşkusuzdur. Devletin koruması ve denetimi altındaki hükümlüler ve tutuklular özel kurallara bağlıdır. Adalet Bakanı, hiçbir hükümlü ve tutukluya diğerlerinden daha uzak veya daha yakın olamayacağı gibi bu anlayışa neden olacak bir uygulama içinde de bulunamaz. Hükümlülerden veya tutuklulardan birinin Adalet Bakanı tarafından kural ve gelenek dışı ziyaret edilmesi, onun hukuk dışı eylemlerinin benimsendiği ve onaylandığı anlamına gelir.
Kaldı ki, aynı zamanda Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı da olan Adalet Bakanı tarafından tutukevinde ziyaret edilen Sincan Belediye Başkanı, belediye başkanlığı görevi ile hiçbir ilgisi olmayan lâiklik karşı bir takım siyasî gösteriler sergilemiş ve Anayasa’nın lâik Cumhuriyet ilkesine ve yasalara açıkça meydan okumuş ve toplumda büyük tepkilere neden olmuştur. Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın tutuklu Sincan Belediye Başkanı cezaevinde ziyareti, Sincan’da, Belediye Başkanınca başlatılan ve yürütülen lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı siyasî gösterilerin Refah Partisi’nce de benimsendiğini ve desteklendiğini gösteren ve bu yolla kamuoyuna verilmiş bir mesaj niteliğindedir. Bu nedenlerle, Şevket Kazan’ın eylemi lâik Cumhuriyet ilkesine aykırı görülmüştür.”
DEMEKTEDİR.

Mahkeme, gerekçeli kararında “irtica” ve bağlı kavramların hiçbir TSK dokümanında olmadığını iddia ederken,  bu kez kendi iddiasının aksine, “İRTİCA”,  “SİYASİ İSLAM”,  ”LAİKLİK” “ANAYASA VE İLKELERİ” “DEVRİM KANUNLARI” gibi Türkiye Cumhuriyetinin var oluş temel kavramları ile tehlikelerinin anayasal BOYUTTA HUKUKİ İNCELEMESİNİ YAPMADAN, HANGİ OLAYIN LAİKLİĞE AYKIRI EYLEM YA DA “İRTİCA” olduğunu, üstelik Anayasayı, AYM, AİHM ve diğer mahkeme kararlarını yok sayarak,  hukuka aykırı bu dava üzerinden, Türkiye Cumhuriyetini kuran temel felsefe ve hükümlere tamamen aykırılıkla, kendince ve hiçbir gerekçe belirtmeden tanımlamaya, varsayımlarda bulunmaya, Türkiye Cumhuriyetinin değişmez ilkelerine aykırılıkla yeni bir siyasal düzen benimsetmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. YETKİSİNİ ANAYASADAN ALAN MAHKEMELER MİLLETE YENİ BİR SİYASAL DÜZEN VE ANAYASA İLKELERİ DAYATAMAZ. BU DURUM HİÇ BİR ŞART VE ŞEKİLDE KABUL EDİLEMEZ.

[1] https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/28-subatin-ustunden-14-yil-gecti-225858
[2] http://www.milliyet.com.tr/kudus-gecesi-itirafi-gundem-1358822/
[3] www.nacikaptan.com 
This entry was posted in DİN-İNANÇ, İrtica, ŞERİAT - İRTİCA - KARANLIĞIN AYAK SESLERİ, SİYASAL İSLAM, TARİKAT VE CEMAATLAR, YOBAZLIK - GERİCİLİK, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *