Çin’le gizli füze anlaşması * TOROS FÜZELERİ

Çin’le gizli füze anlaşması

Geliştirici: Mehmet Ali Güller

28 Şubat süreci, daha çok irticayla mücadele boyutuyla anımsanıyor. Oysa 28 Şubat süreci, özü itibariyle Türkiye’nin Atlantik bağı karşısında “stratejik özerklik” arayışıydı. İrtica da, bu eksen içinde, ABD’nin “ılımlı İslam” projesi olması üzerinden hedef alınıyordu.
Sürecinin salt türban konusuna indirgenerek ele alınıyor olması, sadece bir “28 Şubat mağduriyeti” oluşturma ihtiyacı nedeniyle değil, ondan daha çok sürecin Atlantik karşıtı boyutunu gizlemek içindir.
28 ŞUBAT’IN İKİ TEMEL HEDEFİ
Oysa 28 Şubat;
1. Türkiye’nin bölgesinde Rusya ve İran’la işbirliği yapması gerektiğini savunuyordu.
2. ABD ve NATO’ya silah bağımlılığının azaltılmasını hedefliyordu.
İşte bugün Türkiye’nin gurur duyduğu Milli Gemi Projesi (MİLGEM) bir 28 Şubat eseridir. MİLGEM ile Türk Deniz Kuvvetleri büyük oranda millileştirildi. Türkiye kendi savaş gemilerini yapar ve ihraç eder hale geldi.
28 Şubat, sadece denizde değil, karada ve havada da ulusal savunma ve silahlanma anlayışına ulaşmak istiyordu. Bunun için ABD ve NATO’ya olan silah bağımlılığından kurtulmak gerekiyordu. Bu hedefin ara aşaması da öncelikle silah envanterini çeşitlendirmekti. O sürecin devamı, teknoloji transferi ile ulusal silahlanma yoluydu.
TOROS FÜZELERİ
Pek bilinmez…
Türkiye, 28 Şubat sürecinde Çin’le gizli bir füze anlaşması imzalamıştı. Bu anlaşmaya göre karadan karaya 80 kilometre menzilli, toplam 19 üniteden oluşan bir WS-1 bataryası alındı. Anlaşmaya göre teknoloji transferi ile 5 batarya Türkiye’de ortak üretildi.
O süreçte bu resmi olarak açıklanmadı. Türkiye, Çin’den teknoloji transferi ve ortak üretimle geliştirilen “Toros” füzelerini, TÜBİTAK ve SAGE üretimi olarak IDEF Fuarı’nda sergiledi. TSK envanterine giren füzeler, 70-100 km menzilli ve karadan karaya ya da denizden karaya kullanılabiliyor (“Ordudan Çin açılımı- Çin’le ‘uzay’da işbirliği”, Milliyet, 4 Nisan 2005).
Türkiye, sonraki yıllarda Toros’u geliştirdi ve 160 km menzilli Toros-260’ı üretti (“Toros topçu roketi”, 14 Mayıs 2016: http://www.millisavunma.com/toros-topcu-roketi/).
Yine Hava Kuvvetleri Komutanı Org. İbrahim Fırtına’nın Çin Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Çiao Çingçen’i ziyaretinde de “orta menzilli hava savunma füzeleri” konusunda önemli görüşme yapılmıştı (Kamil Erdoğdu, “Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Fırtına Çin’de”, Anadolu Ajansı, 4 Nisan 2005).
Ancak Türkiye arkasını getirmemişti…
MEVCUT BAĞIMLILIK – OLASI BAĞIMLILIK
Türkiye’nin Çin ve Rusya’yla ilişkilerini geliştirmesini savunduğumuzda, hatta Ankara’nın her iki başkentle işbirliğini stratejik düzeye çıkarması gerektiğini belirttiğimizde karşımıza hep şu argüman çıkıyor: “ABD’ye bağımlı olmayalım da Rusya ve Çin’e mi bağımlı olalım?”
“Tam bağımsızlığı” savunuyor gibi görünen bu argüman, pratikte “ABD’ye bağımlılığı sürdürmeyi” savunmaktadır.
Zira Türkiye’nin ABD’ye “mevcut” bağımlılığı ile Çin ve Rusya’ya “olası” bağımlılığını kıyaslamak eşyanın tabiatına aykırıdır.
Rusya’dan ya da Çin’den füze almak, Türkiye’yi bu iki ülkeye bağımlı yapmaz ama silah envanterini çeşitlendirmesi bakımından ABD’ye bağımlılığının oranını düşürür.
S-400 ÇALIŞTIRILMALI – F35 UNUTULMALI
Elbette esas hedef “tam bağımsızlık” ve ulusal savunma-silahlanmadır.
Ancak 70 yıldır neredeyse yüzde 100 oranında ABD ve NATO silahlarına bağımlı olan bir ülkede, birden yüzde 100 ulusal silahlanmaya geçebilmek olası değildir.
Bu gibi durumlarda birinci adım silah envanterini çeşitlendirmek, ikinci adım da teknoloji transferi ve ortak üretimdir. Ulusal silahlanma bu ikinci adımın arkasında gelir.
Türkiye, 28 Şubat’ın bu anlayışını, kesintilere, bocalamalara, gelgitlere rağmen sürdürmek zorundadır. Bu nedenle Türkiye’nin hızla atması gereken iki önemli adım vardır:
1. Salgın gibi ucuz bir bahaneyle çalıştırılması ertelenen ve Girit Modeli gibi açıklamalar üzerinden ABD’yle pazarlığı sürdürülen S-400’ler, aktif hale getirilmelidir.
2. ABD’nin S-400 nedeniyle Türkiye’yi F-35 programından çıkartması karşısında parayla lobi tutup o programa yeniden dönmeye çalışmaktan vazgeçilmelidir. F-35 programı ile Türk Hava Kuvvetlerinin ABD’ye yüzde 100’e yakın oranda bağımlı hale geleceği gerçeği görülmelidir.
Kaldı ki F-35 açısından gerçek durum şudur: ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Test ve Değerlendirme Ofisi, F-35’lerde 871 kusur tespit etmiş durumda (Bloomberg, 14.1.2021). Bu oran Nisan 2018’de 941’di. Yani iki yılda 941 kusurdan yalnızca 70 adeti çözülebilmiş durumda.
Bu nedenle Türkiye, kendi ulusal uçağını yapma hedefiyle bir başka 5. nesil uçak alımına hızla yönelmelidir.
Mehmet Ali Güller – CRI Türk – 2 Mart 2021
This entry was posted in DIŞ POLİTİKA, MEHMET ALİ GÜLLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *