DOĞA ÇEVRE EKOLOJİ * Plastikten yaşamlar * Bölüm I – II

Plastikten yaşamlar

BÖLÜM I
Onur Korkmaz – 23.02.2021

19. yüzyıl ortalarında bulunan, 20. yüzyıl başlarında insanların hayatına giren bir ürün plastik. Geliştirildiği günden bu yana mucizevi bir ürün olarak tanıtılmış olan plastik, modern çağın yaratılmasında ve aynı zamanda sistemin yok ediciliğini gösterme konusunda temel yapı taşı oldu.
Yüzde 99’u fosil yakıt yan ürünü olan bu polimerler sağlıkta, otomobillerde, gıda paketlerinde, yalıtımda, giyimde, oyuncaklarda, neredeyse akla gelen her yerde kullanılıyor, yaşamı tehdit eden bir malzeme olduğu halde korunuyor.
Plastik içimize işledi
2019’da 369 milyon ton üretimle plastik üretimi bir önceki yıllara göre artmaya devam etti. Şöyle de özetlenebilir; 2019’da insan kütlesininin yüzde 80’i kadar plastik üretildi.
Günümüze dek yaklaşık 8,3 milyar ton plastik üretildi. Plastiklerin üretimi bile başlı başına sıkıntılı bir durum iken, doğada yüzlerce yıl yok olmadan kaldıkları için, hem toksik oluşu nedeniyle çevreyi ve canlıları zehirliyor hem de büyük bir atık sorunu yaratıyor.
Dünya Ekonomik Forumu için 2016’da hazırlanan bir rapora göre, okyanuslarda 150 milyon ton plastik bulunuyordu ve buna her yıl 8 milyon ton plastik daha eklendiği söyleniyordu. Aynı raporda 2050’ye gelindiğinde okyanustaki plastiklerin ağırlığının sudaki canlı ağırlığını geçeceği belirtiliyordu. Bu raporun yayınlanması üzerinden 4 sene geçti ama hiçbir şey değişmedi. Hem plastik üretimi hem de atıklar artmaya devam ediyor. Pasifik okyanusundaki devasa plastik atık yığınının kapladığı alan 3 buçuk milyon kilometrekareyi (Türkiye’nin yüz ölçümünün 5 katı) aştı ve artık “Yedinci kıta” olarak anılıyor.
Yeni kıtalar oluşturmaya başlayan bu atıkların yanı sıra, mikroskobik boyuttaki parçalardan oluşan mikroplastikler de dünyanın her yanına yayıldı. İnsanların yaşamadığı Arktik Denizi’nin dibinden tutun da dünyanın en yüksek noktası olan Everest Tepesi’ne (8.849m), denizdeki en derin nokta olan Mariana Çukuru’nun (-10.994m) dibinde bile mikroplastikler tespit edildi. Avustralya’daki İngiliz Milletler Topluluğu Bilimsel ve Endüstriyel Araştırma Örgütü’nün 2020’deki çalışmasına göre, okyanuslarda 14 milyon ton mikroplastik bulunuyor.
Dünyada plastik atığın olmadığı hiçbir yer kalmadı. İnsan bedeni de doğadan bağımsız değil. Araştırmalar gösteriyor ki mikroplastikler birçok canlıda olduğu gibi insan vücudunda da mevcut. Plastik biberonlardan karton kahve bardaklarına, mikroplastikler çeşitli ürünlerden sıcak gıdaların içine sızıyor, hücre zarından geçebildiği için vücudumuzda bir ömür boyu kalabiliyor. Mikroplastikler vücuda girdiğinde kanser ve kalp rahatsızlıkları riski artar. Ve anne karnındaki bebeğe dahi geçebiliyor.
Plastik krizinin doğuşu
Aslında plastik sağlam ve dayanıklı bir malzeme ve plastikten üretilmiş bir ürün de uzun süre kullanılabilir. Hatta 1950’li yıllara kadar bu şekilde kullanılmıştı. Plastikten üretilmiş dayanıklı ürünler yerine kullan-at dönemine geçiş ise kapitalist sistemin ihtiyaçları doğrultusunda şekillendi. Plastik pazarının büyümesi gerekiyordu ve büyüdü de. Plastik krizi de tam bu noktada ivme kazanmaya başladı. Kapitalizm plastik sektöründeki büyüyememe sorunun çözümünü kullan-at yaklaşımında buldu. Fakat kullan-at ürünleri insanlara kabul ettirmek zor olacaktı. Hele ki savaştan, kıtlıktan yeni çıkılmışken ve savaş döneminde insanlara israf yapmamaları, onar-kullan gibi kampanyalarla telkin edilmişken… Şimdi tam tersi söyleniyordu. Bu geçişi sağlamak kolay olmayacaktı. Kullan-at propagandası, popüler kültür dergisi Life ile başlatıldı: Tek kullanımlık eşyalarla resmedilmiş mutlu bir çift üzerinden, temizliğe ayrılacak 40 saatten tasarruf edilebileceği gösteriliyordu.
Büyüme çabaları kullan-at modasının yaratılmasının yanı sıra planlı eskitme çalışmalarıyla da desteklendi. Naylon çoraplar ilk bulunduğu dönemde büyük bir talep oluşturmuştu örneğin, fakat aslında bir otomobili çekebilecek kadar dayanıklı ve sağlam ürünlerdi bunlar. Bu durum, çorapları alan insanların bir daha alma gereksinimlerini ortadan kaldırdı. Ve çoraplar bilinçli olarak kolayca yırtılacak şekilde üretilmeye başlandı. Bu, 20. yüzyıl başında otomobil ve ampul sektöründe de uygulanmaya başlanacak olan planlı eskitmenin ilk örneklerinden biriydi.
O gün kullan-at diyenlerler (egemenler), şimdi bize “tek kullanımlık plastikleri kaldırıyoruz” diyerek plastiklerin sözüm ona geri dönüşümüyle göz boyamaya çalışıyorlar.
Gelin bir de “sıfır atık” yaklaşımına ve geri dönüşüm söylemlerinin ardındaki hakikate bakalım. Plastikten uzaklaşma çabalarının öncüsü olan ve geri dönüşüm konusunda iddialı olan Avrupa Birliği’ni incelemenin bile yeterli olacağını düşünüyorum.
Geri dönüşüm rüyası, katliam müzesine dönüştü
AB plastik üreticilerinin raporuna göre, 2019’da 50,7 milyon ton plastik piyasaya sürülmüş, tabi rapor üreticilerin ağzından yazıldığı için “talep edildi” denmiş. Fakat 70 yıldır plastik satmak için ellerinden geleni artlarına koymadıklarını ve bunun aslında bir talep olmadığını biliyoruz.
2018’de AB’de 61,8 milyon ton plastik üretilmiş, 29,1 milyon ton plastik atık toplanmış. Toplanan atıkların yalnızca yüzde 32,5’i geri dönüştürülmüş. Bu arada dünya genelinde plastik atıkların sadece yüzde 14’ü dönüştürülmek üzere toplanıyor ve ancak yüzde beşi geri dönüştürülebiliyor. Yüzde 42,6’sı yakılarak enerji üretiminde kullanılmış, yüzde 24,9’u da toprağa gömülmüş. Bu üç seçeneğe de birazdan değineceğiz ama önce raporda olmayan çok tehlikeli bir algı yönetiminden bahsetmek lazım.
Avrupa Birliği 2018’de 2 milyon tona yakın plastik atığı ihraç etmiş. Bu atıklar geri dönüştürülmek için satılıyor/satın alınıyor. AB elinden çıkardığı bu atıkları kendi verileri içinde geri dönüştürülmüş olarak gösteriyor. Yıllardır Çin’e milyonlarca ton plastik atık satan Avrupa; 2017’de Çin’in bundan sonra plastik atık almayacağız demesi üzerine, Türkiye ve Malezya’yı yeni atık merkezi haline geldi. Türkiye’ye gönderilen, geri dönüştü denen atıkların büyük bir kısmı bugün Akdeniz’de, bir kısmı Adana kırsalında bir ekolojik katliam müzesine dönüşmüş haliyle görülebilir. Malezya’nın durumunun da farklı olmadığını tahmin edersiniz.
Gelelim Avrupa’nın plastik atıklara ne yaptığına…
Sıfırdan üretmektense geri dönüştürmek, karbon salımını sadece yüzde 10 oranında düşürür. İddia edildiği gibi yüzde 66’ya varan enerji tasarrufu sağlıyor oluşu teorik olarak mümkün görünse de atıkların toplanması, ayrıştırılması, ayrıştırılan atıkların temizlenmesi gibi işlemleri de hesaba kattığınızda gerçeklerden kopuk bir iddiadır. Ayrıca yıkama işlemi için oldukça fazla su ihtiyacı doğar ve bu yaklaşım iklim krizinin yarattığı su sorununu daha da büyütür. Ekolojik yıkımı kısmen azaltsa da geri dönüşmüş plastikler sürdürülebilir değildir.
Plastik yakarak enerji üretmek ise başlı başına bir felaket. Fosil yakıt yakmaktan hiçbir farkı olmayan bu işlem yeşile boyanarak bir de yenilenebilir enerji kategorisine dahil ediliyor. Oysa plastikler de yakıldığında -kömür ve doğalgaz kadar olmasa da- olağanüstü seviyede emisyon gerçekleşir. Karbon salımını sıfırlamamız gerekirken plastik yakmayı kabul edemeyiz. Buna rağmen AB ülkelerinin ve Türkiye’nin de aralarında bulunduğu birçok ülke plastik yakımını yeşil enerji olarak gösterip fonlamaya devam ediyor.
Plastiği gömmek ise, doğada türlerine bağlı olarak 400, 1000, 5000 yıl gibi sürelerde çözünen bu malzemenin hem toprağı kirlenmesiyle sonuçlanıyor, hem de bir süre atık gömme arazisi sorunu oluşturuyor.
Görüldüğü üzere, plastik ürünler AB’de dahi sürdürülebilir değildir.

BÖLÜM II
Plastikten yaşamlar – 26.02.2021

Plastiğin tüm canlı yaşamı için yarattığı tehdidi ve kapitalizmin plastik bağımlılığını ele aldığım yazıdaki tartışmaları bu yazıyla devam ettiriyorum. Görünen o ki önümüzdeki haftalarda bu konuyu yine tartışmaya devam edeceğiz.
Biyoplastik çözüm mü?
Plastik, bir rivayete göre John D. Rockefeller’ın kendisine ait bir rafineri bacasından çıkan alevleri fark edip neyin yandığını sormasıyla keşfedilir. Yanan maddenin bir yan ürün olan etilen olduğunu öğrenen Rockefeller “İsrafa inanmam” der ve “Onunla bir şeyler yapmanın yolunu bulun” talimatını verir. Plastiğin hikayesi gerçekten böyle mi başladı, bilinmez. Ama bu hikaye onun özünü çok iyi ortaya seriyor. Plastik, petrol rafinerisi artığından üretilir. Yani doğrudan fosil yakıt sektörünün parçasıdır.
Plastiğin yüzde 99’u petrolden ve doğalgazdan elde ediliyor. Yılda 0,86 Gigaton karbon salımına neden olan plastiğin büyük çoğunluğu petrol rafinelerinde üretilir ve ortaya çıkması için yakıt üretimi şarttır. Geri kalan yüzde 1 ise biyoplastiklerden oluşur.
Bitkisel liflerden, tıpkı fosil yakıttan üretilenlere benzeyen plastikler üretmek mümkün. Bu biyoplastikler yenilenebilir enerji kaynaklarıyla üretilirse karbon salımını yüzde 50 ila yüzde 75 arasında düşürebilir. Fakat karbon salımını düşürseler de atık sorununa çözüm sunmazlar. Hem fosil yakıtlardan hem de bitkisel liflerden üretilebilen biyobozunabilir, oksobiyobozunabilir, kompostlanabilir plastikler ise plastik atığımızı gerçekten azaltabilir. Bu plastiklerin doğru nem ve sıcaklık koşullarında (yalnızca özel endüstriyel kompostlama tesislerinde, 60C sıcaklıkta) 180 günde yüzde 90’a kadar çözünebildiği söyleniyor. Bahsi geçen koşullar sağlanmadığında ise diğer plastikler kadar tehlikeli oluyorlar. Hatta oksobiyobozunabilir plastiklerin çözünmediği, mikroplastiğe dönüştüğü de söyleniyor.
Ama ister çözünebilir ister çözünemez olsun, bitkisel liflerden üretilen plastikler iklim değişikliğinin büyüttüğü gıda ve su krizlerini daha da korkunç hale getiriyor. Örneğin 2016’da üretilen plastiklerin hepsi fosil yakıtlar yerine bitkisel liflerden üretilseydi, 1,7 milyar metreküp su kullanımına, 219 milyon hektar araziye ihtiyaç duyulacaktı. O yılın arazi ve su kullanımı verilerine bakacak olursak, sadece biyoplastik üretimi için; kullanılan toplam suyun yüzde 18’i kadar daha fazla su kullanacaktı ve arazi kullanımı da yüzde 61 artacaktı.
Krize acil müdahale
Kullan-at plastiklerin (maske, eldiven gibi sağlık ürünleri vb. bazılarını ayrı tutmakla beraber) üretimine hemen son vermemiz gerek. Ambalajlanmadan satılabilecek ürünlere ambalaj yasağı getirilmelidir. Ambalajlarda kullanılan plastikten vazgeçmek bile plastiğin üretimini yüzde 40 azaltır. Gıda ve temizlik ürünlerinde kullanılan plastik şişelerin yerine de depozitolu cam ve metal ürünler gelmelidir. Tabi ki fosil yakıtlı taşımacılığı da değiştirmeliyiz ki sürdürülebilir bir üretim ve dağıtımdan bahsedebilelim. Orta ömürlü denebilecek otomobil parçaları gibi plastik ürünleri ise alternatifleriyle değiştirmek, alternatifi olan ürünlerin plastik formlarını yasaklamak önemlidir. Enerji kaybını azaltacak yalıtım malzemesi olarak kullanılan uzun ömürlü plastiklerin de (betonarme bina ömrü ortalama 50 yıldır) kalitesi artırılabilir ve bunlar demonte edilebilir halde sunulabilir. Hepsini geri dönüştürülmüş plastiklerden üretmek de gerekir.
Petrol ve türevlerinden uzaklaşılacağı için, tüm vazgeçilemez ürünleri geri dönüşümle ya da biyoplastiklerden üretebiliriz. Maske, eldiven gibi zorunlu kullan-at ürünlerin biyobozunabilir plastikten üretilmesi gerekir ve bunların kompostlanmasını başarılı şekilde gerçekleştirmeliyiz.
Baştan aşağı yeni, en az yüzde 90 atık yönetimi sağlayacak bir atık toplama ve ayrıştırma sistemi oluşturulmalı, bu sistem demokratik denetlenmeli ve geliştirmelidir.
Bunların uygulamaya geçirilmesi kolay olsa da, karar vericilerin bu kararları vermesi beklenemez elbette!
Kapitalizmin krizlerle imtihanı
Kapitalizmin plastik krizine ve iklim krizine nasıl baktığını anlamak için koronavirüs politikalarına ve elde ettiğimiz sonuçlara göz atmak yeterlidir. Sadece OXFAM’ın yeni yayınlanan Eşitsizlik Virüsü raporundan bile anlaşılabilir: En zengin 10 kişinin toplam serveti, koronavirüs salgını sırasında 540 milyar dolar arttı. Bu meblağ, hem virüs yüzünden kimsenin yoksullaşmamasını sağlayacak şekilde kullanılabilir ve hem de herkese yetecek sayıda aşıyı sağlayabilirdi. Sürecin başından beri görüldüğü üzere sermayedarlar servetlerine servet katarken, çalışanların önemli bir kısmı işsiz kaldı, bir kısmı da salgın koşullarına rağmen çalışmaya devam etmek zorundaydı ve kurtarılabilecek milyonlarca insan bu nedenle öldü.
Kapitalizmin plastik krizine çözümü ise biyoplastikler ve benzeri ileri teknoloji uygulamaları. Biyoplastikler ne krizin boyutuna uygun, ne de sürdürülebilir bir çözüm. Özünde, egemenlerin ve şirketlerin geleceğimiz, kurtuluşumuz diye anlattığı bir yalan. Olsa olsa yeni bir felaket olur. Bunlar da tıpkı karar vericilerin iklim krizine çözüm diye ileri sürdükleri hayali karbon yakalama teknolojilerine benziyor.
Bu krizlerin çözümü, yaratıcısının elinden kurtulmaktır
Bugüne kadar salınan sera gazlarının üçte ikisinden sorumlu olan, yani iklim krizinin faili olarak özetleyebileceğimiz sektör, fosil yakıt şirketleridir. Bunlar plastik krizinden de aynı derece sorumludur. Dow, DuPont, ExxonMobil, Shell, Chevron, BP ve Sinopec gibi dev fosil yakıt şirketleri aynı zamanda plastikleri de üretiyorlar.
ExxonMobil, Texas’taki fabrikasını büyüterek poli-etilen üretim kapasitesini 2,5 milyon tona çıkarmayı hedefliyor. Shell de Pennsylvania’da, kaya gazı kullanarak her yıl 1,6 milyon ton poli-etilen üretmeye hazırlanan bir fabrika inşa ediyor. Pensilvanya idaresi bu fabrika için 1,65 milyar dolar vergi indirimi sağlayacak. Buradan da anlaşılacağı gibi, iklim krizi de plastik krizi de herkes tarafından bilinir haldeyken bile ne şirketler ne de onları koruyup kollayan karar vericilerin umurunda değil. Tıpkı İkinci Dünya Savaşı boyunca ABD hükümetinin petrokimya tesislerine 3 milyar doların üzerinde fon aktarmış olması gibi (savaş sonuna gelindiğinde, plastik üretimi dört katına çıkmıştı) şimdi de sadece kendi çıkarlarını düşünerek devam ediyorlar. Şirketler yokoluşa sürüklenirse, karar alıcılar onları koruyup kollamaya adanıyor.
Socialist Review yazarlarından Amy Leather şu sonuca varıyor; “Bugün milyonlarca insan plastik kullanımını azaltmaya gönüllü olmuşken bile, gerçekte, daha önce geri dönüştürülmemiş yeni plastiğin üretimi de artışa geçti. Plastik üretimi, tüketici talebinden ve dolayısıyla bireysel tüketicilerin hatalarından ziyade, modern endüstriyel kapitalizmin fosil yakıt temelli ekonomisine bağımlıdır.”
Plastik, gerçekten de kapitalizmin fosil yakıt temelli ekonomisini anlamak için mükemmel bir araçtır. Amy Leather’ın örneği plastik krizinin de iklim krizinin de kapitalist sistemde çözülemeyeceğinin kanıtını sunar.
Bu krizlere bizzat kapitalizm sebep olmuştur. Sonsuz büyüme üzerine kurulu bir sistem olduğu için de yarattığı bu krizlere çözüm sunamaz.
Krizleri bile bir fırsat gibi gören, büyümeye devam etmezse ayakta kalamayacak bu sistemde hiçbir krizin çözülemeyeceği açıktır. Büyük kitlesel hareketlerin baskısıyla kullan-at ürünlerin yasaklanması başarılabilse bile krizlere çözüm bulunmuş olunmuyor. Dünya nüfusunun sadece yüzde 1’ini koruyup, onların servetine servet katmaktan başka amacı olmayan bu sistemden kurtulup ya başka bir dünya inşa edeceğiz ya da… Maalesef başka bir alternatifimiz yok.

http://marksist.org/icerik/Yazar/15511/Plastikten-yasamlar
This entry was posted in DOĞA - ÇEVRE, Doga - Cevre - Ekoloji - Tarim, DOĞAL YAŞAM. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *