POLİTİKA-GÜNDEM * Türkiye’yi 19 yıldır Erdoğan tek başına yönetiyor, bu tablonun sorumlusu o!

Türkiye’yi 19 yıldır Erdoğan tek başına yönetiyor, bu tablonun sorumlusu o!

Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels’e izafe edilen “Yeterince büyük bir yalan söyler ve onu tekrar etmeye devam ederseniz, insanlar sonunda ona inanmaya başlayacaklardır” sözü, Türkiye’de iktidarın başarılı olduğu propaganda yöntemlerinden biri. Rejim, kontrol ettiği medya gücüyle oluşturduğu kavramları ve yalanları topluma kabul ettirmede çok da zorlanmıyor.
Demokratik sistemlerde temel haklardan biri olan iktidara yönelik her türlü muhalefet eylemi, protesto, eleştiri, haber ve yorum “darbe” ya da “terör eylemi” olarak sunuluyor. İktidar, kavramların içini boşaltarak dün “ak” dediğine bugün “kara”, gerektiğinde yarın yine “ak” diyebiliyor.
Rejim istediğini “düşman”, “hain”, “terörist”, “dış güçlerin ajanı” ilan edebiliyor. Ya da tam tersi, dün “düşman, hain, terörist” olarak suçladıklarını, daha sonra “vatanperver”, “yerli ve milli”, “kumpas kurbanı” olarak pazarlayabiliyor.
Ve bütün bunların tamamı Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarında cereyan ediyor.
Demokrasinin kuralları çok açık ve net.
Demokratik sistem yasama, yürütme ve yargı olarak “güçler ayrılığı” prensibine göre işler. Yasamayı halkın seçtiği milletvekillerinin oluşturduğu parlamento temsil eder. Siyasi partiler “özgür ve adil” seçimlerle halktan aldıkları, “anayasa ve yasalarla” belirlenen süre ve yetkiyle yürütme (hükümet) görevini yerine getirir. Yargı siyasi iktidardan bağımsız ve tarafsız olarak çalışır. Güçler ayrılığı ilkesini ve iktidar-denetim dengesini bozan her tür müdahale demokrasiye zarar verir.
İktidara gelen partiler yürüttükleri politikalar ve yaptıkları icraatlardan siyasi ve hukuki olarak sorumludur. Siyasi sorumluluklarının hesabını seçimlerde, hukuki olanları yargıda verirler. Halk desteği ya da popülist politikacıların çok kullandığı tabirle “milli irade” iktidarlara anayasa ve yasa dışına çıkma hakkını vermez.
Seçimle gelen parti, gerekli halk desteğini kaybettiğinde anayasaya uygun ve barışçıl yöntemlerle iktidarı başka bir partiye devreder.
Demokratik rejimlerde siyasi iktidar halktan aldığı yönetim yetkisini ve sorumluluğunu—koalisyonlar dışında—başka siyasi parti, sosyal grup, sivil toplum örgütü ya da bürokratik kadrolara devredemez. Devlet işlerini ve parti politikalarını uygulayan kamu görevlileri hükümetin emrindedir. Sadece iktidarın anayasa ve yasalara uygun talimatlarını yerine getirirler. Dolayısıyla devlet eliyle gerçekleştirilen eylemlerden hükümet sorumludur.
Peki AKP rejiminde sistem nasıl yürür?
Olumlu ve getirisi olan politika ve uygulamalar iktidar partisine verilir; olumsuz ve iktidara zarar verecek olanlar ise önceki iktidarlara, muhayyel güç odaklarına ya da hedefteki toplumsal gruplara yüklenir.
Yöntem kısa ve basit: “İyi olan ne varsa AKP, kötüleri “onlar” yaptı”
“Onlar”, zamanın konjonktürüne, iktidarın ittifaklarına göre sürekli değişir.
Bir bakarsınız sorumlu  CHP, bir bakarsınız “Ergenekon”, bir bakarsınız “Cemaat” olur.
Arada “bürokratik vesayet”, “Geziciler”, “güç odakları”, “dış güçler”, “küresel faiz lobisi”, “Yahudiler”, “ABD”, “Batı”, “Avrupa”, “Haçlı ittifakı” ihtiyaca göre sırayla sorumluluğu üstlenir. Bazen hızını alamayan iktidar sorumluluğu “soğan teröristlerine” ve “patates lobilerine” kadar götürür.
Bunlara benzer, tamamen hayal gücüne dayalı “komplo teorileri”, otoriter popülist liderlerin toplumu yalanlarıyla yönlendirmek için kullandığı en önemli yöntemlerden.
Konunun açılmasının sebebi, geçtiğimiz hafta eski başbakan ve Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu’nun, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik uyarısı. “Erdoğan vesayet altında! 28 Şubatçıların vesayetinde!” diyen Davutoğlu Erdoğan’a şöyle seslenir:
“Sayın Erdoğan’ı ve AK Parti’de aklı başında herkesi uyarıyorum, bunlar 15 Temmuz’da FETÖ’nün yapmaya çalıştığı gibi Erdoğan’ın sunduğu iktidar gücünü de kullanıp sonunda O’nu da tasfiye ederek yönetimi ele almak isteyecekler.”
Davutoğlu’nun “28 Şubatçılar” diye kastettiği “Kemalist derin devlet”. Ya da daha bilinen haliyle Ergenekoncu/Avrasyacılar.   “FETÖ” ise Gülen Hareketi ya da kısaca “cemaat”. Davutoğlu’nun niyetini sorgulayamayız tabi ki. Ama bilerek ya da bilmeyerek kullandığı söylemle rejimi güçlendirmekten başka bir amaca hizmet etmediği çok açık.
Çünkü Türkiye’yi 19 senedir AKP genel başkanı, başbakan ve cumhurbaşkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan’dan başka kimse yönetmiyor. Ne dün Gülen Hareketi yönetiyordu; ne de bugün 28 Şubatçılar. Aslında Erdoğan 2002’den beri bu “yanlış algıyı” siyasi bir strateji olarak benimsemiş durumda.
İktidarının ilk döneminde Erdoğan 80 yıldır ülke politikalarına egemen Kemalist vesayeti bulur karşısında. Öncesinde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan, okuduğu şiir yüzünden alınmış, kısa süre hapis yatmıştı. Üyesi olduğu Refah ve Fazilet partileri Anayasa Mahkemesi  (AYM) tarafından kapatılmıştı. AKP genel başkanı olduğu halde, seçimlere bile girememiş, bu nedenle başbakanlığı kısa bir süre Abdullah Gül yürütmüştü.
Bu nedenle iktidar olunca gücü eline geçirene kadar Avrupa Birliği (AB) rüzgarını iyi kullanır. Farklı toplumsal gruplarla ittifak yapar. AB ve demokratikleşme vaatleriyle, özellikle 90’lı yıllarda ve 28 Şubat’ta ciddi mağduriyet yaşamış Kürtlerin, dini cemaat ve tarikatların, Anadolu Sermayesi ve iş dünyasının, liberal aydınların ve hatta bazı solcu ve Alevi grupların bile desteğini kazanır.
Erdoğan’ın siyasette, en iyi bildiği ve başarılı olduğu alan, her şart ve konjonktürde, neye mal olursa olsun iktidarını devam ettirebilmek. Bunu devamlı değiştirdiği ittifaklarla gerçekleştirmiştir. İktidarı döneminde sürekli dostlar düşman, düşmanlar dost; hainler vatansever, vatanseverler de hain oldu. Aynı şeyi parti içinde de yaptı. AKP’nin ilk kurulduğu zamanki kadrolardan, şu anda yanında neredeyse kimse kalmadı.
Erdoğan 19 yıldır iktidar ama söylem ve politikaları sürekli değişiyor:
“Ergenekon operasyonları” sürerken “bu davanın savcısıyım” diyerek yargı ve güvenlik bürokrasisinin arkasında duran ve teşvik eden Erdoğan’dı;
Sonra bu operasyonları yapan yargı mensupları ve polisleri “terörist” ilan edip, hapishanelere atan da.
2012’de Barış Süreci başladığında “ ‘Hakan Fidan’ı İmralı’ya da gönderen benim, Oslo’ya da gönderen benim.” diyen Erdoğan’dı;
Birkaç sene sonra ‘Türkiye’de Kürt sorunu yoktur.” diyen ve Barış Süreci’ni savunan muhalifleri terörist olarak suçlayan da.
2014 Temmuz’unda Gazze’ye insani yardım götürürken İsrail askerlerince saldırıya uğrayan, 10 kişinin ölüp 56 kişinin yaralandığı Mavi Marmara gemisi için “biz izin verdik” diyen Erdoğan’dı;
Haziran 2016’da İsrail’le ilişkileri düzeltmesi gerektiğinde,”Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz” diyen de.
2012 ‘de ABD’de bulunan Fethullah Gülen’e “Bitsin bu hasret” diye davet mesajı gönderen de Erdoğan’dı.
Birkaç sene sonra Gülen Hareketi’ni önce “paralel devlet” sonra “silahlı terör örgütü” (FETÖ) ilan eden ve yüzbinlerce insanı hapishanelere dolduran da.
Türkiye’yi 19 senedir tek başına, kesintisiz AKP ve Erdoğan yönetiyor. Dün de o yönetti. Bugün de o yönetiyor. Şimdi çok daha güçlü. Artık “ortaklara” da ihtiyacı yok.
İnsanlar AKP’ye ve Erdoğan’a oy verdiler. Sorumluluk siyasi iktidara ait. Hesabı da onlar vermeli. Yönetemiyorlar ya da başarısızlarsa gitmeliler. “Köprü ve yolları” siz yapıp, “ekonomik krizi, fakirliği, güvenlik sorunlarını, adaletsizlikleri, insan hakları ihlallerini” başkalarının üzerine atamazsınız.
Siz şimdiye kadar hiç “Cemaate” ya da “28 Şubatçılara” oy verdim, diyen bir vatandaş duydunuz mu!
Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu, diğer siyasi partiler ve toplumsal muhalefet önce kendisiyle tutarlı olmalı. İktidarın söylemlerini tekrar ettikçe, aslında rejime destek verdiklerini, rejimi tahkim ettiklerini ve kurtulamayacakları bir sarmala girdiklerini fark etmeliler.
Muhalefet, “evrensel hukuk”, “demokrasi” ve “insan hakları” üzerinden söylem geliştirmediği, iktidarın diskurunu kullanmaya devam ettiği müddetçe rejim sarmalından asla çıkamayacak. Ülkedeki bütün kötülüklerin sorumlusu cemaat, muhalefet ya da dış güçler olmaya devam edecek.
Toplum, demokrasi ve hukukun gelmesini çok daha uzun zaman beklemek zorunda kalacak.

Ahval – Vedat Demir – Oca 28 2021 – http://ahval.co/tr-107537
This entry was posted in Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *