Casuslar, suikastçiler, gangsterler neden İstanbul’da cirit atıyor?

Ahval News – Nicholas Morgan – Ara 28 2020

İsveç’te yaşayan Arap asıllı İranlı muhaliflerden Habib Şaab, Türkiye’nin en büyük şehrinde bir kadınla romantik bir buluşma için 9 Ekim’de İstanbul’a geldi. Şaab vardıktan hemen sonra ilaçla uyutularak sınırdan İran’a kaçırıldı ve iki gün sonra devlet televizyonunda gösterilerek terörizme karıştığını itiraf etti.
Şaab’ın kaçırılması yaklaşık iki yıl önce gerçekleştirilen Cemal Kaşıkçı cinayetinden sonraki bir dizi gizli ama cesur bir eylemlerden sonuncusuydu. Gangsterlerle birlikte çalışan “kadınlar (bal tuzağı)” ve casusların yer aldığı bu hikaye, kulağa gerçeklikten çok bir film gibi geliyor.
Bu olayların gün ışığına çıkardığı şey, İstanbul’un siyasi muhalifler için güvenli bir liman, ekonomik bir köprü başı olarak karmaşık kimliğe sahip olması ve çalkantılı bölgesindeki tehlikeli unsurlar için bir hedef olarak görülmesidir.
İstanbul, geçmişte olduğu gibi, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan ve Türkiye’nin istisnasız en güçlü ili olma konumundaki ticaret merkezidir. Ancak, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik yapısı yıllar içinde güçlendikçe, casusların, suikastçıların ve gangsterlerin gölgesinde hareket etmeleri için belli bir çekim gücü kazandı.
Coğrafyanın ticarette komuta rolü verdiği Türkiye büyük bir uyuşturucu kaçakçılığı rotası ve kara para aklama destinasyonu olarak yeraltı dünyası için aynı rolü oynamaktadır ve bunun büyük bir kısmının merkezi İstanbul’dur. Birçok ülkeye vizesiz girebilen bu mafyalar gölge ekonomiden para kazanmak isteyenler için İstanbul’un cazibesini tatlandırıyorlar.
Türk gangsterlerin şehrin mahallelerinde uzun bir bölge savaşları geçmişi var, ancak bunlara, özellikle kan davalarını beraberlerinde getiren eski Sovyetler Birliği’nden suç örgütleri de katılıyor.
Bunun çarpıcı bir örneği, Rusya ve İtalya’da çeşitli suçlardan aranan Azerbaycanlı bir mafya olan Rovshan Janiyev’in davasıdır. 2013’te bir Rus mafya babasının keskin nişancı tarafından öldürülmesinin arkasında bulunmakla suçlandı ve üç yıl sonra ödeşmek için Beşiktaş’ta vuruldu.
Bu menkıbe 2020 boyunca Türk yetkililerin, Janiyev cinayetini düzenlemekle suçlanan Nadir Salifov adlı başka bir Azerbaycanlı gangsterin hayatına yönelik çok sayıda girişimi engellemesiyle devam etti. Ocak ayında İstanbul polisi, Salifov’u öldürmek için şehre gelen Rus mafyası üyelerini tutukladı ve dokuz ay sonra liderleri Guram Chikaladze adlı Gürcü gangster, komplonun arkasında olduğu gerekçesiyle tekrar tutuklandı.
Salifov, Ağustos ayında Antalya’da korumalarından biri tarafından öldürüldü. Saldırı emrini vermekten sorumlu olduğu iddia edilen kişi Özbekistan’dan bir mafya patronuydu.
İstanbul’un küresel suç dünyasındaki rolü, ekonomik gücünün olumsuz bir yan etkisiyse, bulunduğu bölgedeki otokratik rejimlerin siyasi muhalifleri için güvenli bir sığınak olma rolünün yükünü taşıyacaktır.
Çok sayıda mülteci, muhalif, aktivist, isyancı ve gazeteciye ev sahipliği yapan İstanbul, zulümden kaçmak ve rejimlerine meydan okumak isteyenler için göreceli bir güvenlik sağlıyor. Bu statü, düşman istihbarat görevlilerini de onları sonsuza dek susturmak amacıyla şehre çekiyor.
Cemal Kaşıkçı’nın Suudi ajanlar tarafından öldürülmesi bu şöhreti lekeledi ve Şaab’ın kaçırılması ile bu ürpertinin İstanbul’daki İranlı muhaliflere yönelmesi bekleniyor. Şah’ı deviren 1979 devriminden bu yana İstanbul sokaklarında Tahran’ın uzun kolunun ilk kurbanı Şaab değil.
Neredeyse bir yıl önce İstanbul’daki konsolosluk dışında faaliyet gösteren İran ajanları Türkiye’ye kaçmadan önce İran’ın güçlü Devrim Muhafızları aleyhine yaptığı konuşmadan dolayı Mesut Molavi Vardanjani’yi vurarak öldürdüler. Rejim tarafından hakaret edilen İranlı bir TV yöneticisi olan Said Kerimyan 2017’de İran’ın baş şüpheli olduğu çete tarzı bir cinayetle öldürüldü.
Tüm bu eylemler, İstanbul’un nasıl kendi stratejik coğrafyasının kurbanı olduğunu gösteriyor ama aynı zamanda arka bahçesindeki tehlikeli jeopolitik ve rejimleri de anlatıyor.
Ankara ile samimi ilişkilerine rağmen, bu tür rejimlerin, Türkiye’nin Batı’yla olan tarihsel yakınlığına yönelik derin şüpheleri de var. Muhalifleriyle gerçek veya hayali işbirliği korkularından mıdır bilinmez bazı durumlarda bu vehim bu rejimleri, İstanbul sokaklarına kan dökmekle de sonuçlansa meseleyi kendi kendilerine çözmeye yöneltmiştir
Rusya belki de bu kategorideki en önemli suçludur. Gazeteciler Andrei Soldatov ve Irina Borogan, Rus istihbaratını konu alan “Yeni Asalet” adlı kitaplarında, “Türkiye’nin uzun süredir Çeçen muhaliflere destek sağlamakla suçlandığını, çünkü pek çok Çeçen mültecinin ülkede, çoğunlukla İstanbul’a sığındığını” yazıyor.
Yıllar içinde Rus ajanlar, bazı vakalarda yaşanan tutuklamalara rağmen İstanbul’un dört bir yanında çok sayıda Çeçeni ciddi bir tepki görmeden katletti. Araştırmacı haber sitesi Bellingcat’in ortaya çıkardığı gibi, çoğu kez tutuklananlar da sessizce Rusya’ya geri gönderiliyor ve bazen bu kişiler Avrupa’daki diğer suikastleri de gerçekleştiriyorlar.
İran da Türkiye’deki eylemlerinin sorumluluğundan kaçmayı başardı. Türk yetkililer, muhaliflerinin öldürüldüğü veya yakalanarak götürüldüğü vakaların hiçbirinde İran’ı doğrudan suçlamadı, bunun yerine, Şaab’ın kaçırılmasında olduğu gibi, uluslararası medyaya Tahran’ı işaret eden bilgiler vermeyi tercih ettiler.
İstanbul’daki suikastçılar ve gangsterlerin cezasız bir şekilde öldürebilmelerinin nedeninin Türk güvenlik servislerinin etkinliğiyle hiçbir ilgisi olmayabilir. Birkaç uzmana göre, Türkiye’nin polis ve istihbarat teşkilatları, sınırları içindeki suikastçılara veya kiralık katillere karşı hareket etme kabiliyetine sahip olabilir, ancak daha büyük hususlar, bunu engelliyor olabilir.
Londra’daki Royal United Services Institute’ün kıdemli uzman yardımcılarından Mark Galeotti, Rusya’nın suikastları ile ilgili olarak Türkiye’nin, Moskova’nın terörist olarak gördüğü kişileri öldürmesinden sonra yaygara koparmaktan çok Rusya ile işbirliğine dayalı ilişkilere daha fazla öncelik verdiğini söylüyor.
Ahval’e konuşan Galeotti, “Ankara’nın evinde çok sayıda Çeçen asi ve destekçiye sahip olmaya o kadar hevesli olmadığını düşünüyorum, bu yüzden Moskova’nın onları ortadan kaldırmasından rahatsız olmuyor” diyor.
Galeotti, Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’un 2016’da bir Türk polis memuru tarafından öldürülmesine karşı sessiz kalmasını ise Suriye gibi daha geniş hedeflere odaklanmaya yönelik karşılıklı tercihin bir örneği olarak gösteriyor.
Kudüs Ortadoğu Raporlama ve Analiz Merkezi’nin (MECRA) direktörü Seth J. Frantzman, Türkiye’nin İran’ın kendi topraklarında devlet destekli suçlar işlemesi ve Şaab’ı kaçırmasına tepkisiz kaldığını aslında bu olayların Kaşıkçı suikasti kadar skandal olduğunun altını çiziyor.
Ahval’e konuşan Frantzman, “Gelişmiş bir istihbarat ağına sahip Türkiye kadar güçlü bir ülke, bu yaşananların kesinlikle farkında ve bunu kasten görmezden geliyor veya kolaylaştırıyor. Muhtemelen her devletin diğerine karşı muhalif faaliyetlere izin vermemek için sessiz bir anlaşma var” diyor.
Türkiye’nin Şaab’ın kaçırıldığını gösteren görüntüleri yayınlaması, İran istihbarat operasyonları hakkında bilgi sızdırması ve olayda 13 şüphelinin tutuklanması, yetkililerin en azından İran’ın neyin peşinde olduğu konusunda biraz anlayışa sahip olduğunu doğruluyor.
Frantzman, İran’la artan ilişkisine rağmen, Ankara’nın Tahran’ın belli çizgileri aşmış olabileceğinin sinyallerini vermek istediğini ve Türkiye’nin aklında üçüncü bir tarafı ABD’yi aklından geçirmiş olabileceğini de belirtiyor.
Frantzman, “Muhtemelen Ankara, ABD’nin bunu bildiğinin farkındaydı. Buradaki mesaj Washington’u memnun etmek ve İran’ı azarlamakla ilgili, ancak açıkça Ankara onların yapabileceği operasyonu engellemek istemişti” diyor.

https://ahvalnews.com/tr/bilim/deneyimli-bilim-yazarindan-dunyanin-kaderi-geride-yanmis-cansiz-bir-kaya-kalacak
This entry was posted in HAYATIN İÇİNDEN, İSTİHBARAT KURUMLARI. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *