TÜRK – YUNAN İLİŞKİLERİNDE TEMEL SORUNLAR – YUNAN TALEPLERİ – 1/3

TÜRK – YUNAN İLİŞKİLERİNDE TEMEL SORUNLAR – YUNAN TALEPLERİ – 1/3
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 03 Ocak 2021 – Yazan: Muhammet Kemaloğlu

Türkiye’nin NAVTEX (Denizcilere Duyuru) ilanı ne anlama geliyor?
NAVTEX (Navigational Telex), uluslararası orta frekansta gemilere olası tehlike, emniyet ve hava raporları ve uyarılarını otomatik olarak yazılı bir şekilde veren haberleşme sistemidir. Navtex, esasen Uluslararası Denizcilik Organizasyonu’nun (IMO) ve Küresel Denizde Tehlike ve Emniyet Sistemi’nin (GMDSS) bir parçasıdır. Navtex ilanı, Navtex cihazı üzerinden yapılan bildirimleri ifade eder. Türk karasularında Navtex mesaj ve seyir duyuruları ise, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı tarafından Antalya, Samsun, İstanbul ve İzmir yayın istasyonlarından yayınlanmaktadır. Duyuru ve uyarılar sivil veya askeri fark etmeksizin tüm gemi ve tekneler için bağlayıcı niteliktedir. Bu sayede Türk araştırma gemileri ilan edilmiş Navtex alanlarında araştırmalarını güvenli bir şekilde yapabilmekte.
Türk balıkçılar istediği gibi avlanma yapabiliyor mu?
Hayır. Akdeniz’e komşu ülkeler ve onların güvenlik birimleri Türk balıkçıları rahata bırakmıyor.
Balıkçılık Kotası/Fishing quota dediğimiz şey ile Suriye, Mısır ve GKRY bayraklı balıkçı teknelerinin karasularımızın hemen dışında avlanmakta, Cezayir, İspanya, Libya ve Malta’nın balıkçılık koruma bölgesi, GKRY ve Fas’ın da MEB ilanı ile bu alanda düzenlemeler yaparak Türk balıkçılarının Akdeniz’de yürüttüğü faaliyetlerden dolayı milyonlarca avro para cezası ödemekte. Türkiye bir an önce MEB’sini (Münhasır Ekonomik Bölge) ilan etmeli ve Türk Balıkçılar da kurallara uygun avcılık faaliyetlerini sürdürebilmeli.
Azınlıklar konusu ve İstanbul’daki patrikhane meselesi?
Evet ancak Patrikhane’nin statüsü/ The status of the Patriarchate, Lozan’da çözülmüş olup, tartışma konusu dahi edilemez. Azınlıklar/Minorities: Yunanistan’ın bağımsızlığını ilan etmesinin ardından, ülke sınırları içerisinde Müslüman olan halklar kalmıştır. Yunanistan’da kalan Müslüman halklar meselesi Londra Protokolü ile de gündeme gelmiş ve bu halklar Osmanlı Devleti tarafından korunma altına alınmaya çalışılmıştır.
Bu dönemde iki ülke arasında meydana gelen karşılıklı göçler sonucu da azınlıklar sorunu gündeme gelmeye başlamıştır. Osmanlı Devleti’nin gerilemesinin devam ettiği dönemlerde Birinci Dünya Savaşı patlak vermiş ve bu savaşa katılan Osmanlı Devleti savaştan yenik ayrılmıştır. 1919’da Anadolu’da başlayan Kurtuluş Mücadelesi ile durum değişmiş, Türkler büyük bir zafer kazanmıştır. Mücadelenin ardından Türk ulus devletini uluslararası platformda kabul ettirmek üzere Lozan’a giden Türk heyetine, Yunanistan’daki Müslümanların ve Türkiye’deki Ortodoks Rumların mübadelesi temelinde görüşmelerin yürütülmesi konusunda kesin talimat verilmiştir[33].
Türkiye, Yunanistan’ın Batı Trakya’daki Türklerin dini özgürlüklerini ve eğitim haklarını kısıtladığını, Lozan Antlaşması’nda yer almasına rağmen, Batı Trakyalı Türklerin kendi dini liderlerini belirlemelerine izin vermemesini eleştiriyor. Yunanistan ise, Türkiye’nin Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenik statüsünü tanımamasından rahatsız. Atina hükümeti ayrıca Ankara’dan, Heybeliada’da Ruhban okulunun açılmasını ve ülkedeki azınlık vakıflarına daha önce el konulan mallarının iadesini de istiyor. Türkiye ile Yunanistan arasında diğer bir anlaşmazlık konusu ise sistemli bir şekilde temel insani hak ve özgürlüklerden yoksun bırakılan Batı Trakya’daki Müslüman Türk azınlığın durumudur.
Bugün Batı Trakya’da 120-130 bin Türk yaşamaktadır. Türk azınlığın hakları; 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması, muhtelif uluslararası sözleşme ve belgeler, hatta Yunanistan’ın kendi anayasası tarafından güvence altına alınmıştır. Ancak uluslararası sorumluluklarının aksine Yunanistan, Türk azınlığa karşı, hayatlarının her alanında ayırımcı politikalar yürütmektedir. Türkler güvenliklerinden emin değildirler. Kültürel varlıkları yok edilmektedir. Eğitim ve din alanlarında gördükleri baskılar azınlık üyelerinin hayatlarını büyük ölçüde etkilemektedir. Azınlık üyeleri çocuklarını istedikleri gibi eğitme fırsatından mahrumdurlar ve tam bir din özgürlüğüne sahip değildirler. Yunan mahkemeleri “Türk” kelimesinin kullanılmasını yasaklamışlardır[34].
Türkiye ile Yunanistan arasındaki anlaşmazlık konuları arasında Yunanistan’da yaşayan Türk kökenli vatandaşlarımız da bulunmakta. Düşünün, bugün, Batı Trakya’da Türklerin bulunduğu köyde Yunan askeri güçlerinin tatbikat yapıyor. Bir ülke hasım bir ülke korkusuyla farklı etnik kökenden de gelse kendi silahsız vatandaşına askeri güç gösterisi yapabilir mi?
Yunanistan’da tamamı Müslüman Türklerden oluşan bir köye 800 metre mesafede bulunan komando birliği, köy içerisinde, İskeçe bölgesindeki Mustafçova Belediyesine bağlı Gökçepınar köyünde silahlı tatbikat yapıyor, Yunan askeri birlikleri köy halkı üzerinde korkuya neden oluyor[35]. Bu bile Yunan tarafının ne kadar çaresiz olduğunun göstergesidir.
Yunanlıların/Avrupalıların TÜRKOFOBİ’si bitmiyor.
Viyana piskoposu Johann Faber (1478 – 1541) bu ön yargı ile ilgili şöyle demiştir: “Dünyada yaş ve cinsiyet ayırımı yapmadan çocuk yaşlı herkesi kesen, hatta ana rahmindeki bebeği bile katleden Türkler kadar acımasız ve kaba bir ırk yoktur” der.
Aynı şekilde de Yunanlılar sabah, öğle ve akşam acaba şimdi Türkler ne yapıyor diye kamuoyu oluşturur, oluşturdukları bu korku ile de kendi karışıklıklarını/kargaşalıklarını derinleştiriyorlar.
YUNAN kamuoyundan TÜRK olgusunu çıkarın geriye iç ve dış Yunan meselesi kalmaz. Ama Türkiye’nin günlük bir Yunan gündemi yoktur. Aslına bakılırsa Yunanistan, Lozan Barış antlaşmasını iyi okusun. Her türlü talebinin cevabını orada bulacaktır.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti meselesi?
Kıbrıs, 1571 yılında Venediklilerden alınan ve 307 yıl Osmanlı hâkimiyeti altında kalan Kıbrıs’ın yönetimi 1878 yılında, hükümranlık hakkı Osmanlı İmparatorluğunda kalmak kaydıyla, İngiltere’ye (Rus tehdidi karşısında İngiliz desteğini alacak umuduyla) devredilmiştir bir Türk toprağıdır. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere’nin ayrı saflarda yer almasının da bir sonucu olarak, İngiltere 1914’te tek taraflı bir kararla adayı ilhak etmiştir. Türkiye Ada üzerindeki İngiliz egemenliğini Lozan Antlaşmasıyla 1923’te tanımıştır.
Kıbrıs’ta sorun çıkarmak isteyen taraf Yunanistan olup, kullandığı unsurda adadaki rumlardır.1931’den itibaren Kıbrıslı Rumlar, Yunanistan ile birleşme taleplerini yoğunlaştırmışlardır. Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleştirilerek, tamamen bir “Elen” adası haline getirilmesi şeklinde özetlenebilecek olan “ENOSİS” kampanyasına, İkinci Dünya Savaşından sonra hız verilmiştir. Yunanistan Albay Grivas 1955 yılında EOKA terör örgütünü kurarak ve Ada’da şiddeti artmıştır. Akabinde, Türkiye ile Yunanistan 11 Şubat 1959 tarihinde Zürih’te anlaşmaya varmışlar, Zürih ve Londra Anlaşmaları bağımsızlık, iki toplumun ortaklığı, toplumsal alanda otonomi ve çözümün Türkiye, Yunanistan ve İngiltere tarafının etkin garantisi ilkelerine dayandırılmıştır.
Kıbrıs Rum tarafı 21 Aralık 1963 tarihinde Kıbrıs Türk toplumuna karşı kapsamlı ve sistematik saldırılara geçmiştir. Kıbrıslı Türkler devlet kurumlarından uzaklaştırılmıştır. Kıbrıs Türk tarihine “Kanlı Noel” adıyla geçen bu kampanya önceden hazırlanmış olan “Akritas Planı”na dayandırılmıştır. Türklerin imhası veya Ada’dan atılmasını öngören Akritas Planı, basit bir örgütün eylem planı olmayıp, Rum yetkililerce hazırlanan bir etnik temizlik girişimidir. Akritas planının uygulanması sonucunda, 30.000 Kıbrıslı Türk 103 köyü terk etmek zorunda kalmıştır[36].
Nihayet,1974 Türk Barış Harekâtı ve 1983’te KKTC’nin kuruluşu ile Yunan ve GKRY’nin sorun dediği olay kapanmıştır. Türklere karşı çifte standart var. Kosovalı, Makedonyalı devlet kuruyor ama bu durum Türklerden, Kuzey Kıbrıs Türklerinden esirgeniyor.
Ancak, GKRY 1 Mayıs 2004 tarihinde, “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında AB’ne tam üye olmuştur. Türkiye tarafında aynı gün yapılan açıklamada, AB’ne katılacak olan Rumların, Kıbrıs Türklerini veya Kıbrıs’ın tamamını temsil etmeye yetkili olmadıkları, eşit statüye sahip Kıbrıs Türkleri veya Kıbrıs Adası’nın tamamı üzerinde yetki veya egemenliklerinin bulunmadığı bildirilmiştir. Türkiye ve KKTC ise bunu asla tanımamaktadır.

KAYNAKLAR
[33]AKSU, Fuat, Türk Yunan İlişkileri, İlişkilerin Yönelimini Etkileyen Faktörler Üzerine Bir İnceleme, Ankara, SAEMK, 2001, s. 11, 329- 332.
[34] https://www.turkcebilgi.com/t%C3%BCrkiye-yunanistan_ili%C5%9Fkileri
[35] https://www.yenicaggazetesi.com.tr/yunanistandan-agir-tahrik-komandolar-tam-techizatla-turk-koyune-girdiler-295014h.htm
[36] http://www.mfa.gov.tr/kibris-meselesinin-tarihcesi_-bm-muzakerelerinin-baslangici.tr.mfa
This entry was posted in 21.YÜZYIL ENSTİTÜSÜ, DENİZ VE DENİZCİLİK, DIŞ POLİTİKA, YUNANİSTAN - EGE SORUNU. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *