TARİHİN FIRTINALI SAYFALARINDAN * ERTUĞRUL FIRKATEYNİNİN TRAJİK YOLCULUĞU – Bölüm V / Bölüm VI

ERTUĞRUL FIRKATEYNİNİN TRAJİK YOLCULUĞU


Bölüm     I / II   https://nacikaptan.com/?p=84541
Bölüm III / IV   https://nacikaptan.com/?p=84568
Bölüm   V / VI   https://nacikaptan.com/?p=84659

Naci Kaptan / 09.12.2020 / Bölüm V


Osmanlı Devleti son dönemlerine gelirken özellikle Abdülaziz döneminde güçlenen Osmanlı Donanması II. Abdülhamid döneminde gerekli ilgiyi görmediğinden çağın gerisinde kalmış, bu açığı kapatmak için Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık’tan satın alınan gemiler ile takviyeler yapılmıştır.
Padişah I. Abdülaziz, Birleşik Krallık gezisinde Kraliyet Donanması’nı görmüş ve çok etkilenmişti. Ülkeye geri dönünce hemen yeni bir donanma kurma hazırlıklarına girişti ve onun girişimleriyle birçok gemi satın alındı. Ahşap gemilerden oluşan bu yeni donanmanın o günlerde dünyanın en büyük üçüncü donanması olduğu söylenir. Ama bu donanma herhangi bir stratejiye veya savaş planına göre kurulmadığı için sadece dışarıdan satın alınmış “müzelik gemiler” topluluğu olarak kalmıştı.
1876’da tahta geçen II. Abdülhamid döneminde ise Osmanlı Donanması padişahın taht kaygıları ve İstibdat’ın genel yapısı yüzünden yok denilebilecek düzeye indi.
Öyle ki Osmanlı Donanması’nı incelemeye gelen İngiliz Amirallik Birinci Lordu William Palmer Osmanlı Donanması hakkındaki raporunda donanma diye bir şey yoktu yazmıştır.
Dünya genelinde savaş gemileri evrim geçirip zırhlı gemiler öne çıkarken, Osmanlı Devleti’nde Abdülaziz’in donanması Haliç’te çürütülmüştür, dünyada ilk kez Osmanlı tarafından denenen ve denemelerde başarılı olan zırhlı denizaltılar Abdülhamid ve Abdülmecit bile Haliç’e terkedilmiştir, yani Osmanlı Devleti önde başladığı denizaltı yarışına I. Dünya Savaşı’nda elinde tek denizaltı bile olmadan devam etmiştir. Donanma komutanı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa da padişahın istekleri doğrultusunda donanmanın işlevsiz kalmasına ses çıkarmamıştır.
1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nda donanmanın felâket durumu fark edilmişti. 1897’de savaş başlayınca donanma Haliç’ten Çanakkale’ye doğru halkın önünde bir gösteri yürüyüşü yapması düşünülmüştü. Fakat daha yürüyüşün başında Mesudiye zırhlısının 8 kazanından 3’ü patladı, Hamidiye ‘nin makine dairesi su doldu.
Donanma, Yeşilköy Feneri açıklarında toplanacaktı, ama çok az yağan yağmur gemilerin yolunu kaybetmesine yol açtı; Hamidiye Çanakkale yerine Lapseki’ye ulaştı, Hizber adlı zırhlı duba kayboldu, iki gün sonra İmralı adasında kıyıya oturmuş bulundu. Askerler bu gösteri seyrinde bile üniforma giymeyi akıllarına getiremeyecek kadar yetersizdi.

Abdülhamit, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı yenilgisinden hemen sonra donanmayı Haliç’e bağlayıp, uzun yıllar orada tuttu. Yeterli bakım ve onarımı yapılmayıp geliştirilmeyen donanma Haliç’te çürüdü.
Meclisi Mebusan’ın 27 Mart 1909 günlü oturumunda okunan Bahriye Encümeni Mazbatası’nda Abdülhamit döneminde donanmanın nasıl çürüdüğü şöyle özetleniyor:
“Donanma Haliç’te hareketsiz bırakılmış, ateş talimi ve manevradan kaçınmakta, buna kalkışmak bile büyük suç sayılmaktaydı. Haliç’te donanmayı oluşturan gemilerin sayıları ve tipleri görülüyor, ancak personeli eğitim yapamıyor. Bakımları yapılmayan gemiler pastan çürüyorlardı. Donanma subayları sadece teorik bilgilere sahip bulunuyorlar, uygulamada yetersiz kalıyorlardı.”
Abdülhamit dönemi sonlarında (1903-1908) Bahriye Nazırlığı yapan Hasan Rami Paşa da “Hatırat”ında Abdülhamit döneminde donanmanın perişanlığını şöyle anlatıyor:
“Tersane tesislerinin hiçbiri işlemiyordu. Bahriyece mühim olan havuz kapakları da haraptı, torpido istimbotları kıçtan karaya bağlanmıştı, alt tarafları pas tutmuştu, çürüyorlardı, bitiyorlardı. Kasımpaşa kahvehanelerinde esnemekle vakit geçiren biçare bahriyelilere daima tesadüf olunurdu. Askerler silah kullanmanın en basit kaidelerini dahi bilmiyorlardı” 
Bahriye Nezareti’ni borca boğulmuş buldum; ne para veriliyordu ne de itibar kalmıştı; ayrılan bütçenin ancak üçte birinin verilmesi adet haline gelmişti. (…) Nihayet gemiler çürüdü, içlerinde asker barınamayacak hale geldi. Subaylar bile kamaralara şemsiyeleri açık olarak girer çıkar oldular. Çürüklük bir raddeye vardı ki, artık bu gemilerin kalafat edilmeleri bile imkânsız hale geldi. Tamirat için yazılan yazılar hep hasıraltı ediliyordu.” [Sinan Meydan’dan aktarı]

Donanmanın durumu işte böyle sayın okur;
Hamidiye zırhlısı Marmara denizinde yolunu kaybederek yanlış limana gitti. Arızalandı ve makina dairesine su doldu.
Hizber zırhlı dubası kayboldu, daha sonra İmralı adasında kıyıya oturmuş bulundu.
Mesudiye zırhlısının 8 kazanından 3’ü patladı.
Ne kadar acıdır ki Donanma gemilerimiz İstanbul’dan Çanakkaleye dahi gidememişlerdi.
İşte bu şartlar altında Ertuğrul Fırkateyni de bu donanmanın bir parçasıdır. Çanakkale Limanını bulamayan, Yafa Limanına giderken kaybolan, Port Said limanını bulamayan bir donanmamız vardı.  Bunların nedeni ise donanmaya gereken önemi vermeyen, Haliç’te çürüten, Donanma personelini eğitmeyen, maaşlarını ödemeyen Padişahlardı.

“Geminin sakalsızı, gemicinin sakallısı”
5 Mayıs günü Ertuğrul Haliç’te Bahriye Bakanlığı’nın önündeki şamandıralardan birine bağlıydı. O gün hafif bir rüzgâr esmekteyken, geminin yelken ve makinelerinin tecrübeleri yapılacaktı. Yelken tecrübesi sırasında geminin cıvadra gönderine bağlı üçgen şeklinde küçük birer yelken olan, trinketine flok, kontra flok ve flok yelkenlerinden üçü birden açılınca, cıvadra gönderi rüzgâr altına doğru çatırtıyla eğildi, sakalını kopardı ve bostonu denize uçtu. Yelkenler süratle toplatılarak yırtılmaları önlendi. Olayın nedeni; cıvadra gönderini kurtların yemiş, çürütmüş olmalarıydı.
Aynı anda gemi komutanı ve süvarisi baş tarafta flok yelkenleriyle meşgul olurken, kıç taraftan top patlamasını andıran bir infilak sesi duyuldu ve kaportalardan dumanlar yükselmeye başladı. Personel gemide yangın çıktığı düşüncesiyle kıç tarafa koşmaya başladı. Olayın nedeni:
Makineyi tecrübe etmek için kazanların fayrap edildiği sırada, otuz libre-puskare buhar basınca dayanması gereken kazanların, basınç sadece dört libre puskareye çıkınca patlaması ve etrafa ateşler saçmasıydı. Bu sırada geminin çarkçıbaşısı Harty Bey ıstakoz gibi haşlanarak, kendini güverteye zor atmıştı.
Çarkçıbaşı Harty Bey, Bakanın huzurunda fırkateynin kazan ve makineleri esaslı surette onarılmadıkça ve kazan altlarının çürüyen tahtaları değiştirilmedikçe sefere çıkmanın münasip olmayacağını kesin bir dille ifade etti !!!…


Naci Kaptan / 09.12.2020 / Bölüm VI


Hazırlıklar
Geminin personel noksanlıklarının giderilmesi paralelinde, seyir noksanlarının da ikmaline çalışılıyordu. Uğranılacak limanlarda personelin dost ve düşmana karşı mümkün olduğu kadar yeknesak giyinmesi için subaylara ve tüm personele ikişer adet aynı renk fesle, ikişer takım kışlık, dörder takım da yazlık elbise ve üçer çift ayakkabı verilmesi irade olunmuş ve bunların bir kısmını müteahhitler seyir günü ancak yetiştirebilmişlerdi. Hint, Çin ve Japon ülkelerinde fes giyilmediğinden fesleri kalıplamak üzere top ambarında mangal kömürüyle çalışan bir kalıphane kurulması gerekli görülmüş, bunun için de dışarıdan bir kalıpçı ustası tedarik edilerek sefere götürülmüştü.
Açık denizlerde yapılacak bu gezinin mühim bir kısmı tropikal iklimler geçeceğinden personelin bu iklim koşullarında da aynı zindelikte ve sıhhatte tutulması gerekliydi. Keza yelkenle yapılan seyirlerde personelin pazı ve bilek kuvvetine dayanan gemicilik ameliyeleri de vardı. Bu yüzden de personele et yedirmek şarttı. Ama etler nasıl korunacaktı? Sorun buradaydı. Zira o tarihlerde gemilerde bugünkü anlamda soğuk hava depoları, buzdolapları vb etleri koruyacak yerler yoktu. Konservecilik de henüz yapılmıyordu. Kavurma etinin de sıcak iklimlerde erimek suretiyle bozulduğu Kızıldeniz ve Basra Körfezi sularında sefer yapan gemilerin tecrübelerinden biliniyordu.
Bu yüzden konu, bakanlığı ciddî surette meşgul eden bir konu olmuştu. Arayışlar sonucu, nihayet bir çare bulundu: Geminin kuytu bir yerinde üç beş baş sığır ve koyun alabilecek, bunları beş on gün barındırabilecek bir ağıl inşa olundu. Hayvanların bakımı ve kesimi için Kasımpaşa Kasaphanesi Amiresinden bir kasap celb olunarak gemi personeline ilave edildi. Bu uzun gezinin uğranılacak limanlardan temin edilecek ekmek ve peksimetle başarılması zor görüldüğünden geminin fırını genişletildi.
Personelin seyir için gerekli olabilecek çamaşır ve diğer kişisel eşyasını temin edebilmesi için subaylara on beşer, diğer personele beşer altın dağıtıldı. Komutan Osman Bey’e yüz, Süvari Ali Bey’e ve başçarkçı İbrahim Bey’e ellişer altın ihsan olundu. Personelin parayı dahi iyi değerlendirebilmesi için Kapalıçarşı’da bekâr çamaşırları diken toptancılarla temasa geçildi. Bu şekilde tasarruf edilen paralarla, gezi süresince uğranılacak limanlarda rastlanabilecek ve ilişki kurulabilecek yabancı savaş gemileri personeline ve Japon denizcilerine, Türk denizcileri tarafından verilebilecek hatıra eşyalarının ve hediyelerin alımı için kaynak yaratılmış oldu. Bu hediyeler arasında, sedef kakmalı nalınlar, kehribar ağızlıklar, yasemin çubuklar, kenarı yazılı Bursa havluları, işlemeli çerçeveler, feshane kumaşları, fildişi eşyalar, Amasra’nın şimşir süs eşyaları, gümüş kupalar, süslü bakır taşlar, boncuklar, mercan gerdanlıklar, sırma işlemeli terlikler gibi imparatorluğun o zamana özgü bugün de makbul olan zarif hediyelik eşyaları vardı.

Teknik Hazırlıklar
Ertuğrul’un seyrine kadar Osmanlı Bahriyesi’nde, Atlas Okyanusu’nun doğusunu, Akdeniz’i, Karadeniz’i, Kızıldeniz’i, Basra Körfezi’ni ve Hint Okyanusu’nun batı sahillerini gösteren ve her birinin içinde otuz kırk harita bulunan dokuz harita cüzdanı vardı. Halbuki bu gezi Japonya’ya kadar uzayacak, birçok limanlara girilip çıkılacaktı. Onun için Hint Okyanusu’nun doğu sahillerini, Çinhindi Yarımadası sularını, Çin ve Japon denizlerini ve çevrelerini gösteren haritalara ihtiyaç vardı.
Bahriye Bakanlığı’nın “Seyir Aletleri ve Rasat Şubesi” depolarında bu haritalar mevcut değildi. Bunlardan acele olarak üçer takım sipariş edildi ve seyre yetiştirildi. Ayrıca düzeltmeleri yapılmış sekstant aletleri, Londra’daki Greenwich saatine göre çalışan hassas kronometreler, stopwatch’lar, barometreler vb gibi seyir yardımcısı aletler de alındı. Seyredilecek sularda, rastlanabilecek bütün deniz fenerlerinin özelliklerini gösteren fener risaleleri, Asya’nın doğu ve güney sahilleri hakkında her türlü bilgiyi veren o zamanki isimleriyle “Rehberi Derya”lar yani kılavuz kitapları Pilot Book’lar satın alındı ve gemiye verildi.
İmparatorluk topraklarının kıyıdaş olduğu denizlerde dikkate alınacak derecede medcezir yani gelgit olayı olmuyordu. Halbuki Çin Denizi’nin kuzeyindeki sahillerde birkaç metreye ulaşan medcezir değişiklikleri ve bundan dolayı da oldukça kuvvetli medcezir akıntıları oluyordu. Bu yüzden medcezir hesaplarının yapılmasına yarayan cetvellerin de tedarik edilmesi gerekiyordu. Ancak bundan sonra geminin seyri için gerekenler sağlanmış denilebilirdi.
5 Mayıs günü Ertuğrul Haliç’te Bahriye Bakanlığı’nın önündeki şamandıralardan birine bağlıydı. O gün hafif bir rüzgâr esmekteyken, geminin yelken ve makinelerinin tecrübeleri yapılacaktı. Yelken tecrübesi sırasında geminin cıvadra gönderine bağlı üçgen şeklinde küçük birer yelken olan, trinketine flok, kontra flok ve flok yelkenlerinden üçü birden açılınca, cıvadra gönderi rüzgâr altına doğru çatırtıyla eğildi, sakalını kopardı ve bostonu denize uçtu. Yelkenler süratle toplatılarak yırtılmaları önlendi. Olayın nedeni;
cıvadra gönderini kurtların yemiş, çürütmüş olmalarıydı. Aynı anda gemi komutanı ve süvarisi baş tarafta flok yelkenleriyle meşgul olurken, kıç taraftan top patlamasını andıran bir infilak sesi duyuldu ve kaportalardan dumanlar yükselmeye başladı. Personel gemide yangın çıktığı düşüncesiyle kıç tarafa koşmaya başladı. Olayın nedeni: Makineyi tecrübe etmek için kazanların fayrap edildiği sırada, otuz libre-puskare buhar basınca dayanması gereken kazanların, basınç sadece dört libre puskareye çıkınca patlaması ve etrafa ateşler saçmasıydı.
Bu sırada geminin çarkçıbaşısı İngiliz subayı Harty Bey ıstakoz gibi haşlanarak, kendini güverteye zor atmıştı. Bir yandan haşlanan yerlerini makine yağına batırdığı bir bezle ovuşturuyor, diğer yandan da geminin kazan ve makinesinin çürüyerek turşuya dönmüş olduğunu ve bu köhne tekneyle Japonya gezisine çıkmanın bile bile ölüme gitmek demek olduğunu söylüyordu.
Kazanlar söndürüldü. Komutan Albay Osman Bey gemide vuku bulan her iki olay hakkında da Bahriye Bakanlığı’na birer rapor verdi. Bahriye Bakanı yirmi dört kürekçinin kürek çektiği “Paşa Baştardası” olarak isimlendirilen süslü ve büyük makam kayığıyla derhal Ertuğrul’a geldi. Durumu inceledi. Olayı kavradı ve kazanların süratle tamir edilmesi ve cıvadra gönderinin değiştirilmesi emrini verdi.
Albay Harty Bey’i de kazan ve makineler hakkında görüş ve önerilerini dinlemek üzere huzuruna çağırdı. Çarkçıbaşı Harty Bey, Bakanın huzurunda fırkateynin kazan ve makineleri esaslı surette onarılmadıkça ve kazan altlarının çürüyen tahtaları değiştirilmedikçe sefere çıkmanın münasip olmayacağını kesin bir dille ifade etti.
Bu onarımın yapılması için güvertenin baştan aşağı sökülmesi, kazanların vinçlerle kaldırılarak dışarı çıkartılması gerekiyordu ki, bu iş için altı aya yakın bir zaman gerekliydi. Halbuki Bahriye Bakanı Hasan Hüsnü Paşa, Saraya pek yakında Ertuğrul’un seyre çıkabileceğini bildirmiş, gezinin başlangıç tarihi belirtilerek siyasî temaslara da girişilmişti. Kazan ve makine tecrübelerinin daha işin başında yapılması gerekirdi. Şimdi artık vakit geçti.
Bahriye Bakanı, Harty Bey’i konuyu büyütmekle suçladı ve bunların birkaç günde giderilebileceğini söyledi. Bakan ile Albay Harty Bey arasında evvela samimî bir şekilde başlayan konuşma biraz sonra tartışma şekline dönüştü. Harty Bey’in ileri geri konuşması ve hatta gerekirse konuyu Saraya kadar bir raporla arz etmeye hazır olduğunu bildirmesi, Bahriye Bakanını fena halde kızdırmıştı.
Hemen o akşam, Harty Bey’in Ertuğrul’la ilişkisi kesildi ve adalar hattında çalışan, yine yönetimi Bahriye Bakanlığı’na bağlı olan ve gelirleri de ona ait olan, 1910’da ismi “Osmanlı Seyri Sefain İdaresi” olarak değiştirilen, bir bakıma bugünkü Denizyolları İşletmesi’nin karşılığı sayılabilecek olan ve 1878’de kurulmuş “İdarei Mahsusa”nın vapurlarından birisine Çarkçıbaşı olarak atandığı tebliğ edildi. Harty Bey’in yerine Albay İbrahim Bey Başçarkçı olarak atandı.
1855 yılında Osmanlı Donanmasının hizmetine girmiş genç bir İngiliz makine subayı olan Albay Harty Bey, gerek gemilerde gerek Bahriye fabrikalarında çok başarılı hizmetler yapmış, katkılarda bulunmuş bir subaydı. Kendisine yapılan hakareti anlamazlıktan geldi. Ancak yeni görev yerine gitmeden evvel Bakanlığa verdiği dilekçede;
Girit Savaşı sırasında Yunan Arkadi Vapuru’nu yakalayan İzzettin vapurunda Gamsız Hasan Bey’in de Çarkçıbaşısı olduğunu, başarılı hizmetleri dolayısıyla “Nişanı Alişan”la ödüllendirildiğini, İmparatorluk Bahriyesi’nde şerefle hizmet etmesinin karşılığı olarak Albaylığa kadar yükseltildiğini belirtti. Samimî olarak doğruyu söylediği için adalara yolcu taşıyan ufacık bir gemiye Çarkçıbaşı olarak atandırılarak hizmetten uzaklaştırıldığını, fakat Çin veya Hint denizlerinde ölmektense bu görevin kendisine özel bir lütuf olduğunu söyleyerek, teşekkürle maruzatını bitirmişti.
Ertuğrul’dan kadro fazlası oldukları için başka yerlere atanan subaylar da, gemide vukua gelen olayları parmaklarına dolayarak; fırkateynin Japonya gezisini emniyet ve selametle yapmaya muktedir olup olamayacağı hakkında kendilerince görüşler ortaya atıyorlardı. Çoğunluğu oluşturan ve geziye karşı olanlar, Ertuğrul’un Çin ve Japon denizlerine gönderilmesinin bir cinayet olacağı iddialarını yineliyorlardı.
Tabiatıyla bu görüşlerin dikkate alınarak Japonya gezisi için başka bir geminin seçilmesinden veya geziden vazgeçilmesi ihtimalinden Ertuğrul personeli de huzursuz oluyor, moralleri bozuluyordu. Ama yine de gemilerinin sağlamlığından, fırtınalara karşı Türk denizcilerinin yüzyıllardan beri alışık olduklarından bahsederek konuşanları korkaklıkla itham ediyorlardı. “Evvel Allah biz bu gemiyle dünya turu yapmaya hazırız” diyorlardı. Bu ruh hali çok önemliydi. Personeli gemilerine ve birbirlerine daha çok yaklaştırıyor ve adeta kenetliyordu.
Sarayın endişeleri ve müdahalesi geziye karşı çıkanların, geminin durumu ve gezi bölgesindeki hava şartları hakkındaki olumsuz görüş ve tutumları ve bunlara ilişkin değişik yorumlar bütün açıklığı ve detayıyla saraya bildirilmiş olmalı ki, 22 Mayıs 1889 tarihinde Mabeyn Başkatibi Süreyya Paşa imzasıyla Bahriye Bakanlığı’na aşağıdaki tezkere geldi: “Japonya’ya gidecek Ertuğrul Fırkateyni’nin esaslı bir şekilde onarılmasının lüzumlu olduğunu, bu konuya dikkat edilmesi gerektiğini hükümdar da hissetmiştir.
Ona gelen haberlere göre; geminin sadece bazı yerleri onarılmış ve cıvadra gönderi değiştirilmiştir. Geminin kalafatı bile tam olarak yapılmamıştır. Ekvator bölgesinden geçerken armuzlar açılabilecek ve gemi büyük tehlikelerin içine girebilecektir. Geminin havuzlanmaması da Padişaha gemi teknesinin iyi olmadığı kanaatini vermiştir. Topların bulunduğu saportların da sağlam olmadığı söylenmektedir.

İNGİLİZ BAŞÇARKÇI HARTY BEYİN RAPORU
Yirmi beş yıl önce on-oniki mil sürat yapmak üzere otuz libre/puskare buhar basıncına dayanacak şekilde yapılan gemi kazanları on libre buhar basıncıyla denizde yapılan tecrübede, dört libre puskare basınç altında bile patlamış, çıkan yangın söndürülmüştür.” Tezkere, geminin Çarkçıbaşısı İngiliz Albayı Harty Bey’in başına gelenleri de özetledikten sonra şöyle devam etmekteydi: “…
Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya’ya kadar gidebilmesinin mümkün olamayacağı ve buradan hareket etse bile yolda kazaya uğramasının çok muhtemel olduğu, Hint Okyanusu’na ve Japonya’ya gidecek bir savaş gemisinin yarı yolda kalmasının dost ve düşmana karşı ayıp ve çirkin bir olay olacağından, geminin hükümdarımıza layık bir biçimde ve kazaya uğramadan gidip gelebilmesi için ya Ertuğrul’un mükemmel bir şekilde onarılması ya da bu göreve başka bir geminin gönderilmesi Padişahın emirleridir…”
Saraydan gönderilen bu tezkeredeki iddiaların üslubu, ihbarın bir Bakanlık mensubu tarafından yapıldığı şüphelerini doğuruyordu. Bakan çalışma arkadaşlarına şüpheli gözlerle baktı. Alışılageldiği üzere hepsi sadakatlerini yenilediler. Harty Bey’in bu işi yapmış olduğu kanaatini taşıdıklarını, kazan ve makine hakkında detaylara varıncaya kadar geniş bilgilerin başkası tarafından bilinmesine de imkân olmadığını ifade ettiler.
Hasan Hüsnü Paşa kararını vermişti. Ne olursa olsun Ertuğrul Japonya’ya gidecekti. Hem Sarayı ikna etmek hem de ileride bir olay vuku bulursa sorumluluğu üzerinden atmak için güvendiği kişilerden oluşan bir “İnceleme Komisyonu” kurdurdu. Kurulan bu komisyon, geminin durumunu inceleyerek, “Ertuğrul’u, bu uzun seferi yapmağa muktedir olabilecek kadar kuvvetli bulduklarını” belirten bir rapor verdi. Aksini söyleyen bir rapor vermeleri zaten bahis konusu olamazdı. Komisyon üyeleri Harty Bey’in başına gelenleri unutmamışlardı.
Bahriye Bakanı arzu ettiği raporu alır almaz, Mabeyin başkâtibinden gelen yazıdaki, “Geminin sakalsızı, gemicinin sakallısı” ifadesinde saklı olan, henüz 31 yaşındaki damadını Ertuğrul’a komutan tayin etmesi dolayısıyla yapılan imayı da anlamazlıktan gelerek, cevabî yazısında, “Ertuğrul’un en iyi şekilde onarılmış olduğu ve gemi dünyanın neresinde olursa olsun su kesiminin altında kalan kısımlarının asla açılmayacağını garanti ediyordu. Ayrıca su kesiminin üstünde kalan kısmı olan borda kaplama ve güverte tahtaları çok kuru ve sağlam olduğundan, Ekvator’da sıfır derece enlem dairesinin üzerinde bile yüksek hava sıcaklığından korumak için, çevresine tenteler yapılması, tahta aksama zaman zaman su vurulması yönteminin uygulanmasıyla, çok uzun süre oralarda kalabileceğini ileri sürmekteydi.
Makinesinin de genel olarak ve çok titizlikle gözden geçirildiğini ve kazanlarının daha iki üç yıl sürekli bir sefere bile dayanabilecek derecede bakım gördüğünü ve yenilendiğini de ekleyerek Saraya güvence veriyordu.” Harty Bey hakkında görevden alma işlemine haklılık kazandırmak için de şunları yazıyordu: “Fırkateynin eski Çarkçıbaşısı Albay Harty Bey’in ne sözlü ne de yazılı bir müracaatı olmamıştır. Kendisinin gemiden alınması sadece gemide ‘yabancı’ personel bulundurulmasının uygun görülmeyişinden ileri gelmiştir. Harty Bey’in ada vapurlarından birisine atandırılması ise, Londra’dan yeni gelmiş bulunan bu vapurun yeni sistem makinesini tanıyıp, kullanabilecek nitelikte bir eleman olmasındandır.”
Süleyman Nutki Bey’e göre; sonuç olarak ortaya çıkan şudur: “Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa, Ertuğrul’u Japonya’ya bir garez ya da bir cinayet veya alçakça bir düşüncesiyle değil, sadece dediğinden dönmeyi gururuna yediremediğinden, istediğini yaptırtmaya gücü olduğunu göstermek ve de bunu kanıtlamak istediğinden dolayı göndermek kararından geri dönmemiştir.”
Ertuğrul, her şeye karşın büyük yolculuğa hazırdı… Gidecek, belki de hiç görülmemiş, bilinmemiş, varlığı hiç duyulmamış kıyılarda Osmanlı sancağını gösterecek, yüceltecek ve onun saygınlığı için ne gerekiyorsa, onu yapacaktı…

Naci Kaptan / 09.12.2020 / Bölüm V – VI sonu / Devam edecek
This entry was posted in DENİZ VE DENİZCİLİK, GEÇMİŞİN İÇİNDEN, Tarih. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *