DARAĞACINA MEKTUPLAR 2

Can Yücel Devrimci Deniz’e seslenir ;
“Acıyorsam sana anam avradım olsun.
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!”
DARAĞACINA MEKTUPLAR 2

Cumhuriyet 07.05.2012

TÜREY KÖSE

Vicdanlar harekete geçmedi

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın avukatları bir yandan hukuk mücadelesi verirken diğer yandan da aileleri vicdanları harekete geçirmek için mücadele etti. İdam kararları 10 Mart 1972 tarihinde TBMM’de onaylanırken 16 Mart 1972 günü Cumhuriyet Senatosu’ndan onay geldi. CHP, 25 Mart 1972 tarihinde idam kararlarının bozulması için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Ailelerin 27 Mart 1972 tarihinde TBMM dilekçe karma komisyonuna yaptıkları özel af isteği başvuruları reddedildi. Bu arada idamları engellemek isteyen Mahir Çayan ve arkadaşları 3 İngiliz teknisyeni kaçırdılar. Kızıldere köyünde 30 Mart 1972 tarihinde teknisyenlerle birlikte katledildiler. Bu katliamdan kurtulan tek kişi olan Ertuğrul Kürkçü şu anda parlamentoda milletvekili. 24 Nisan 1972 tarihinde Anayasa Mahkemesi’nin usul yönünden bozduğu idam kararları yeniden Meclis’te görüşüldü ve bir kez daha onaylandı. Ancak ne hukuk mücadelesi, ne siyasal eylemler, ne de imza kampanyaları idamları engellemeye yetti ve 6 Mayıs 1972 tarihinde Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, Ankara Ulucanlar Merkez Cezaevi’nde idam edildi.

Özal’dan mektup: Acımayın

Meclis’teki tartışmalara denk getirilen mektubu TBMM’ye telkin ve sermayenin isteği olarak okumak mümkün

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamı sürecinde, Kızıldere katliamı ve idamlar günlerce gerek iç, gerekse dış basında tartışıldı. İç basında sosyaldemokratlar ve sol kesimler idamlara karşı çıkarken; dış basın idamlar ve Kızıldere katliamını “katliam, kırım, generallerin cinayeti” olarak nitelendirdi. İdamlar öncesinde Tercüman gazetesinde yayımlanan “Özal’dan mektup” başlıklı yazı dikkat çekiciydi. Ahmet Kabaklı, 7 Nisan 1972 tarihinde yayımlanan yazısında Turgut Özal’ın ABD’den kendisine gönderdiği bir mektuba yer verdi. Serpil Çelenk Güvenç bu mektubu kitabın ilk baskısına yetiştirememiş, sonraki baskılara eklemeyi planlıyor. Özal bu mektupta “Boğaz Köprüsü’ne yapılan hücumlara” tepki gösterirken, Kabaklı’ya şöyle seslenir:

“Muhterem Ahmet Beyefendi,

Teknik Üniversite duvarlarına, bir tarafa köprü karikatürü, diğer tarafa da 6’ncı Filo’yu koyarak ‘köprü ve bekçisi’ diyen komünistlerin, aslında neyin peşinde oldukları bugün daha iyi anlaşılmıyor mu?

Bir senelik bir Örfi İdare, bütün melanet ve hıyanetlerini meydana çıkardığı gibi, Türkiye’nin kalkınması için sarf edilen insanüstü gayretlere, yapılan insafsız hücumların kasti hüviyetlerini de ortaya çıkarmıştır. Zaman muhakkak durumu daha iyi gösterecektir. Fakat bir endişem var: Tarihten, tecrübeden ders alacak mıyız yoksa sözde bir acıma duygusu ile karıştırılan, aslında maksatlı bir takım oyunlara alet olarak Türkiye’yi yıkmak isteyenlere bir şans daha mı vereceğiz.

Türkiye hiçbir zaman komünist olmayacaktır, ama kalkınma yolunda kaybettiğimiz zamanları geri getirmenin mümkün olmamasından korkuyorum.”

Serpil Güvenç, bu mektubun zamanlaması ve içeriğine dikkat çekerken, şu değerlendirmeleri yaptı: “Mektup 5 Mart 1972’den sonra yazılmış. Sayın Özal, mektubu 5 Mart 1972’de Washington Post’ta Dan Morgan tarafından yazılan ‘Bosporus Bridge Links 2 Continents’ (Boğaz Köprüsü 2 Kıtayı Birleştiriyor) başlıklı bir makaleyi okuduktan sonra yazdığını bildiriyor. Bilindiği üzere, 9.10.1971’de Ankara 1 No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nde 18 idam kararı veriliyor. Dava Deniz’lerin avukatları tarafından Askeri Yargıtay’a götürülüyor. 10.1.1972’de Askeri Yargıtay 2. Dairesi, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idamlarını onaylıyor ve diğer 15 sanığın ise idam kararlarını bozuyor. Sürecin TBMM’de süreceğini ve idam kararlarının o tarihten itibaren TBMM’de tartışılacağını herkes bilmekteydi. O tarihten itibaren ülkemizde yoğun bir idam karşıtı kampanya başlatıldı. Yazılışı tam da bu tarihlere denk gelen mektupta, en azından, idamları durdurmaya yönelik çabalara kulak asılmaması yönünde, daha çok TBMM sürecini düşündüren bir telkin olduğunu söylemek mümkün. O tarihlerde ABD’de Dünya Bankası’nda çalışan Özal’ın, 12 Eylül hükümetinde başbakan yardımcısı olduğunu, 24 Ocak kararlarının yaşama geçirilmesini sağladığını, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) çekirdeği olan Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası’nın (MESS) başkanlığını yaptığını anımsayacak olursak mektupta, idama her gün bir adım daha yaklaşan devrimcilere bir şans daha verilmemesine ilişkin talebini sermayenin isteği olarak da okumak mümkün.”

Ilıcak gençleri hedef alıyor

Nazlı Ilıcak Tercüman’da 6 Mayıs 1977’de yayımlanan “İki Liderin Vazifesi” başlıklı yazısında CHP üzerinden gençleri hedef alır:

“(… ) Haklarında idam kararı verilen Deniz Gezmiş, Yusuf As­lan ve Hüseyin İnan, Dev-Genç içinden çıkan, Halk Kur­tuluş Ordusu’nun savaşçılarıdır. Meşru başbakanın yakasına yapışanın himaye edil­diği ve bilahare Maliye Bakanı yapıldığı bir memlekette başkalarının da, halk oyundan gücünü alan bir parla­mentoyu alaşağı etmek için çalışmalarını tabii karşıla­mak lazımdır.

6 Mayıs Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın ölüm yıldönümüdür. Kalplerindeki Allah sevgisinin ve imanın yerini Marx ve Lenin’e mutlak bağlılık ve hay­ranlığın aldığı, son dakikalarında dahi bir imamın refa­katini reddeden bu gençler, aslında hırslı politikacıların kurbanıdır. (…) Bütçe müzakereleri sırasında, Ali Elverdi Paşa’nın yakasına yapışanlar, onu meclis kürsüsünden yere düşürenler şahsına değil, sıkıyönetim mahkemesi başkanı sıfatıyla ve Türk milleti adına imzaladığı idam kararına hücum ediyorlardı.

Ecevit, tehlikenin soldan değil, sağdan geldiğine inanır ve böyle söylemek işine gelir. 1 Mayıs günü, CHP’siyle, TiP, TSiP, İGD, DİSK ve Maoistiyle Taksim Meydanı’nda yapayalnız olan solun yarattığı hadiseler acı bir şekilde Ecevit’i tekzip etmiştir. Aslında sağcı militanlar kavga­dan çekilse bile, sol, anarşi kazanını kaynatmaktan vaz­geçmeyecektir. (…)”

DARAGACINA MEKTUPLAR

Sağ basın nefret kusuyor

Serpil Çelenk Güvenç, basında yer alan yazıları “darağacına mektup” olarak değerlendirmiş. Bu mektuplar incelendiğinde sağ basının idamlara destek verdiği görülüyor. İlhan Selçuk, İsmail Cem, Oktay Akbal, Altan Öymen, Abdi İpekçi gibi yazarlar ise idamlara karşı seslerini yükseltiyor.

Son Havadis gazetesinde 18 Mart 1971 tarihinde yayımlanan “İşte yakalandılar” başlıklı yazıda Adviye Fenik şunları söylüyor:

“(…) Şehir haydutluğu yeni başladı. Şehir gerillaları­nın maksatları şu iki, üç ay içinde ‘aşikâre’ vuruldu. (…) Şimdi görev adliyeye düşüyor. Zabıta, haydutları sımsıkı tutuyor. İnşallah adli mercilerimiz de işi sıkı tutarlar.”

Hakikat gazetesinde Bülent Hikmet Şeren imzasıyla yayımlanan “Gidişat” başlıklı yazı bir başka örnek. Bu yazı Mine Söğüt’ün “Darbeli Kalemler” başlıklı derlemesinden alınmış. Şeren bu yazıda şu görüşleri dile getiriyor:

“Deniz Gezmiş deni­len vatansızlaştırılmış, eli ve gözü kanlı mahluk, Türk polisinin piyasasında 7.65’lik bir mermi çekirdeği kadar değer taşır ancak. Amma sen, senato kürsüsünden üni­versite amfisine kadar, milli şahsiyet ve milli ilim görü­şülmesi gereken her yerde, katil ve soyguncuların hami­si, kanun takipçilerinin de amansız düşmanı edasıyla konuşmaktan hayâ duymaz, hadiselerin seyrini namus­suzluk derecesinde tersyüz ederek kamuoyunda zihinle­ri allak bullak edersen, polis hain ve alçakların hangi çeşidi ile uğraşacağını şaşırır elbette! (…) Dört kumandandır bugün memleketi badireden kur­taran. Fakat o dört kumandanın yerli yerlerinde bulun­masının basiretine sahip olan Başbakan Sayın Süleyman Demirel’i de unutmamak lazımdır.”

Tamer’den ‘İp’ yazısı

Rauf Tamer’in Tercüman gazetesinde 2 Nisan 1972 tarihinde yayımlanan “Niksar’ın Fidanları” başlıklı yazısı devrimcileri hedef alıyordu. Rauf Tamer, aynı nefret dolu üslupla bir başka yazı daha yazdı:

“İdamlara dair kanun iptal edildi.

Ne demek iptal?

Menşeini araştıralım.

İptal

İpta

İpt

İp.

Gördünüz mü, sonunda yine ip çıkıyor.”

Tamer infazlardan iki gün sonra bile nefret saçmaya devam etti. 8 Mayıs 1972’de şöyle yazıyordu: “Uçak kaçıranlar Sofya’daki elçimize, ‘Bizim Türkiye ile ilgimiz yok’ demişler. Bir diğeri ise duruşmada ‘Türk ve İslam’ olduğunu kabul etmemiş. Öyleyse bu çocuklar hakikaten vatan haini değil azizim.

Vatan haini olabilmek için önce vatandaş olmak ge­rek.”

 

Yarın:

İlhan Selçuk: Nasıl bir tılsıma kapıldılar ki…

 

This entry was posted in Dizi Yazilari, Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *