OSMANLI’dan AKP DÖNEMİNE DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK – KAPİTÜLASYONLAR * 2 * ATATÜRK VE ANTİ-EMPERYALİZM

Naci Kaptan / 14.11.2020

OSMANLI’dan AKP DÖNEMİNE DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK – KAPİTÜLASYONLAR

Yazımın birinci bölümünde Osmanlı’nın batmasına neden olan yanlış ekonomik uygulamalar, aşırı dış borçlanma, alınan borçların saray yapımı v.b. amaçlarla gereksiz harcamalarla tüketilmesidir. Osmanlı zayıflayarak ülke ekonomisini borçlarına karşılık yabancılara teslim etti. Kapitülasyonlarla ülke ekonomisinin yönetimi ve vergi toplanması  yabancıların denetim ve kontroluna geçti. Milli ekonomilerini yabancılara teslim edenler bağımsızlıktan ve özgürlükten söz edemez. O ülke artık bir sömürgedir.
KAPİTÜLASYONLAR
Kapitülasyon kelimesinin kökeninde Latince caput (baş) sözcüğü vardır. Geniş anlamıyla kapitülasyon baş eğmek, teslim anlaşması yapmak anlamlarını taşır. Tarihte kazandığı özel anlamla kapitülasyon, bir ülke tarafından başka bir ülkenin vatandaşlarına verilen ticari ayrıcalıklar bütünüdür.
Kapitülasyon, bir devletin bir anlaşmaya bağlı olarak başka devletlere tanıdığı iktisadi ve sosyal ayrıcalıklara denir. Genelde Müslüman yöneticilerin Avrupalı tacirlere vermiş olduğu ticari faaliyet iznidir. Ancak bu kapitülasyonların Osmanlıya ait bir sistem olduğu manasına gelmemelidir. Kapitülasyonlar pek çok Avrupa toplumu olmak üzere Osmanlıdan önceki diğer Anadolu toplumlarında da uygulanmış ticari ve sosyal ayrıcalıklar bütünüdür. Güçlü, bilgili ve zengin olan devletlerin ellerine geçirdikler bir sömürü düzenidir.
Osmanlı Devleti tarafından yükselme döneminden imparatorluğun dağılışına değin Avrupa devletlerine çeşitli kapitülasyonlar verilmiştir. Osmanlı Devleti II. Mehmed döneminde Venediklilere, I. Süleyman döneminde Fransızlara çeşitli amaçlar doğrultusunda kapitülasyonlar vermiştir. Aynı zamanda dağılma döneminde Balta Limanı Ticaret Antlaşması ile İngilizler’e, Hünkâr İskelesi Antlaşması ile Ruslar’a çeşitli kapitülasyonlar vermiştir.
Bu ekonomik çöküş Osmanlı İmparatorluğunun sonunu getirmiş ve ülkeninin işgaline yol açan bir süreci başlatmıştır.
İngiliz işgal güçleri Yüksek Komiser Yardımcısı Amiral Richard Webb’in, 19 Ocak 1919 tarihinde Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Ronald Graham’a gönderdiği özel bir mektuptur. Amiral Webb bu mektubunda;
“Görünürde memleketi işgal etmediğimiz halde şimdi valilerini tayin ediyor veya görevlerinden uzaklaştırıyoruz. Polislerini yönetiyor, basınlarını denetliyor, zindanlarına girerek Rum ve Ermeni tutukluları işledikleri suçlara aldırmaksızın serbest bırakıyoruz…
Demiryollarını denetliyoruz ve istediğimiz her şeyi müsadere ediyoruz (zorla alıyoruz). Politikamız, süngümüzün keskin ucuna dayanıyor. Halife elimiz altında bulundukça, İslâm dünyası üzerinde de ek bir denetleme aracına sahibiz. Bildiğiniz gibi, Padişah bizi buraya yerleştirmek istiyor…”
İşte ekonomisini teslim eden ülkenin hazin sonu budur…

Ülkemiz 21.Yüzyılda 2. kapitülasyon döneminin boyunduruğuna AKP iktidarı ile girmiştir. Buna modern kapitülasyon dönemi diyebiliriz. Temelinde sömürü vardır. Bu süreçte tüm milli kamu yatırımları, fabrikalar, tesisler, limanlar, rafineriler, telekomünikasyon  kurumları ile birlikte toplumu ayakta tutan, istihdam ve üretim sağlayan yüzlerce milli yatırımımız bazen gece yarısı pazarlıklarla “babalar gibi” satıldı. Küresel firmalar devletlerinin gücü ve aracılığıyla  ülkemize girerek sermayeyi ele geçirdiler. patronu olduğumuz kurumların marabası olduk.
Kamu/millet varlığı dolambaçlı yollardan AKP elitlerine ve BEŞLİ bir yapı oluşturan bir gruba aktarılmaya başladı. Yap/işlet/devret yönetimi ile akıl almaz büyüklükte kamu kaynaklarını tüketme makinası çalışmaya başladı. Kendisini başkan atayan Tayyip Erdoğan akıl almaz büyüklükte olan fakat ülke şartlarına göre yapılmaması gereken projeler üreterek, yollar, köprüler, hava alanlarına yatırım yaparak Devleti müteahhitlere  20-25 sene süreli ve devasa büyüklükte döviz ile borçlar altına soktu. Yapılan yollardan, köprülerden araçlar geçmedi, devasa hava alanına güvensiz olduğundan uçaklar inmedi. Büyük bir hortumlama makina sürekli olarak AKP elitlerine para pompalarken Türkiye her gün daha da çok yoksullaştı. Parayı alan el ile veren el kenetlendi…
21. Yüzyılın modern Kapitülasyon sistemi ile Türkiye’nin ekonomisi çöktü. Bu sistemde sadece yabancılar zengin olmadı, sistemi kurgulayanlar ve çevresinde halkalananlar da bu yağmaya katılarak zenginleştiler. Sistemde bu kez, kamuyu el birliğiyle soygun düzeni de yer aldı.
Nereden nereye?
Atatürk’ün neden büyük bir devlet adamı olduğunu aşağıdaki bölümü okuyarak tekrar anımsayalım.
Naci Kaptan / 15.11.2020

ATATÜRK VE ANTİ-EMPERYALİZM / Dr. Mustafa ALBAYRAK

Mustafa Kemal Atatürk tarafından, 17 Şubat 1923 tarihinde İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’ni açış konuşmasında Osmanlının durumu şöyle dile getirilir;
“Osmanlı Devleti gerçekte bağımsızlığından yoksun bir duruma getirilmişti. Doğrusu bir devlet ki, kendi uyruklarına koyduğu bir vergiyi yabancılara koyamaz. Gümrük işlemlerini, vergilerini memleketin ve ulusun gereksinimlerine göre düzenleyemez. Ve bir devlet ki, fazla olarak yabancılar üzerinde yargı hakkını uygulamaktan yoksundur. Böyle bir devlete doğal olarak bağımsız denilemez. Devletin ve ulusun yaşamına yapılan karışmalar, yalnız bu kadar da değil, daha fazla idi. Doğrudan doğruya ulusun yaşamsal gereksinimlerinden olan, örneğin demiryolu yapmak, örneğin fabrika yapmak için, her şey yapmak için devlet serbest değildi. Kesinlikle karışma vardı. Bundan dolayı yaşamını sağlamaktan yoksun bırakılan bir devlet bağımsız olabilir mi?
Söylediğim gibi, gerçekte devlet bağımsızlığını çoktan yitirmişti ve Osmanlı ülkesi yabancıların serbest bir sömürgesinden (müstemlekesinden) başka bir şey değildi ve Osmanlı halkı içindeki Türk Ulusu da bütünüyle tutsak bir duruma getirilmişti. Bu sonuç, arzettiğim gibi, ulusun kendi istencine ve egemenliğine sahip bulunmamasından ve bu istenç ve egemenliğin şunun bunun elinde kullanılagelmiş olmasından kaynaklanıyordu. O halde diyebiliriz ki, biz ulusal bir devir yaşamıyorduk ve ulusal bir tarihe sahip bulunmuyorduk…”
Bizim de yukarıda anlatmaya çalıştığımız ve Atatürk’ün de çok iyi vurguladığı gibi, Osmanlı Devleti, 19. yüzyılın sonunda Batı emperyalizminin bir sömürgesi durumuna getirilmişti.
Türk Ulusu’nun bu sömürge durumundan kurtulması, 80 yıl önce, 19 Mayıs 1919 tarihinde başlatılan Türk Kurtuluş Savaşı’nın, utkuyla sona ermesinin bir sonucu olarak yapılan Lozan Antlaşması sayesinde olmuştur. İşte yine bu yüzdendir ki, kanımızca bu ulusal kurtuluş hareketinin önderi anti-emperyalist bir önder, ve bu savaş da anti-emperyalist bir eylemdir.
Şimdi de Türk Kurtuluş Savaşı’nın neden anti-emperyalist bir savaş, Atatürk’ün de neden anti-emperyalist bir önder olduğunu bazı gerekçeleriyle açıklamaya çalışalım:
1. Ondokuzuncu yüzyılın sonunda bir sömürge durumuna getirilen Osmanlı Devleti, yenildiği Birinci Dünya Savaşı sonrasında imzaladığı Mondros Ateşkesi ile de eylemsel olarak işgal edilmeye başlanmıştı. Bazı yazarların iddiasının tam tersine, Osmanlı Başkenti İstanbul, 16 Mart 1920 tarihinde değil, 13 Kasım 1918’de işgal edilmiştir.
Bunun en açık kanıtı da, İngiliz işgal güçleri Yüksek Komiser Yardımcısı Amiral Richard Webb’in, 19 Ocak 1919 tarihinde Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Ronald Graham’a gönderdiği özel bir mektuptur. Amiral Webb bu mektubunda;
“Görünürde memleketi işgal etmediğimiz halde şimdi valilerini tayin ediyor veya görevlerinden uzaklaştınyoruz. Polislerini yönetiyor, basınlarını denetliyor, zindanlanna girerek Rum ve Ermeni tutukluları işledikleri suçlara aldırmaksızın serbest bırakıyoruz…
Demiryollarını denetliyoruz ve istediğimiz her şeyi müsadere ediyoruz (zorla alıyoruz). Politikamız, süngümüzün keskin ucuna dayanıyor. Halife elimiz altında bulundukça, İslâm dünyası üzerinde de ek bir denetleme aracına sahibiz. Bildiğiniz gibi, Padişah bizi buraya yerleştirmek istiyor…” diyordu.
Bir işgalci komutanın bu samimi itirafları, işgal olayının boyutlarını açıkça ortaya koyarken, tarihçi D.v. Mikusch’in, işgal altındaki İstanbul için betimlediği aşağıdaki tablo ise içler acısıdır:
“Türk İstanbul, her zaman gürültülerle dolu, hayatla dolu İstanbul, şimdi suskundu, ıssızdı, sinmiş gibiydi. Ne bir ses vardı, ne de varlığını hissettiren bir kıpırdanış. Bu kent âdeta sesini geceden yitirmiş gibiydi. Caddeler boş duruyordu; satıcıların haykırışları kesilmişti;
dükkânların, mağazaların çoğu kapalıydı; cami avlularındaki şadırvanların suyu akmaz olmuştu; akşamlan evleri bir karanlıktır kaplıyordu; su yoktu kömür yoktu, yaşamak için gerekli hiçbir şey yoktu. Kent halkından, sokakta kime rastlarsanız, ürkek ve telaşlı, bir an1 önce sıvışmaya bakıyordu. Fes, Osmanlının simgesi fes, şimdi bir utanç işareti olmuştu. Zaman zaman kaldırımlarda küçük müfrezelerin veya devriye kollarının sert adımlan yankılanıyordu. İngilizler soğuk, suskun, tepeden tırnağa silahlı; Fransızlar, alaycı ve kaygısız, İtalyanlar, kibirli, çok hareketli ve şapkalarında yeşil tüy demetleri…”
Bu görünümdeki bir İstanbul’da dayanamayan ve geldikten altı ay sonra, adeta bu kentten -“kafesinden kurtulmuş bir kuş örneğindeki gibi” -kaçarcasına Anadolu’ya giden Mustafa Kemal’e göre; “Zaten ve çoktan beri tinsel ve eylemsel olarak ve bağımsızlığından yoksun edilmiş olan Osmanlı Devleti’nin yokedilmesi başarılmıştı. Osmanlı Devleti bütünüyle bitirilmişti.”
Bu durumdaki bir ulusun, bağımsızlık savaşı verdikten sonra, emperyalist güçleri yenerek, bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkabilmesi ve yaşamını bu şekilde sürdürebilmesi kuşkusuz ki, anti-emperyalist nitelikte bir harekettir.
2. Türk Kurtuluş Savaşı’nın anti-emperyalist bir hareket olduğu, emperyalist güçlerin kendi aralarındaki rekabet incelenerek de kolaylıkla anlaşılabilir. Örneğin; bir Fransız gazetesi olan Le Matin’de, 28 Eylül 1919 tarihinde dile getirilen şu görüşler, bir yandan Fransa’nın emperyalist amaçlarını ortaya koyarken, öte yandan da emperyalistlerin aralarındaki rekabetin derinlikleri konusunda bize önemli ipuçları vermektedir. Bu haberde aşağıdaki şu görüşlere yer verilmişti; “Türkiye topraklan sayısız ve çoğu işlenmemiş zenginliklere sahiptir… Bu, toprak üstü ve toprak altı servet, Osmanlı borçlarının alacaklısı olanlar için tek garantidir ve yalnız Fransa’nın alacağı ikibuçuk milyara (Franka) yükselmektedir…
İngiliz emperyalizmi Doğu’da bize daima haksızlık etmekte ve zarar vermektedir. Bölgedeki itibarımızı azaltmak için elinden geleni ardına komamış ve propagandasıyla da bize büyük kötülük etmiştir. Bu şartlar altında Türkiye’yi İngiliz mandasına vermek, Anadolu’dan kendi kendimizi kovmak, Doğu’daki nüfuzumuzdan vazgeçmek, İngiliz yayılma siyasetinin zaferini sağlamak anlamına gelecek, yakın veya uzak bir gelecekte Doğu’nun başkaldırmasına yol açacaktır…”16 Atatürk, savaş sırasında ve sonrasında emperyalistler arasındaki bu rekabeti, çok iyi bir şekilde kanalize ederek, ulusal çıkarlarımız için kullanabilmiştir.
Birinci İnönü Savaşı sonrasında bu konuyu gündeme getiren Mustafa Kemal, onların aralarındaki bu işbirliğini şu sözlerle dile getirecekti; “İngilizler Konstantin’e dahi baskı yaparak, kendi emperyalist emelleri uğrunda oyuncak etmek istiyorlardı. Konstantin (de) krallığını onaylatabilmek için bu konuya eğilimli görünüyordu. Fakat İngilizlere karşı görevini yerine getirmek için Yunan ordusunu saldırtmak ve bu saldırısında başarılı olması gerekiyordu.”17 İşgalci-emperyalist Yunan ordusunun, Sakarya kıyılarında dize getirilmesinden hemen sonra Fransa’nın, T.B.M.M. Hükümeti ile Ankara Antlaşmasını imzalaması, Fransa’nın, Yunanlılar uğruna kendi emperyalist umutlarını sürdürmek istememesinden başka bir amaca yönelik değildi. Öte Yandan Mustafa Kemal, 19 Eylül 1921’de, bu savaşta emperyalizmin amacını şu sözleriyle açığa vuracaktı;
“Düşmanın bu yeni stratejik düzeninde izlediği hedef, bütün gücüyle ordumuzun sol yanını kuşatarak yoketmek ve ondan sonra Ankara’ya gelip Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümeti’ni dağıtmak ve bütün Anadolu’ya egemen olmaktı.”18 Yukarıdaki bilgi ve açıklamalardan da kolaylıkla anlaşılacağı gibi, Sakarya Utkusu, bu yönüyle emperyalizme vurulmuş ağır bir darbe olup, bu Savaş anti-emperyalist bir savaştır

KAYNAK ; ATATÜRK VE ANTİ-EMPERYALİZM Sayfa 351-352-353-354 özeti
* Dr. Mustafa Albayrak, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü.

BAĞLANTILI YAZI; Bölüm I

OSMANLI’dan AKP DÖNEMİNE DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK * ATATÜRK VE ANTİ-EMPERYALİZM * Bölüm I

This entry was posted in ATATURK, DIŞ POLİTİKA, Ekonomi, EMPERYALİZM, ÖZELLEŞTİRMELER, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *