FELSEFE * Tarihteki En Büyük 10 Filozof

Tarihteki En Büyük 10 Filozof
Çeviren Şevki Işıklı / 27/06/2019
Kaynak; Listverse.com/february 19, 2011

Bu listedeki bilgelik tutkunu filozoflar; etki, iç görü derinliği ve ilgi alanı
genişliği ölçütleri göz önünde bulundurularak sıralandılar.


Aristoteles, (MÖ 395-322), Stegeria, Makedonya
Aristoteles, felsefe kategorisindeki başka bir listenin de zirvesinde yer almıştı, bu listedeki sıralaması da sürpriz değil. Bununla birlikte Aristoteles’in mantıktan etik, siyaset, edebiyat hatta bilime kadar her şeyi anlayan ve eleştiren ilk yazılı sistemlerin sahibi olduğunu bilmelisiniz.
Var olan herhangi bir şeyin dört “nedeni” veya niteliği olduğu teorisini yani dört neden teorisini geliştirdi: Maddi neden, formel neden, gaye neden, fail neden. Bunun tartışmaya değmeyecek gibi göründüğü söylenebilir ancak listedekilerin klasik nedensellik üzerinde durması çok uzun sürmüştür. Aristoteles’ten bu yana tüm filozofların bu konuda söyleyecek bir şeyleri olduğunu bilmek yeterlidir. Kesinlikle söylenen, söylenebilir olan ve söylenebilecek olan her şey, Aristoteles’in sistemlerinden birine dayanır: Aristoteles’in fikirlerini kullanmadan ya da kullanmaya çalışmadan nedensellik tartışmak imkansızdır.
Aristoteles ayrıca Batı tarihinde evrendeki her şeyde bir hiyerarşi olduğunu iddia eden ilk kişidir. Doğa, onun gözlemlerine göre gereksiz hiçbir şey yapmamıştır. Doğada bir hiyerarşi vardır. Cansızlar, bitkiler, hayvanlar, insanlar vb. O, en üstte insanın yer aldığı 11 basamaklı bu yapıya “yaşam merdiveni” der. Orta Çağ Hristiyan teorisyenleri, insanın yanına Tanrı’yı da ekledikleri bu fikirle yol aldılar. Böylece Katolik melek hiyerarşisi, genelde saf Katolik inancı olarak öğretilir.
Doğa, gözlemlediği gibi gereksiz bir şey yapmadığı için, aynı şekilde, bu hayvan da o hayvandan ve aynı şekilde bitki ve hayvanlarla birlikte sorumludur. “Yaşam merdiveni” olarak adlandırılan, tepesinde insan olan on bir basamak var. Orta çağ Hristiyan teorisyenleri, meleklerle ve insanla birlikte Tanrı hiyerarşisine ekstrapolasyon yaparak, bu fikre dayanarak hareket etti. Bu nedenle, genellikle salt Katolik kavramı olarak düşünülen melez Katolik hiyerarşisi, İsa doğmadan önce yaşayan ve ölen Aristoteles’ten kaynaklanır.
Aslında Aristoteles, Orta Çağ batı dünyasında kullanılan klasik eğitim sisteminin tam kalbinde yer alır. Aristoteles’in soyut veya somut, modern felsefenin hemen hemen her alanında temel bir fikri, görüşü, öğretisi, keşfi vardır. Etik ilkeleri, sadece iyi olmak yerine, iyiyi yapma kavramı üzerine kurulmuştur. Bir insan kibar, merhametli, hayırsever vb. olabilir ama bunu başkalarına yardım ederek kanıtlayana kadar iyiliği, dünya için kesinlikle hiçbir şey ifade etmez.

Platon, MÖ 428 ila MÖ 348 arasında yaşadı.
Batı dünyasının ilk yüksekokulu olan Atina Akademisini kurdu. Neredeyse tüm Batı felsefesi, Sokrates tarafından öğretilen Platon’a kadar izlenebilir; Platon’un yazıları sayesinde Sokrates’in fikirlerinin bir kısmına da ulaşılabilir. Sokrates bir şey yazmışsa da hiçbiri bize ulaşmadı. Öğrencilerinden Platon, Xenophanes ve oyun yazarı Aristophanes, Sokrates’in öğretilerinin çoğunu bize kadar aktardılar.
Platon’un en ünlü alıntılarından biri siyasetle ilgilidir:
“Filozoflar kral olarak hüküm sürene kadar ya da krallara ve seçkin erkeklere gerçekten ve yeterince felsefe öğretinceye kadar, yani siyasal iktidar ve felsefe tamamen örtüşene kadar bunlardan yalnızca birinin halkı zorla yönetmesi engellenmelidir çünkü aksi halde ne şehirler kötülükten alıkonulabilir ne de insan ırkı soyunu devam ettirebilir.”
Demek istediği şey şuydu: Bir millet, şehir veya devletinin kontrolünü elinde bulunduranlar, bilge insanlar olmalıdırlar; bilge olmayanlar etkisiz yöneticiler olurlar. Dünya sadece felsefe yoluyla kötülüklerden arınabilir. Platon’un tercih ettiği hükumet, doğuştan asil, iyi eğitim görmüş, sıradan insanların iyi yaşamalarına yardım eden iyi niyetli aristokrat bir yönetimdi. Demokrasi karşıtı görüşleri savunmuştu. Onun gözünde, halkın kendi kendisini yönetmesi demek olan demokrasi, öğretmeni Sokrates’i öldüren bir yönetim tarzıydı.
Aslında Platon’un en kalıcı kuramı politikayla değil, Formlarla ilgilidir. Birçok eserinde, maddi olmayan soyutlamaların en yüksek ve en temel gerçeklik türüne sahip olduğunu iddia eder. Maddi dünyadaki her şey ve onları algılayışımız değişebilir, der. Bu ise maddi dünyanın maddi olmayan soyutlamalardan daha az gerçek olduğu anlamına gelir.
Platon bir şeyin evreni yaratmış olması gerektiğini savunmuştu. Bu şey her ne ise evren onun yavrusudur; Dünya üzerinde yaşayan bizler, bedenlerimiz ve etrafımızdaki görüp duyduğumuz, dokunduğumuz her şey, evrenin yaratıcısından ve evrenin kendisinden daha az gerçeklik taşırız. Bu, onun varoluşçuluk anlayışına dayanan bir temeldir.

Tarsuslu Aziz Pavlus, (5-67), Türkiye
Pavlus, bu listenin joker kartı, ama ona adil bir şekilde bakmak gerek. Pavlus; Küçük Asya, İsrail ve Roma’daki çeşitli kiliselerde, İsa dışındaki İncil’de adı geçen diğer ölümlülere kıyasla, sahip olduğumuz birkaç mektupla çok daha fazlasını başardı. İsa, Hristiyanlığı kurdu. Ancak Pavlus olmasaydı, din en iyi ihtimalle birkaç yüzyıl içinde yok olurdu ya da İsa’nın istediği gibi bütün dünyayı kendi inancına davet edemeyecek kadar yalıtılmış kalırdı. Pavlus, başta Petrus olmak üzere diğer havarilerle ters düşmüştü. Petrus, İsa’ya imanla birlikte en az bir ya da iki Yahudi geleneğinin Hristiyan sayılmak için şart olması gerektiğinde ısrar ediyordu. Pavlus ise ne sünnetin ne bazı haram yiyeceklerin ne de diğer Yahudi geleneklerinin değil, gerekli olan tek şeyin İsa’ya iman olduğunda ısrar etti. Çünkü dünya şimdi, en önemlisi de İsa’nın merhameti altındaydı, Musa’nın yasasına göre işleyen bir durumun değil.
Tüm Hristiyan tarikatların merkezi olan bu merhamet durumu ilkesi Pavlus’un fikriydi, İsa’nın değil. Bu ilke, ergenliğe ulaşan her insan tarafından içsel olarak kavranır ve bütün insanların hesap gününde Tanrı tarafından sorumlu tutulduğu 10 emirdeki Tanrısal ahlak yasası kavramıdır.
Bu ilkeleri kusursuz bir şekilde sistematik hale getirmesi, İsa ile şahsen tanışmaması, Petrus ve diğer bazı havarilere doğrudan muhalefet etmesi özellikle etkileyicidir. Hristiyanlık ve tarihi ile ilgili birçok teolog ve uzman bile Hristiyanlığın kurucusu olan İsa’ya değil, Pavlus’a başvurur. Bu biraz uzayabilir ancak havariler, yalnızca Yahudilerin dönüştürebileceği Yahudiliğin doğru formu olarak Hristiyanlığı kendileri için korumayı amaçladıklarını unutmayalım.
Herkes sünnete ve Musa’nın 10 Emrine itaat yoluyla sembolik olarak bir Yahudi olabilir. Pavlus, Mesih’in, dünyanın görebileceği en büyük mutlak iyilik olduğu ve Yüce olduğu ,İsa’nın kendisi ve babası aynı kişi olduğu için, Mesih’in lütfunun ister Yahudi isterse bir putperest olsun kişiyi günahlarından arındırmak için yeterince güçlü olduğunu söyleyerek buna karşı çıktı. Din, Pavlus’un Musa’nın Yasası üzerine Mesih’in lütfunu savunan mektupları olmadan günümüze kadar gelseydi Hristiyanlık sadece Yahudiliğin küçük bir mezhebi olurdu.

Descartes, 1596-1650 yılları arasında yaşadı.
Bugün “modern felsefenin babası” olarak anılmaktadır. Ölümsüz Kartezyen koordinat dizgesine dayanan analitik geometriyi icat etti. Buradaki ölümsüzlük, bütün okullarda öğretilmesi ve matematiğin neredeyse bütün dallarında hala geçerli olması anlamındadır. Analitik geometri, cebir ve Kartezyen koordinat dizgesini kullanan bir geometri dalıdır. Ayrıca kırınım ve yansıma yasalarını keşfetti. İcat ettiği üs işareti, bugün hala üstel kuvvetleri göstermek için kullanılmaktadır.
Yalın anlamıyla zihnin beden üzerindeki gücü olarak tanımlanan düalizmi savundu: Doğruluk, insan psikolojisinin zayıflıklarını görmezden gelerek elde edilir ve insan zihninin sonsuz gücüne dayanır. Descartes’ın en meşhur sözü, bugünlerde egzistansiyalizmin pratik mottosu haline gelmiştir: “Cogito ergo sum: Düşünüyorum öyleyse varım.” Bu, bedenin var olduğunu kanıtlamak anlamına gelmez. Aksine zihnin varlığını kanıtlamak anlamına gelir. Algıyı, güvenilmez olduğu için reddetti. Herhangi bir şeyi araştırmak, ispatlamak veya çürütmek için tek güvenilir yöntemin tümdengelim olduğunu düşündü.
Ayrıca Hristiyan Tanrı’nın varlığına dair ontolojik kanıta bağlı kaldı. Tanrı müşfik olduğu ve kendisine çalışan bir zihin ve duyu organları verdiği için Descartes, başka bir ifadeyle kandırıkçı olmayı arzu etmeyeceği için duyusal gerçekliğe dair bazı inançlara sahip olabilir. Ne var ki Descartes, bu varsayımın sonunda, algı ve çıkarıma dayanarak dünya hakkında bilgi elde etme imkanına ulaşır. Bu yüzden bilgi kuramı açısından titiz bir temelcilik anlayışına katkıda bulunduğu söylenir. Akıl, bilgiye ulaşmanın tek güvenilir yöntemidir.

Konfüçyüs / Conficius (MÖ 551-479), Çin
Çince anlamıyla Usta Kong Qiu, M.Ö. 551’den 479’a kadar yaşadı. Bugüne kadar Doğu tarihindeki en önemli filozof olarak kaldı. Yunanlıların da aynı şeyleri benimsemiş olduğu bir dönemde, belli etik ve politik ilkeler vaaz etti. Demokrasiyi bir Yunan icadı, Batılı bir fikir olarak görürüz fakat Konfüçyüs, yazdığı Analekt adlı eserde, en iyi hükümetin rüşvet ve zorlamayla değil, ritüeller ve halkın doğal değerleri aracılığıyla yöneten hükümet olduğunu söylemiştir. Bu fikirler bugün bize aleni gelebilir fakat M.Ö 500’lerin başı, 400’lerin sonlarında yazdığını hesaba katmalıyız. Bu, Yunanlıların savunduğu ve geliştirdiği demokrasi ilkesiyle aynıdır: Halkın ahlakı sorumluluktur. Bu yüzden halk yönetsin. Konfüçyüs, imparatorluk fikrini savundu fakat imparatorun gücünün sınırlandırılması gerektiğini de söyledi.
İmparator dürüst olmalı, tebaası da ona saygı duymalı fakat imparator bu saygıyı hak etmeliydi. Eğer hata yaparsa tebaası onu düzeltmek için önerilerde bulunmalı, o da bu önerileri dikkate almalıydı. Bu ilkelere aykırı hareket eden bir yönetici, zorba bir tiran olur. Böylelikle de yöneticiden çok hırsız olur.
Konfüçyüs ayrıca kendisinden en az bir yüzyıl önce Antik Yunan’da var olan Altın Kural’ın kendine özgü bir versiyonunu da geliştirmişti. İfade neredeyse aynıydı fakat sonra şu fikri ileri sürdü: “Kişi kendisi için istemediğini başkasına yapmamalıdır; kendisi için arzu ettiğini, başkası için de arzu etmelidir.” İlk ifade olumsuzdur ve başkasına zarar vermemeye yönelik pasif bir arzu oluşturur. İkinci ifade daha önemlidir ve başkasına yardım etmeye yönelik aktif bir arzu oluşturur. Antik Çağ’da bu Altın Kural’ı, pozitif formda savunan tek düşünür Nasıralı İsa idi.

Thomas Aquinas, (1225-1274), İtalya
Thomas, daima her şeyin bir başlangıcı ve sonu olduğu için evrenin de bir şey tarafından yaratılmış olması gerektiğini savunduğundan Tanrı’nın varlığını ispatlayan kişi olarak hatırlanmaya devam edecektir. Buna artık “ilk neden” argümanı deniyor ve Thomas’tan sonraki tüm filozoflar bu teoriyi ya ispatlamak ya da yanlışlamak için uğraşmışlardır. Aslında o, bu argümanını “ού ύινούμενον κινεῖ” nosyonuna dayandırmıştı. Yunanca, “hareket etmeden hareket eden” ya da “hareketsiz hareket ettirici” anlamına geliyor.
Thomas, temellendirdiği her şeyi, ilk önce Hristiyanlık’ta postulat haline getirmişti. Bu yüzden de bugün evrensel olarak popüler değil. Hristiyanlar bile, bütün etik öğretilerini mukaddes kitaptan aldıkları için Thomas, öğretilerinin hiçbirinde bağımsız otorite değildir. Fakat onun işi, çevresindeki insanları eğitmek, hiçbir soyut felsefeye başvurmadan onların etiği anlamalarını sağlamaktı.
Aqinolu Thomas, bugün kardinal değerler dediğimiz prensipler üzerinde durdu: Adalet, cesaret, sağduyu ve itidal. Bu basit dörtlü yönergeyle kitlelere ulaşmayı başardı. Tanrı’nın varlığına dair, bugün bile teist ve ateist kanatta tartışılan beş meşhur argüman geliştirdi: Tanrı’nın doğasının tanımlamayı amaçlayan beş argümandan birincisi, “Tanrı’nın Birliği (vahdaniyet)” görüşüdür ve Tanrı’nın bölümlerinin olmadığını söyler. Tanrı, öz ve var oluşa sahiptir; bu iki nitelik birbirinden ayrılmaz. Böylece iki veya daha fazla niteliğe sahip bir şeyin varlığından bahsedebiliyorsak bunlar birbirinden ayrılamaz niteliklerdir, öyleyse bu ifadenin kendisi Tanrı’nın varlığını kanıtlar. Thomas’ın “Tanrı vardır” diye ifade ettiği örnekte özne ve yüklem özdeştir.

İbni Sina (Avicenna), (980-1037), Özbekistan
Tam adı Ebu Ali El Hüseyin Bin Abdullah İbni Sina’dır. Batı tarihinde, Latince yazılmış son iki ismi yaygın olarak kullanılmaktadır. 980 – 1037 yılları arasında Pers İmparatorluğu’nda yaşadı. Onun sayesinde Karanlık Çağ o kadar da karanlık değildi.
Bir filozof olmanın yanında, yaşadığı dönemde dünyanın en önemli doktoruydu. Çok meşhur olan Şifa Kitabı ve Tıbbın Kanunları adlı iki eseri, döneminin bilinen tüm tıbbi bilgilerini içeriyordu. Şifa Kitabı mantıktan matematiğe, müzik ve bilime kadar her şeyle ilgilidir. Bu kitabında Venüs’ün Güneş’e Dünya’dan daha yakın olduğunu öne sürdü. Bunun bir olgu olarak o gün bilinmediğini hayal edin. Güneş, Venüs’ten daha yakın görünür fakat meseleyi doğru anlamıştı. Kanıtlara değil, konjonktüre dayandığı için astrolojinin gerçek bir bilim olduğu kabulünü reddetti.
Bazı derin yeraltı sularının, odun ve kemiklerin fosilleşmesinden sorumlu olduğunu teorik olarak açıkladı. İddiasını şu sözlerle ifade etti: “Bazı kayalık alanlarda görülen, deprem ya da çökme esnasında aniden ortaya çıkan güçlü mineralleşme ve taşlaşma değeri, bunlara temas eden her şeyi taşlaştırır. Nitekim bitki ve hayvan bedenlerinin taşlaşması, suların dönüşümünden daha olağanüstü değildir.”
Bu doğru değildir fakat gerçeğe zannettiğinizden çok daha yakındır. Organik materyallerde, orijinal materyali aşama aşama taşa dönüştüren silis birikintisi ile doyurulmuş materyallerde, en önemlisi de odunlarda taşlaşma meydana gelebilir. John Stuart Mill, tümevarım mantığı için geliştirdiği beş yöntemi, büyük oranda İbni Sina’dan devşirmiştir. İbni Sina zaten üçünü geliştirmişti: Uzlaşma, ayrım ve eş zamanlı varyasyon.
Bunları burada açıklamak çok uzun zaman alır fakat her biri birer kıyas türüdür; bütün filozof ve felsefe öğrencileri eğitimlerinin başlangıcından itibaren bunlara aşinadır. Bilimsel yöntem için kritik öneme sahiptir ve ne zaman birisi bir özdeyiş olarak bir ifade oluştursa bu yöntemlerden en az birini kullanır.

Citiumlu Zenon, MÖ 334-262, Kıbrıs
Bu listedeki diğer filozoflar kadar size tanıdık gelmeyebilir fakat Zenon, Stoa okulunun kurucusudur. Stoacılık, MÖ 3. yüzyılda Atina Pazarı’nın kuzey tarafındaki Cenaze Meydanı Poikile’deki çatılı sütunu ifade eden “stoa” sözcüğünden gelir.
Stoacılık, yaşamda acı çekmemize neden olan şeylerin aslında yargımızdaki bir hata olduğu ve duygularımız üzerinde her zaman mutlak kontrol sahibi olmamız gerektiği fikrine dayanır. Öfke, neşe, depresyon kişinin aklındaki basit kusurlardır ve bu nedenle, kendimize bunun olmasına izin verdiğimizde sadece duygusal olarak zayıflarız. Başka bir deyişle, dünya bizim yaptığımız şeydir.
Epikürcülük, Stoacılığın zıddı olarak kabul edilirdi fakat bugün birçok insan ikisini aynı zannedip birleştirerek hatayı sürdürüyor. Stoacılık, sizi üzecek hiçbir şeye izin vermeyen bir zihinsel huzura kavuşmayı savunur. Madem ölüm kaçınılmazdır, öyleyse birinin ölümünün bizi üzmesine niçin izin verelim ki! Depresyon hiçbir şeye yardımcı olmaz, sadece acı verir. Öyleyse niçin herhangi bir şey için öfkelenelim! Öfke iyi bir şeyle sonuçlanmaz. Böylece duygularını kontrol ettiğinde, zihinsel barış hali ortaya çıkar. Önemli olan, arzudan kaçınmaktır. İhtiyacın olan için mücadele edersin, sadece ihtiyacın kadar, daha fazlası için değil. İsteklerin seni aşırılığa götürür; aşırılık ise mutlu olmana yardımcı olmaz, sadece acı verir.

Epicuros MÖ 341-270, Sisam Adası, Yunanistan
Epikür, yüzyıllar boyunca rahata ve zevke düşkünlüğün öğretmeni olarak biraz haksız bir ün kazanmıştır. Özellikle Orta Çağda, birçok Hristiyan polemikçi tarafından önerdiği mutlu yaşamın ilkeleri, ateist düşünceler içerdiği için şiddetle eleştirildi:
“Tanrı’dan korkmayın! Ölüm hakkında endişelenmeyin! İyi olanı yapmak ve kötü olana katlanmak kolaydır!”
Tanrı da dahil olmak üzere, somut olmayan her şeye inanmayı reddetme ilkesini savundu. Bu tür elle tutulmaz şeylerin peşin hükümlü kavramlar olduğunu, manipüle edilebileceğini düşündü. Epikürcülük, “Ne olursa olsun hayattan zevk al çünkü sadece bir kere yaşarsın, o da uzun sürmez!” diyen bir görüş olarak düşünülür. Epikür’ün mutlu yaşam kavramı, “diğer insanların davranışları, acıdan kaçınma ve kişinin kendisini hoşnut edeceği şekilde yaşaması, hiçbir şeye aşırı düşkünlük göstermeme” üzerine odaklanır.
Ayrıca “bilge, iyi ve doğru yaşamaksızın haz dolu bir yaşam sürmek; haz almaksızın bilge, iyi ve doğru bir yaşam sürmek de mümkündür: Ne zarar gör ne de zarar ver!” diyen Altın Kural’ın versiyonlarından birini savunmuştur. Epikür’e göre bilgece olan acı, tehlike ve hastalıklardan kaçınmaktır; iyi olan, uygun bir diyet ve egzersiz yapmaktır; doğru olan ise hiç kimseye zarar vermemektir çünkü hiç kimse zarar görmek istemez.

John locke (1632-1704), İngiliz
Her şeyden önce, Aristoteles gibi bilim insanı-filozoflar, geleneksel anlamda çevremizdeki dünya hakkında bilimsel bilgiye ulaşmak için aklı kullanıyorlardı. Modern zamanlara gelinceye kadar felsefenin fizik bilimlerinden ayrı bir etkinlik olduğu düşünülmüyordu. Modern siyasetin en önemli düşünürü, Thomas Jefferson’un Bağımsızlık Bildirgesi’ndeki ve ABD Anayasası’ndaki söylemin birincil müsebbibidir.
Locke, “Liberalizmin Babası” olarak anılır çünkü hümanizm ve bireysel özgürlüğün ilkelerini geliştirmiştir. Yasa karşısında eşit haklara sahip olma inancının liberalizme uygunluğu, Locke ile başlamıştır. “Yönetilenlerin rızasına uygun yönet!” özdeyişini o yazmıştır. Yaşam, özgürlük ve mülkiyet biçimindeki “üç doğal hak” görüşü, bütün insanların doğuştan sahip olduğu evrensel haklar olarak kabul gördü. Yoksulları fakir kalmaya zorlayan, bazılarının soyluluk yoluyla toprak edinmesine izin veren Avrupa soyluluk fikrini asla onaylamadı. Amerika’da soyluluğun olmamasını, Jefferson vesilesiyle sağlayan adam da Locke idi. Avrupa’da bugün az sayıda kral ve kraliçe kaldı, asalet ve soyluluk uygulaması tamamen ortadan kalktı.

https://www.sophosakademi.org/archives/3063

This entry was posted in AKIL AÇICI KONUŞMALAR, AKIL FİKİR YAZILARI, FELSEFE ve GÜZEL DEYİŞLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *