CAMBAZ PERDE ARKASINDA * Yunanistan’la Görüşmeler Öncesi Wikileaks Belgelerini Hatırlayalım mı?

Büyükelçi Çağatay Erciyes

Yunanistan’la Görüşmeler Öncesi Wikileaks Belgelerini Hatırlayalım mı?

Müyesser Yıldız, 29 Eylül 2020
Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, G4 Blok,

Eylül başında yapılan AKP MYK toplantısında konuşulanlarla ilgili olarak Hürriyet’te Gizem Karakış imzalı bir kulis haberi yayımlandı.
Habere göre, Erdoğan kurmaylarına şu talimatı vermişti:
Bugüne kadar Doğu Akdeniz başta olmak üzere tüm diplomatik konularda muhatap ülkelerle söylemlerimizi karşılaştırın. Geçmişte Yunanistan başta olmak üzere bu ülkelere ne gibi desteklerde bulunduk bunları araştırın. Bugünlere nasıl geldik bunları kamuoyuna anlatın. Türkiye hep aynı noktada durdu. Fransa, Yunanistan gibi ülkelerin ise devlet başkanları sürekli değişti. Söylem ve düşünceleri de farklılık gösterdi, gelgitler yaşandı. Bugüne kadar yaşanan bu gelgitleri araştırın, geniş bir çalışma yapın, bana sunun. Hem muhataplarımızla görüşmelerde hem de kamuoyuna bunu iyi anlatalım.”
O çalışmayı merakla bekledim, ama galiba ya unutuldu ya da işe yarayacak bir sonuca ulaşılamadı ki, akıbetinden haber alamadık.
Yıllardır Yunanistan’ı da Fransa’yı da AB’yi de dikkatle takip eden birisi olarak söyleyeyim; yönetime – ister sağcı, ister solcu, ister ateist – kim gelirse gelsin, Türkiye’ye ilişkin düşünce ve politikalarında ufak tefek üslup farklılıkları dışında milim değişiklik olmadı, olmaz da!..
Örneğin Yunanistan; Ege adalarının işgali ve silahlandırılmasından 12 mil planından, Kıbrıs’la ilgili iddialarından, Fener Rum Patrikhanesi ve Ruhban Okulu hedefinden, Batı Trakya Türkleri’nin asimilasyonundan asla vazgeçmedi. Çünkü bunlar Yunan devlet politikası.
Onun içindir ki, sadece 4-5 ay önce Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Katerina Sakellaropoulou, ilk iş olarak Türkiye’ye ait Eşek Adası’na çıkarma yapıp, “Helenizm”den söz etti… Ankara’nın ikinci kez Oruç Reis’i limana çektiği gün burnumuzun dibindeki Meis’e gelip, Türkiye’ye meydan okudu… Ankara’nın bir kez daha “diplomasiye şans vermek” için Yunanistan’la istikşafi görüşmelerin başlayacağını açıkladığı gün Kıbrıs Rum kesiminde, Türk askerinin işgalci olduğunu öne sürüp, “Sarsılmaz ortak hedefimiz, işgali sonlandırmak” dedi.
Fransa’yı, Almanya’yı, topyekûn AB’yi anlatmaya hiç gerek yok. Şu 2-3 aylık krizde nerede durduklarını, Türkiye’yi nasıl suçlayıp tehdit ettiklerini bir kez daha en canlı haliyle gördük. Üstelik yanlarına bugüne kadar dengeli bir politik izlediği izlenimini vermeye çalışan ABD de eklemlendi.
Hürriyet’in 03 Eylül tarihli o haberine göre Erdoğan, “Türkiye hep aynı noktada durdu.” demişti ya; doğru. 2002’de AKP iktidarıyla birlikte “Kazan-kazan… Müzakerelerde hep bir adım önde olacağız… Masadan kaçan taraf olmayacağız.”politikasına geçildi ve Türkiye’nin “kırmızı çizgileri” birer birer terk edilmeye başlandı.
Bu sayededir ki, Rum kesimi elini kolunu sallaya sallaya AB üyesi oldu, Yunanistan adalarımızı bir bir işgal edip silahlandırdı.
Öyle olmasa, daha 2002’de AKP iktidarının ilk aylarında, dönemin Yunanistan Dışişleri Bakanı Papandreu, Erdoğan için, “İlk defa karşımızda bir Atilla görmedik.” diyebilir miydi?
Veya Miçotakis’ten önceki Çipras Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı Nikos Koçyas, Erdoğan’ın Aralık 2017’deki Atina ziyaretinden sonra neye güvenerek şunları söyleyebildi?
Türkiye ile aramızdaki pratik meseleleri Erdoğan’dan başkası çözemez. Erdoğan geri adım atmazsa Kıbrıs sorunu çözülebilir mi? Türkiye’de iktidarın merkezi Erdoğan’dır. Başka kiminle konuşsanız, ne yükümlülüklerini yerine getirecek ne de sözünü tutacak… Daha önce Türkiye’den hiç Batı Trakya’da Türk kökenli olmayan Pomak ve Roman’ların da bulunduğunu kabullenen biri çıktı mı? … Daha önce Lozan’ın yeniden yapılandırılmasından bahsediyordu, sonunda ‘Lozan bir şekilde güncellenebilir’ dedi. Bu bizim için kazanç değil mi?”
Peki, son krizde bir değişiklik oldu da Yunanistan, Fransa ve AB Türkiye’den taleplerinden en ufak bir geri adım attı mı? Hayır.
Ya Ankara? Yunanistan’a “korsan devlet”“Bizans rüyasındalar” suçlamalarına, Macron’a çakma Napoleon benzetmelerine, AB’ye “Tüm haklarımızdan feragat etsek de Türkiye’ye çifte standart uygulamaktan vazgeçmez” tespitine rağmen yine, “Bir adım önde olacağız… Kazan-kazan” politikasına dönüldü!..
Wikileaks’ten Notlar
Biraz geriye gidip 2011 yılında Yunan medyası tarafından yayımlanan bazı Wikileaks belgelerinden birkaç not hatırlatayım.
2009’a ait belgelerin birisi, dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve şimdilerde PKK özel temsilcisi olan dönemin ABD Ankara Büyükelçisi James Jeffrey arasındaki görüşmeye ilişkindi. Jeffrey, Türk savaş uçaklarının Lozan ve Paris Antlaşmalarına göre, Türkiye’ye ait olan Eşek ve Bulamaç üzerindeki uçuşlarını gündeme getirince Davutoğlu’nun, “Bu adaların hukuki durumu belirsiz. karşılığını verdiği anlatılmıştı.
Yine 2009’a ait bir başka belgede, ABD Dışişleri Müsteşarı Tina Kaidanow’un, Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Haydar Berk’le görüşmesi yer almış, Berk’in, Ankara, bazı bölgelerde Yunan karasularının 6 milden daha fazla uzamasını incelemeye hazır.” dediği aktarılmıştı.
Heyet Başkanları Kim?
Şuraya geleceğim; Yunanistan’la istikşafi görüşmelerin yeniden başlaması kararlaştırıldı ya, heyetlere kimlerin başkanlık edeceği de yazılıp çizilmeye başlandı.
Yunan heyetine, daha önceki istikşafi görüşmelerde tecrübesi olan emekli Büyükelçi Pavlos Apostolidis başkanlık edecekmiş. Hürriyet’in Atina Temsilcisi Yorgo Kırbaki’nin bildirdiğine göre, bu isim diplomatik çevrelerde “dinlemesini bilen ve makul bir müzakereci” diye tanınıyormuş.
Türk heyetinin başkanı mı?
Milliyet Gazetesi’nin 22 Eylül tarihli haberine göre, Dışişleri Bakan Yardımcısı veya Dışişleri İkili Siyasi İşler ve Denizcilik-Havacılık-Hudut Genel Müdürü Büyükelçi Çağatay Erciyes olacakmış.
Öyleyse, bir kez daha Wikileaks belgelerine başvurmamız gerekiyor.
Tarih 13 Ocak 2010. ABD’li diplomat Antony Godfrey, Dışişleri Bakanlığı Hava-Deniz Masası Müdürü Yardımcısı ile görüşür, bu görüşmeyle ilgili olarak da Washington’a şu bilgiyi gönderir:
Türk Dışişleri, Yunan adaları üzerinden uçuşların Atina ile ilişkilerin düzelmesi çabaları açısından verimsiz olduğunu biliyor ve Ordu’ya, bu manevraları azaltması yönünde baskı yapıyor.”
ABD’li diplomatın bu bilgi ve izlenimi edinmesini sağlayan, dönemin Hava-Deniz Masası Müdür Yardımcısı kim miydi?
Şimdi müzakerelerde Türk heyetine başkanlık yapabileceği belirtilen, bugünün İkili Siyasi İşler ve Denizcilik-Havacılık-Hudut Genel Müdürü Büyükelçi Çağatay Erciyes’in ta kendisiydi!..
Görünen o ki; Garp cephesinde de Şark cephesinde de yeni bir şey yok!..
Sincan’dan açık cezaevindeki tüm dostlara kucak dolusu sevgiler…

Büyükelçi Çağatay Erciyes’i tanıyalım
YUNAN TEZİNİ SAVUNAN ÇAĞATAY ERCİYES GİBİ DİPLOMATLAR
VARKEN, MAVİ VATAN DA LİBYA MUTABAKATI DA HAYATA GEÇMEZ
Habertürk yazarı Güntay Şimşek, Türkiye için hayati önem taşıyan Mavi Vatan konsepti ve Libya ile imzalanan Deniz Mutabakat Alanları Anlaşması’nın, Dışişleri Bakanlığı bürokratları arasında bile yeterince destek görmediğini yazdı. Dışişleri Bakanlığı İkili Siyasi İşler ve Denizcilik-Havacılık-Hudut Genel Müdürü Büyükelçi Çağatay Erciyes’in bu anlaşmalara karşı olduğunu resmi toplantılarda ifade ettiğini vurgulayan Şimşek, şunları yazdı:
“Dışişleri Bakanlığı İkili Siyasi İşler ve Denizcilik-Havacılık-Hudut Genel Müdürü Büyükelçi Çağatay Erciyes, bu senenin başında Amerika’da yapılan bir toplantıda Akdeniz’de tartışmalarla ilgili sunum yaparken sadece Türkiye’nin Libya ile yaptığı mutabakata karşı olmadığını söyleyemiyor. Tüm sunumunda bu anlaşmanın yanlış olduğuna temas edecek detaylar veriyor. İsrail ile Türkiye’nin denizden sınırı olmadığını dolayısıyla aynı, benzer anlaşmanın yapılamayacağını belirtiyor. Dolaylı yoldan Libya ile de sınırımız olmadığına işaret ederek Cumhurbaşkanı’nın imza koyduğu anlaşmayı da bir yönüyle eleştiriyor. Bu sunumundan sonra epeyce ciddi tartışmalar, ağır eleştiriler yapıldı. Eğer Erciyes, aynı bakış açısıyla günümüzün tartışmalı konularına yaklaşıyorsa, işimiz zor demektir. Türkiye’ye ciddi kazanımlar sağlayan bir mutabakata içimizde sahip çıkamıyorsak, Akdeniz ve Ege’de Mavi Vatan sınırlarını nasıl koruyacağız.

İşte Güntay Şimşek’in yazısı:
Yunanistan’ın itirazları hidrokarbon yataklarına değil!
Yıllardır Akdeniz ve Ege’de Yunanistan istediği gibi hareket ederken, Türkiye çeşitli sebeplerden “Mavi Vatan” ile gerektiği gibi ilgilenemedi. Şu anki tartışmalar Türkiye’nin “Mavi Vatan” olarak tarif ettiği kendisine ait olan coğrafyaya sahip çıkma çabasına başta Yunanistan’ın olmak üzere arka planda bazı ülkelerin itirazlarından kaynaklanıyor.
Fransa gibi bilinenlerin dışında Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler de arka planda Türkiye’nin etki alanını genişletmesini ve bölgesinde güçlü olmasını istemiyorlar. Bunun için de uğraşıyorlar. Dolayısıyla tartışmaları sadece enerji alanlarına, hidrokarbon sahalarına indirgememek gerekiyor.
Öte yandan Türkiye, geçmiş yıllarla kıyaslanmayacak şekilde deniz gücüne kavuştu. Deniz Kuvvetlerimizin envanterinin kendi tasarımımız olan MİLGEM ve diğer sistemlerle güçlü olmasıyla birlikte artık sivil tarafta sismik ve sondaj gemileri olan dünyadaki ender ülkelerden birisiyiz. “Mavi Vatan” sınırlarını uluslararası hukuk ve anlaşmalardan gelen haklarımızla şu an en iyi şekilde gündeme getirip savunabiliyoruz. Aslında tüm itirazlar bu gelişmelere yapılıyor.
Günümüzde Türkiye sahada ve masadaki deniz gücü sebebiyle denizcilere; “Şu alanlara girme.” Uyarısı olarak bilinen “navtex” yayınlayabiliyor. Bundan 10 yıl önce olsaydı sismik gemi kiralayıp bölgeye getirmemiz, tartışmalar çıktığında da ilgili şirketleri ikna etmemiz gerekecekti. Belki de ikna edemeyecektik. Arka planda yığınla para ödeyeceğimiz sondaj veya sismik gemisini kiraladığımız ülkelere, şirketlere baskılar olacaktı. İşlem bile yapamayacaktık. Şu an 2 sismik, 3 sondaj ve destek gemilerimiz var. Son 10 yıllık süreçte bu imkanlara, deniz gücüne sahip olduk. Tartışılamaz önemli bir gelişmedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her yönüyle destekleyip, altına imza koyduğu “Türkiye – Libya Deniz Yetki Alanları Mutabakatı” ise tüm gelişmelerin adeta zirvesini oluşturdu. Rum-Yunan ikilisinin Akdeniz ve Ege’deki rahatlığına son verildi. Kendi sınırlarına, yetki alanlarına çekilmesi istendi. Ancak işin ilginç yanı bu anlaşmaya Türkiye’de de karşı çıkanlar oldu. Direkt söylemeseler bile tavırlarıyla bunu gösterdiler ve rahatsızlıklarını dolaylı yollardan dışa vurdular. İşte bu çevreleri maalesef anlayabilmek mümkün değil.
Ayrıca Akdeniz ve Ege’deki tartışmalar sebebiyle ülkemizin önemli makamlarındaki isimlerin ifadeleri, vurguları, söylemleri yurt dışında çok yakından takip ediliyor. Çeşitli anlamlar çıkarılıyor. Mesela Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın son navtex ile yapılacak çalışmanın ertelendiğine dair yaptığı açıklama bazı ülkelerde geri adım şeklinde anlaşıldı. Hatta mutabakat imzaladığımız bir bölgenin “tartışmalı” olarak anılmasından medet umanlar bile oldu. Dolayısıyla ifadeler ve ibareler önemli.
Çünkü Libya antlaşmasında, Meis, Rodos, Kerpe, Kaşot ve Girit adalarına coğrafyanın üstünlüğü, kapatmama orantılılık ve hakkaniyet ilkelerine istinaden karasuları kadar deniz yetki alanları verilmiş durumda. Anlaşma hattı da hemen karasularının ötesinden geçiyor. Bu tartışmalar sonrası “Yunanistan ile müzakere demek” adalara karasuyunun ötesinde ne kadar deniz yetki alanı (Kıta sahanlığı, MEB) verileceğinin tartışılacağı anlamına gelir. Böylece Libya hattı tartışmalı bir konuma taşınmaz mı? Hatta kalkmaz mı? “Müzakere” ibaresi bile Libya anlaşmasını kadük hale getirebilir. Dolayısıyla kullanılan dil ve seçilen kelimeler önemli! Lütfen dikkat.
Ayrıca Türkiye’den yapılan bu açıklama sonrasında, “Yunan hükümetinin Türk provokasyonlarına tepkisi her düzeyde başarılı oldu” şeklinde haberler Yunan basınında çıktı. Bir Yunan bakan “Türkiye bölgenin trafik müdürü olmaya çalışıyor” ifadesini kullanarak, bu şartlar altında Türkiye ile diyalog ihtimali olmadığını söylüyor. Yunanistan sürekli masadan, müzakereden, yapılmış anlaşmalara uymaktan kaçan bir ülke. Sürekli başka devletlerin arkasına saklanarak ve onları kışkırtarak iş görüyor. Dolayısıyla Türkiye’nin bu defa daha dikkatli olması gerekiyor.
Öte yandan, Meis adası yakınlarında yapılacak sismik araştırma için yayınlan navtex yüzünden Yunanistan ile gerginlik yaşanması sonrası bazı ülkeler araya girince Cumhurbaşkanlığından bu konunun bir süre bekletileceği açıklaması geldi. İşte bu adımı tuhaf bir şekilde yorumlayan bazı uzmanlar Dışişleri Bakanlığı’nın da Libya-Türkiye anlaşmasına karşı olduğunu alenen ve daha fazla söylemeye başladılar. Önce içimizdekilere Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı ve bu konuyu iyi bilen diğer isimlerin anlatması gerekiyor.
Ayrıca gariptir, bu husus yeni de değil. Evet Dışişleri Bakanlığı’nda Türkiye’nin bu husustaki haklı mücadelesine, denizlerdeki yetki alanlarına çeşitli platformlarda sahip çıkan, hukuki zeminde sınırlar çizen tezlerine sıcak bakmayanlar söz konusu. “NATO ile kötü olmayalım, komşularla, falan ülkelerle ters düşmeyelim” tarzı yaklaşımlar Dışişleri Bakanlığı’nda olduğu kadar, kerameti kendinden menkul içimizdeki sözde uzmanlar ve stratejistlerde de var.
Dışişleri Bakanlığı İkili Siyasi İşler ve Denizcilik-Havacılık-Hudut Genel Müdürü Büyükelçi Çağatay Erciyes, bu senenin başında Amerika’da yapılan bir toplantıda Akdeniz’de tartışmalarla ilgili sunum yaparken sadece Türkiye’nin Libya ile yaptığı mutabakata karşı olmadığını söyleyemiyor. Tüm sunumunda bu anlaşmanın yanlış olduğuna temas edecek detaylar veriyor. İsrail ile Türkiye’nin denizden sınırı olmadığını dolayısıyla aynı, benzer anlaşmanın yapılamayacağını belirtiyor. Dolaylı yoldan Libya ile de sınırımız olmadığına işaret ederek Cumhurbaşkanı’nın imza koyduğu anlaşmayı da bir yönüyle eleştiriyor.
Bu sunumundan sonra epeyce ciddi tartışmalar, ağır eleştiriler yapıldı. Eğer Erciyes, aynı bakış açısıyla günümüzün tartışmalı konularına yaklaşıyorsa, işimiz zor demektir. Türkiye’ye ciddi kazanımlar sağlayan bir mutabakata içimizde sahip çıkamıyorsak, Akdeniz ve Ege’de Mavi Vatan sınırlarını nasıl koruyacağız.
Akdeniz ve Ege’deki tartışmalara daha fazla ülke dahil olmadan ve konu derin siyasi anlaşmazlıklara bürünmeden çözülmezse, güç rekabeti devam edecektir. Bu tartışmalar enerji sahaları yüzünden ilan edilen Münhasır Ekonomik Bölgeler (MEB) sebebiyle çıkmış olsa da, geldiği nokta itibariyle enerji konusu çok arka planda kalmış durumda.
Kaynak: Habertürk, Güntay Şimşek, 30.07.2020
This entry was posted in DIŞ POLİTİKA, İHANET VE YABANCI YANDAŞLAR, YANDAŞ - ÇIKARCI - YAĞCILAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK, YUNANİSTAN - EGE SORUNU. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *