Ulusal dil ve bilinç * TÜRK DİLİ, BUYRUK VE TDK

Süleyman Çelik (scelik44@gmail.com) 27.09.2020
Dün, Dil Bayramı idi.
Sosyal medyada bayramı kutlayanlar, Atatürk’ün bu konudaki sözlerinin yanında en çok Karamanoğlu Mehmet Bey’in 13 Mayıs 1277’de yayımladığı, “ülkede Türkçe’den başka dil kullanılmasını yasaklayan” ünlü buyruğunu paylaştılar. Ancak ne yazık ki Karamanoğlu Mehmet Bey, saltanat mücadelesinde başarılı olamayarak kısa bir süre sonra öldürülmüş (20 Haziran 1277) Farsça da tekrar sarayda resmî dil olmuştu.
Kurucuları Tuğrul, Alparslan gibi Türk adları taşıdığı halde, zamanla Pers kültürünün etkisine giren Selçuklular, önce çocuklarına Keyhüsrev, Keykubat gibi Farsça adlar verdiler, onlar da zamanla Farslaştı ve resmî dili Farsça yaptılar…
Selçuklu’dan sonra gelen Osmanlı da, Türk Beyliği iken dili Türkçe, adları da Ertuğrul, Korkut, Orhan gibi Türk adları idi.
Sonra büyüdüler, Arap kültür emperyalizminin etkisine girdiler. Yönetimde Türk’ü, dilde de Türkçe’yi dışladılar.
Türk adı kenara atıldı, çocuklarına Abdülhamid, Abdülmecid, Vahideddin gibi Arapça adlar verdiler. Eğitim ve ibadet dilini Arapça, resmî dil olarak Arapça, Farsça, Türkçe karışımı, Osmanlıca denilen uyduruk bir dili kullanmaya başladılar.
Türkçemizi, kendisi de dışlanmış, hatta “Etrak-ı bîidrak” denilerek aşağılanmış, yönetimden uzaklaştırılmış, sadece tımar sahiplerinin yanında ırgat olarak çalışmasına izin verilmiş olan Türk halkı yaşattı. Ancak eğitimsiz bırakılmış olduğu için yazılı bir kültür yaratamadı.
İyi ki eğitimsiz bırakılmış! Eğer kentlerden uzaklaştırılmayıp eğitim fırsatı verilmiş olsaydı, asimile olur ve dillerini de kaybederlerdi.
Eğitimsiz bırakılmış olmasına karşın, büyük bir ulusa mensup olmaktan ileri gelen kültürel birikim sayesinde şiir, masal, destan, ağıt gibi sözel literatür yaratabiliyor ve bunlar dilden dile kuşaklara aktarılarak geliştiriliyordu. Bu nedenle dilimiz, yeteri kadar gelişememiş olsa da varlığını korudu ve Cumhuriyet’e/ Atatürk’e kadar gelebildi…
Türk ve Türkiye ile ilgili her şeyde olduğu gibi Türk dilini de layık olduğu konuma Atatürk getirdi. Dil Devrimi’ni yaptı ve Türk Dil Kurumu (TD)’nu kurarak Türk Dili’ni geliştirme görevini ona verdi. Dil Devrimi’nin ileride iktidara gelebilecek, ulusal dil ve kimlik bilincinden yoksun kişiler tarafından yozlaştırılmaması için, TDK’nun bir devlet dairesi değil, özerk bir sivil toplum örgütü olmasını istedi. İktidarlara ya da başka güçlere gereksinim duymaması için kalıtından kaynak aktararak mali özerklik sağladı.
TDK uzmanları, dilimizin kaynağına yöneldi; onu yüzyıllarca yaşatmış olan halkımıza, köylere gidildi. Kullanılan sözcükler derlenerek ‘Tarama Sözlükleri’ hazırlandı ve buradaki sözcüklerden yeni sözcükler türetilerek dilimiz varsıllaştırılmaya başlandı.
Mesleki terimlerin Türkçeleştirilmesi için, Türk diline ilgi duyan meslek üyeleri ile dil uzmanlarından oluşan, “Hekimlik Terimleri Yarkurulu”, “Yargı Terimleri Yarkurulu”, gibi yarkurullar oluşturuldu.
Bu çalışmalar sonucu, 300-500 sözcüğe sıkışmış olan Türkçemizin sözcük dağarcığı, kısa sürede 100 binin üzerine çıktı.
Atatürk “ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin ulusal ve varsıl olması, ulusal duygunun gelişmesinde baş etkendir. Türk dili dillerin en varsıllarındandır. Yeter ki bu dil bilinçli bir şekilde işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.” demiştir.
Atatürk’ün vurguladığı bu konuları emperyalistler de elbette çok iyi biliyorlardı. Çünkü onlar her zaman dünyanın en değerli beyinlerini ülkelerine buyur eder ve o beyinleri kullanırlar.
Ancak, ne yazık ki Atatürk’ten sonra yönetime gelenler (ardılları) bunları bilmiyorlardı.
Atatürk ayrıca, “emperyalist devletlerle olan siyasamızı çok dikkatli saptamalı ve ilişkilerimizi mesafeli yürütmeye özen göstermeliyiz. Batı’ya bağlanma, kaçınılmaz olarak Türkiye’nin sömürgeleştirilmesine neden olacaktır,” demişti.
Atatürk’ün ardılları bu sözlerini de anlamamışlardı. Bu nedenle O aramızdan ayrıldıktan sonra, emperyalistlerin 2. Dünya Savaşı sonrasındaki yeni patronu ABD’ye yanaştılar. Onlar da hemen harekete geçti. Öncelikle başında “milli” sıfatı bulunan iki bakanlığı (eğitim ve savunma) ele geçirdiler.
Milli Eğitim Bakanlığını ele geçiren emperyalistler, ulusal duygunun gelişmesini önlemeyi ilk hedef edindiler. Onların önerileri doğrultusunda bir yandan din eğitimine ağırlık verilirken, bir yandan da ilkokuldan üniversiteye kadar İngilizce eğitim yapılan okullar açıldı. Böylece çocuklarımız, Arap veya Amerikan kültür emperyalizminin etkisine sokuldu.
Böylece Atatürk’ten sonra, hem ulusal bağımsızlığımız hem de dilimiz yabancı boyunduruğuna sokulmuş oldu…
ABD’nin, “bizim oğlanlar” dediği devşirilmiş generallere yaptırdığı darbeden sonra tabuta son çivi çakıldı; Atatürk’ü zerre kadar anlamamış oldukları halde, “Atatürk” adını ağızlarından düşürmeyen devşirmeler, Atatürk’ün vasiyetini de çiğneyerek, TDK’nu, devletleştirip dil devrimi karşıtlarına teslim ettiler.
Sonuçta bugün, emperyalizmin ektiği tohumlar meyvesini verdi. Ülkenin yarısı Arap, yarısı ABD ve AB (AB-D) kültür emperyalizminin etkisine girdi…
Bazı sözcükler bunun açıkça göstergesi. Örneğin, KÜLLİYE ve KAMPÜS. Güzelim Türkçemizde “YERLEŞKE”  varken Arapçılar “külliye”, AB-D’ciler “kempis” diyor!..
Ayrışma çocuklara verilen adlara da yansıyor. Yukarıda değindiğim gibi Selçuklu ve Osmanlı’nın kuruluş yıllarında çocuklara Türk adları veriliyordu. Daha sonra Fars ya da Arap adları verilir oldu. Bunun gibi Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında da herkes çocuğuna Türk adı verirken, artık çok aykırı adlar duyabiliyoruz. Örneğin, “Ketrin” gibi adlar veren AB-D’ciler var. Arapçılar Ali, Ahmet, Hasan gibi Arap adlarını da beğenmiyorlar, artık. Özgün ad arayışındalar.  Biri çocuğuna “Yuled” vermiş. “Kulhuvallahu ehad”  duasından alınmış!..
***
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, günümüzdeki iletişim araçları yoktu.  Halkımız dilimizin yok olmasını önledi. Ancak bugün öyle değil. En uzak köylerde bile insanlar iletişim araçlarının ateşi altında ve yozlaşma yaygınlaşıyor…
Sonumuzu iyi görmüyorum. Ulusal dilini yitiren uluslar, ulusal kimliğini ve bilincini de yitirir…
This entry was posted in ATATURK, DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER, SÜLEYMAN ÇELİK, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *