UTANIN!

UTANIN!

Zahide UÇAR (24 Eylül 2020)
Utanma duygusu da mı dolara endekslendi(!)? Yoksa karaborsaya düştü de bulunamıyor mu? Ya da UTANMAYA erişim yasağı geldi de ulaşılamıyor mu?
Uzaktan erişimle Eğitimde rezalet yaşıyoruz.
Türk Telekom A.Ş.’yi babalar gibi TÜRK adıyla birlikte sattılar… Aslında peşkeş çektiler… Telekom’u alan Hariri’ye Türk Bankalarından kredi verildi. Hariri Telekom’un içini boşalttı, bankalara olan krediyi ödemedi, gitti. Aslında içini birileriyle birlikte ortak boşalttılar. O nedenle de HARİRİ yapması gereken yatırımları yapmadı. Kar getirmeyeceği düşünülen hiçbir yere hizmet gitmedi. Köyler Türk Telekom satılmadan önce yapılan yatırımla kaldı.
Pandemiyle birlikte uzaktan erişimle eğitim gündeme geldi. Ülkemizde virüsün varlığı resmi ağızlarca açıklandığında Mart ayıydı.. Yani, 5.5 ay önceydi. Bu 5.5 ayda Sayın Eğitim Bakanı ne yapmış? Uzaktan eğitime geçileceği çok açıktı. Türkiye’de hala tekel konumunda olan Türk Telekom’dan internet altyapısı hakkında bilgi istemek, alınan bilgiye göre bir çalışma yürütmek akıllarına gelmemiş mi?

Osmanlı döneminde halk çok yoksuldu-Çocuklar
Milletçe bu rezilliği HAK ETTİK! Neden mi? Anlatayım:
Savaştan çıkmış, Osmanlı’dan kalan borçları üstlenmiş T.C. Devleti;
Osmanlı’nın cahil bıraktığı, çeşitli hastalıklar altında kırılan, fakirliğin dibini bulmuş Anadolu’da eğitim öğretim seferberliği başlattı. Yolu olmayan, ‘kuş uçmaz, kervan geçmez’ denilen en ücra köylere kadar okul yapma seferberliği başlattı. Ayağında çarığı bile olmayan, yamadan yama yeri kalmayan giysileriyle o köy çocuklarını alıp yatılı okullarda okuttu. Biri tecavüze uğramadı. Hiçbiri ayrımcılığa uğramadı. Bu çocukları kısa sürede yetiştirip eğitim ve öğretim seferberliğine nefer yaptılar. O öğretmenler köylere at, eşek sırtında gitti. Köylünün derme çatma evinin bir odasına sığındılar. Sadece köy çocuklarına değil, Ortaçağ karanlığına terk edilmiş, savaşlarda genç erkek nüfusu kırdırılmış köylülere de eğitmen ve rehber oldular.
Osmanlı’da köylü, devleti sadece haraç gibi ağır vergi verirken, askere gidip savaştan savaşa sürülürken görüyordu. Yolu yoktu. Sağlık hizmeti alamıyordu. Eşkıya, devlet içinde devlet olmuştu. Kasabalı ve köylü eşkiyayı da besler duruma gelmişti. İşte o köylere okul gitti, öğretmen gitti. Devlet o köylülerin çocuklarını aldı, yatılı okullarda okuttu. O çocuklar sadece öğretmen olmadı. Öğretmenler içinden yazarlar, ressamlar, müzisyenler çıktı. O birikim ve kaliteden sonra, şimdi adının önünde profesör gibi ünvan olan soytarıları görünce utanç içinde kalıyorum.
Cumhuriyet sadece eğitim öğretim seferberliği başlatmadı, bir de sağlık seferberliği başlattı. İlkokuldan sora ebe okuluna giden kızlarımız, ilkokuldan sonra sadece 3 yıl okuyarak(ortaokul seviyesi) ebe oldular. O kadar kısa sürede çok donanımlı yetiştiler. Bu ebelerimiz de en ücra köylere kadar at, eşek sırtında gitti. Küçücük yaşlarına rağmen dirayetli, disiplinli çalıştılar. Sadece kaldığı köy değil, sorumlu tutulduğu çevre köylere de hizmet götürüyorlardı. Aşıları bu ebelerimiz yaptı. Hamile kadınlarımızı takip edip, doğumlarını yaptırdılar. Köylünün evinin bir odasında oturan, bir Cumhuriyet kadını gibi giyinen bu kızlarımıza kimse tecavüz etmedi. Kimse öldürmeye kalkmadı. Halk için öğretmen de, ebe de, sağlıkçı da devleti temsil eden insanlardı. Devlete ihanet edilmezdi. Devlete el kalkmazdı. Devlet kısa sürede bu saygınlığı kazandığı için memuru da saygı görüyordu.

Yıllarca Cumhuriyetin kuruluş felsefesinin altını oydular. O ihanetten doğan çocuklar ülke yönetimini ele geçirince, sosyal devletten A-SOSYAL devlete geçiş yapıldı. Köylerde okul kalmadı. Yatılı bölge okulları kapatıldı. Köylünün çocuğunu okutabilme şartları ortadan kaldırıldı. Çocuğunu okutmakta ısrar edenler de tarikat ve cemaatlerin kucağına atıldı.
Saraylar yaptılar. TOKİ diye devlet içinde devlet olan bir kurum ortaya çıktı. Denetlenemeyen bir kurum(!).. Sözüm ona fakirlere ev yapacaklardı(!).. Önce zenginler paylaştı. Ülkeyi nerede ise betonla kapladılar ama sadece okul ve yurt yapmadılar. Bırakın okul ve yurt yapmayı, tarihi okul binalarına KIYMETLİ ARAZİLERİ İÇİN el koyuldu.

AMAÇ;
Milli Eğitimin milliliğini kaldırıp piyasalaştırmak, eğitim ve öğretimi paralı hale getirmekti. Bu amaç doğrultusunda milleti paralı okullara yönlendirdiler. Fakirlerden oy alıp, kaliteli eğitim ve öğretim hizmetini zengine sundular. Bugün geldiğimiz şartlarda, bir fakirin çocuğunu okutabilmesi mümkün değildir. Alt gelir grubuna, ömür boyu asgari ücrete mahkum ettikleri kölelere;
“Sen kölesin, köle kal” diyorlar. Tabanla tavan geliri arasında bu kadar uçurum olan bir ülkede, sosyal barıştan bahsedemezsiniz. Bu insanları tasada ve kıvançta birleştiremezsiniz. Bu insanları ülkü birliğinde birleştiremezsiniz. Bu uygulama sosyal dokuyu parçalayan, milletleşme sürecini geriye çeviren çok tehlikeli bir uygulamadır. Denilebilir ki; bilerek bir bataklık yaratılmıştır. O bataklık her türlü gayrimeşru yapıya zemin hazırlar. Bu bataklıklar mafyokrasi ile yönetilen ülkelerde ihtiyaç duyulan karanlık insanı yetiştirir. Sonra Afganistan olursunuz, sokaklarda avlanırsınız. Haraç vermeden çorbacı bile açamazsınız.

Uzaktan eğitim başlatıldı. Başlatıldı da uzaktan erişim yok. Cumhuriyet, kuş uçmaz, kervan geçmez köylere ulaşıp köylünün çocuklarını parasız eğitimle okuttu.
Cumhuriyet ve kurucularına küfür eden, meczuplarını, deli raporluları ekranlara sürüp küfür ettirenler;
 T.C. Devletinin kuruluşunun 98. Yılında, bırakın köyleri, büyük şehirlerin fakir mahallelerine ulaşamıyor(!)..
2011 yılında 30 Milyar dolar maliyeti olan Fatih Projesi başlatmışlardı. Her öğrenciye bir tablet verilecekti. Fiyasko ile sonuçlandı. 30 milyar dolar uçtu…
Uzaktan eğitim başlatıldı denirken, Türkiye’de yaratılan tablo da bütün çıplaklığı ile ortaya çıktı. İnterneti, bilgisayarı olmayan, aslında karnını bile doğru düzgün doyuramayan çocuklar hakkında hiçbir çalışma yapılmadığı ortaya çıktı.
Eğitim ve öğretimde olması gereken fırsat eşitliği, onarılması zor bir biçimde yok edilmiştir.
Milli Eğitim Bakanı, öğretmen maaşını sorun gören bir kafadır. Milletvekili maaşları Öğretmen maaşını geçmesin diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi bir kurucudan sonra ülkenin savrulduğu bu noktanın sorumlusu bizleriz! Çünkü bütün dönüşüm gözümüzün önünde gerçekleşti, seyrettik.
Bir ülke halkı kendisini düşmandan kurtaran, özgürce yaşayabileceği bir ülke bırakan… Kalkınmaya köyden başlayan, köylünün üretim araçları haczedilemez diye yasa çıkartan… Sağlık ve eğitim seferberliği ile en ücra köylere ulaşan Cumhuriyet ve kurucularına küfür ettirirsen… Küfür edenlere sesini çıkartmazsan.. Daha da beteri, bir de alkış tutarsan…   Başına gelmiş ve gelecek her kötülüğü hak ediyorsun demektir. Bizler de dolaylı veya direkt olarak bu dönüşümden sorumluyuz. Suçluyuz!
Bu noktada aklıma Nasrettin Hoca’ya atfedilen bir fıkra geldi:
Hoca eşeğinin yem torbasına yem koyup boynuna takar. Eşek buğday karışık yemi yemek yerine kafasını torbadan çıkarıp yerdeki pislikleri koklar. Hoca yem torbasını taktıkça eşek kafayı çıkarıp yerdeki pisliği koklar. Sinirlenen Hoca yem torbasını çıkarıp buğdayı boşaltır. Eşeğin kokladığı pislikleri toplayıp torbaya doldurur, eşeğin boynuna takar ve der ki;
“-Al şimdi kokladığını ye!..”
Bir millet bu kadar nankör olursa, kurtarıcı ve kurucu iradeyi inkar edip bir de iftira ederse… İşgal güçlerinin ajanlarına masum din adamı deyip, kurucularını kafir, din düşmanı diye suçlarsa… Yaratan’a dokunur.  Sonra kokladığın PİSLİĞİ torbanda bulursun. O kıymetli şeyhlerin çocuklarına, eşlerine, hatta sana tecavüz eder, insanlıktan çıkarsın.
98 yılın sonunda oluşan tablodan utanmalısınız! Milletçe utanmalıyız diyeceğim ama…
Anlaşılan;
UTANMAYA ERİŞİME DE YASAK GELMİŞ(!)..
This entry was posted in Zahide Uçar. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *