” Molti nemici, molto onore!” * Mısır Büyükelçisinin Kovulması ve Değerli Yalnızlık


Mussolini listens to the ghost of Turkish Sultan Abdulhamid II

Nilgün Cerrahoğlu
nilgun@cumhuriyet.com.tr
24 Kasım 2013 Pazar
Cumhuriyet

Mısır Büyükelçisinin Kovulması ve Değerli Yalnızlık

Değerli yalnızlığın vardığı “son kerte” bu.
Aklıma Mussolini’nin ünlü sözü geliyor
:

“Ne kadar çok düşman, o kadar şeref, şan! / Molti nemici, molto onore!”

Türkiye’nin uluslararası profili, faşizm döneminde dünyayla kanlı bıçaklı olan Mussolini’nin bu söylemini çağrıştırıyor.Dostluğu bir yana bırakın, civarda “uygar” ilişkilerin sürdürülebileceği tek ülkenin kalmadığı noktada hâlâ “değerli yalnızlık” salvolarıyla oyalanmak bana… faşist Mussolini’nin önüne gelene rest çektiği süreci hatırlatıyor.

TC büyükelçisinin Mısır’dan kovuluşu tam böyle bir “Ne çok düşman, o kadar çok şan!” durumuna örnek…

Erdoğan St. Petersburg’a hareket ederken Mısır’ın mevcut hükümetini tanımadığı yollu açıklamalar yapıyor. “Mursi’nin yargı karşısındaki tutumunu alkışlıyorum. Ona saygı duyuyorum. Onu yargılayanlara saygım yok!” diyor…

Bu açıklamayı bardağı taşıran son damla olarak algılayan Kahire, Büyükelçi Hüseyin Avni Botsalı’yı vakit geçirmeden “persona non grata / istenmeyen şahıs” ilan ediyor!

Dışişleri de “mütekabiliyet” çerçevesinde derhal Mısır’ın -zaten çoktandır Kahire’ye çekilmiş olan!- büyükelçisini “istenmeyen adam” olarak vetoluyor. Sen beni tanımıyorsan, ben seni hiç tanımıyorum hesabı…

‘Avrupa fatihi’ Putin’e sığındı
Ortadoğu’da… Suriye’den Körfez ülkelerine dek tüm Arap dünyası Erdoğan Türkiyesi’nden ezcümle yaka silkme noktasına gelmiş; İran’la ilişkiler gerilmiş, bölgenin en hatırı sayılır oyuncusu Mısır’dan… TC büyükelçisi, diplomasinin son silahı olan “persona non grata” restleşmesiyle kovuluyor.

Bu diplomatik, siyasi tokat tam Rusya’da Erdoğan’ın Putin’den “Baba senin ocağına sığındık, haydi bizi Şangay 5’lisine al da şu AB belasından kurtulalım!” uslubuyla yardım dilediği anda geliyor. Bir dönemin şanlı “Avrupa fatihliğine” soyunan başbakanı; “Kıyak yap kurtar bizi şu AB sıkıntısından!” mealindeki bir üslupla Putin’e yanaşıyor, Batılı ortaklarından şikâyetçi oluyor.

Avrupa fatihliği yıllarından bu yana Brüksel’le arpa boyu yol alınmamış, bu yetmezmiş gibi Türkiye’nin yarım küsur asırdır üye olduğu NATO ile de üstelik ipler gerilmiş.Tüm Ortadoğu coğrafyasında Türkiye’ye farklı bir konum biçen NATO içindeki yeri, herkesin son dönemde malumu olan şekilde sorgulanmaya başlanmış.TC büyükelçisinin Kahire’den şutlanması böyle bir konjonktürün üstüne geliyor.

Dışta yalnızlık iç baskıyı artırıyor
“Ne kadar çok düşman! O kadar şan!” kıvamında çıkışlarla şimdi dış dünyaya meydan okumak ve bir yandan da yeni ortaklıklar aramak çabaları sürerken; içerde vidalar sıkıştırılıyor. Azılı bütün baskı rejimlerinde olduğu üzere dıştaki yalnızlaşma; içeride yurttaşları sıkı kıskaç altına almakla yakın şekilde örtüşüyor.

Dış yalnızlaşmayla iç otoriterleşme atbaşı gidiyor!
İki eğilim arasındaki örtüşmeyi görmek için, tarihi bırakıp yanı başımızdaki İran’a bakmak dahi kâfi. Otoriter, baskıcı İslamcı rejim altında yaşayan İran’ın Batı ve dolayısıyla dünyanın gerisiyle olan ilişkilerindeki ilk yumuşama işaretleri gelir gelmez, içerde hemen kadınlar üzerindeki baskı azalıyor. Ahlak polisinin kaldırılması gündeme geliyor. Özel yaşamın serbestleşmesinden bahsediliyor…

Batı ile sertleşme dönemleri ise. tam tersine, içte yurttaşlara ve muhaliflere hafazanallah nefes aldırmayan ceberrutluğa dönüşüyor. Dış dünyaya dişini geçiremeyen rejim, acısını yurttaşlarına kök söktürerek çıkartıyor. Dışarının artan düşmanlığını; içerde baskıyı artırarak karşılıyor.

Tarihi etki, yön kaybı
Türkiye’nin bulunduğu kavşak böyle bir kavşak.İçerde insanların özel yaşamlarına bile göz açtırmayan bir hoyratlık ilk kez böyle tavan yaparken; dışarda Ankara çok tarihi bir etki ve yön kaybı yaşıyor. Avrupa hayalleri sona eriyor…

“Türk modeli” adıyla takdim edilen “ılımlı İslam modeli” iflas ediyor. “Neo- Osmanlıcılık” projeleri berhava oluyor.Geriye dikkatli bir şekilde planlanan bir dizi propaganda hamlesiyle türbanı TBMM’ye sokmak, kadınlı erkekli yaşama ve karma eğitime müdahil olmak; vatandaşların yediği, içtiği ile uğraşmak; Times gazetesinin son yorumuyla söylemek gerekirse; “insanların özel yaşamına sinsice sızmak” kalıyor!

“Değerli yalnızlık”, sıradan yurttaşa ve muhaliflere ne yazık ki bundan böyle hep daha çok artan baskıyla geri dönecek.

This entry was posted in Kose Yazarlari, ORTADOĞU ÜLKELERİ, Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *