ANADOLU’da MİSYONERLİK * MARY CAROLİNE HOLMES’UN “URFA’DA ERMENİ YETİMHANESİ” ADLI ESERİNDE URFA’DAKİ İŞGAL YILLARI VE ERMENİ YETİM ÇOCUKLARI

Sayın Yıldız Deveci Bozkuş’un yapmış olduğu araştırma
çalışmasının 342-367 sayfalar arasından çıkartılan özet
Aşağıdaki araştırma yazısı kısaltılarak özetlenmiştir. Yazının tamamına,
dipnotlara ve kaynaklara ulaşmak için yazı sonundaki TEMEL KAYNAĞA gidiniz.
Naci Kaptan / 13.09.2020

International Periodical For The Languages, Literature and History
of Turkish or Turkic Volume 9/4 Spring 2014, p. 341-370, ANKARA-TURKEY
MARY CAROLİNE HOLMES’UN “URFA’DA ERMENİ YETİMHANESİ” ADLI
ESERİNDE URFA’DAKİ İŞGAL YILLARI VE ERMENİ YETİM ÇOCUKLARI

Yıldız DEVECİ BOZKUŞ

Mary Caroline Holmes’un “Urfa’da Ermeni Yetimhanesi”… 
Bu çalışmada günümüzde Ermeni sorunu olarak bilinen 1915 Olaylarının öncesinde ve sonrasında Ermenilere yönelik eğitim, sağlık,finansal ve toplumsal konularda çalışmaları olan American Boards of Comissioner for Foreign Mission’ın (Amerikan Yakın Doğu Yardım Komisyonu) Urfa’daki çalışmaları üzerinde durulacaktır.
Bu çerçevede kısa adı YDYK olan Amerikan Yakın Doğu Yardım Komisyonu hakkınd akısaca bilgi verildikten sonra bu komisyonun Urfa temsilcisi olan Mary Caroline Holmes’un, Urfa’daki görevi sırasında kaydetmiş olduğu anıları ve bu anılarda Holmes’un Türk, Ermeni, Kürt, Fransız, İngiliz, Alman ve diğer gruplarla olan ilişkileri üzerinde durulacaktır. Çalışmada ilk olarak Holmes’un kim olduğu, ne tür faaliyetlerde bulunduğu ve bölgeye dair izlenimlerine yer verildikten sonra, yazarın misyonerlik faaliyetleri kapsamında “Urfa’da Ermeni Yetimhanesi” adlı eseri incelenecektir.Daha sonra Holmes’un hangi görevle bölgede bulunduğu, bölgede bulunduğu sırada çalıştığı misyon hakkında kısaca bilgi verilecektir.
Ardından Holmes’un eserinde 1919-1921 yılları arasında Urfa’da yaşanan gelişmeleri Ermeniler ve Türkler açısından nasıl ele aldığı değerlendirilmeye çalışılacaktır. Bu kapsamda konuyla ilgili bir literatür araştırması yapıldıktan sonra yazarın konuya yaklaşımı, eserin söylem analizi ve Urfa’daki Ermeni yetimhanesinde yaşananların bir misyonerin kaleminden nasıl ele alındığı değerlendirilecektir. Çalışmada ayrıca Holmes’un işgal döneminde Türklerle işgal kuvvetleri arasında nasıl bir rol oynadığına da dikkat çekilecektir. Böylelikle gerek Sevk ve İskân öncesi gerekse Sevk ve İskân’ın ardından  misyonerlik faaliyetlerinin bölgede nasıl bir politika çerçevesinde gerçekleştirildiği ve söz konusu misyonerlerin bölgedeki asıl toplumsal hedeflerinin ne olduğuna açıklık getirilmeye çalışılacaktır.

Günümüzde uluslararası arenada oldukça geniş bir yer tutan Ermeni sorunuyla ilgili olarak, Tehcir öncesi ve sonrası yaşananlarla ilgili olarak yerli ve yabancı kaynaklar tarafından konuyla ilgili birçok eserin kaleme alındığı görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında özellikle söz konusu dönemde bölgede görev yapmakta olan misyonerlerin raporlarının sürecin şekillenmesinde ciddi bir katkısı olduğu yadsınamaz.
Bu nedenle halen günümüzde Tehcir yıllarında bölgede görev yapmış Amerikan, İngiliz, İsviçreli, Alman vb. misyonerlerin rapor, anı ve günlüklerinin yayınlandığı ve geniş bir okuyucu kitlesine ulaştığı görülmektedir. Bu nedenle söz konusu yazarların kaleme aldığı Tehcir yıllarında yaşanan gelişmeler çoğu zaman gerçeği yansıtmayan ve propaganda amaçlı yazılmış eserler olsa da bu durumun tam tersinin yaşandığı çalışmaları da görmek mümkündür.
Holmes’un bu eserinin tercih edilme nedeni de bu çalışmanın uluslararası arenada geniş yankı bulmasına rağmen eser ve yazarına dair kapsamlı herhangi bir inceleme ve araştırmanın yapılmamış olunmasıdır. Bu yönüyle bakıldığında eserin yazarı olan Holmes’a dair çok fazla kaynak olmayışı bu sorunun yaşanmasında ilk etken olarak değerlendirilebilir. Bu nedenle bu çalışmada Holmes’un hayatı ve Tehcir yıllarından ziyade, Holmes’un kaleme aldıklarının ne söylediği ve nasıl bir söylem içinde olunduğu üzerinde durulmaya çalışılacaktır.
I.Dünya Savaşı sırasında alınan, “Sevk ve İskan Kanunu” olarak da bilinen 1915 Tehciri,Osmanlı İmparatorluğu sınırları dahilinde Türklerle Ermeniler arasında bir çok bölgede yaşanan isyanlar, çatışmalar ve ayaklanmalar neticesinde ortaya çıkan karmaşıklıklar dolayısıyla alınmış bir karardır. Bu çerçevede Anadolu’nun birçok noktasında olduğu gibi Urfa’da da I. Dünya Savaşı sırasında Ermenilerle Türkler arasında birtakım çatışmalar yaşanmış ve burada yaşayan Ermeniler de bu nedenlerle Tehcire tabi tutulmuşlardır. Bu kapsamda Tehcir sonrası bölgede görev yapan misyonların faaliyetlerine geçmeden önce kısaca Urfa isyanlarına göz atılmasında yarar vardır.
Urfa’da Ermeni Olayları
Günümüzde gerek Türkiye’de gerekse uluslararası arenada Ermeni sorunu denince akla ilk gelen konu Sevk ve İskân kanunu ve 1915 Tehciri olmuştur. Tehcir kararının alınmasının altında bir çok neden olmakla birlikte bunlar arasında en belirgin olanlarının savaş koşulları, dönemin siyasi ve ekonomik durumu ile 19. Yüzyılda başlayıp 20. Yüzyılda belirgin bir hal almış olan Ermeni isyanları önemli bir yer alır. Kuşkusuz isyanların ortaya çıkmasında milliyetçilik akımı,Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi ve ekonomik durumu, yapılan reformların yetersiz kalması gibi faktörlerin yanı sıra özellikle 19. Yüzyılla birlikte artan misyonerlik faaliyetlerinin de önemli bir katkısı bulunmaktadır.
Misyonerler eğitim, sağlık ve sosyal hizmetler alanlarında yürüttüğü faaliyetler neticesinde ciddi oranda Ermeni nüfusunu Protestanlaştırmış ve özellikle I. Dünya Savaşı sırasında Ermeni nüfusunun Osmanlı’ya karşı harekete geçmesinde önemli rol oynamışlardır.
Bu kapsamda Anadolu’nun bir çok yerinde meydana gelen isyanlarla benzer şekilde Urfa’da da Ermeni isyanları ortaya çıkmıştır. Her ne kadar bu makalenin temel amacı Tehcirin ardından bölgeye gelmiş olan bir misyonerin Ermeni yetim çocuklarına yönelik yürüttüğü çalışmalar olsa da bu çerçevede Urfa’da yaşanan Ermeni isyanlarına kısaca bakılması, konunun daha net bir biçimde anlaşılması açısından elzemdir.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Halep Vilayeti’ne Halep, Maraş ve Urfa Sancakları bağlıydı. Halep vilayetine bağlı olan Urfa Sancağı’nda ise Birecik, Rumkale (Yavuzeli), Suruç ve Harran yer alıyordu.
Halep vilayeti genelinde, toplam nüfusa oranla Ermeniler vilâyetin yaklaşık 1/5’ini oluşturmaktaydı. Vilayet genelinde Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi nüfus bir arada yaşamakta ve bütün etnik kökenlerden ahali çoğunlukla Arapça konuşmaktaydı. Arapçadan sonra en çok konuşulan dil Türkçe idi. Özellikle Urfa ve Maraş sancaklarında neredeyse tamamen Türkçe konuşuluyordu. Bölgedeki Ermeniler de çoğunlukla Türkçe konuşmaktaydılar.
I.Dünya Savaşı öncesinde İmparatorluk sınırları dahilinde bir çok yerde isyan hareketleri başladığında Halep Sancağı’na bağlı Urfa’da da birtakım yansımaları olmuştur. Bölgede Halep isyanı olarak da bilinen 29 Ekim 1895 tarihli ayaklanma bu isyanlar arasında öne çıkanlar arasında ilk sırada yer almıştır.
1895 yılının Ekim ve Kasım aylarında, ülkenin diğer birçok bölgesinde olduğu gibi Halep vilayetinin de Ermeni isyanları açısından ciddi kargaşalara sahne olduğunu kaydeden Ramazan Erhan Güllü, bu tarihlerde Halep vilayet merkezi ile birlikte Halep’e bağlı sancak ve kazalarda – özellikle Maraş merkez sancağı ve Zeytun kazası ile Urfa sancağı ve Antep kazasında ciddi olayların meydana geldiğini ifade eder.
Meydana gelen olaylarda askerî birliklerin ayaklanmaları güçlükle bastırabildiğini kaydeden Güllü, olaylardan kısa süre önce ilân edilmiş olan doğu vilayetlerinde yapılacak ıslahatlarla ilgili proje üzerine Ermeni Patrikhanesi tarafından ülke genelindeki Ermeni murahhaslıklarına yollanan tahriratlarda, Ermenilerin taleplerinin artık hükümetçe de kabul edildiği ve daha rahat hareket edilmesi gerektiğinin bildirildiğini belirtir.
Güllü ayrıca, Patrikhane tarafından Halep Vilayeti’ndeki Ermeni reis-i uhanilerine gelen aynı tahriratın ardından, Ermeni ahali arasında silahlanmanın arttığı ve çeşitli yerlerde Ermenilerce tahrikkâr hareketlerin gözlenmeye başlandığını belirtir.
Urfa’da Sivil Ermeni İsyancılar Urfa’da çıkan isyanların da Anadolu’nun çeşitli yerlerinde ortaya çıkan Ermeni isyanları gibi siyasi, stratejik, coğrafi ve toplumsal olmak üzere bir çok nedeni bulunmaktaydı. Bu çerçevede Urfa’nın coğrafi konumu nedeniyle Doğu Anadolu-İskenderun hattı üzerinde yer alması, Rusya için Urfa Ermenilerinin I.Dünya Savaşı sırasında ayrı bir öneme sahip olmasına neden olmuştur.
Rusya’nın Urfa’daki Ermenilerin bu stratejik konumlarından yararlanmak için büyük çaba sarfettiği anlaşılmaktadır. I. Dünya savaşı yıllarında Zeytun, Sason, Bitlis, Antep bölgeleri için bir komutan emrinde kullanılmak üzere Maraş’tan ve Diyarbakır’dan gelen Ermeni komitacılara Urfa’daki yerli Ermeni fedailerin ve asker firarilerden oluşan bir silahlı kuvvetin katıldığını belirten Nurullah Aykaç, bu silahlı kuvvetler ile Urfa Ermenilerinin isyancılara su taşımak, un öğütmek,ekmek pişirmek, hasta ve yaralılara bakmak, tüfek temizlemek, emir götürmek, mermi yapmak,konuşmalar yapmak için ekipler kurmakla üzere görevlendirildiklerini kaydetmiştir.
Urfa’daki Ermenilerin isyan faaliyetlerine katıldıkları ve olası ayaklanma faaliyetlerinde er alabileceklerine dair bilgiler Genel Kurmay Başkanlığının yayınlamış olduğu Arşiv Belgelerinde de yer almıştır. Buna göre Halep’ten Genel Karargah’a gelen telgrafta bu bilgiler şöyle yer almıştır;
“…Osmanlı Ordusu Başkomutanlığı, Halepten Genel Karagaha gelen şifredir. Numara:6738. 1.Urfa Amele Taburunun bir bölüğündeki Ermeni erlerin kazma ve kürek ile hücum ederek yüzbaşılarını ve bazı Müslüman erleri şehit ederek ve yaralayarak firar ettikleri haber alınmıştır…
İntelli ve Ayran tünellerinde, şirket işlerinde, odun kesiminde, menzil hattı üzerinde çalışan çok sayıdaki Ermeni erlerinin büyük bir kısmı, komiteci ve güçlü kuvvetli erkeklerden olduklarından dolayı, yukarıdaki açıklamalara göre çeşitli yerlerden gelmesi düşünülen Ermeni çetelerinin hareketlerine karşı İslahiye’ye 40 kadar düzenli kuvvetin verilmesi arz olunur…”
Benzer şekilde Justin McCarthy de 1914 sonlarında Osmanlının doğusunda yaşanan toplumlar arası anlaşmazlıklarının temelinde Ermeni isyanlarının olduğunu ve bu isyanlar sırasında Ermenilerin Urfa’yı da ele geçirmeye çalıştıklarını şöyle ifade etmiştir;
“…Yaklaşık 8.000’i Kağızman’dan, 6.000’i Iğdır’dan ve diğer yerlerden olan Anadolu Ermenileri Rusya’nın elinde bulunan Güney Kafkasya’ya eğitime gitmişlerdi. Daha sonra yerel isyancılara katılmak üzere geri döndüler ve isyan bütün doğuyu sardı. Osmanlı Devleti sadece Sivas vilayetinde 30.000 isyancı olduğunu tahmin ediyordu, muhtemelen abartılmış olmakla beraber isyanın genişliği açısından önemli bir ölçüdür.
Askeri hedefler saldırılması gereken ilk yerlerdi: telgraf telleri kesilmişti. Stratejik dağ yolları tutulmuştu. İsyancılar özellikle doğuda asker toplamakla görevli Osmanlı devlet memurlarını hedef almışlardı. Uzak kesimlerdeki Müslüman köylere ilk saldırılar ve Müslümanlara yönelik katliamlar başladı. İsyancılar Zeytun, Muş,Şebinkarahisar ve Urfa’yı almaya çalıştılar. Sınırlarda bulunması gereken Osmanlı silahlı kuvvetleri, bunun yerine içeride isyanları bastırmak zorunda bırakılıyordu…”
I.Dünya Savaşı’nda bir çok bölgede olduğu gibi sevk sırasında Urfa’da ortaya çıkan isyanlar sırasında da görevini kötüye kullanan yetkililerin en ağır cezalara çarptırıldığı görülmektedir. Buna örnek olarak yine Osmanlı Hükümeti Başbakanlık Dairesi’ne gönderilen 829 sayılı telgrafta, Ermenilerin sevkleri esnasında, bulundukları yerlerde kanuna aykırı olarak işlem ve yolsuzluk yaptığı anlaşılanların ve buna cesaret edenlerin askeri mahkemeye verildikleri bilgilerine yer verildiği anlaşılmaktadır.
Coğrafi konumu nedeniyle stratejik bir öneme sahip olan Urfa’da, yine Tehcir yıllarında Urfa Mutasarrıflığına Talat Paşa tarafından gönderilen 1917 tarihli bir başka belgede de Urfa’daki Ermeni faaliyetlerine dair bilgiler verilmiştir. Buna göre belgede haydutluk yapan ve Muş Taşnaksütyun Kulübünde görevli İran pasaportu olan Karz isimli bir Ermeninin Tehcirin ardından çeşitli katliamlarda bulunarak birçok kişiyi yaraladığı ve bunun üzerine Urfa’da yakalanarak yargılandığı ve kişinin hüviyeti hakkında bilgi talep edildiği görülmektedir.
Benzer şekilde Urfa Olayları sırasında 4. Ordu bölgesindeki Ermeniler arasında ihtilale karıştıkları kesin olarak anlaşılan bir takım Ermenilerin Deyr-i Zor sancağına sürüldükleri de anlaşılmaktadır.
Urfa’da Ermeni olayları, isyan hazırlıklarının tamamlanması ve Zeytun, Sason, Haçin, Diyarbakır bölgelerinden gelen kaçak Ermeni askerlerinin de Urfa’daki komitacılara katılımıyla birlikte belirgin bir hal almıştır. Urfa’ya 7,5 km uzaklıktaki Germiş köyünde ve 19 Ağustos 1915 günü de Urfa merkezde olmak üzere ilk isyanlar başlamıştır.
Kısaca yukarıda değinildiği üzere Anadolu’nun birçok bölgesinde olduğu gibi Urfa’da da Ermeni isyanlarının yaşandığını söylemek mümkündür. Bu kapsamda günümüzde uluslararası arenada oldukça geniş bir yer tutan Ermeni sorunuyla ilgili olarak, Tehcir öncesi ve sonrası yaşananlarla ilgili olarak yerli ve yabancı kaynaklar tarafından konuyla ilgili birçok eserin kaleme alındığı görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında özellikle söz konusu dönemde bölgede görev yapmakta olan misyonerlerin raporlarının sürecin şekillenmesinde ciddi bir katkısı olduğu yadsınamaz.
Bu nedenle halen günümüzde Tehcir yıllarında bölgede görev yapmış Amerikan, İngiliz, İsviçreli, Alman vb. misyonerlerin rapor, anı ve günlüklerinin yayınlandığı ve geniş bir okuyucu kitlesine ulaştığı görülmektedir. Bu çerçevede söz konusu yazarların kaleme aldığı Tehcir yıllarında yaşanan gelişmeler çoğu zaman gerçeği yansıtmayan ve propaganda amaçlı yazılmış eserler olsa da bu durumun tam tersinin yaşandığı çalışmaları da görmek mümkündür.

Ermeni Yetim Çocuklar Meselesi ve Konuyla İlgili Literatür
I.Dünya Savaşı yıllarında yaşanan 1915 Tehcirinin sadece Ermeniler açısından değil söz konusu dönemde Osmanlı İmparatorluğu sınırları dahilinde yaşayan diğer uluslar ve kuşkusuz Müslümanlar açısından da bir çok olumsuz etkileri olduğunu söylemek mümkündür. Tehcir sırasında ve sonrasında yaşanan en önemli problemlerden biri de Tehcir sırasında kaybolan veya yetimhanelere bırakılan Ermeni çocukları meselesi olmuştur. Gerek dönemin koşulları sırasında savaş nedeniyle yaşanan ekonomik problemler, gerekse sağlık sorunları ve tehcir yolculuğunun zorluğu, bazı ailelerin gönüllü bazılarının ise istemeyerek de olsa çocuklarını Ermeni yetimhanelerine veya Türk, Kürt, Müslüman komşularına bırakmalarına neden olmuştur.
Bu çerçevede Ermeni yetim çocuklarının söz konusu dönemde yaşadıkları problemler, gerek eğitim, gerekse barınma ve diğer konularda yaşadıkları sıkıntılar özellikle de yabancı misyonerlerin anılarında sıkça yer alan bir konu olmuştur. Bu husus zaman zaman Holmes gibi misyonerler tarafından objektif olmayan bir tutumla kullanılsa da, Holmes’un aksine İsviçreli Jakob Künzler gibi bazı misyonerler tarafından ise tam tersi bir biçimde dile getirilen bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ermeni yetimler konusunda genel olarak hazırlanan çalışmalarda yardım komisyonlarında faaliyet gösteren misyonerlerin çalışmaları büyük önem arz etmektedir. Bu kapsamda Holmes’un da Amerikan yardım komisyonunun çalışmaları çerçevesinde Urfa’da görevlendirilmiş olması ve buradaki genel duruma dair anılarına bakıldığında, Holmes’un taraflı bir bakış açısına sahip olduğunun bir kez daha hatırlatılmasında yarar vardır.
Mary Caroline Holmes Kimdir?
Amerikalıların I. Dünya Savaşı yıllarında Urfa’daki Amerikan yetimhanesi sorumlusu olan Mary Caoline Holmes’la ilgili literatürde çok fazla kayıt olmamakla birlikte dönemin basın yayın organlarında birtakım bilgilere rastlamak mümkündür. Bu yayın organlarından biri olan The Reading Eagle adlı 1925 tarihli gazetede “İlk Presbiteryen kilisesi yardım üyesi konuşacak” başlığıyla Holmes’a dair bir habere yer verildiği görülmektedir. Haberde Holmes’un Savaş yıllarında Türkiye’deki deneyimlerini anlatacağına yer verilmiştir.
.
The Reading Eagle adlı gazetenin Cumartesi ekinde yer alan bu haber 17 Ekim 1925 tarihli olup, Holmes’un resmine de yer verilmiştir. Haberde, Pazar ayininde insanların “en ilginç Amerikalı kadını görme ve işitme fırsatlarının olacağı” bilgilerine de yer verildiği görülmektedir. Presbiteryen Kilisesinin Pazar ayininde saat 1’de insanların Bayan Mary Caroline Homes’un I. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’deki deneyimlerini dinleyeceği ve New Hampsire’lı olan bayan Holmes’un Türkiye,Yunanistan ve Levant’da diğer Amerikalı bayanlardan daha fazla tanındığı bilgilerine de yer verilmiştir
Görüldüğü gibi söz konusu haberde yer alan bilgilerden Holmes’un New Hampsire’lı olduğu da anlaşılmaktadır.Haberin devamında Holmes’un Yakın Doğu’da 35 yıl yaşadığını ve ilk başlarda misyoner olarak, daha sonra Kızıl Haçı temsil eden yönetici ve daha sonra ise Yakın Doğu Yardım Komisyonunda çalıştığı ifade edilmektedir. Zor şartlar altında çalışarak başarılarını gerçekleştirdiği ve başarılarını zor zamanlarda mücadele ederek gerçekleştirmiş olması nedeniyle “zor zamanların mücadele kaptanı” olarak da Holmes’un adının ön plana çıktığı belirtilmiştir.
Haberde ayrıca, genç kadının Küçük Asya’ya nasıl son derece iyi bir biçimde adapta olunabileceğinin kanıtı olduğuna davurgu yapılmıştır. Haberde “anlaşılması zor topraklar” olarak tanımlanan Küçük Asya’da Holmes’un Müslüman komşularının dostluklarını ve yakınlıklarını sağladığına da dikkat çekilmiştir. The Reading Eagle gazetesindeki bir diğer önemli husus da Holmes’un dil konusundaki yetenekleri ve doğuştan bir Arap gibi son derece iyi Arapça bilgisi olduğuna dair verilen bilgilerdir.
Halk tarafından Holmes’un “the Yankee woman” olarak adlandırıldığını ve sadece Arapça değilaynı zamanda gazeteleri ve Kuran’ı da anadili gibi okuyabildiği belirtilmiştir. Bu yeteneği sayesinde sadece Avrupalılar tarafından değil Türkler tarafından da sık sık tercüman olarak görevlendirildiği belirtilmiştir
Bayan Holmes’un farklı kesimlerin de yardımına koştuğuna sıkça vurgu yapılan bu haberde, Holmes’un dille ilgili ortaya çıkan problemlerin çözümlenmesinin yanı sıra akademik çalışmalar yapan bilim insanlarına ve arkeoloji alanındaki çalışmalara da bilgisi dahilinde katkı sunduğuna işaret edilmiştir.
I.Dünya Savaşı yıllarında İngiliz ordusunda görevli Lawrence’ın da gençlik yıllarında Holmes’un öğrencisi olduğu ve kendisinden uzunca bir süre Arapça eğitimi aldığı belirtilmiştir. Holmes’un Lawrence’a Arap dilinin yapısı ve gramerinin yanı sıra Arap toplumunun yapısı üzerine de eğittiği kaydedilmiştir. Haberin en ilginç noktalarında biride Holmes’un Lawrence’a verdiği eğitim sayesinde İngilizlerin Kudüs’e başarılı bir şekilde girebildiği yönündeki iddialar olmuştur.
Buna göre söz konusu haberde Holmes’un “Lawrence’a uzun yıllar verdiği Arapça eğitim ve Arap coğrafyası ve toplumuna dair bilgiler sayesinde Lawrence, I. Dünya Savaşı sırasında muhteşem başarılara imza atmış ve Lawrence’ın bu başarıları neticesinde General Allenby rahatlıkla Kudüs’e girebilmiştir” şeklinde ifadelerin kullanıldığı görülmektedir.
Holmes ise söz kitabında Albay Lawrence ile olan tanışıklığına şöyle yer vermiştir;
“…Savaştan önce arkadaşlarım olan Binbaşı C. Leonard Wooley ve Albay T. E. Lawrence orada çalışıyorlardı. Ben Türkiye’de otururken, oturduğum ev onundu. Bir kış benimle Jebail’de otururken Arap dilinin esaslarını öğrendi…”
The Reading Eagle gazetesinde Holmes’a dair verilen bilgiler kısmındaki en ilginç ifadelerden biri de Holmes’un “Zalim Türkleri Yönetti” başlığı olmuştur.
Managed The Cruel Turks başlıklı kısımda Pensilvanya’nın Kuzeydoğusundaki Yakın Doğu Yardım Komisyonu temsilcisi (Near East Relief in Northeastern Pennsylvania) Archibald Webster’ın Holmes için şu ifadeleri kullanmıştır;
“Bayan Holmes şimdiye kadar tanıdığım bir kaç mükemmel kadından biridir. Suriye ve Ermenistan’daki binlerce yetim mülteci çocuğun idaresinde, korkunç koşullarda, cinayet ve anlatılamaz rezaletlerin yaşandığı zamanlarda, hiçbir üstünlüğü yoktu. Bir keresinde 1100 çocuğa yardım ederken yedi aylığına medeniyetten uzak kaldı ancak yine de oğlanları ve kızları güvenlice getirdi. Acil durumlarda güçlülük ve çabukluk konusunda çok az insan vardır ona eşit olarak gösterilebilecek. Yerli halkın büyük oranda karşılaştıkları Amerikalı kadınlardan etkilendiklerini ve Amerikalı kadınlar hakkında bir fikir edindikleri ileri sürülmektedir. Bu nedenle Bayan Holmes’un iyi bir Amerikalı kadın imajı yaratmak adına Amerikalı kardeşleri için her şeyini feda etmiştir.”
Haberin sonunda ise Holmes’un Küçük Asya, Kutsal Topraklar ve Türk Sorunları konusu üzerine kitaplar yazdığı da belirtilmiştir.
Sonuç olarak Holmes’un dönemin koşulları kapsamında görevlerinin bilincinde vegörevine son derece iyi hazırlanmış donanımlı bir misyoner olduğunu, bölgenin dil, din, siyasi ve coğrafi özelliklerine hakim bir görevli olduğunu söylemek mümkündür. Çalışmaları ve yeteneği sayesinde sadece Amerikalıların değil Türklerin, İngilizlerin, Almanların da destek aldığı bir yardım komisyonu görevlisi olduğu anlaşılmaktadır.

Kitabın Biçimsel Özellikleri
Orijinal adı “Between the lines in Asia Minor” olan kitabın dili İngilizce olup 224 sayfadan oluşmaktadır. İngilizce versiyonu New York, Fleming H. Revell company’den çıkan bu eser Holms’un bir de “Who follows in their train?” adlı bir eseri ile yukarıda The Reading Eagle’da değinilen Küçük Asya, Kutsal Topraklar ve Türk Sorunları konulu çalışmaları bulunmaktadır.
Holmes’un eseri Vedii İlmen tarafından Türkçeye tercüme edilmiş ve Yaba yayınları tarafından ilk baskısı 2005, ikinci baskısı ise 2008’de yayınlanmıştır. Türkçe versiyonu 200 sayfadan oluşan bu eserde özetle 1919-1921 yılları arasında Urfa’daki Ermeni yetimhanesinde çalışan Holmes’un anıları kaleme alınmıştır. Gerçek hikâyelerden yola çıkılarak yazıldığı iddia edilen bu çalışma yazarın az sayıdaki eserleri arasında öne çıkan bir çalışmadır. 1919-1921 yılları arasında Urfa’daki Ermeni yetimhanesinde hemşirelik yapan Holmes’un söz konusu eseri Ermeni meselesi konusunda son dönemlerde sıkça gündeme gelen tartışmalı bir konu olan Ermeni yetim çocukları konusunu yeniden tartışmaya açmaktadır.
Son yıllarda Türkçeye tercüme edilen bu eser XV bölümden oluşmaktadır. İngilizce aslına sadık kalınarak bu başlıkların ilki “Urfa’yı Haritaya Yerleştirmek” başlığıyla tercüme edilmiştir.Türk bayrağının içine saplanmış kılıç resminin yer aldığı kitabın orijinal kapağının resmi şöyledir:
Between the lines in Asia Minor
Genel olarak döneme ve bölgeye dair resim, harita ve fotoğrafların da yer aldığı Holmes’un bu eseri döneme dair Amerikan Yardım misyonları ve diğer misyonerlik kuruluşlarının hangi amaçla ve görevle bölgede bulundukları ve yetki ve sınırlarının neler olduğunun anlaşılması açısından önemli bir çalışma olarak değerlendirmek mümkündür. Bu nedenle başta Amerikan Yardım Komisyonları olmak üzere savaş yılları ve öncesinde bölgedeki misyonerlik faaliyetlerine genel olarak bakılmasında yarar vardır.
I.Dünya Savaşı Sırasında Anadolu’daki Yardım Komitelerine Genel Bir Bakış
Misyonerlik faaliyetlerinin tarihinin çok eskilere dayandığını kaydeden Ayten Sezer, ilk misyonerlerin ‘havariler’ olduğunu ifade eder. Sezer, Hıristiyanlık inanışına göre Hz. İsa’nın etrafına topladığı havarilerine, “Gidiniz ve yeryüzündeki her yaratığa İncil’i anlatınız.” diyerek onları vaaz etmek üzere görevlendirdiğini ve bu cümleden de genelde Hıristiyanlığı yaymak için gayret gösteren kişilere’ ‘misyoner’, Hıristiyan olmayan ülkelerde bu dini yaymak için kurdukları teşkilata da ‘misyon’ denildiğini kaydeder.
Sezer, misyonların ilk etaptaki asıl amaçlarının görünürde dinî olduğunu ve misyonerlerin kendi ifadeleriyle ‘dinsiz‘ dünyayı Hıristiyanlaştırarak, yeryüzünde güçlü bir Hıristiyan topluluğu oluşturmayı hedeflediklerini kaydeder. Görünen bu dinî gayelerinin yanında, misyonerliğin zamanla siyasi, ekonomik, sosyal ve idari pek çok amacı da bünyesinde taşıdığı görülmektedir.
Tam da noktada Urfa’daki Ermeni yetim çocuklarına yönelik Amerikan misyonerlerinin çalışmalarını bu kapsamda değerlendirmek mümkündür. Nitekim Holmes daha kitabının önsözünde bile ülkesinin emperyalist politikalarına hizmet ettiğini
“…Yeni bir rejimin başlamasına yardımcı olmak için ben, duruma göre, yüzüm kızarmadan,  Amerikan ve İngiliz yandaşıyım, çünküinanıyorum ki bu iki ülke yönetmeyi diğerlerinden daha iyi bilmektedir…” ifadeleriyle net bir biçimde ortaya koymuştur.
Erdal Açıkses ve Ayten Sezer Arığ, kendilerini kiliseye adayan ve İncil’in hizmetkârı olarak gören misyonerlerin, amaçlarına ulaşabilmek için her yolu ve metodu denemekten kaçınmadıklarını kaydederler. Bu çerçevede misyonerlerden istenen, gidecekleri ülkenin dilini,dinini ve kültürlerini öğrenip inceleyerek eksiklikleri belirlemek ve ona göre hareket etmektir.
Misyonerler bu nedenlerle bazen bir doktor, bazen bir öğretmen, bazen de bir barış gönüllüsü veya din adamı olarak faaliyetlerini sürdürürler.
Bu amaçla Osmanlı topraklarına ayak basan misyonerlerin Türkiye ve Türkler hakkındaki bilgilerinin daha çok Avrupalı göçmenlerden dinledikleri seyyah ve bazı İngilizce kaynaklardan elde ettikleri yüzeysel bilgilerle sınırlı olduğunu kaydeden Rahmi Doğanay, bu bilgilerin çoğunun Osmanlı ile Avrupa arasındaki dini, kültürel ve çıkar çatışmalarından kaynaklanan taraflı bilgiler olduğunu belirtir.
Arshag A. Alboyacıyan, Türkiye’deki Amerikan misyonerlik faaliyetlerinin Ermenilerehem yararlı, hem de zararlı olduğunu, fakat sonuçları bütünüyle göz önüne alındığında, zarardan çok yarar sağladığını belirtir. Alboyacıyan’a göre misyonerlik çalışmalarının ilk zararlı sonucu “dinde bölünmedir”. Amerikalılar bir Ermeni Protestan cemaati oluşturmuş ve böylece mevcut olan ayrılıklara bir başka bölünme eklemiştir.

Bu konuda İdris Yücel, Bord misyonerlerinin Urfa Körler Okulu vasıtasıyla kendileri adına oldukça önemli iki unsur olan dinî propaganda ve politik kabul konusunda nasıl başarı sağladıklarını “Bir Misyonerlik Uygulamasının Teorisi ve Pratiği:Urfa Amerikan Körler Oklu” makalesinde şöyle anlatır;
“…Urfa Körler Okulu, 1902

1914 yılları arasında gerçekleştirdiği eğitim faaliyetleri sonucu, birçok görme engelli öğrenciye diploma kazandırdı. Okulun faaliyet gösterdiği bu süreç,bir dizi dinî, politik, sosyal, ekonomik ve pratik kazanımla sonuçlandı. Bord misyonerleri adına okulun gerek örgenciler, gerek öğrenci yakınları ve bölge halkı üzerinde yarattığı dinî etkinin oldukça kayda değer olduğunu söylemek mümkündür. Şöyle ki Gregoryen, Katolik ya da İslam inancına sahip öğrenciler, okulda geçirdikleri süre zarfında ciddî bir Protestanlık propagandasına tabi tutulmuş ve bazı örgencilerin doğrudan Protestanlığı benimsemesi sağlanmıştır…”
Arığ, İstanbul’a Protestan misyonerlerin 19.yüzyılın ortalarından itibaren yoğun olarak gelmeye başladığını ve ilk gelen Protestan misyonerlerin de Amerikalılar olduğunu ifade eder. Söz konusu dönemde okullarının büyük kısmının 1810’da Boston’da kurulan ve Türkçe adı Amerikan Bord olarak anılan the American Board of Commissioners for Foreign Missions (ABCFM) isimli teşkilat tarafından açıldığını belirtir.
İttihat ve Terakki Hükümeti tarafından tehcir edilen Ermenilere, yiyecek, giyecek, sağlık hizmetleri gibi insani konularda yardım etmek amacıyla kurulan bir Amerikan örgütü olan YDYK, 1820 yılından itibaren Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren Amerikan misyoner teşkilatı, American Boards of Comissioner for Foreign Mission(ABCFM)’nın bir organıdır.
YDYK 1915-1930 yılları arasında Anadolu, Yunanistan, Kafkasya ve Suriye’yi kapsayan oldukça geniş bir bölgede çalışmalarını sürdürmüştür. Mali gücü, geniş örgütlenmesi ve yardım çalışmalarının etkinliği açısından o tarihe kadar görülmüş olan en büyük yardım organizasyonlarından biridir. YDYK’nın yardım faaliyetleri dışında bir takım siyasi etkinliklerde de bulunmuş ve Türk -Amerikan-Ermeni ilişkilerinin şekillenmesinde de önemli bir rol oynamıştır.
Bu konuda Fatih Gencer Ermeni Soykırım Tezinin Oluşum Sürecinde Amerikan
Yakın Doğu Yardım Komitesi başlıklı kitabında YDYK’nın özellikle Amerika’daki yardım toplama faaliyetleri sırasında yürüttüğü Türk aleyhtarı, Ermeni yanlısı propaganda çalışmalarının, ABD kamuoyunun ve hükümetlerinin Türk-Ermeni sorununa bakış açısını etkilediğini ve aynı zamanda ABD’nin Türkiye politikalarını da büyük ölçüde yönlendirdiğini kaydeder.
Benzer şekilde Açıkses de misyonerlerin açmış olduğu eğitim kurumlarının Ermeni ulusal kimlik bilincini doğrudan etkilediğine değinerek, yerli halka özellikle azınlıkların dilleri ve kültürleri ile ilgili verilen derslerin zamanla azınlıkların Osmanlı Devleti’ne karşı tavırlarının değişmesine sebep olduğuna dikkat çeker.
Çukurova, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Anadolu’nun birçok yerinde temelleri atılan misyonerlik okullarının asıl amacının Ermeni çocuklarını Ermeni milliyetçiliği çerçevesinde Osmanlı Devleti aleyhine fikirlerle donatıp, Osmanlı Devleti karşıtı faaliyet gösterecek bireyler olarak yetiştirmek olduğunu belirtir;
“…Dünyanın değişik medeniyet ve kültürlerine ev sahipliği yapması, kısaca jeopolitik ve jeostratejik konumu nedeniyle yüzyıllardan beri pek çok tehditlere maruz kalmıştır. Bu tehditlerden en tehlikelisi eğitim alanında yürütülen misyoner faaliyetlerdir. Bu amaçla, Tanzimat ve Islahat Fermanları ile azınlıklara verilen haklar çerçevesinde Osmanlı toplumunda yaşayan Rum, Ermeni,Yahudi gibi azınlıklar, emperyalist Batılı devletlerin de desteğini alarak kendi dini inançları çerçevesinde Katolik, Ortodoks, Protestan okulları açmışlardır. İşte bu okullardan birisi de XIX.Yüzyıl ortalarından itibaren Antep’te açılan ve merkezi Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunan ABCFM tarafından finansa edilen okullardır. Okulun en önemli amacı;
Anadolu’nun Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan zeki Ermeni çocuklarını bu okullarda toplayıp, onları Ermeni milliyetçiliği çerçevesinde Osmanlı Devleti aleyhine fikirlerle donatıp, Osmanlı Devleti karşıtı faaliyet gösterecek bireyler olarak yetiştirmektir. Açtıkları bu okullarda yürüttükleri çalışmalarla Osmanlı toplumundaki etnik ve dini bakımdan farklılıklar gösteren unsurların bağımsızlık hareketlerine zemin hazırlamışlardır…
Din değiştirme hususuyla ilgili olarak Holmes’un eserinden farklı olarak İbrahim Ethem Atnur yetimhanelerde sadece Ermeni çocuklarının değil Türk ve Kürt çocuklarının da kaldığını belirtir. Atnur söz konusu eserinde Cemal Paşa’nın bölgeye gelen Halide Edip’e Ermeni yetimhanelerinin durumu ve neden Ermeni çocuklarına Türk veya Müslüman isminin verildiğini anlatırken, Halide Edip’in Ermeni yetim çocuklarıyla ilgili ilk izlenimlerine ise şöyle yer verir;
“…Şimdi içinde dört yüz çocuk bulunan bizim hükümete ait bir yetimhane idi. İki kadın,iki de erkek hocası vardı. Çocuklar zayıf, mahzun ve bakımsız görünüyorlardı. Bunlar, Türk,Ermeni ve Kürt çocuklarından müteşekkildi. Hepsi kıtal, hicret ve harbin sokağa, hatta beyabana saldığı kimsesiz çocuklar. Babalarının hatalarından şu veya bu sebepten mesul olmayan yavrular.
Bu yetimhane üzerinde merhum Cemal Paşa ile aramızda hayli çetin ve uzun münakaşalar oldu.Ben, Ermeni çocuklarının Türk ve Müslüman ismi taşımalarına itiraz ettim. Bunun sebebini Cemal Paşa, şu suretle izah etti. Şam’da Ermeniler tarafından idare edilen yerde, Cemal Paşa idaresinin yardım ettiği birtakım yetimhaneler vardı. Bunlar Ermeni çocuklarını alırlardı. Hiçbirinde yeniden çocuk alacak yer kalmadığı gibi yeni bir yetimhane açmak içinde maddi imkân kalmamıştı.
Ayin Tura sadece Müslüman çocuklar için olup, orada henüz yer vardı. Ermeni yetimhanesinin alamadığı kimsesiz, avare Ermeni çocuklarını Ayin Tura’ya alırken onlara Türk veya Müslüman ismi vermek zaruri idi.

Temel kaynak;
https://www.academia.edu/37492610/MARY_CAROLİNE_HOLMESUN_URFADA_ERMENİ_YETİMHANESİ_ADLI_ESERİNDE_URFADAKİ_İŞGAL_YILLARI_VE_ERMENİ_YETİM_ÇOCUKLARI
This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, DİN-İNANÇ, ERMENİ SORUNU, Tarih. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *